Kıbrıs'ta Son Durum
Rauf R. Denktaş
Kıbrıs ve KKTC açısından Ulusal
Kıbrıs davası hangi noktadadır? Kıbrıs nereye
gidiyor? Türkiye Avrupa Gümrük Birliğine girdiği
takdirde TC ile KKTC arasındaki ekonomik ilişkiler
ne olacak? Türkiye, Gümrük Birliğine girebilmek için
Kıbrıs'ta taviz verdi mi? Bu ve benzeri sorular
Ulusal Kıbrıs davasına gönül bağlamış olan herkesin
sorduğu sorulardır.
Kıbrıs davası hangi noktadadır sorusunun tek bir
cevabı vardır : Rumlar açısından Kıbrıs'ı bir Rum
Cumhuriyetine dönüştürmek için başlatılan mücadele
bütün hızı ile devam etmektedir; Kıbrıs Türkleri
açısından da bu mücadeleye "dur" demek ve Girit
benzeri bir sonucu engellemek için kurulmuş olan
KKTC'nin varoluş ve tanınma mücadelesi devam
etmektedir. Rum tarafı "Kıbrıs Cumhuri-yeti'nin
meşru hükümeti" unvanına sahip çıktığı için ulusal
hedefine ulaştığı inancı içindedir ve bu inançtan
kaynaklanan cesaretten aldığı güçle korkusuzca
silahlanmaktadır; bu sahte unvan altında diğer
hükümetlerle ikili anlaşmalar yapmaktadır;
Yunanistan'la yaptığı anlaşmalarla Kıbrıs
meselesinde kararların birlikte alınacağı (siyasi
entegrasyon), müşterek savunma doktrini tahdında
müşterek manevralar, ve Yunanistan'a deniz ve hava
üssü verme kararı, Yunanistan'dan beş bin paralı
asker celbi ile askeri entegrasyonu gerçekleştirmiş
bulunmaktadır. En önemlisi bu sahte isim al-tında
"Kıbrıs"ı Avrupa Birliğine üye yapma çabasını
Yunanistan'la birlikte açıkça yürütmekte ve bu
konuda Uluslararası desteğe sahip olduğu inancı ile
hareket etmektedir. KKTC halkının bu üyeliğe destek
vermesi için yabancı temsilciler Kıbrıs Türk
tarafına baskı yapmaktadırlar.
KKTC olarak bizim bu konuya yaklaşımımız gayet
açıktır : (1) Rum tarafı Kıbrıs adına konuşacak
yetkiye sahip değildir. 32 yıllık mücadele Kıbrıs'ın
tümü için konuşabilecek her iki halkı temsil eden
meşru bir hükümetin yeniden kurulabilmesi içindir.
Bu oluşmadan, sadece taraflardan birinin istemi ile
Kıbrıs'a üyelik kapılarını açmanın anlamı yoktur.
(2) Böyle bir konunun toplumlararası gündeme
gelebilmesi için Kıbrıs meselesinin halledilmiş
olması (veya hiç olmazsa tüm kriterlerde anlaşılmış
olması) gerekir. BM Genel Sekreteri'nin de görüşü bu
merkezdedir. AB'ne giriş, kurulması öngörülen iki
kesimli federasyonun dış politikası ile ilgilidir.
Buna ancak iki halk ayrı referandumlarla karar
verebilir. O zaman henüz gelmemiştir. Saniyen,
"Kıbrıs'ın" bir bütün olarak AB'ne girmesine temelde
yasal bir engel daha vardır. 1960 Anlaşmaları
yapılırken böyle bir olasılık görülmüş ve Averof
ile Zorlu arasında "her iki ga-rantör'ün üye
olmadığı herhangi bir Birliğe Kıbrıs giremez"
mutabakatına varılmıştır. Averof bunun nedenini
gayet net bir şekilde açıklamış ve "aksi takdirde
Kıbrıs, böyle bir Birlikte üye olan Anavatanla
Enosis yapmış olur" demiştir. Dolayısı ile, Türkiye
de Avrupa Birliği'ne üye olmadıkça Kıbrıs'ın bir
bütün olarak Avrupa Birliğine üyeliği
düşünülmemelidir. Ancak Avrupa bu mülahazalarımızı
hiçbir zaman kaale almamış ve Kıbrıs rum idaresini
"meşru hükümet" addetmek yanılgısı içinde Rumların
müracaatını yürütmeğe devam etmiştir. Bu durum son
Korfu toplantısında Rumlara daha da ceraset vermiş
ve 6 Şubat 1995 tarihinde konunun ele alınışı ve
bunun 6 Mart 1995'de Türkiye'nin Avrupa Gümrük
Birliğine girişine bağlı bir olay addedilmesi ile
daha da karmaşık bir hâl almıştır.
