Karaparanın Aklanmasıyla Mücadele Konusundaki Temel
Uluslararası Metinler ve Oluşumlar
I- Giriş
Yasa dışı uyuşturucu ticareti, silah
kaçakçılığı, insan ticareti gibi organize
bir şekilde ve uluslararası boyutta işlenen
suçlarda son 30 yılda önemli ölçüde artış
meydana gelmiştir. Bu artışa paralel olarak
söz konusu suçlarla mücadele büyük önem
kazanmıştır. Klasik yöntemlerle ve sadece
ulusal düzeyde yapılan mücadeleler bu
suçların önlenmesinde yeterli sonuçlar
vermemiştir. Bunun üzerine uluslararası
düzeyde etkin mücadele için bu suçlardan
elde edilen gelirlerin yasal sisteme meşru
bir gelir görüntüsü içinde sokulmasının
önüne geçilmesi amacıyla aklama ile mücadele
önlemleri gündeme gelmiştir. Bir suçun
işlenmesi suretiyle elde edilen malvarlığı
değerleri "suç geliri" (proceeds of erime)
veya "kara para" (dirty money) olarak
adlandırılmaktadır. Suç gelirinin, bu gelire
kaynaklık eden ve öncül suç (predicate
offence) olarak isimlendirilen suçtan
uzaklaştırılarak çeşitli işlemlerle yasal
yollardan elde edilmiş gelir görüntüsü
kazandırılmasına ise aklama (laundering)
denilmektedir. Aklama teriminin yazılı
basında ilk kez Watergate skandalini
bildiren gazetelerde 1973 yılında yer aldığı
belirtilmektedir. Kara para aklama kavramı
literatüre 20. yüzyılda girmişse de benzeri
faaliyetlerin milattan önce 4000 yıla kadar
uzandığı iddia edilmektedir .
Uyuşturucu ticareti, silah kaçakçılığı, insan
ticareti gibi pek çok yasa dışı faaliyette
bulunanlar arasında en çok tercih edilen değişim
aracı nakit paradır. Suçlular için bu paranın
kökeninin gizlenmesi suretiyle bir taraftan suçtan
ıızaklaşılması. diğer taraftan suç gelirinin
müsaderesinin önüne geçilerek yasal bir görüntü
altında kolay bir şekilde kullanılabilir olması
zorunlu bir ihtiyaçtır. Aklama, suçlular için
zorunlu olan bu ihtiyacın ortaya çıkardığı bir
üründür. Kara para aklama faaliyeti, özellikle gelir
getirici yasadışı faaliyetlerde bulunanların veya
bunlarla ilişki içinde olanların yaşam kaynağıdır.
Aslında gerçek büvüklüğünü bilmenin imkansız olduğu
aklamaya konu gelirlerin büyüklüğü ile ilgili olarak
yapılan tahminler aklama faaliyetinin ulaştığı boyut
konusunda fikir vermeye yardımcı olabilir. Birleşmiş
Milletler tarafından yapılan bir tahmine göre bir
yılda aklanan kara para miktarı 1.5 trilyon dolar
civarındadır. IMF bu rakamı son yıllar için 2
trilyon dolar olarak tahmin etmektedir Aklama ile
mücadelede güdülen amaç ise, suçluların suç
gelirlerinden mahrum kılınması suretiyle, öncül
suçların işlenmesini cazip olmaktan çıkarmaktır.
