Japon Ekonomisi; Mucizeden Duraklamaya Sonuçlar ve
Sebepler
Yaklaşık 4 trilyon Dolarlık milli geliriyle japonya
ABD'den sonra dünyanın ikinci büyük milli
ekonomisidir. (Bir fikir vermesi açısından, japon
ekonomisinin büyüklüğünün halen İngiltere, Almanya
ve Fransa'nın toplamına eşit olduğunu
söyleyebiliriz). II. Dünya Savaşında ağır bir
yenilgiye uğramış olmasına rağmen, kısa bir süre
içerisinde japonya'nın hızla kalkınmasıyla dünyanın
önde gelen ekonomik güçlerinden birisi haline
dönüşmesi "japon mucizesi" olarak değerlendirilmiş
ve uzun yıllar boyunca çoğu gelişmekte olan ülke
için bir örnek olarak gösterilmiştir. 1980'li
yılların sonuna gelindiğinde japonya'nın ekonomik
gelişmesi o denli göz kamaştırıcı hale gelmiştir ki,
"japan As Number One" sloganı altında, japonya'nın
dünyanın en büyük ekonomik gücü olması planları
yapılmaya başlanmıştır.
Hal böyle olmakla birlikte, 1990'lı yılların başından
itibaren japon ekonomisi büyük bir durgunluk
içerisine girmiş, büyüme oranları büyük ölçüde
azalmış, işsizlik artmıştır. japonya'nın içine
düştüğü bu kronik durgunluktan kurtulamaması halinde
mali sektörde ciddi bunalımlar yaşamasının
kaçınılmaz olacağı büyük ölçüde kabul görmektedir.
Ekonomik büyüklüğü ve dünya ticareti içerisindeki
yeri göz önünde bulundurulduğunda, (1 Dolar 120 Yen
olarak alındığında, 2002 yılında japonya 433 milyar
Dolar ihracat ve 350 milyar Dolar ithalat ile 783
milyar Dolarlık bir dış ticaret hacmi
gerçekleştirmiştir) japonya'nın içine düşeceği bir
finansal krizin tüm dünyayı etkilemesi ise
kaçınılmaz olacaktır.
japonya'nın II. Dünya Savaşı sonrasında gösterdiği
ekonomik başarının ardında yatan faktörler, daha
sonra içine düştüğü ekonomik durgunluğun da belli'
başlı nedenini teşkil etmiştir. Japonya II. Dünya
Savaşını takip eden dönemde, istikrarlı siyasi
iktidar (Liberal Demokrat Partisi neredeyse
1990'ların ortalarına kadar sürekli olarak tek
başına iktidar olmuştur), büyük şirket grupları (Keiretsu)
ve güçlü bir bürokrasiden oluşan üçlü bir saç ayağı
tarafından yönetilmiştir. Bu üç güç odağı
arasındaki işbirliği japonya'nın önemli ve cesur
kararlar alarak güçlü bir endüstriyel yapıya
kavuşmasına olanak sağlamıştır. Özellikle
Keiretsular, kendi grupları içerisinde
oluşturdukları dev bankalar aracılığıyla ihtiyaç
duydukları finansmanı çok elverişli koşullarla elde
edebilmiş ve hükümetin ve bürokrasinin de
yönlendirmesi ve koruması altında hızlıbir şekilde
gelişerek pek çok endüstriyel sektörlerde dünyada ön
plana çıkmayı başarabilmiştir. Banka mevzuatına
devlet güvencesi ve Keiretsular'da çalışan işçilerin
işe girdikleri günden emekli oluncaya kadar aynı
şirkette güven içerisinde çalışabilmelerine imkan
tanıyan" hayat boyu iş" (life time employment)
anlayışı ise, toplum içerisinde sistem için gerekli
olan güveni temin etmiştir.
