Kamu Bankalarının Özelleştirilmesi
Anahtar Kelimeler; Kamu Bankaları,
Özelleştirme, Özelleştirme Yasası, Özelleştirme
Türkiye
Kamu bankaları özelleştirilmeli mi? Buna bir ön
yargıyla mutlak anlamda ne evet ne de hayır demek
doğru değildir. Bu cevabı verirken kamu tanımımız da
son derece önemli. bugün kamu bankalarının genel
sorunlarının ve tek tek kamu bankalarının
özelleştirilebilme olanağını tartışmak istemiyorum.
tek tek bankaları ele alan çalışmaları daha önce
yayınladım.
Burada sorunu bir başka açıdan ele almak istiyorum.
Zaman zaman, bazan politikacılar bazen
akademisyenler, bazende bilim adamları ortaya
çıkıyorlar ve bütün kötülüklerin anası olarak kamu
bankacılığını gösteriyorlar ve bu bankaların
özelleştirilmesi gerektiğini söylüyorlar içlerinden
bazı bankacılar biraz daha ileriye gidip sektöre
giriş çıkışlarında serbest olmasını istiyorlar.
Kategorik olarak bir an bankacılığı kamu ve özel
kesim bankaları diye iki gruba ayıralım ve
kıyaslamak isteyelim. Bunun için mihentaşlarımız ne
olacak? Uzun dönemli ilişkileri esas alırsak iki
açıdan yapabiliriz;
1) Ekonomik performansı değerlendirmede birincil
derecede önemli olan kriter bir şirketin yaşaması ve
ayakta kalmasıdır. Nitekim Stratejik Planlama Bilimi
şirketin misyonunu en başa koymakta ve bunu da
yaşama, ayakta kalma ve iflas etmeme olarak
belirlemektedir. bir şirket batarsa, geçmiş
verilerinin ne kadar başarılı olduğunun önemi
yoktur. Bir şirketin ekonomik performasını
değerlendirmede ikinci önemli kriter ise
sahiplerinin değer yaratmasıdır. Eğer şirket
sahiplerine yeterince değer yaratamassa elden
çıkarılır ve satılır yani elden çıkarma ile
başarısızlık arasında bir bağlantı vardır.
2) Bankalar mevduat toplama imtiyazına sahip aracı
kurumlardır. Bunların işlevi, halktan topladıkları
parayı bu aracılık fonksiyonları ile ekonomik ve
sosyal kalkınmayı gerçekleştirecek yada
iyileştirecek projelere en düşük maliyetle
aktarmalarıdır. Bankalar ancak ve ancak bu amacı
gerçekleştirebildikleri ölçüde işlevlerini yerine
getirmiş sayılırlar ve ekonomiye katkıda bulunmuş
sayılırlar.
Konunun başka boyutu ise kriz dönemlerinde özel
kesim bankacılığının yaşabilirliğidir. Kriz
dönemlerine özel bankacılık ya kamu desteğiyle
aşıyor yada bu dönemler yaygın devletleştirme ile
geçilebiliyor. Kamunun bankacılıktaki payının yüksek
olduğu ülkelerde krizlerin etkisi yumuşuyor.
Ülkemizdeki özel ve kamu kesimi bankacılığının işte
bu iki temel kriteri kullanarak değerlendirmek
gerekir. yoksa yapılacak değerlendirmeler kısır
tartışmalardan öteye anlam taşımaz.
1960 sonrasını ele alalım. 30 yılı aşkın bir süreyi
kapsayan bu dönemde kapanan yada kapanmak zorunda
olan bankalara bir bakalım; 1960-1980 döneminde
7 tane banka özellikle 1960 yıllarının başında
tedrici tasfiye sürecine girmiştir. bunların hepsi
özel bankalardır. bu dönemde ayrıca faaliyetlerini
tatil eden bazı yerel nitelikli bankaları bu listeye
dahil etmiyorum.
