Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Kapitalist Sistemin ve Batının Oyunu

Batılı ülkeler, kapitalist sistem içinde, kaynakları daima mer­keze doğru çekerek, bugüne kadar geldiler. Bu ülkeler, kaynakla­rı ele geçirmek için, önce, askerleri ile fiilen sömürgecilik yaptı­lar. Ülkeleri işgal ettiler, oralardaki insanları "medenileştirirken" (!), onların kaynaklarını sömürdüler. İşleri bittikten sonra da, insan edası takınarak, sömürgelerine bağımsızlığını verdiler. 

Doğrudan sömürü düzenini, ticari sömürü ilişkisi izledi. Ge­lişmiş ülkeler, kendi mallarını, geri ülkelerin hammadde ve ürünleri ile daima avantajlı bir ilişki içinde değiştirdiler. Ticarete açılmayan ülkeleri zorla ticarete açılmaya zorladılar. Japonya'yı ticarete açmak için, Amerikan donanmasının Tokyo limanını topa tutması, ekonomi tarihinde önemli bir yer işgal eder. Japon tarihinde "Kara Gemiler" olarak bilinen bu olayda, Kaptan Perry yönetimindeki Amerikan donanması, Tokyo limanını topa tuta­rak, Japonya'yı ticarete açmaya zorladı.

Kendi aralarında da acımasız bir rekabete giren kapitalistler, daha sonra da, ithal ikameci politikalar ve patent hakları yolları ile, gelişmekte olan ülkelerdeki üretim potansiyellerini paylaşıp, denetim altına almaya çalışmış ve bunu da büyük çapta başar­mışlardır. Gelişmiş ülkeler, uluslararası finans kurum ve piya­salarından gelişmekte olan ülkelere kredi dahi sağlayarak, hem bu ülkeleri borç batağına itmiş, hem de kendilerine kaynak akta­ran arterleri canlı tutabilmişlerdir. 

Kapitalist dünya, kendi halkını da, ufak bir grup lehine sö­mürmekten geri kalmamıştır. Sanayileşmenin ilk aşamasında, küçük çocukların yoğun biçimde, tüm haklarından yoksun, ola­rak, geceli gündüzlü çalıştırılmaları, püriten ekolün baskısı altın­da insanların manevi duygularının sömürülmesi, Batı'nın kendi halkını köleleştirme süreçlerine örnektir. Ne var ki bu süreç, bir yandan karşıt rejimlerin rekabeti, diğer yandan da sistem içi verimlilik önlemlerinin geliştirilmesi ile fazla uzun sürmedi ve zamanla yumuşadı.

Çelişki kaldığı sürece, yumuşamalar da geçici olmakta, işler sıkışınca durum yine sertleşebilmektedir. Nitekim, 1970'lerden beri olan da işte budur; sosyal devletin daraltılması, gelir dağılı­mının bozulması, özünde işlerin sıkışık olduğunun görüntüsü ve güç dengeleri içinde girişilen çözümlemedir. Aslında, sosyal dev­let, köklü bir çözüm değil, palyatif bir erteleme yöntemidir. Sos­yal devlet uygulamasında dizginler daima sermayenin elindedir.

Sıkışan merkez, son aşamada da, çevreye finans kurumları kanalları ve özelleştirme dayatmaları ile saldırmaktadır. Küre­selleşme ideolojisi ile güçlü bir biçimde desteklenen saldın, ne büyük bir gaflettir ki, gelişmekte olan ülkelerce, bir saldın olarak değil de, bir ilişki ve çağdaş düzen olarak algılanmaktadır. 

Sıkışan Batı bu tür politikalara daima başvurmuş ve başvur­maktadır. Bizim gibi ülkelerin bu oyuna kızmak yerine onu an­laması ve ülke içindeki çıkar grupları ile etkili bir mücadele cep­hesi oluşturması gerekmektedir. 

Hangi alanda mücadele edilmesi gerektiği konusunda sadece bir örnek vermek gerekirse, yeni vergi tasarısındaki bir noktayı belirtmek yeterli olabilir. Yeni tasarı, ilk hali ile yatırım indirimi­ni yeni makina ve teçhizat koşuluna bağlamış idi. Sonradan, bu hükümden "yeni" sözcüğü kaldırıldı. Bunun anlamı, Batı'nın terkettiği fakat boyayıp, süslediği eski teknolojiye sahip makina ve teçhizata bizim yatırımcılarca rağbet edileceğidir. Bu uygu­lama, enflâsyonist ortamda, pompalanmış iç piyasada iş yapanları, tüketiciler aleyhine, zengin eder, ama ülkeyi geri bıraktırır. İşte bundan,dolayı, Batı tüm gücü ile, GATT anlaşmalarını sonuçlandırıp, güçlendirmekte, globalleşmeyi savunmakta ve bizle­re dayatmaktadır. Kârlı KİT'lerimiz, bilinçsiz pazar olanakları­nız, ve vergi cenneti yaratan politikalarımız iştah kabartırken, tüketici kredilerinden emdikleri kanla lüks ve israfa boğulan fınans kesimi, vatansever yatırımcı (!) müteşebbisler ve bu du­rumdan yararlanmayı amaçlayan sair çevreler haksız mıdır? Bizim, bu sömürü çevrelerinin doğal davranışlarına kızmamız yerine, acaba kendimize dönüp, niçin örgütlenmediğimizi, niçin siyasal kararlara girme kanallarını zorlamadığımızı ve böylece çıkarlarımızı daha bir bilinçle savunarak bu çirkin oyunu boz­madığımızı düşünüp, bunlara çareler üretmemiz daha akılcı bir davranış olmaz mı! 

Kaynak: İzzettin Önder – İstanbul Üniversitesi Maliye Bölümü

 

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005