Ancak, yukarıda değindiğimiz yapılanma zaman
içerisinde japonya'nın aleyhinde çalışmaya
başlamıştır. Nitekim, devlet ve bürokrasi tarafından
kollanmaları sonucunda Keiretsu'lar piyasa
koşullarından çok grup içi dayanışma mekanizmasına
bağlı olarak kararlar almaya başlamışlar ve sonunda
japonya'nın ekonomik itici gücü olmaktan çıkarak
giderek katlanılması gereken bir yük haline gelmeye
başlamışlardır. Özellikle, grubun içinde yer alan
bankadan istenilen ölçüde ve sorgulanmadan kredi
alınabilmesi keyfiyeti giderek ekonomik kaynakların
verimsiz projelere yatırılmasına ve geri ödenmesi
şüpheli kredilerin verilmesine yol açmıştır.
Keiretsu şirketlerinin bu tür borçlanmalarının diğer
bir sonucu da, kağıt üzerinde teminat olarak
gösterilen arsa ve gayrı menkul fiyatlarının
yükselmesi olmuştur. Gerek tüketim mallarında gerek
hizmet sektöründe çok büyük fiyat artışları
yaşanmazken, 1990'lı yılların başına gelindiğinde
gayrimenkul fiyatlarında astronomik spekülatif
yükselmeler gerçekleşmiştir. Gayrimenkul ve hisse
senedi fiyatlarının suni olarak şiştiği ve esas
itibariyle sonsuza dek sürmesi mümkün olmayan "bubble"
dönemi nihayet 1991 yılında son bulmuş ve
gayrimenkul fiyatları ve hisse senetleri fiyatları
korkunç bir çöküş yaşayarak japon ekonomisi bir
durgunluk dönemi içerisine girmiştir.
Aradan 12 yıl geçmesine rağmen japon ekonomisi bugün
hala içine düştüğü bu durgunluktan kurtulabilmiş
değildir. Nitekim japonya'nın son 12 yıldır yıllık
büyümesi ortalamada yüzde birin altında kalmıştır.
Giderek artan işsizlik yüzde 5.6'lara kadar vararak
bu ülke için rekor düzeye ulaşmıştır. Bubble
döneminde spekülatif olarak yükselen gayrimenkul
fiyatları zirvedeki değerlerine göre yüzde 70 ila
yüzde 80 değer yitirmiş, japon borsasının temel
endeksi olan Nikkei 14 Nisan 2003 tarihi itibariyle
1983'deki seviyesinin altına düşmüş bulunmaktadır.
Japonya'nın son 12 yıldır içinde
bulunduğu durumu değerlendirirken sorunların sebebi
ile belirtilerin birbirinden ayırt edilmesi önem
taşımaktadır. Nitekim, Japon ekonomisinde görülen
durgunluk, hisse senetleri ve gayri menkul
fiyatlarındaki düşüşler, işsizlikteki artış gibi
olumsuzluklar, doğal olarak başlı başına birer
sorun olmakla birlikte, ekonomik yapıdaki temel
sorunun birer belirtisi olarak
değerlendirilmelidir. Halen Japon ekonomisinin temel
sorunu, halkın ekonomik yapı ve geleceğe yönelik
güvenini kaybetme si ve gelecek endişesiyle tüketim
eğilimini azaltarak büyük ölçüde tasarrufa
yönelmesidir. Bu eğilim, fiyatların düşmesine ve
sonunda ekonomik durgunluğa yol açmaktadır. Japon
Milli Hasılasının yüzde 60'nın tüketimden oluştuğu
göz önünde bulundurulduğunda, toplumdaki tüketim
eğiliminin azalmasının büyüme üzerindeki etkisi
daha iyi görülecektir.
Peki, Japon halkı niçin böyle bir karamsar tutum
içerisine girmiştir?
Herşeyden önce, Japon nüfusu hızlı bir şekilde
yaşlanmaktadır. Düşük doğum oranları ve giderek
uzayan ortalama hayat süresi Japon demografisinin
giderek yaşlanmasına yol açmaktadır. Mevcut
eğilimlerin devam etmesi halinde önümüzdeki 20 yıl
içerisinde çalışmayan nüfusun çalışan nüfusa oranı
endişe verir bir orana yükselecektir. Bazı
ekonomistler Japon işgücünün giderek yaşlanmasının
üretimde verimliliği düşüreceğini iddia etmektedir.
