Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Köylü, Kalkınmanın Temelidir... 

Farsça, "Kuy" kelimesinden dilimize geçen Köy; " Şehir ve kasabadan küçük, ekonomik özellikleri daha ziyade tarım ve hayvancılığa dayanan, hizmet ve ticaret sektörlerinin pek geli­şemediği, genelde nüfusu ikibinden az, muhtarlıkla yönetilen yerleşim birimlerine köy denilir. Köyde yaşayanlara Köylü, köylerin ve köylülerin kalkınması yolunda çalışanlara Köycü, köy sorunları ile ilgilenme anlayışı ve köyü kalkınkındırma ça­lışmalarına Köycülük denilir. 

Bugün 1996 yılında, köy hizmetleri alanında, övgüye de­ğer çalışmaların yapıldığını ve yapılmakta olduğunu söylerken, köylerimizin hala bir çok sorunları olduklarını görmekteyiz; 

Aslında, atasözleri ve veciz sözlerin hepsi, bir ihtiyaçtan söylenmiştir. İşte, "Köylü, milletin efendisidir." sözü de görü­len ihtiyaç üzerine beyan edilmiştir. Gerçekten Cumhuriyet'in kurulduğu yıllardaki köylümüzün hali perişandı. Savaştan yeni çıkmış bir millet olarak, köylerimiz tamamen yokluk bölgele­riydi. Yol, su, elektrik, eğitim, sağlık ve diğer tüm hayat şartla­rından mahrum olan köylümüz, adeta yaşamak ile ölmek ara­sında mücadele ediyordu. Öte yandan köylü, idari makamlar la rafından ve şehirliler tarafından hor ve hakir görülüyordu. 

İdarecilerin ve şehirlinin, köylüye karşı küçümseyici ve aşağılayıcı bakış açısı, büyük ölçüde 1950'li yıllara ve hatta az da olsa bugüne kadar devam etmiştir. Özellikle 1940'lı yılları yaşamış olan köylülerimiz, bu dönemi iyi bilirler. Bazı yazar ve çizerlerimiz, bugün bile, şehirlinin üstün meziyetlere sahip ol­duğunu, köylünün ise cahil olduğunu söyleyebilmektedirler. Gerçekten çok yazık ve son derece üzücü !... 

Ortaokul yıllarımızda, rahmetlik babam yaşadığı şu olayı gözleri dolarak, bizlere sık sık hatırlatır ve bizim okumamız için canla başla çalışırdı. Babamın yaşadığı olay şuydu: 1940'lı yıllarda, babamın, İlçe kaymakamlığında görülecek bir işi çı­kar. Yaya olarak, köyden ilçeye binbir güçlükle gelir. İlk defa, kaymakamın huzuruna çıkacağı için çok heyecanlıdır. O arada, heyacandan kasketini çıkarmayı unutur. Kaymakam kasketli olarak babamı görünce, olanca gücüyle bağırmaya ve ağzına geleni söylemeye başlar. Babam, bağırmalar arasında şu sözleri işitir; "Atın bu cahil köylüyü içeri. Eşek sudan gelinceye kadar dövün ki, aklı başına gelsin. Nedir bu cahil köylülerden çekti­ğim...." Neyse, araya Kaymakam Kâtibi girer ve babam o gün içeri atılmaktan binbir güçlükle kurtulur, amma Kaymakam beyden işittiği aşağılayıcı laflarla, anasından köylü doğduğuna binbir pişman olmuştur. Bababım bize anlattığı bu olay ve bu­na benzer olaylar, Anadolu'nun kimbilir kaç ilçesinde yaşan­mıştır, bilinmez... 

İşte, bu ve buna benzer aşağılayıcı ve küçümseyici sözler, köylülerimize karşı, devletin idari mekanizmalarında, uzun yıl­lar söylenegelmiştir. Hatta, o dönemlerde, devlet kapılarında müstahdemlik yapanların büyük bir bölümü köy kaynaklı oldu­ğu için, ve köylünün de milletin efendisi olduğunu da inkar et­memek için, müstahdemlik kadrosunda çalışanlara "Efendi", çoğu şehirli olan memur kadrosunda çalışanlara ise "Bey" den­meye başlanmış ve bu gelenek, devlet dairelerimizde bugüne kadar yaşatılmaya, adeta özen gösterilmiştir. Bu anlamda, ço­cukken, bana da büyüklerim hep şunu derlerdi; "Oku, oku. Devlet dairelerinde müstahdem efendi olacağına, memur bey ol..." 

Köylümüz, 1950'li yıllardan sonra, ekonomik anlamda, biraz nefes almıştır. Ancak yine, devlet makamlarının bakış açı­sı pek değişmemiştir.Hizmetlerin büyük bir bölümü de, sadece oy kaygısıyla götürülmeye çalışılmıştır. İşte bu kaygıdan ötürü; " Kurdun önüne ot, kuzunun önüne et atılmıştır."

Götürülen hizmetleri yerinde görmeyen ve arzuladığı ya­şama tarzını köyünde bulamayan köylümüz, aşağılanmaktan ve hor görülmekten kurtulmak için, ne pahasına olursa olsun, kö­yünü terkedip "Şehirli" olmaya gayret etmiştir. İşte bu nedenle­dir ki, sonu gelmeyen bir göç hareketi devam etmiştir. Şehire göçeden köylülerimizin bir kısmı, çocuklarını herhangi bir eği­tim kurumunda okutarak, kısmen "Şehirli" sınıfına geçerken, bir kısmı da arzusuna erişememiş, şehirli yani bey olayım der­ken, köylülüğü yani efendiliği de unutmuştur. Bugün büyük şe­hirlerimizin varoşlarında yaşanan tüm sıkıntıların temelinde de, sözü edilen bu kimlik kaybı yatmaktadır. 

Görülüyor ki, ülkemizin tüm sorunları, birbirlerine bağlı sıkı ilişkiler içindedir. Bunların temelinde de kırsal yerleşme­lerde yaşayanların sorunları yatmaktadır. Eğer köylülerimizin sorunlarına çözümler getirilecek olunursa, ülkenin genel sorun­ları kendiliğinden büyük ölçüde çözümlenmiş olacaktır. Kısaca­sı, köylümüzü büyük şehirlerimize çeken yaşama şartlarının, köylerimizde oluşturulması gerekmektedir. Kuşkusuz bu sorun­ların çözümünde köylü-devlet işbirliğinin mutlaka sağlanması gerektiğine inanıyoruz. 

"Anadolu köylüsü, âlim değildir ama ariftir." Gerçekten köylümüz âlim olmayabilir ama ariftir. "Arife tarif gerekmez." atasözümüze uygun olarak, köylümüz herşeyden anlar, tarif edileni çabuk kavrar ve hemen uygular. Yeter ki, gerçek ve doğru tarifler yapılsın. Bir de, şu kavram kargaşasına son veril­sin. "Buyruğu yürüyen, sözü geçen kimse, saygıdeğer, ince, çe­lebi..." gibi anlamlara gelen Efendi kelimesi, yerli yerinde kul­lanılsın. 

Doç. Dr. Ramazan OZEY

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005