Türk yetkililer (1) Kıbrıs'ın üyeliği ile
Türkiye'nin Gümrük Birliğine katılımı arasında bir
bağlantı kurulamayacağını; (2) Kıbrıs'ta KKTC'nin
varlığına işaretle, müracaatın Güneydeki Rum
idaresi tarafından yapıldığını; (3) bu müracaat
ileri götürüldüğü takdirde KKTC ile TC'nin de
birleşmeye gideceklerini vurgulamışlardır. Yapılan
beyanatlardan bu açıkça görülmektedir.
Biz KKTC olarak, "Kıbrıs"la ilgili kararların ve
işlemlerin sadece Güney'deki idareyi kapsadığını,
kuzeydeki KKTC devletini etkilemediğini ve
etkileyemeyeceğini savunmaktayız. Bunun bir sonucu
olarak da konu ile ilgili bazı diplomatlar
Kıbrıs'ın Avrupa Birliği üyesi olabilmesi için
evvelâ birleşmesi gerektiğini savunur hale
gelmişlerdir. İçlerinde, İngiliz Yüksek Komiseri
gibi bize tehdit savuranlar da vardır. İngiliz
Yüksek Komiserine göre "Kıbrıs'ın Avrupa Birliği'ne
girişini Türk tarafı ilâ nihaye veto edemez.. Kıbrıs
Avrupa Birliği'ne üye olacaktır... Türkler bunu
böyle bilmeli ve ona göre hareket etmelidirler."
İngiliz Yüksek Komiseri büyük bir yanılgı
içindedir. Kıbrıs'ta Rumlarla Türkler nihai hâl
çaresinde anlaşamadıkları sürece Avrupa Birliği'ne
girebilecek BİR Kıbrıs, TEK Kıbrıs yoktur. Dolayısı
ile Kıbrıs adı altında müracaat eden Rumlar Avrupa
Birliği'ne alındıkları takdirde Kuzey Kıbrıs bunun
dışında kalacaktır. Bu bir veto meselesi değil, 32
yıllık ayrılığın doğal bir sonucudur.
Beklentilerimiz nelerdir? Bunca yıllık mücadeleden
aldığımız dersler ışığında Rum-Yunan ikilisinin
atmakta oldukları her adıma denk adımları TC ve KKTC
olarak atmamız gerekmektedir diye düşünmekteyiz.
Rum-Yunan ikilisinin birlikte atmakta oldukları
adımların hedefi Kıbrıs'ın bir Rum-Elen adası
olduğunun tescili ve bu Elen adasını Türkiye'nin
işgal ettiği tezlerini gündemde tutmaktır.
Yunanistan'la yapılan ikili anlaşmaların hedefi
budur. Diğer ülkelerle yapılan ikili anlaşmalar da
bu hedefe yöneliktir.
Diğer yandan, Rum liderliğinin görüşüne göre
"Kıbrıs"ın Avrupa Birliğine girişi ile garanti
anlaşması etkisiz hale gelecektir. Bu nedenle
şimdiden "Kıbrıs" ile Yunanistan arasında askeri
işbirliği anlaşması yapıp yürürlüğe koydular. Bunun
cevabını aynı şekilde vermeliyiz ki dünya, Kıbrıs'ta
ikili savunma anlaşmaları yapacak statüde ikinci bir
devletin varlığına tanık olsun ve Rum Yunan
ikilisinin imzalamış oldukları savunma anlaşmasının
KKTC'nin sınırlarını geçmeyeceği belirlensin.
