|
Karadeniz Bölgesi’nin Çilesi
Anadolu yarımadasının kuzeyinde bir deniz yeralıyor.
Adı; karadeniz... Karadeniz, Sarp sınır kapısından,
Trakya'da Rezve deresine kadar olan çok uzun bir
kıyı şeridi ile Türkiye'nin kuzey sınırlarını
oluşturuyor. Ayrıca, Sarp sınır kapısından, Sakarya
nehrinin doğu yakınlarına kadar uzanan ve içine
Anadolu'nun kuzeyindeki tüm sıradağları da alan
bölgeye adını vermiş, Karadeniz. İşte bu nedenledir
ki, bu bölgemizde yaşayan insanımızın genel adı,
Karadenizli olmuş... Evet Karadenizli denince, akla
ilk önce çile geliyor, göç geliyor ve çözüm
bekleyen bir yığın sorun geliyor.
Karadeniz Bölgesi, 7 coğrafî bölgemizden biri.
Yüzölçümü bakımından Doğu Anadolu ve İç Anadolu
bölgelerimizden sonra üçüncü büyüklükte olan
Karadeniz Bölgesi, 1990 sayım sonuçlarına göre, 8,5
milyon nüfusu ile, Türkiye toplam nüfusunun
yaklaşık % 7'sini teşkil ediyor. Yine 1985-1990
arasındaki nüfus artış hızı itibariyle, 7 coğrafî
bölge içinde nüfusu en az artan bölgemiz; Karadeniz.
Bu durum, bölgedeki doğum oranlarının az oluşundan
değil, bölgeden diğer bölgelere olan hızlı göçten
kaynaklanıyor.
Karadeniz bölgemizden diğer bölgelerimize özellikle
Marmara bölgemize olan hızlı nüfus göçünün elbette
çok çeşitli sebebleri var. Bütün bu sebebler,
fiziki, ekonomik ve sosyal olarak üç ana grupta
toplanıyor.
Fiziki olarak, Karadeniz arazisinin çok dağlık ve
sarp oluşu ve bu dağlık arazinin hızlı akan
akarsuların oluşturduğu derin vadilerle yarılmış
olması önemli rol oynuyor. Herşeyden önce,
ülkemizin en fazla yağış alan bu bölgemizde, tüm
akarsular,
yıl boyunca fazla su taşımakta ve arazinin dik
olmasından ötürü hızlı akış göstermektedirler. Hızlı
akan akarsular, vadi içinde ne varsa alıp
götürmektedir. Arazi yapısının da, müsait olmasından
ötürü çok sık, sellenmeler, toprak kayması ve
heyelanlar olmaktadır. Karadenizli'nin yaptığı evi,
tarlası ve bahçesi ile birlikte; çoğu kez her yıl
yer değiştirirek, tepeden yamaç boyunca vadinin
içine doğru sürekli haraket halinde olup, vadinin
içine gelince, akarsu hepsini alıp götürmektedir.
Evini ve arazisini sele kaptıran Karadenizli, çareyi
göçte aramaktadır. Bazı heyelanlar da, çok miktarda
can ve mal kaybına yol açmaktadır. Bunlara en tipik
örnek, Çatak heyelanı. O günlerde yurdumuzu, büyük
bir yasa boğan bu olay, 23 Haziran 1988 tarihinde,
Maçka ilçesi, Çatak köyünde meydana gelmiştir.
Sözkonusu heyelanda, 63 vatandaşımızı, toprak ve
kaya altında kaybetmiştik.
Kuşkusuz ekonomik nedenlNrin başında, bölge
arazisinin çok dağlık ve sarp oluşu ve buna bağlı
olarak tarım arazilerinin çok kısıtlı oluşu geliyor.
Bölge çalışan nüfusun % 80'i tarımda çalıştığı
halde, tarım arazisi oldukça azdır. Zaten bölge
yüzölçümünün yarısından fazlası, çayır ve otlak
alanlar ile verimsiz boş arazilerden oluşuyor. Buna
rağmen, Türkiye genelinde bazı önemli tarım ürünleri
ile dikkati çekiyor. Örneğin Dünya fındık üretiminin
% 65'ini Türkiye, Türkiye fındık üretiminin % 90'ını
Karadeniz bölgesi verir. Yine, Türkiye çay
üretiminin % 100'ünü, mısır üretiminin % 45'ini,
tütün üretiminin % 15'ini Karadeniz bölgesi sağlar.
Karadeniz bölgesi, madencilik yönüyle de, Türkiye
ekonomisine damgasını vurmuş bir bölge. Çünkü
Türkiye taşkömürü üretiminin % 100'ünü bu bölgemiz
vermektedir. Öte yandan, ülke deniz ürünleri
üretiminin % 81'i , yeşilin kırk tonunun hakim
olduğu bölge, ülke orman ürünleri üretiminin %
25'ini karşılar. Ayrıca, Ereğli ve Karabük
demir-çelik fabrikaları ülke ekonomisine büyük
katkıda bulunurlar.
