Kalkınmada Dikey Geçiş Fırsatı Bilgi Çağı
Prof. Dr. Münir Kutluata
Kalkınma ve dikey geçiş kavramları bir arada
yadırganabilir. Kalkınmanın çok yönlü, sosyal tarafı
ağır basan ve kendine has kuralla-n olması itibari
ile zamana ihtiyaç gösteren bir kavram olması, dikey
geçişin ise ani bir hareketi, seyrek görülen bir
fırsatı çağrıştırması bakımından bir uyumsuzluk
akla gelmemesi için kalkınma ile kastedilenin
"iktisadi kalkınma" olduğunu belirtelim. Buna
"iktisadi kalkınmada sınıf değiştirme fırsatı" da
diyebilirdik. Aslında bilgi ile böyle bir fırsatın
doğduğu vurgulanmak isteniyor.
"Bilgi Çağı" sık kullanılan bir kavram olmakla
birlikte henüz neleri kapsadığı tam olarak
anlaşılabilmiş değil. Yaşanan gelişmelerin ve sebep
olduğu değişikliklerin ortaya çıkardığı sonuçlar
eskiye göre çok farklı olmaya başlayınca sanayi
çağının oluşmuş ve kabul görmüş kurallarında birçok
değişikliklerin ve sıkıntıların ortaya çıktığı fark
edilmiştir.
Sanayi üretim tarzının oluşturduğu ekonomik ve
sosyal yapıların hemen her ülkede benzerlik arzeden
özellikleri sanayi çağı dediğimiz, kuralları,
sınırları ve hatta değişim
trendleri belli bir dünya oluşturmuşken, herşe-yin
yeni baştan hızla değişmeye başladığı bir yapının
gözlenmesi yeni bir üretim dönemine girildiğini
göstermiştir. Bu yeni üretim dönemi, kendi
kanunlarım kendi sınırlarını belirlemekte, ama
kendisini en fazla baş döndürücü değişiklikleri
esas almakla karakterize etmektedir. Yeniden,
dünyanın hemen her ülkesinde benzer oluşumlara
sebep olan bir sürece girilmiştir. Bu sürecin
"Bilgi Çağı" olarak adlandırılmasına şimdilik ciddi
bir itiraz da gelmemiştir.
20. Yüzyıl ülkelerinin iktisaden gruplandırıldığı,
siyasi olarak gruplaşıp bloklaştıklan bir dönem
olmuş, ancak yüzyıl tamamlanmadan siyasal bloklar
dağılmış, iktisadi gruplaşmalar anlam değiştirmeye
başlamıştır.
Ülkeleri iktisadi gelişmişlik düzeylerine göre
sınıflandıran yaklaşım içerisinde en dika-te değer
olanı "Gelişmekte olan ülke" kavramıdır.
Bitirmek üzere olduğumuz yüzyılın içinde bazı
gelişmekte olan ülkeler gerçekten "gelişmekte"
oldukları için iktisadi kalkınmalarım
gerçekleştirmiş, birçok "az gelişmiş" ülke de bu
kavramın nezaketi ile yetinmişlerdir. Sanayi üretim
döneminde sanayileşmenin kesinleşmiş kuralları az
gelişmiş ülkelere kolay kolay "sınıf değiştirme"
şansı vermiyordu. Bunun için çok büyük gayretler
gerekiyordu. Bu yüzden sanayileşmiş ülkelerin
uluslararası ekonomik ilişkilerdeki tartışma
götürmez üstünlüğü, aynı zamanda siyasal üstünlük de
getirdiğinden kendilerine her geçen gün konumlannı
güçlendirebilecekleri avantajlı bir ortam
oluşturmuştur.
Diğer taraftan iktisadi ve siyasal bloklaşma
dünyayı iki kutuplu bir gidişe yöneltmiş üye ülkeler
gönüllü olarak yer aldıkları veya bazı zorlamalar
hatta zorla dahil edildikleri blokların politikaları
sonucu bazı ihtiyaçlarını karşılamışlar fakat
kalkınmada geri kalmışlardır.Bu iki kutuplu oluşum
dünyanın gidişini belirlemiş ve kalkınmamayı adeta
blokların
kendi içindeki politikalanna bağlamış, düşman bloğu
endişe ile gelişen kader birliği anlayışının
insafına bırakmıştır.
Doğu bloğu ülkelerinin kalkınması zorunlu ittifakın
topyekün kalkınmasına bağlı hale gelirken, Batı
blokunun ikinci sınıf üyeleri bazı ihtiyaçlarını
grup dayanışması ile karşılıyor olmanın rehaveti
ile 20. yüzyılın kalkınma açısından en müsait olan
ikinci yarısını boşa geçirmişlerdir. Bu süre bir
tarafın bağımsızlığı hiç hayal edemediği, diğer
tarafın ikinci sınıf ortakları için ise iktisadi
bağımsızlığın tartışıldığı bir dönem olmuştur.