Globalleşme ile birlikte suçlar ve suç örgütleri de
uluslararası nitelik kazanmıştır. Bilişim
teknolojisindeki gelişmeler, suç gelirlerinin
aklanmasını daha kolay, hızlı, düşük maliyetli bir
faaliyet haline gelmiş, aklayıcılara pek t ,k yeni
araç ve imkan sunmuştur. Globalleşme ve bilişini
tekknolojilerinin aklama açısından ortaya çıkardığı
en önemli husus ise, aklama yöntemlerinin ülke
sınırı tanımaz bir nitelik kazanmasıdır. Tüm bunlar
uyuşturucu ticareti, silah kaçakçılığı, insan
ticareti gibi suçlar ve aklama suçu ile mücadelenin
her bir ülkenin kendi sınırları içinde ayrı ayrı
yürütül eneyeceğini, uluslararası işbirliğinin
zorunlu olduğunu göstermiştir. Bunun üzerine öncül
suçlar ve aklama ile mücadele için uluslararası
işbirliği ve ülke mevzuatlarının uyumlaştırılmasına
yönelik uluslararası girişim ve anlaşmalar gündeme
gelmiştir. Çalışmamızda, bu konudaki temel
uluslararası metinler ve oluşumlara ana hatları ile
yer verilecek, Türkiye'nin sözleşmelere katılımı ve
oluşumlara üyeliği konusuna değinilecektir.
II- TEMEL ULUSLARARASI METİNLER
Birleşmiş Milletler (BM) aklama ile mücadele
konusunda Viyana ve Palermo Konvansiyonları ile
önemli adımlar atmıştır. Birleşmiş Milletler bu
sözleşmeler dışında da aklama ile mücadele konusunda
aktif rol üstlenmektedir. Birleşmiş Milletler
Uyuşturucu ve Suç Departmanın bir parçası olarak
oluşturulan ve Viyana'da merkezi bulunan Karapara
Aklamaya Karşı Küresel Program (Global Programme
Against Money Laundering-GPML) aktif bir şekilde
çalışmaktadır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
de özel durumlarla ilgili olarak aklama ile mücadele
konusunda tüm ülkeleri bağlayıcı kararlar alma
yetkisine sahip bulunmaktadır . Bu çalışmada
ülkemizin de taraf olduğu BM Viyana ve Palermo
Konvansiyonları üzerinde durulacaktır.
Aklama ile mücadele konusunda uluslararası
işbirliğini artırmaya yönelik önemli bir çabanın
Avrupa Konseyi tarafından gerçekleştirildiği
görülmektedir. Bu kapsamdaki en önemli adımlar
Avrupa Konseyinin R(80)'I0 sayılı Yasadışı Kaynaklı
Fonların Saklanması ve Transferine İlişkin Önlemler
Tavsiye Kararı ve Strazburg Konvansiyonu olarak
bilinen Suçtan Kaynaklanan Gelirlerin Aklanması,
Araştırılması, Ele Geçirilmesi ve El Konulmasına
İlişkin Sözleşmedir.
11.1- Avrupa Konseyİ'nin R(80)10 sayılı Tavsiye
Kararı
Aklama ile mücadele ile ilgili ilk uluslararası
belge Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin 27/6/1980
tarihli toplantısında kabul edilen R(80)10 sayılı
Yasa dışı Kaynaklı Fonların Saklanması ve
Transferine İlişkin Önlemler Tavsiye Kararıdır.
Kararın alınmasının altında yatan temel nedenler;
Avrupa'da suç fiillerinin artması, suçlardan elde
edilen fonların bir ülkeden diğerine transfer
edilmesi, bu fonların aklanması suretiyle ekonomik
sisteme
sokulmasının önemli bir sorun haline gelmesi ve
böylece daha sonraki suç fiillerinin işlenmesi
konusunda suçluların cesaretlenmesidir. Tavsiye
kararında belirtilen olgularla mücadele için,
uluslararası koordinasyon ve işbirliğinin
artırılması bu kapsamda üye ülkelerin bankacılık
sistemlerinin uyması gereken kimlik tespitine
ilişkin bazı önlemler getirmeleri tavsiye
edilmiştir.
11.2-
Viyana Konvansiyonu
Viyana Konvansiyonu olarak anılan Uyuşturucu ve
Psikotrop Maddelerin Kaçakçılığına Karşı Birleşmiş
Milletler Sözleşmesi 19 Aralık 1 988 tarihinde
imzaya açılmış ve Kasım 1990 tarihinde yürürlüğe
girmiştir. Sözleşme, uyuşturucu ve psikotrop madde
kaçakçılığının uluslararası boyutu bulunan değişik
yönleri daha etkin bir biçimde mücadele etmelerini
sağlayabilmek için Taraflar arasındaki işbirliğini
artırmayı amaçlamaktadır (Md.2).