Bu bir ölçüde doğru olsa bile tam olarak gerçeği
yansıtmamaktadır. Zira japonya'nın çok hızlı
kalkındığı dönemlere bakıldığında üretimdeki
artışın, işgücündeki artıştan ziyade, sermaye ve
daha da önemlisi üretkenlikteki artıştan
kaynaklandığı görülmektedir. Yaşlanan nüfusun
yarattığı asıl endişe finansal sebeplerden
kaynaklanmaktadır. Sosyal sigorta sisteminin yakın
bir gelecekte yaşlanan nüfusun emeklilik maaşlarını
ve sağlık giderlerini karşılayabilmesi giderek
zorlaşacaktır. Böyle bir durumda devletin ortaya
çıkacak açıklan kapatmak için büyük çaplı
harcamalar yapması gerekecektir.
Oysa, halen devlet, başka hiçbir gelişmiş ekonomide
görülmediği kadar büyük bir iç borç yükü altına
girmiş durumdadır. Bugünkü durumuyla, iç borcun
GSMH'ye oranı yüzde 140 civarındadır. japon halkının
geleceğe karamsar yaklaşmasının ardında yatan önemli
diğer bir neden de budur.- Aslında japonya 1980'li
yıllara kadar geleneksel olarak açık vermeyen
bütçelerle çalışmıştır. Ancak, köpük ekonomisinin
sönmesiyle ortaya çıkan ekonomik durgunluğu
gidermek için hükümetin 1990'lı yıllardan bu yana
uygulamaya koyduğu "ekonomik paketler" devletin
büyük çaplı harcamalar yapmasına yol açmıştır.
Ekonomik verimlilikten ziyade, daha çok iktidar
partilerinin seçmenlerine yönelik projelerden oluşan
söz konusu harcamalar devletin yoğun bir şekilde
borçlanmasına yol açmıştır. japonya'nın hızlı bir
büyüme trendine girememesi halinde, devletin uzun
vadede ciddi bir iç borç ödemesiyle karşılaşacağı
tahmin olunmaktadır.
Geleceğe ilişkin güvensizliğin belki de en önemli
nedeni de, bankaların halen büyük oranlara ulaşmış
batık kredileridir. Köpük ekonomisinin sönmesiyle
birlikte, pek çok Japon şirketi bankalardan
aldıkları büyük ölçekli borçları ödeyemez duruma
düşmüşlerdir. Finansal Yeniden Yapılanma Kanunu'nun
tanımı kullanıldığında, Şubat 2003 itibariyle geri
ödenmeyen kredilerin miktarı yaklaşık 334 milyar
Dolardır. Bu miktar resmi rakam olarak kabul
edilmekle birlikte, geri ödenemeyen krediler için
değişik tanımlamalar kullanıldığında söz konusu
miktar 1,2 trilyon Dolara kadar yükselebilmektedir.
Son 12 yıl içerisinde, söz konusu borçlar için
teminat olarak gösterilen gayrı menkuller büyük
ölçüde değer kaybettiğinden, bankaların bu
teminatları satarak verdikleri kredilerini tümüyle
geri alabilmeleri mümkün olamamaktadır. Bazı
bankalar bu durum karşısında teminatlarını satıp
geri kalan miktarı zarar hanelerine yazmak yerine,
bütçelerinde bu kredileri hala alacak olarak
göstermekte ve soruna çözüm getirilmesini
geciktirmektedirler. Bu durum, borçlu ve esasen
tasfiye olması gereken ve ekonomik açıdan
verimliliğini yitirmiş şirketlerin faaliyetlerini
sürdürmelerine yol açmakta ve ekonomik kaynakların
daha verimli alanlara kaymasını engellemektedir. Son
12 yıldır hükümetlerin, çoğu zaman kendilerine
siyasi açıdan destek sağlayan söz konusu şirketlerin
faaliyetlerini sürdürebilmeleri için bankaların bu
uygulamalarına göz yumdukları ve hatta teşvik
ettikleri yönünde eleştiriler yapılmaktadır.