Bu süreç bloklar arası, blok içi ve genel olarak
ülkeler arası iktisadi ilişkilerde belirli yapıların
oluşumuna sebep olmuştur. Bunlardan sadece daha
objektif olan ülkeler arası ilişkilere bakacak
olursak, bu düzende gelişmemiş bir ülkenin sınıf
değiştirmesinin kolay olmadığını görürüz.
Bu dönemin az gelişmiş ülkeler için kader haline
gelmiş olan özelliği, arkadan gelenlerin gelişmiş
ülkelere kolay kolay yetişemeye-ceği gerçeği idi.
Güney Doğu Asya'daki birkaç istisna iki kutuplu
dünyanın şiddetli soğuk savaş döneminde, blok içi
hoşgörünün ve bölgenin kendi özellikleri ile
açıklanabilir. Bunun dışında dünyanın diğer
yörelerindeki birkaç gelişme yolundaki ülkenin
gelişmişler sınırına yaklaşması birkaçının da
gelişme ümitlerini ayakta tutacak düzeylere gelmiş
olması "gelişmişlik liginde" sınıf değiştirmenin ne
kadar zor olduğunun göstergesidir.
Sözü edilen dönemin, dünyanın birçok ülkesi için
geriden gitmeyi kader haline getiren özelliklerine
bakacak olursak, "Bilgi Çağı" diye adlandırılan yeni
üretim döneminin ortaya çıkardığı fırsatlar daha
rahat anlaşılacaktır. Sanayi döneminin gelişmeyi, az
gelişmiş ülkelere kapayan başlıca özelliği, üretim
ve tüketimin gelişmiş ülkelerin veya blok lideri
ülkelerin kontrolünde olması idi.
Gerçekten üretim, üretim faktörleri ve üretim
teknolojilerindeki hakimiyet, bilgi ve
teknolojide taasup derecesindeki gizlilik
ulaşılmazlık dolayısı ile gelişmiş ülkelerin
tekelinde idi. Tüketim ise kapışılmış, bölüşülmüş
ve kontrol altında tutulan pazarlar dolayısı ile
gelişmekte olan ülkelere kapalı sayılırdı. Gerçek
bu olunca, gelişerek sorunları azaltmak yerine,
yerinde sayarak sorunlann büyüdüğünü görmek bu
ülkeleri daha fazla ümitsizliğe düşürüyor ve "az
gelişmişlik" adeta bir kader haline dönüşüyordu.
Bilgi ve teknolojinin başkalarından gizlenmesi
üretimdeki ve pazarlardaki hakimiyeti korumak kadar,
bloklar arası mücadelenin bir gereği olarak da
kaçınılmazdı. Sovyetler Birliğinin dağılması ile
soğuk savaş döneminin sona ermesi bilgi ve
teknoloji akışının önündeki en büyük engeli ortadan
kaldırmıştır.
Diğer taraftan bilgi ve teknolojiyi başka-lanndan
gizlemeye yönelik çalışmaların maliyet açısından
yeni bilgi üretiminden daha pahalı hale gelmesi bir
başka deyişle yeni bilgi üretmenin, eskileri
gizlemeye çalışmaktan daha ucuz olması, bu alandaki
üretimleri baş döndürücü bir hıza ulaştırmıştır.
Hem kutupların ortadan kalkması hem de
gizlenemeyecek kadar bir bilgi üretim hızına
ulaşılmış olması dünyada üretim sisteminin
değişmesine sebep olmuştur. Her gün tazelenen,
yenilenen bilgi ve üretim teknolojileri, bölüşülmüş
kapışılmış pazarların yeniden devreye sokulmasını
sağlayan yeni ürünlerin piyasaya sürülmesine imkan
vermiştir.
Mal ve hizmet üreticileri pazardaki rekabet
dolayısı ile üretime uygulanacak yeni bilgiler
talep etmeye başlamışken, bilgi ve teknoloji
üretimi devamlı teşvik edilirken, bu işin
finansmanı da sistem içinde otomatik olarak
sağlanır hale gelmiştir. Araştırma Geliştirme
çalışmalarının önemli hıza ulaşması, AR-GE
bütçelerinin hem ülkeler hem firma düzeyinde çok
büyük artışlar göstermesi yeni dönemin başlamasını
sağlamıştır.
Ortaya çıkan yeni yapılanma globalleşme dediğimiz,
dünyanın herhangi bir köşesinde meydana gelecek her
türlü gelişmenin olumlu veya olumsuz bütün ülkeleri,
bütün birimleri ve bütün insanları etkiliyor olması
gerçeği bilgiçağının en belirgin özelliğidir.
