Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Kapitalizm Öncesi Üretim İlişkileri

İktisadi anlamdatoplumun ayakta kalabilmesi üretim Mekanizmalarının işleyişi ile yakından ilgilidir. İlkel ekonomik yapıların bir fazla yaratmadıkları ve ancak yaşamlarını sürdürecek kadar mal ve hizmet ürettiklerini anlıyoruz. Bu konuda birçok antropolojik çalışma mevcuttur. Kimi yazaı:ların bu tür fazla bir değer yaratmadan yaşa­yan toplulukların bir eksiklik içinde değil, aksine kendi kendine yetmenin erdemini paylaştıklarını söylerler. Bu çerçevede iktisadi olay­lar ve mal ve hizmet akımlarının başlaması insanlık tarihi içinde yeni bir olgudur. Tarım toplumları yada geçimlik toplumların kapitalizm öncesi çağlarda iktisadi örgütlenme biçimleri günümüzden bir hayli farklıdır. Kapitalist üretim tarzını kavrayabilmek için çağlar boyunca geçirilen aşamalara kısaca bakmakta yarar görüyoruz. Çünkü üreti­min ve çalışmanın niteliksel değişimi insan toplulukları arasında farklı toplumsal ve ekonomik ilişkiler geliştirmiştir. 

İlkel Topluluk ve Üretim

Insan topluluklarının birlikte yaşamaya başlamasının hayvan sü­rülerinden ayrılan en önemli yan, bir araç kullanma ve araç yapma olduğu anlaşılmaktadır. İnsan grupları aynı ve uzak noktalarda besin toplayıcılığı yaptığı dönemde üç önemli sorunla karşı karşıya kalmış­tı. Bunlar gıda temini, savunma ve bannma gibi temel gereksinimlerden oluşmaktaydı. Bu sorunların çözülmesi, ancak birlikte bazı eylemle­rin gerçekleşmesi ile sözkonusu olmakta idi. Üretimin gerçekleşmesi aşamasında araç kullanma sadece toplama amacına dönüktür. Bu an­lamda doğada bulunan taş ve sopaların ilk iş araçları olduğu anlaşıl­maktadır. Ancak sınırlı sayıda gerçekleşen ve bulunan yörenin terkedilmesine dayalı toplama sistemi iklim ve diğer koşullara paralel olarak avlanmaya yönelik faaliyetleri daha öne çıkarmıştır. Düzenli olarak beslenen ve hatta fazla da biriktiren insan topluluklarını oluş­turan bireylerin zihinsel çabalarında önemli sıçrama göze çarpmakta­dır. İlk araçların yapımında görülen kalite ve niteliksel değişme bun­ların birgöstergesi sayılabilir. 

İlkel düizen içinde toplayıcılıktan avcılığa geçiş, muhtemelen zihin­sel gelişme ivmesindeki bir yükselme sonucu olsa gerek. Sesli iletişimin sağlanması, araç gereçlerin yapımındaki üstünlük, belirgin bir değişiklik sağlamıştır. Avcılık döneminde basit üretim araçlarının kullanıldığı­nı görüyoruz. Av için araç kullanımı toplayıcılıkta görülmeyen işbölü­mütıü ortaya çıkarmıştır. Avlanma erkeklerin, toplama ve ev içi üretim ise kadınların yapmak zorunda oldukları ilk ekonomik işbölümünü yansıtmaktadır. Bu dönem topluluklararası çatışmalar ve hayvancılı­ğın geliştiği bir dönemolarak kabul edildiğini görmekteyiz. Avların tümünün av sonrası öldürülmeyip saklanması çobanlık ve hayvancılığın gelişimi üzerinde olumlu etkiler yaratmıştır:. Av fazlası dönemlerde ar­tan zamanın yeniden avaraçlarının yapımı ile değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Kısaca bu dönemdeki üretim gene beslenme amacına yönelik ancak daha fazla bir düşünsel faaliyet içinde oluşmaya başladı. Aletlerin yapımında görülen çeşitlilik ve kalite sayesinde ortaya çıkan üretim ve setvetin artışı beraberinde mülkiyet kavramının da oluşmasını sağladı.