Sözleşmede öncü suç veya karapara tanımı
yapılmamakladır. "Suçlar ve Yaptırımlar" başlıklı 3
üncü maddede taraf ülkelere Sözleşmede sayılan
fiillerin suç olarak ihdas edilmesi yükümlülüğü
getirilmektedir. Anılan maddenin birinci fıkrasının
(a) alt bendinde aklama açısından "öncül suç" olarak
nitelendirebileceğimiz uyuşturucu ve psikotrop
maddelerinin üretim, satış, ithal ihraç gibi pek çok
yönünü içerecek suçlar sayılmaktadır. Maddenin
birinci fıkrasının (b) alt bendi île (c) alt
bendinin (i) başlıklı paragrafında bugün literatürde
aklama suçu olarak isimlendirebileceğimiz suça
kaynaklık eden fiiller sıralanmaktadır. Bu fiiller
aşağıdaki gibidir:
-Bir malvarlığının sözleşmede sayılan
suçlardan birinden veya bu suçlara
iştirakten kaynaklandığını bilerek, malvarlığının
yasadışı kaynağının gizlenmesi, olduğundan farklı
gösterilmesi veya suçun işlenmesine karışmış kişinin
eylemlerinin yasal sonuçlarından kaçmasına yardımcı
olmak amacıyla malvarlığının başka bir malvarlığına
dönüştürülmesi veya devredilmesi, Sözleşmede sayılan
suçlardan birinden veya bunlardan birine iştirakten
kaynaklandığını bilerek, malvarlığının gerçek
niteliğinin, kaynağının, yerinin, hareketinin,
gerçek sahibinin gizlenmesi ya da olduğundan farklı
gösterilmesi, -Anayasa ilkeleri ve ülkelerin hukuk
sisteminin temel kavramları saklı kalarak,
Sözleşmede sayılan suçlardan ya da bu suçlara
iştirakten kaynaklandığını bilerek, bu malvarlığının
edinilmesi, sahip olunması ya da kullanılması.
Sözleşmede ayrıca sayılan suçlarla etkin mücadele ve
uluslararası işbirliğine ilişkin, müsadere,
suçluların iadesi, adli yardımlaşma, kontrollü
teslimata ilişkin hükümler yer almaktadır. Türkiye
sözleşmenin imzaya açılışından bir gün sonra
20.12.1988 tarihinde sözleşmeyi imzalamıştır.
Sözleşmenin onaylanmasının uygun bulunmasına ilişkin
22.11.1995 tarih ve 4136 sayılı Kanun 25.11.1995
tarih 22474 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır.
Sözleşme 16.01.1996 tarih 96/7801 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı ile onaylanmıştır.
11.3-
Strazburg Konvansiyonu
Suçtan Kaynaklanan Gelirlerin Aklanması,
Araştırılması, Ele Geçirilmesi ve El Konulmasına
İlişkin Sözleşme (Strazburg Konvansiyonu) Avrupa
Konseyi bünyesinde hazırlanarak 8 Kasım 1990
tarihinde imzaya açılmış ve 01.09.1993 tarihinde
yürürlüğe girmiştir. Sözleşmenin başlangıç
kısmında, giderek artan ölçüde uluslararası bir
sorun haline gelen ağır suça karşı mücadelenin
uluslararası düzeyde modern ve etkin yöntemleri
gerektirdiğine vurgu yapıldıktan sonra, bu
yöntemlerden birisinin suçluların suçtan elde edilen
gelirlerden mahrum edilmeleri olduğu
belirtilmiştir.