Ekonomik kaynaklarda söz sahibi olan bu bölgemizden,
geçmişten bugüne hala hızlı bir göç dalgası devam
ediyor. Neden? Çünkü halkın geçim kaynağını bir
veya iki tarım ürürtü oluşturuyor. Çay, fındık, veya
tütün. Kısacası çeşitlilik yok. Karadeniz insanı
umudunu sadece tek bir gelir kaynağına bel
bağlamış. Zonguldak ve çevresinde sadece karaelmas
denilen taş-kömürüne, Samsun ili insanları tütüne,
Giresun fındığa, Rize çaya umud bağlamış. Geçim
kaynağı sadece bir veya iki ürüne düşünce ve o ürün
de bazı yıllarda gelir getirmeyince, Karadeniz
İnsanı, çareyi "Gurbetçilik"te buluyor.
Fiziki ve ekonomik nedenler kadar, sosyal nedenler
de, göçte etkili olmuş. Sosyal nedenlerin bazıları;
bölge dışı evlilikler, basm-yayın, eğitim,
etkileşim ve sosyal dayanışma olarak sıralanabilir.
Özellikle, daha verimli ve hayat şartlarının daha
iyi olduğu bölgelerle evlilik yapanlar, daha iyi
yaşamak için bölgeyi terketmi'ş. Basın-yayın,
sürekli olarak Türkiye'nin tarım ve sanayi
bakımından daha gelişmiş bölgelerini gösterince,
Karadeniz insanı bu bölgelere doğru göçetmeye
başlamış. Gö-çeden insanlar, bölgede kalan insanları
etkileyince, göç daha da hızlanmış. Nitekim bugün
Türkiye'nin büyük şehirlerinde, Karadenizli Terin
hakim olduğu mahalle veya semtlerin olmasında,
etkileşim ve sosyal dayanışmanın etkisi büyük.
Gurbetçilik, sanki Karadeniz İnsanı'nın yazgısı.
Sanki her Karadenizli, dünyaya gelirken gurbetçi
olarak geliyor. Gurbetçiliği benimsemeyen ve
göçetmeyen Karadenizli ise, bir avuç toprağında çile
dolduruyor. Ürünü para ederse, o yıl rahat. Ancak
tarımsal ürününün verimi düşük olur veya para
etmezse, o yıl Karadenizli'nin evi bir çilehane.
Peki, çözüm ne? Karadenizli'nin çilesi hiç
bitmeyecek mi? Sorunların çözümü yok mu? Elbette
var.
Başta yukarda belirtilen sorunların çözümünü aramak
gerekir. Çözüm bekleyen sorunları tamamen çözmek
yada aza indirgemek, bölgeden diğer bölgelere göçü
azaltacaktır. Tarım ürünlerini çeşitlendirmek,
çeşitli iş imkanları yaratma, eğitim ve öğretim
imkanlarını bölgeye çekmek, basın ve etkileşimin
etkilerini azaltmak, önerilerden bazıları. Kısacası,
Karadeniz Bölgesi'ni bir bütün olarak değil,
birbirinden farklı özellikler gösteren yöreler
bazında, sorunlarına çareler aranmalıdır. Bölge
üzerinde, çok ayrıntılı araştırmalar yapılmalı ve
gerçekçi yatırımlara yönelinmelidir.
Göç Haritasının Düşündürdükleri
Ekonomik, toplumsal veya siyasi sebeblerle,
bireylerin veya toplulukların bir yerleşim yerinden
başka bir yerleşim birimine ya da bir ülkeden diğer
bir ülkeye gitme işine göç "muhaceret" denir. Göçe
katılan bireylere veya topluluklara göçmen
"muhacir", göçden önce ikamet edilen yere göçveren
bölge, göçden sonra iskan edilen bölgeye de göçalan
bölge denilir. Dünya üzerinde göçler, nicelik ve
nitelik bakımından çok çeşitlidir.
Türkiye'de ise, göçler daha ziyade kırsal
bölgelerden büyük şehirlere olmaktadır. Türkiye'nin
Göç haritasına bakıldığında; İstanbul, Ankara,
İzmir, Bursa, Adana, Konya gibi büyük şehir
merkezlerinin çok fazla oranlarda göç alırken,
Tunceli, Kars, Rize, Artvin, Kastamonu, Sinop,
Sivas, Gümüşha-ne,Trabzon, Erzurum gibi illerin de
göç veren iller arasında ön sıraları aldığı
görülmektedir.Göç veren illerde, kırsal kesimlerde
göç verme oranı oldukça yüksektir. Sözgelimi,
Erzurum İli, Merkez ilçesi sınırları içinde yeralan
Serçeme yöresindeki 29 köy yerleşmesinde yaptığımız
bir araştırmada, 1985-1990 devresinde nüfusun %o 30
oranında azaldığı tesbit edilmiştir. Azalmanın
"aynı hızla devam ettiği takdirde, yöre nüfusunun
2000'li yıllarda sıfırlanacağı hesaplanmıştır.