Öte yandan, batık kredilere çözüm için getirilen
teklifler ise başka sorunlara yol açmaktadır.
Önerilen bir çözüm, batık kredileri dolayısıyla
bankaların zarara geçmelerine ve hatta iflas
etmelerine izin verilmesidir. Ancak mevduat
üzerindeki devlet garantisine 2003 Nisan ayından
itibaren sınırlama getirmiş olması dolayısıyla
iflas edecek bankalar, finansal güveni zedeleyecek
ve istikrar ciddi ölçüde bozulacaktır. Batık
krediler konusunda atılabilecek diğer bir adım ise
devletin bankalara para enjekte ederek söz konusu
borçları üstlenmesidir. Bu durum ise, zaten büyük
boyutlara ulaşmış devlet iç borcunun daha da
artması ya da enflasyon baskısının yaratılması
anlamına gelecektir. Her hal ve karda, geleceğe
yönelik güvenin artması için batık krediler
sorununun 'köklü bir şekilde halledilmesi gerektiği
herkes tarafından teslim edilmektedir.
Son 12 yıldır yaşanan uluslararası gelişmeler de
japon ekonomisinin işini Zorlaştırmıştır. 1990'lı
yılların sonunda yaşanan Asya krizi ve son dönemde
dünya ekonomisinde görülen durgunluk japonya'yı
olumsuz etkilemiştir. Aslında Japonya ekonomisini
iki motorlu bir uçağa benzetenler vardır. Ekonominin
asıl motoru iç ekonomik taleptir. Nitekim japon
GSMH'nin yüzde 85'i iç ekonomiye yöneliktir.
Ekonominin daha küçük motoru durumunda olmakla
birlikte, Japonya'nın dünyaya yaptığı ihracat, ana
motordaki performans düşüklüğünü bugüne değin
telafi edebilmeyi başarmıştır. Ancak her iki motorun
da yeterli performansı gösterememesi halinde uçağın
düşebileceği endişesi yaşanmaktadır.
Kısa vadede değerlendirildiğinde
geleceğe yönelik karamsarlığın halen devam ettiği
görülmektedir. Bununla birlikte, zaman içerisinde
Japon hükümetlerinin büyük krizlere yol açmadan
halkın geleceğe yönelik beklentilerini iyimser bir
tabloya çevirmesi olanak dahilindedir. japonya'nın
halen kontrollü bir ekonomiden daha liberal,
rekabetçi ve pazar ekonomisine dayanan bir yapıya
geçmekte olduğu ve bunun sancılarını çektiği, ancak
uzun dönemde bu geçişin meyvelerini toplayacağı
görüşlerini savunanlar da vardır. Söz konusu
görüşler, reformların eninde sonunda istenen
sonuçları vereceğini, japon ekonomisinin daha esnek
bir yapıya kavuşacağını ve teknolojiye daha açık ve
daha farklı değerlere sahip yeni neslin geleceğe
daha güvenle yaklaşacağını iddia etmektedir.
Geleceğe yönelik endişelerin japonya'da büyük ölçüde siyasi
sahneyi de şekillendirdiği gözlenmektedir. Nitekim,
Başbakan Koizumi yapısal reformlar konusunda cesur
adımlar atacağı vaadiyle büyük bir halk desteğiyle
LDP partisinin başkanlığına ve Baş bakanlığa
getirilmiştir. Ancak, gerek LD P içerisindeki
gruplaşmalardan kaynaklanan direniş ve Afganistan
Savaşı, Irak Savaşı gibi uluslararası gelişmeler
Koizumi Hükümetinin ihtiyaç duyulan kapsamlı
reformları istenilen ölçüde gerçekleştirmesine şu
ana kadar izin vermemiştir. japon siyasi yapısının
gelecekte beklentileri ne ölçüde karşılayabileceğini
ancak zaman gösterecektir.
|