Strazburg Konvansiyonu aklama ile mücadele konusunda
Viyana Konvansiyonundan daha ileri bir aşamayı ifade
etmektedir. Her şeyden önce sözleşmede öncül suç
tanımı yapılmıştır. Sözleşmenin birinci maddesinde
öncül suç, işlenmesi sonucunda aklama suçuna konu
olabilecek gelir getiren başka bir deyişle suç
geliri elde edilmesine imkan tanıyan suçlar olarak
tanımlanmıştır. Bu açıdan sadece uyuşturucu ve
psikotrop maddelerle ilgili suçları öncül suç olarak
sıralayan Viyana konvansiyonundan öncül suçlar
açısından daha geniş kapsamlıdır. Sözleşmenin 6inci
maddesi "suç gelirlerinin aklanmasının suç haline
getirilmesi" başlığını taşımaktadır. Böylece
Sözleşmede açıkça aklama suçu yer almıştır. Maddede
aklama suçu aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır:
-Suçtan kaynaklanan gelir olduğunu bilerek, bunun
yasa dışı kaynağının gizlenmesi veya değiştirilmesi
ya da öncül suçun işlenmesine karışan herhangi bir
kişinin, eyleminin hukuki sonuçlarından kaçmasına
yardım etmek amacıyla bir malın dönüştürülmesi veya
yerinin değiştirilmesi,
-Herhangi bir malın, bunun suçtan kaynaklanan bir
gelir olduğunu bilerek, gerçek niteliğinin,
kaynağının, yerinin, kullanımının, durumunun,
hareketinin, bu malla ilgili hakların ya da
mülkiyetin gizlenmesi veya olduğundan farklı
gösterilmesi,
-Hukuk sisteminin temel kavramlarına tabi olarak,
suç geliri olduğunu bilerek bir malın edinilmesi,
zilyetliği veya kullanılması.
Sözleşme ulusal düzeyde alınacak önlemler
kapsamında, suç gelirlerinin zor alımının
sağlanması, özel araştırma yetki ve tekniklerinin
kullanılması ve aklamanın suç haline getirilmesini
istemektedir. Sözleşmeye göre ülkeler, zor alıma
tabi bir malın tespitini ve takibini yapabilmek ve
bu tür inalın elden çıkarılmasına veya nakline yol
açan herhangi bir muameleyi önleyebilmek için
gerekli yasal ve diğer önlemleri alacaklardır.
Sözleşme, aklama ile mücadelenin öze! niteliğini
dikkate alarak öze! araştırma yetki ve tekniklerinin
kullanılmasına imkan verecek yasal düzenlemelerin
yapılmasını istemektedir (md.4). Bu kapsamda,
gelirin tespiti ve takibini ve bununla ilgili
delillerin toplanmasını kolaylaştıran özel
soruşturma yöntemlerini kullanmak için yasal ve
diğer önlemlerin alınması istenilmektedir. Banka
havalelerinin izlenmesi, haberleşmenin takibi ve
haberleşmeye el konulması, bilgisayar sistemlerine
girilmesi, özel belgelerin gösterilmesi hususları
uygulamaya konulabilecek tedbirler arasında
sayılmaktadır. Sözleşme, banka hesaplarının
gizliliği gerekçesiyle madde hükümlerine riayet
etmekten kaçınılamayacağını belirterek, aklama suçu
ile mücadele konusunda önemli bir kararlılığı ortaya
koymaktadır.
Uluslararası işbirliği sözleşmede önemli bir yer
tutmaktadır. 44 maddelik sözleşmenin 29 maddesi
uluslararası işbirliğine ayrılmıştır. Suçtan
kaynaklanan gelirlerin ve araçların zoralımını
amaçlayan soruşturma ve kovuşturmalarda ülkelerin
mümkün o|an en geniş nıçüde işbirliği yapacakları
belirtilmektedir (rod. 7). Araştırma yardım el koyma
veya dondurma, müsadere, işbirliğinin hangi hallerde
reddedilebileceği, tebligat ve üçünü tarafın
haklarının korunması, usule ilişkin hususlar
ayrıntılı olarak sözleşmede yer almıştır. Buna göre;
müsadere amacıyla ceza kovuşturması veya adli
kovuşturma başlatan diğer bir taraf devletin talep
etmesi halinde, her bir taraf, daha sonraki bir
aşamada müsadere talebine konu olabilecek veya böyle
bir talebi karşılayabilecek şekilde ilgili malın
ticaretinin, nakledilmesinin veya elden
çıkarılmasının önlenmesi için malvarlığının
dondurulması veya zapt edilmesi gibi gerekli geçici
tedbirleri iç hukukunun izin verdiği ölçülerde
yerine getirecektir.