Avcılık döneminin temel ekonomik ilişkileri ortaklık ilkesine da­yalıdır. Yani av aletleri ve araçlarının kullanımı ortak olarak gerçek­leşmekte, bireysel mülkiyet ilişkisi görülmektedir. Av sonucu sahip olunan zenginliklerin temel kaynağı av hayvanlarıdır. Bu döneme ilişkin bir diğer gelişme de cinsler arası işbölümünün belirgin olarak ortaya çıkışıdır. Bunun muhtemel bir sonucu olarak da avcı topluluk ,içersinde dayanışma daha artmış ve tarımsal yerleşik düzene geçişin koşulları oluşmaya başlamıştır. Av aletlerinin yapımı ve hayvanların evcille tirilmesi bu toplulukların üretkenliğini belirgin oranda arttır­mıştır. Bu gelişmelerin sonucu, topluluğun sürekli av peşinde faaliyet göstermesine gereksinim azalmış ve toprağa yerleşme yolunda ilk adımlar atılmış oldu. 

Bütün bunlara rağmen ilkel toplumda avcılık, nüfus artışını sağla­yabilecek genişlemeyi ve işgücünü yaratmıyordu. Av a1anlarının  sı­nırlılığı, hayvanların ve toplanabilen besinlerin doğal sınırları, nüfu­sun da artışını engelliyordu. Ancak geniş toprakların tarıma açılabilmesi verimin düşük olmasına rağmen nüfus artımı sağlaya­biliyordu. Öte yandan avcılıkla uğraşan topluluklar için çocuk, bir öl­çüde ayak bağı oluşturmakta idi. Ancak tarıma geçildikten sonra gö­çebe toplulukların nüfusunda önemli artışlar olabilmiştir. 

İlkel topluluklar içinde toprağın kullanımı ve tasarrufu ortak mülkiyet esasına göredir. Topraktan daha önemli olan, topraktan elde edilen üründür. ıçinde atalarının ölülerini saklayan toprak kutsaldır ve hiç kimsenin mülkiyetinde değildir. Toprağın yeniden üretilmesi yani genişlemesi ancak güç kullanımı ile olur. Uğrunda kan dökülen  arazi­ler artık topluluğun ortak malı olur. Toprağın esas üretim aracı oldu­ğu ve kısmen yerleşik toplumlarda, topraktan yararlartmanın esasıeşitçi bir yapıdadır. Yani topraktan elde edilen ürünlerden fazla elde edilmiş ise topluluk üyeleri arasında eşitçe pay edilir. Elde edilen fazlanın paylaşımı ilke olarak eşit şekilde yapılmasına rağmen, gereksi­imler oranında paylaşım geleneğinin de bulunduğu söylenebilir. 

İlkel toplulukların ortaya koydukları ekonomik sistemin dinamiği bir yandan da bu üretim biçimini sona erdirecek unsurları taşımak­taydı. Araç kullanan işgücünde o güne kadar görülmeyen ölçüde bir verim artışı ortaya çıkmakta idi. Fazla olan ürün, topluluk içi ve dışı çatışmaların kaynağı haline gelmiş, fazlanın yeniden dağıtımı başla­mıştır. Tarımsal üretim kendi içinde ayrışarak hayvancılık ve ürünle­rine doğru bir işbölümü yaratmıştı. Bu işbölümü aynı zamanda doğa üzerindeki denetimi de yükselttiği için verimlilik artmakta idi. Yerle­şik düzen, aynı zamanda ticaret ve zanaatın da gelişimini sağlamak­taydı. Ticaret ve zanaatlarla uğraşanların yanısıra üretim tekniklerini geliştirenlerde, artık üründen payalıyorlardı. Sonuçta artık ürünün eşit paylaşımı giderek imkansız hale geliyordu. Eşit paylaşım, yerini eşitsiz paylaşıma bırakırken beraberinde önemli bir kavramıda insanlığın kültürüne eklemekteydi Mülkiyet Bu olgu sadece bir sahip olma fiili­ni değil, aynı zamanda gelecek nesillere de mülk edinilen şeyleri ak­tanria yani miras bırakma kavramını da getiriyordu. Dolayısı ile sa­hip olmak  sahip olunanları aktarma, ilkel ekonomik düzenin yapısını radikal biçimde değiştirdi. Bu kavram ve ifade ettiği hukuki yapı; günümüze kadar devam edenmülkiyet olgusunun sürekliliği konusunda fikir vermektedir.