Bu büyük etkileşim sanayileşme döneminin
kalıplaşmış yapılarını sarsarken gelişmekte olan
ülkelere de daha önce çok zor görünen sınıf
değiştirme şansının gerçekten doğduğunu ortaya
koymuştur. Bir başka ifade ile sanayileşme döneminde
geciktikleri için kalkınma fırsatını kaçıran
ülkelerin önünden bilgi çağına girilmiş olması
dolayısı ile kalkınma treni tekrar geçmektedir.
Daha önce kalkınamamalannın mazereti olarak sermaye
yetersizliği, teknoloji geriliği ve kendi pazarları
da dahil olmak üzere pazarların kapışılmışltğım
ortaya süren gelişmekte olan ülkeler, şimdi ortaya
çıkan yeni durumla yeni imkanlara kavuşmuş
bulunuyorlar.
Maddi sermayenin öneminin azalması, bu dalda da
bilginin asli unsur haline gelmesi ve bilginin kolay
ulaşılabilir hale dönüşmesi, fakir ülkelerin bu en
önemli güçlüğünü büyük oranda hafifletmiştir. Yeni
sayılabilecek her türlü üretimin yeni bilgiye
dayanıyor olması, maddi sermayenin daha büyük
kârların göründüğü her saha ve ülkeye daha fazla
ilgi duyması, bu ülkelerin önüne daha önce
kaçırdıklan kalkınma fırsatını tekrar çıkarmış
bulunuyor.
Böyle bir fırsat çıkmış olmakla birlikte bundan
faydalanabilecek ülkelerin sayısının bu defa da
fazla olmayacağını tahmin etmek zor değildir. Bunun
için yeni duruma uyum sağlayacak beşeri kaynağa
sahip olmak en azından beşeri kaynağı geliştirecek
hızlı adımlar atmak gerekiyor. Bilgi ile üretim
arasında, dolayısı ile eğitim ve öğretimle üretim
arasında her dönemde var olan ilişki bilgi çağı
dediğimiz dönemde çok daha fazla netlik kazanarak
adeta bire-bir hale gelmiştir.
Bütün sorun bu ilişkiyi, fark ederek, üretim
yapacak, kâr sağlayacak işletmelere yeni bilgi ve
teknolojilerle yollarına devam edebileceklerini
göstermek, bunun dışındaki yolları kapalı
tutabilmektedir. Kısaca sağlıklı bir piyasa
ekonomisi ile üretici birimlerin yeni ürünle
varlıklannı sürdürebileceklerini, bunun için de yeni
bilgileri talep edecekleri bir ortamı oluşturmak
gerekiyor.
Daha önce iktisadi kalkınmayı çok istemelerine
rağmen karşı karşıya olduklan kısır döngüler sebebi
ile nereden başlayacaklarını bilmeyen bu ülkeler
sözkonusu bire-bir ilişki dolayısı ile işe
öğretimden başlayacaklarını görmüş bulunuyorlar.
Daha doğrusu hepsinin bunu gördüğünü söylemek zor
ise de, fark edenler kalkınma şansım yakalamış
olacaklardır.
Dünyada serbest kalan bilgi, sermayeye de serbestlik
kazandırmıştır. Fakir ülkelerin önceden ulaşabilmeyi
hayal bile edemedikleri bilgi ve teknolojiler, yeni
bilgi teknolojileri sayesinde adeta ortalarda
dolanır hale gelmiş ve kendileri için hep
varlığından şikayetçi oldukları kısır döngüleri
neresinden kıracakları belli olmuştur. Bu kısa
sürede yeni ürünlerin üretimine dönüşecek olan yeni
bilgidir.
Yeni bilgi-yeni ürün süreci, yeni pazarlar şansım
getiriyor. Dünya pazarlannı bilgi rekabeti ile
elinden kaçıran bir gelişmiş ülkenin bu pazarlan
yeniden kazanabilmek için hangi ülke ile işbirliği
yapacağı konusundaki eski hassasiyet önemini
kaybetmiştir. Birçok gelişmekte olan ülke bu açıdan
kendileri için iyi bir ortak görüntüsü vermektedir.
Bu yeni oluşan ortam içinde Türkiye'nin durumunun ne
olduğu ayrıca ele alınacak kadar geniş bir konudur.
Ancak şimdilik şu kadarını belirtmekle
yetinilebilir; Bilgi çağının sunduğu yeni fırsatlar
bilinir, eksikler iyi analiz e-dilir, öncelikler iyi
belirlenirse Türkiye için dikey geçiş imkânı
vardır. Ancak sanayi döneminde olduğu gibi şimdi d
e gözden uzak tutulmaması gereken nokta iktisadi
kalkınmanın istemeden olamıyacağıdır.
|