Strazburg Konvansiyonu, Türkiye tarafından 27 Eylül
2001 tarihinde imzalamış ve 16.6.2004 tarihli 5191
sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunmuş ve
30.07.2004 tarih ve 2004/7712 sayılı Bakanlar Kurulu
Kararı ile onaylanmıştır. BKK 01.09.2004 tarih ve
25570 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır.
11.4-Palermo
Konvansiyonu
Palermo Konvansiyonu olarak anılan, Sinıraşan
Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi
organize suçlarla mücadele öngören ilk uluslararası
düzenlemedir. 1 5 Kasım 2000'de BM Genel Kurulu
tarafından kabul edilmiş. 12-15 Aralık 2000
tarihinde de Palermo'da imzaya açılmıştır.
Sözleşmede, suç geliri, öncül suç ve suç
gelirlerinin aklanması konusunda Strazburg
konvansiyonuna benzer ifadelere yer verilmiştir.
Sözleşmenin suç gelirlerinin aklanması konusunda
Strasburg Koavansiyonu'na göre ayırt edici özelliği
aklama ile mücadele önlemleri konusundaki
hükümleridir. Sözleşmeye göre her taraf devlet;
a) Kara para aklamanın her biçimini önlemek ve
tespit etmek için, kendi yetkisi dahilinde,
bankalar ve bankalar dışındaki mali kuruluşlar ve
gerektiğinde, özellikle kara para aklamaya müsait
diğer kurumlar için kapsamlı bir iç düzenleyici ve
denetleyici sistemi oluşturacaktır. Bu sistem,
kimlik tespiti, kayıt tutulması ve şüpheli işlem
bildiriminde bulunulması ihtiyaçlarına cevap
verecektir.
b) Sözleşmenin 18 ve 27. madde hükümleri saklı
kalmak şartıyla, kara para aklamayla mücadeleye
hasredilmiş, idari, düzenleyici, kanun uygulayıcı
makamlarının yanı sıra diğer makamların kendi iç
hukuklarınca öngörülen koşullar çerçevesinde, ulusal
ve uluslararası düzeyde işbirliği yapmak ve bilgi
değişiminde bulunmak imkan ve yetkisine sahip
olmalarını sağlayacak ve bu amaçla, muhtemel
karapara aklamaya ilişkin bilginin toplanması,
analizi ve iletilmesi için ulusal bir merkez olarak
hizmet verecek bir mali istihbarat biriminin
kurulması ihtiyacı değerlendirecektir.
Sözleşmede taraf devletlerden yolsuzluğu suç haline
getirmeleri istenmektedir. Bunun yanında yolsuzluğa
karşı alınacak diğer önlemler de sıralanmaktadır.
Sözleşmede yer alan önemli bir diğer düzenleme ise,
organize suç örgütlerine katılma, suç gelirlerinin
aklanması, yolsuzluk ve adaletin engellenmesi
suçları açısından tüzel kişilerin sorumlu
tutulmaları için ülkelerin kendi hukuk ilkelerine
uygun önlemleri almasını hüküm altına almasıdır.
Tüzel kişilerin sorumluluğu, cezai, medeni veya
idari olabilecektir. Tüzel kişilerin sorumluluğu
gerçek kişilerin cezai sorumluluğu ortadan
kaldırmayacaktır. Sorumlu tutulan tüzel kişiler
için öngörülen cezaların parasal müeyyideler de
dahil, etkin, orantılı ve caydırıcı olması
istenmektedir.
Palermo Konvansiyonu, 13.12.2000 tarihinde
imzalanmış, 30.01.2003 tarih ve 4800 sayılı Kanunla
onaylanması uygun bulunmuştur. 04.02.2003 tarih ve
2003/5329 sayılı BKK ile onaylanmıştır.