Biz KKTC olarak Rum ne yapar, dünya "Kıbrıs" dediği
Rum idaresi ile ilgili olarak ne kadar alır
konularında rahatız ; Bunlar KKTC' ni ilgilendirmez
diyoruz.
Bu noktada TC ile birlikte çok kararlı bir tavır
koymamız gerekmektedir.
Türkiye, Avrupa Birliğine girdiği takdirde TC ile
KKTC arasındaki ekonomik ilişkileri ne olacak
sorusunun cevabını Türkiye Gümrük Birliğine
girmeden vermeli ve bunu Avrupa Birliğine kabul
ettirmelidir düşüncesi kaale alınmalıdır. Çünkü
Türkiye Avrupa Birliğine girdiği takdirde Avrupa
Birliği'nin yasalarına ve kararlarına tabi
olacaktır. Herhalde, bu yasalar ve kararlar Avrupa
Birliği'nin tanımadığı
KKTC'ni koruyacak mahiyette olmayacaktır.
Bildiğimiz kadarı Türkiye, bu konuda gereken
tedbirleri almaktadır. Merak edilecek bir şey
yoktur. Bize söylenen şudur. Biz KKTC olarak
6 Mart'ı merak ve endişe ile beklemekteyiz. Bu arada
Yunanistan'da 4 emekli devlet adamının ortaya atmış
oldukları şu görüş vardır;
"Ne var ki gelişmeler sıkı ya da gevşek bir
konfederasyona sürüklenmekte olduğumuzu gösteriyor.
Rum tarafı bunu reddediyor. Fakat bu olmadığı
takdirde, Türk Tarafı'nın yarattığı ve yaratmaya
devam edeceği oldu bitti-den kaynaklanan bugünkü
ayrılıkçı statüko sürüp gidecek ve kesinleşecektir.
Bu durumda iki ayrı devlet olasılığının incelenmesi
gerekir. Gerekli ve mümkün görülen avantajlar ya da
bedeller sağlamamız karşılığında iki ayrı devlet
formülünün kabulünü düşünmeliyiz."
Güney Kıbrıs'ın eski Dışişleri Bakanlarmdan Rolandis
ise "birleşmenin yaratacağı tehlikelerden"
bahseden iki açıklamasında
"yeniden bir araya gelindiği takdirde, tek bir
öldürme olayı bütün Kıbrıs'ı yeniden kana bo-yayaeaktır"
demektedir.
Kıbrıs'ın gerçekleri bunlardır. Ancak
ABD-İngiltere-Genel Sekreterlik bu gerçekleri
görmezlikten gelmekte ve medeni şartlar altında
biraraya getirdikleri Türkler'den ve Rum-lar'dan
oluşan grupların birbirleriyle konuşabildiklerine
bakarak "iki toplum bir arada yaşayabilir"
yargısına varmaktadırlar. Bize göre birarada
yaşamanın tehlikelerine ek olarak böyle bir oluşum,
anlaşmanın temelini teşkil edecek olan iki
kesimliliği ortadan kaldıracak ve Kıbrıs'ı yeniden
Rum hegemonyasına terk ettirmiş olacaktır. Bu
nedenle sınırları çizilmiş iki komşu egemen halkın
oluşturacağı müşterek bir tavan altında, iki Federe
Devletin işbirliği esas alınmalıdır diye
düşünmekteyim. Kıbrıs Rumları dünyanın kendilerine
hibe ettiği "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin meşru hükümeti
unvanından vazgeçmiyeeeklerine göre, dünyanın
Kıbrıs Türklerinden meşru bir şekilde, halk oylaması
ile kurmuş oldukları KKTC olgusundan ve bunun ifade
ettiği hak ve hürriyetlerden vazgeçmesini
beklememelidir. O halde sonuç, BM Genel
Sekreteri'nin Kıbrıs'ta bir ara özel temsilciliğini
yapmış olan Arjantinli Büyükelçi Hugo Gobbi'nin
akılcı formülü etrafında, er geç, düğümlenmektedir.
Bu formül, iki egemen devletin işbirliği esaslarına
dayanmaktadır. Rumlar "Kıbns Hükümeti" unvanında
direndikleri sürece başka çıkış yolu bulmak zor
olacaktır.