1980-1990 döneminde
ise 5 banka faaliyetlerine son vermiştir. Hepsi özel
banka olan bu bankalardan büyük üç tanesi Ziraat
Bankasına devredilmiş, diğer ufak ikisi ise Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonu ile tasfiye edilmişlerdir.
Yine bu dönemin özelliklerinden birisi teknik olarak
ödeyebilirliliğini yitiren özel bir banka olan
Töbank'ın kamulaştırılarak geçici olarak
kurtarılmasıdır. bu dönemde ödeyebilirliğinde ciddi
sorun olan tek banka Anadolu Bankası ise ancak
kendisinin mali bünyesi sağlam kamu bankası
bağlanarak kurtarılmıştır. Bununda sanıyorum dünyada
başka örneği yoktur. İşin en ilginci Anadolu Bankası
özel sektör ilkelerine en uygun şekilde yönetilen ve
kamusal işlevi olmayan bir bankaydı.
1990 sonrası dönemde ise;
Aslında 1980li yıllarda ödeyebilirliğini yitirmiş
Töbank ve Denizcilik Bankası 1992 yılında iki ayrı
kamu bankasına devredilmiştir. 1994 yılının
başlarında ise üç özel bankanın faaliyetleri
durdurulmuştur. Bu üç bankayı izlemesi olasıl ve an
meselesi olan çok sayıda özel bankanın kapanması ise
ancak devletin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
aracılığıyla tüm mevduatlara miktarı ne olursa olsun
garanti vermesi ile durdurulmuştur. Bu garanti
verilmeseydi bu listeye çoğu şubeli özel bankaları
eklemek durumunda kalırdık.
Bankacılık özel işlevleri olan ve belirli yönetim
ilkeleri olan endüstridir. İşlevleri ve yönetim
ilkelerini geriye itip, sahipliği ön plana çıkarmak
yanlıştır. Ve sorunlu devletin bankacılığı kötüdür,
özel sektörün ki iyidir söylemine indirgemek daha
büyük bir yanlıştır. Önemli olan bankaların
işlevlerine ve bankacılık ilkelerine uygun bir
biçimde yönetilmesidir. Devlet ticari bankacılıktan
çekilsin görüşüne bütünüyle katılırım ama özel
işlevli bankaları kaldıralım derseniz, bu işlevin
özel ticari bankacılık tarafından nasıl yerine
getirileceğinin cevaplanması gerekir. Bugün ABD'de
bile tarım kesiminin finansmanı özel bir model ile
sağlanıyor.
Bankacılığın bütünüyle özelleştirilmesini
savunanların aynı zamanda şunlarıda savunmalarının
tutarlılık olup olmadığı sorusunu sormak istiyorum;
1- Banka sahiplerinin banka kaynaklarını doğrudan ve
dolaylı kullanmasını ve birden fazla banka sahibinin
yasaklanması.
2- Bankaların iştirak şeklinde diğer şirketlerdeki
sahipliğinin yasaklanması
3- Banka iflaslarında devletin mevduat sahiplerine
olan sınırsız güvencesinin kaldırılması ve artık
devletin bankaların batmasıyla ilgilenmemesi ve
batan batmalı yaşayan yaşamalıdır ilkesinin kabul
edilmesi
4- Banka hissedarları ve banka yöneticilerinin iflas
halinde sınırsız sorumlu olmaları
5- Bankacılık sistemine girişlerin serbest
bırakılması.
Bunları olumlu cevaplandıramıyorsanız söyleyecek
cesaretiniz zaten yoksa, laf olsun diye devlet elini
bankacılıktan çeksin demek kolay ve basit bir
söylemdir. Yoksa batma halinde pasifinin riskinin
kamuya, aktifin kullanımının ve getirisinin banka
sahibine ve yöneticisine ait olduğu bankacılığı
yapmak için ne akıllı ne de müteşebbis olmak
gerekir.
|