III- ULUSLARARASI OLUŞUMLAR
Kara para aklama ile mücadele konusunda oluşturulan
ve Türkiye'nin de üyesi olduğu oluşum Mali Eylem
Görev Gücü (Financial Action Task Force-FATFJ'dür.
Bunun yanında
uluslararası etkin, hızlı ve güvenilir bilgi
değişimi öngören Egmont Grubu bulunmaktadır. Aşağıda
bu iki oluşum hakkında bilgi verilecektir. III,1-
Mali Eylem Görev Gücü
G-7 Ülkeleri Devlet ve Hükümet Başkanları Paris
Temmuz 1989 toplantısında uyuşturucu üretimi,
ticareti ve tüketimi ile bu suçlardan elde edilen
gelirlerin aklanması ile etkili mücadele için acil
ve etkili adımların atılması ihtiyarı bulunduğu
sonucuna ulaşılmıştır. Bu ihtiyaca cevap olması
amacıyla eylem gücü (task, force) oluşturulmasına
karar verilmiştir. FATF bu kararın neticesinde
olusturulmuştur. 1989 zirvesine katılan Kanada,
Fransa, Al-
manya, Italya, Japonya, ingiltere, ve Avrupa
Toplulukları Komisyonu dışında Avusturya,
Avustralya, Belcika,
Lüksemburg, Hollanda, İspanya, isveç ve İsviçre de bu
oluşuma katılmaya davet edilmişlerdir.
1990 yılında aklama ile mücadele için 40 tavsiye (Recommendation)
hazırlanmıştır. Aynı zamanda tüm OECD ve finansal
merkez özelliğindeki ülkelerin bu oluşama üye
olabilecekleri yönünde mutabakata varılmıştır. Bu
karar sonrasında içinde Türkiye'nin de bulunduğu
diğer 8 OECD ülkesi ile Hong Kong ve Körfez
işbirliği Konseyi de üye listesine eklenmiştir.
Türkiye'nin üyelik tarihi 24 Eylül 1991'dir.
Günümüzde FATF'in üye sayısı Avrupa Komisyonu ve
Körfez işbirliği dahil 33'tür. FATF yeni üye
kabulünde ağır kriterler getirmiştir. Genişleme
yerine FATF benzeri bölgesel organların (FATF Style
Regional Bodies- FSRBs) oluşturulmasını teşvik
etmektedir.
FATF tarafından aklama ile mücadele kapsamında 40
tavsiye oluşturulurken Viyana Konvansiyonu'ndan
önemli ölçüde yararlanılmıştır. Ancak, FATF Viyana
Konvansiyonu'ndaki yaklaşımdan farklı olarak suç
gelirlerinin aklanması ile mücadele için sadece
aklama fiilinin suç haline getirilmesini yeterli
görmemiştir. Bunun yanında, bir çok önleyici
tedbirin de uygulanması gerekliliğini ortaya
koymuştur. Bu nedenle FATF 40 tavsiyesi üç temel
alan üzerine yoğunlaşmıştır: 1) Ülkelerin yasal
sistemlerinin aklama ile mücadele açısından
güçlendirilmesi; 2) Finansal sistemin aklama ile
mücadele konusundaki rolünün arttırılması ve 3)
uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi. 1990
yılında hazırlanan 40 tavsiye, daha sonra 1996 ve
2003 yıllarında aklama konusunda ortaya çıkan yeni
gelişmeleri ve iyi uygulama örneklerini dikkate
alarak revize edilmiştir. Aklamayı önleme kapsamında
öne çıkan tedbirler, müşterinin tanınması, kayıt
tutulması ve kayıtların saklanması, şüpheli işlem
bildirim yükümlülükleridir. 11 Eylül 2001 olayları
öncesinde terörizmin finansmanı konusu FATF'in
gündeminde bulunmamakta idi. Ancak 11 Eylül
saldırısı sonrasında 15 Avrupa Birliği üyesi ülke
FATF'in yetki alanının terörizmin finansmanını da
kapsayacak şekilde genişletilmesi çağrısında
bulunmuşlardır. Benzer şekilde G-7 Maliye Bakanları,
FATF'e terörün finansmanı konusunda özel tavsiyeler
oluşturma çağrısı yapmışlardır. Bunun üzerine 40
tavsiyeye ilaveten "Özel Tavsiye" (Special
Recommendation) ilave edilmiştir. Bugün için özel
tavsiye sayısı 9 olup, tüm tavsiyeler için 40 + 9
tavsiye ifadesi kullanılmaktadır. FATF, suç
gelirlerin aklanması ve terörün finansmanı konusunda
standart koyucu bir organ haline gelmiştir. Gerek
FATF üyesi ülkeler gerekse FSRBs, IMF ve Dünya
Bankası FATF tarafından hazırlanan 40 + 9 tavsiye ve
metodolojiyi aklama ve terörün finansmanı ile
mücadele konusunda temel referans ve değerlendirme
aracı olarak dikkate almaktadırlar. Ülke
mevzuatları, önleyici tedbirler ve uluslararası
işbirliği tavsiye ve metodolojiye göre
şekillenmektedir.