Bu düşünceler, Kıbrıs meselesi nasıl halledilecekse
edilsin, o noktaya varış için çıkış yoludur. 32
yıllık mücadele, 28 yıllık görüşme süreci
göstermiştir ki iki toplum arasındaki güvensizlik
uçurumu çok derindir. Güvenin oluşabilmesi için Rum
tarafı, güvensizliği ve kanlı mücadeleyi
başlatmasına neden olan ilkelerden vazgeçmemekte
ısrarlıdır. 1995'de Rum lideri Kleridis
1964-65'lerde Ma-karios'un söylediklerini
tekrarlamakta ve EO-KA'nın canlanması için elinden
gelen her şeyi yapmaktadır. Biraz daha dikkatli
bakarsak Rum tarafı Yunanistan'la yapmış olduğu
ikili anlaşmalarla Güney'i bir bakıma Yunanistan'la
birleştirmiştir. Avrupa Birliğine giriş bu
birleşmeye yasal bir çerçeve geçirecektir. Rum
basını bunun bilinci içindedir ve bu olayı
perdelemek için "Kıbrıs Türkleri ile Ankara
arasında zaten birleşme olmuştur" demekte ve bunun
ispatı olarak da KKTC'ne Türk parası kullanıldığını
Türk askeri "işgalinde" olduğumuzu, Ankara'nın her
konuda karar mercii olduğunu yazmaktadırlar. Biz
Kıbrıs meselesine siyasi açıdan egemen ve eşit
halkın bugünkü konumu esasından bakıyoruz. İki eski
ortak, iki ayrı bölgede iki ayrı demokratik idarede
yaşamaktadır. Aradan 32 yıl geçmiştir. Kıbrıs
Türkleri mutlak bir "temizleme operasyonundan"
ancak Türkiye'nin askeri müdahalesi ile
kurtulabilmişlerdir. Rum tarafı Barış Harekatına
kadar Türklere yaptıklarını hatırlamak
istememektedir. Kıbrıs meselesinin Türk Barış
Harekatı ile başladığını yayarak Kıbrıs'ı
Rumlaştırmak mücadelesini sürdürmekte ve Ku-zey'deki
mal ve mülküne gelip yerleşmeyi hak bilmektedir.
Varılacak bir anlaşmayı ise, mesai bir Kıbrıs
Devletinin varlığına dayamakta, bu devletin meşru
hükümeti olduğu iddiasından da vazgeçmeyecek
federal bir anlaşmanın temelini teşkil eden her
ilkeyi reddetmektedir. Kısacası, Kıbrıs Rum tarafı
dünya tarafından meşru hükümet olarak tanınmayı,
Türklerle yeniden yetki paylaşımı anlamına gelen
federal formüle tercih etmektedir. Dünyanın
tanıdığı "Kıbrıs Hükümeti"nin (yani Rum idaresinin)
"Meşru Hükümet" olma ihtiyacı yoktur. Çünkü dünya
kendisine bu unvanı vermiş bulunmaktadır. Halbuki
toplumlararası görüşmelerde elde edilmek istenilen
sonuç her iki topluma dayalı meşru bir hükümet
oluşturmaktır. Taraflardan biri halen "meşru
hükümet" addedildiğine göre, bu eksersizde sadece
zaman kazanmak için rol oynamaktadır.
Kazanılan zamanı da ikili anlaşmalarda, uluslararası
toplantılarda "Kıbrıs" olarak bulunup tek yanlı
kararlar istihsal etmekle, 1963-1974 arasında
Kıbrıs'ta Türklere yapılanları hatırlamayan bir
dünyaya "Kıbrıs meselesinin 1974'de başlayan bir
istilâ meselesi olduğunu" yaymakla iyice
kökleşmektedir. Bu gidişatın cevabı KKTC bazında
sağlam durmak, KKTC' nin ekonomisini güçlendirecek
tedbirleri acilen almak, içteki idari Kaos'u
ortadan kaldıracak tedbirleri a4arak Başkanlık
sistemine geçmek olmalıdır. Bana göre "Kıbrıs" ile
ilgili her kararını Güney'deki idareyi
ilgilendirdiğini ye KKTC'ni kapsamadığını fiilen
gösterecek adımları cesaretle atma zamanı gelmiştir.
|