Öte yandan Gümüşhane ilinde yaptığımız başka bir
araştırmada ise, Gümüşhane, Merkez Kale bucağına
bağlı Düğün-yazı köyünün nüfusunun sıfırlandığından,
1990 tarihinde, Gümüşhane Valiliği tarafından, adı
geçen bu köyün kayıttan silindiği ve bu köyün
tarihe gömüldüğü tesbit edilmiştir. Ayrıca,
Gümüşhane'de, 9 adet köyün nüfusunun 20 kişiden az
olduğu ve diğer köylerin de 20 ile 50 arasında
nüfusa sahip olduklarını söylersek, bugün için
Gümüşhane ili, artık geçmişte söylenen " İki dükkan
bir hane, işte size Gümüşhane" özdeyişinin gerçeği
ile karşı karşıyadır. Bu ve buna benzer durumlar,
göç veren diğer iller için de geçerlidir.
Göç'ün sebebleri arasında; geçim sıkıntısı, daha
rahat yaşama arzusu, şehirlere olan özlem,
evlenmeler, eğitim gibi faktörler sayılabilir.
Büyük şehirlerde yüksek öğrenim gören gençler, iş
sahası olmadığı için, artık kendi köyüne
dönmemektedirler. Şehirlerde daha rahat yaşama
özlemi, kırsal kesimde evlilik yaşına gelmiş genç
kızların eş seçmede " Ya şoföre! Ya şehi-re!"
tekerlemesini söylemeleri, evlilik yolu ile
şehirlere olan göçü, çok iyi bir şekilde açıklar.
Ülkemizde yaşanan göç olayının bir diğer sebebi,
terörizmdir. Güneydoğu ve Doğu Anadolu
bölgelerimizde; terör sebebiyle, 477'si köy, 1254'ü
mezra olmak üzere toplam 1731 yerleşim birimi
tamamen, 129'u köy, 154'ü mezra olmak üzere, toplam
283 yerleşim birimi de kısmen boşaltılmıştır. Bu
boşel-tılmalar sonucu, Diyarbakır, Adana, Mersin
gibi şehirlerimiz çok hızlı bir şekilde göç almış ve
bunun sonucunda, bu şehirlerimizde tüm şehirleşme
hareketleri altüst olmuştur.
Ülkemizin daha ziyade, Doğu, Güneydoğu ve Karadeniz
bölgelerinden; Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerine
doğru gerçekleşen göçler sonucunda büyük sorunlar
ortaya çıkmaktadır. Göç alan illerde; çarpık
şehirleşme, alt yapı eksiklikleri,si-yasal
huzursuzluklar, sosyal ve kültürel değişimlerden
kaynaklanan sorunlar doğururken, göç veren
bölgelerde de; yerleşmelerin küçülmesi veya ortadan
kalkması, tarımsal gelirlerin azalması, alilelerin
parçalanması gibi sorunlar görülmektedir.
Bugün İstanbul'a yapılan "Megaköy" "Sivastanbol"
"İs-tanbulköy" gibi yakıştırmalar boşuna değildir.
Zaten bu şehrimizin son üç dönemdeki anakent
belediye başkanlarının, Bayburt, Sivas ve Rize
kökenli olmaları, İstanbul'a olan göç sahalarmı
açıkça ortaya koymaktadır. Peki, ülkemizde göçler
durudurulabilir mi?
Ülkemizde cereyan eden göçler, göç sebebleri ortadan
kaldırıldığında, elbette durdurulur. Bunun için de,
göç veren bölgelerde; yerleşmeleri, tarım ve
hayvancılığı modernize etmek, atölye tipi sanayi
faaliyetlerini teşvik etmek, eğitim kurumlarını bu
bölgelere kaydırmak, kontrollü olarak bölge
kalkınma kredileri vermek, kırsal kesimdeki can
emniyetini sağlamak ve kısacası şehirsel hayat
şartlarını kırsal yerleşmelere aktarmak gerekir.
Sanırız bu uygulamalar, göçlerin hızını mutlaka
azaltacaktır. Nitekim bugün, A.B.D ve Gelişmiş
Avrupa ülkelerinde, göçler ülkemizdekinin tersine
olmakta ve sanayi şehirlerinden kırsal yerleşmelere
doğru bir göç hareketi yaşanmaktadır.
Eğer 2000'li yıllara, kalkınmış bir Türkiye ile
girilmek isteniyorsa, mutlaka göç sorununa gereken
önem verilmeli ve çareleri üzerinde durulmalıdır.
Yoksa, ülkemizde megaköylerin sayısı yıl geçtikçe
artacak ve sorunlar yumağı çözülemez bir hal
alacaktır. Parolamız; "Hadi köyümüze geri dönelim"
olsun, amma köylerimiz mahrumiyet bölgesi olmasın.
Doç. Dr. Ramazan OZEY
|