FATF tarafından hazırlanan standartlara ve bu
standartların uygulanmasına ilişkin metodolojiye
uyum konusunda etkili bir takip sistemi
oluşturmuştur. FATF ve FSRBs
üyesi ülkeler periyodik olarak karşılıklı
değerlendirme adı verilen bir değerlendirmeye tabı
tutulmakta, bu değerlendirme sonucu düzenlenen
karşılıklı değerlendirme raporu yılda 3 kez yapılan
FATF genel kurullarında görüşülerek kabul
edilmektedir. Değerlendirme sonucunda eksikliklerin
giderilmesi için öngörülen takip süreçleri ile
etkinlik sağlanmaktadır. Eksikliğin giderilmemesi
durumunda ülkelerin işbirliği yapmayan ülke
kategorisinde değerlendirilmesi 21. tavsiye
hükümlerine muhatap olması söz konusudur.
Türkiye'nin 3. tur Karşılıklı Değerlendirme Raporu
Şubat 2007 Strazburg'ta yapılan FATF Genel Kurulunda
kabul edilmiştir. Üye ülkelerin birçoğunun 3. tur
değerlendirme süreci devam etmektedir.
FATF veya FSRBs üyesi olmayan ülke veya bölgelerin
aklama ve terörün finansmanı açısından risk unsuru
teşkil etmesinin önüne geçmek amacıyla bu ülke ve
bölgeler de yakından izlenmektedir. Bunun için
uluslararası işbirliği izleme grubu (International
Cooperation Rewiev Group-ICRG) oluşturulmuştur,
işbirliği yapmayan ülke veya bölgeler (Non-Cooperative
Countries or Territories-NCCT) FATF tarafından NCCT
listesine eklenerek ilan edilmekte ve bu ülke veya
bölgeler aklama ve terörün finansmanı ile mücadele
konusunda ilerleme kaydetmeye zorlanmaktadırlar. En
son Myanmar ve Nijerya'nın bulunduğu NCCT listesinde
2007 Mart itibariyle herhangi bir ülke veya bölge
yer almamaktadır.
III.2- Egmont Grubu
9 Haziran 1995 tarihinde Brüksel'de 24 ülke ve 8
uluslararası kuruluşun bir araya gelmesiyle
oluşturulmuş olan ve adını toplantının yapıldığı
saraydan alan Egmont Grubun temel amacı, ülkelerin
ulusal düzeydeki aklama ile mücadele sistemlerinin
gelişmesine yardımcı olmak ve aklama ile ilgili
uluslararası bilgi değişimlerin önündeki engelleri
ortadan kaldırmaktır.
Egmonı Grubu üyesi ülkeler arasındaki bilgi
değişimleri ülkelerin mali istihbarat birimleri (Financial
Intelligence Unit- FIU) aracılığı ile yapılmaktadır.