İnsanlık tarihinin gelişimi içinde, üretim ilişkilerinin ani değişik­liklerine rastlanmamıştır. Tarih sahnesinin bir yerinde çözülen üretim ilişkilerinin başka bir yerinde sürmesi bunun bir kanıtı olsa gerek. Ni­tekim dünyanın belirli bölgelerinde hali ilkel toplumların yaşadıkla­nnı ve bunlann değiş-tokuşa dayalı ekonomileri bulunduğunu günü­müzde antröpploglar açıklamaktadır. 

Uzmanlaşma ve işbölümünün artışı üretim ve tüketim arasındaki bağın kopuşu üretim ilişkilerinin toplumsal nitelik kazanmasına yol açmaktadır. Birikimin merkezileşmesi ve paylaşım ilişkilerinin eşitsiz hale gelişi topluluk içindeki eşitsiz paylaşımı daha arttırarak, farklılık­ları belirginleştirmiştir. Bu bağlamda üretim ilişkileri kimi yerde elde edilen fazlCiya zorla el koyma biçmine dönüşmüştür. Bu zora dayalı el­koyma işlemi sadece üretilen mal ve hizmetlerle ilgili değildir. Bizzat malı ve hizmeti üreten bireyin kendisi bir mülkiyet unsurudur. Alınıp, satılabilir. Bu nedenle sahiplik ilişkisi Aristo'nun deyimi ile canlı alet­lerin mülkiyetidir. Kölelerin ancak. özgür insanlara itaat edebilecek kadar akılları vardır. ışgücü olarak karşılıksız kullanım ve ürünlerine elkoyma esasına dayalı köleci üretim daha çok vasıfsız emek olarak istihdam yaratıyordu. Köle emeğinin kendisi bir üretim aracıdır, ya­rattığı değerin tümüne sahibi tarafından elkonulmaktaydı. Öte yan­dan, niteliği itibarı ile köle emeğinin verimliliği sonderece düşüktür. Sonuçta çalışmasının karşılığı ne özgürlüğü ne de daha rahat bir ya­şamdır. Dolayısıyla ortaya koyduğu ürününkalitesi de düşüktür. Üretime kimi yörelerde çok sınırlı katkılarda bulunmuştur. Aynı ölçü­de pazarlar ve ticaretingelişmesine etkileri sınırlı kalmıştır. Kölelik sistemini sadece zor esasına dayalı bir üretim ilişkisi olarak açıklamak yeterli değildir. Kölelerin bololduklan yörelerde bedelleri ucuzla­makta idi. Bazan maliyetini bile karşılarnaması gibi nedenlerle kendi­liğinden ortadan kalkıyordu. Büyük toprak mülkiyetinin ve işgücüne olan ihtiyacın sürdüğü coğrafyalarda hakim bir üretim biçimi olma­dan geçen yüzyıla kadar köle emeği kullanıldı. 

Kısaca özetlersek, ilkçağlarda kölelik ve bağlı üretim biçimi evren­sel özellikler gösteremedi. Toplumsal yapının ana ve egemen unsuru haline gelemedi. Eski Yunan'da toplumsal yapının ana unsuru olabi­lirken ıran ve Mezopotamya'da farklı özellikler gösterdi.

 

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005