Mali istihbarat birimi Egmont tarafından aşağıdaki
şekilde tanımlanmaktadır:
"Suçtan elde edildiğinden şüphe duyulan gelirlere ve
potansiyel terörün finansmanına veya kara para
aklama ve terörün finansmanı ile mücadele amacıyla
ulusal mevzuat ve düzenlemelerin gerektirdiği mali
bilgilere ilişkin bildirimleri toplamak, analiz
etmek ve ilgili makamlara sevk etmekle sorumlu
merkezi ulusal birimdir."
Türkiye'nin mali istihbarat birimi, 5549 sayılı Suç
Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun
hükümleri uyarınca Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK)
dur. MASAK daha önce bu fonksiyonuna ilişkin yetkiyi
4208 sayılı Kanundan almakta Mali istihbarat
birimleri arasında hızlı, sistematik ve güvenli
bilgi değişimi amacıyla Egmonı Güvenlik Ağı (Egmont
Secure Web-ESW) bilgisayar ağı sistemi
oluşturulmuştur. 1997 yılında faaliyete geçen bu
sistem sadece ağa dahil mali istihbarat birimlerinin
kullanımına açıktır. Bu ağ sayesinde mali istihbarat
birimleri diğer ülkelerin istihbarat birimleri ile
istihbarı nitelikteki bilgileri hızlı ve güvenilir
bir şekilde paylaşmaktadırlar. ESW aynı zamanda
FlU'lara diğer ülke mevzuatlarına ve tipolojilere
ulaşma imkanı da sağlamaktadır. Ülke FlU'ları
arasında sistematik bilgi değişimini amaçlayan
mutabakat muhtırası (Memorandum of Understanding-MOU)
imzalanmaktadır. 5549 sayılı Kanunun 19 uncu maddesi
uyarınca MASAK uluslararası anlaşma niteliğinde
olmayan mutabakat muhtırası imzalama konusunda
yetkilendirilmiştir. Bu konuda ilk MOU Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti ile imzalanmıştır.
Egmont Grubuna 101 ülke üyedir. Türkiye FlU'su olan
MASAK Haziran 1998'de üyeliğe kabul edilmiştir.
MASAK, Mayıs 2001 tarihinde ESVV'ye dahil olmak
sureliyle, güvenli ağın bilgi paylaşımı haberleşme
fonksiyonlarından yararlanmaktadır.
IV- SONUÇ
Aklama ile mücadele, günümüzde ekonomik, politik ve
sosyal yaşamı tehdit eden suçlarla etkin mücadelede
önemli bir araç olarak görülmektedir. Uluslararası
kamuoyu, suçluların ve suç örgütlerinin gelir
kaynaklarından mahrum bırakılmasının bunlarla
mücadele için önemi konusunda son derece duyarlıdır.
Uluslararası nitelik arz eden yasal olmayan
uyuşturucu ve silah ticareti, insan ticareti ve
organize olarak işlenen pek çok suç ve kara para
aklama ile mücadele konusunda hükümler içeren
uluslararası sözleşmelerin, pek çok ülke tarafından
çok kısa süre içinde imzalanarak yürürlüğe girmiş
olması bu duyarlılığın önemli bir göstergesidir.
Ancak bu duyarlılık kadar, aklama ve aklamanın öncül
suçları ile mücadele için en az organize suç
örgütleri kadar organize olma gereği kaçınılmazdır.
Bunun için uluslararası işbirliği her geçen gün
önemini daha da artırmaktadır.
Türkiye, temel sözleşmeleri onaylamak, ülke içinde
bu sözleşmelere uygun hukuksal düzenlemeler yapmak,
mali istihbarat birimi oluşturmak ve FATF'e ve
Egmont Grubuna üye olmak suretiyle aklama ve terörün
finansmanı ile mücadele konusundaki duyarlılığını
göstermiştir. Özellikle 18 Ekim 2006 tarihinde
yürürlüğe giren 5549 sayılı Suç Gelirlerinin
Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun ve bu Kanuna
dayanılarak çıkarılacak ikincil düzenlemelerle suç
gelirlerinin aklanması ile ilgili uluslararası
standartlara uyum konusunda daha ileri aşamaya
geçilecektir.
Kaynak:
Hasan AYKIN - Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dergisi
|