|
Köylü, Kalkınmanın Temelidir...
Farsça, "Kuy" kelimesinden dilimize geçen Köy; "
Şehir ve kasabadan küçük, ekonomik özellikleri daha
ziyade tarım ve hayvancılığa dayanan, hizmet ve
ticaret sektörlerinin pek gelişemediği, genelde
nüfusu ikibinden az, muhtarlıkla yönetilen yerleşim
birimlerine köy denilir. Köyde yaşayanlara Köylü,
köylerin ve köylülerin kalkınması yolunda
çalışanlara Köycü, köy sorunları ile ilgilenme
anlayışı ve köyü kalkınkındırma çalışmalarına
Köycülük denilir.
Bugün 1996 yılında, köy hizmetleri alanında, övgüye
değer çalışmaların yapıldığını ve yapılmakta
olduğunu söylerken, köylerimizin hala bir çok
sorunları olduklarını görmekteyiz;
Aslında, atasözleri ve veciz sözlerin hepsi, bir
ihtiyaçtan söylenmiştir. İşte, "Köylü, milletin
efendisidir." sözü de görülen ihtiyaç üzerine beyan
edilmiştir. Gerçekten Cumhuriyet'in kurulduğu
yıllardaki köylümüzün hali perişandı. Savaştan yeni
çıkmış bir millet olarak, köylerimiz tamamen yokluk
bölgeleriydi. Yol, su, elektrik, eğitim, sağlık ve
diğer tüm hayat şartlarından mahrum olan köylümüz,
adeta yaşamak ile ölmek arasında mücadele ediyordu.
Öte yandan köylü, idari makamlar la rafından ve
şehirliler tarafından hor ve hakir görülüyordu.
İdarecilerin ve şehirlinin, köylüye karşı
küçümseyici ve aşağılayıcı bakış açısı, büyük ölçüde
1950'li yıllara ve hatta az da olsa bugüne kadar
devam etmiştir. Özellikle 1940'lı yılları yaşamış
olan köylülerimiz, bu dönemi iyi bilirler. Bazı
yazar ve çizerlerimiz, bugün bile, şehirlinin üstün
meziyetlere sahip olduğunu, köylünün ise cahil
olduğunu söyleyebilmektedirler. Gerçekten çok yazık
ve son derece üzücü !...
Ortaokul yıllarımızda, rahmetlik babam yaşadığı şu
olayı gözleri dolarak, bizlere sık sık hatırlatır ve
bizim okumamız için canla başla çalışırdı. Babamın
yaşadığı olay şuydu: 1940'lı yıllarda, babamın, İlçe
kaymakamlığında görülecek bir işi çıkar. Yaya
olarak, köyden ilçeye binbir güçlükle gelir. İlk
defa, kaymakamın huzuruna çıkacağı için çok
heyecanlıdır. O arada, heyacandan kasketini
çıkarmayı unutur. Kaymakam kasketli olarak babamı
görünce, olanca gücüyle bağırmaya ve ağzına geleni
söylemeye başlar. Babam, bağırmalar arasında şu
sözleri işitir; "Atın bu cahil köylüyü içeri. Eşek
sudan gelinceye kadar dövün ki, aklı başına gelsin.
Nedir bu cahil köylülerden çektiğim...." Neyse,
araya Kaymakam Kâtibi girer ve babam o gün içeri
atılmaktan binbir güçlükle kurtulur, amma Kaymakam
beyden işittiği aşağılayıcı laflarla, anasından
köylü doğduğuna binbir pişman olmuştur. Bababım bize
anlattığı bu olay ve buna benzer olaylar,
Anadolu'nun kimbilir kaç ilçesinde yaşanmıştır,
bilinmez...
İşte, bu ve buna benzer aşağılayıcı ve küçümseyici
sözler, köylülerimize karşı, devletin idari
mekanizmalarında, uzun yıllar söylenegelmiştir.
Hatta, o dönemlerde, devlet kapılarında müstahdemlik
yapanların büyük bir bölümü köy kaynaklı olduğu
için, ve köylünün de milletin efendisi olduğunu da
inkar etmemek için, müstahdemlik kadrosunda
çalışanlara "Efendi", çoğu şehirli olan memur
kadrosunda çalışanlara ise "Bey" denmeye başlanmış
ve bu gelenek, devlet dairelerimizde bugüne kadar
yaşatılmaya, adeta özen gösterilmiştir. Bu anlamda,
çocukken, bana da büyüklerim hep şunu derlerdi;
"Oku, oku. Devlet dairelerinde müstahdem efendi
olacağına, memur bey ol..."
Köylümüz, 1950'li yıllardan sonra, ekonomik anlamda,
biraz nefes almıştır. Ancak yine, devlet
makamlarının bakış açısı pek
değişmemiştir.Hizmetlerin büyük bir bölümü de,
sadece oy kaygısıyla götürülmeye çalışılmıştır. İşte
bu kaygıdan ötürü; " Kurdun önüne ot, kuzunun önüne
et atılmıştır."
Götürülen hizmetleri yerinde görmeyen ve arzuladığı
yaşama tarzını köyünde bulamayan köylümüz,
aşağılanmaktan ve
hor görülmekten kurtulmak için, ne pahasına olursa
olsun, köyünü terkedip "Şehirli" olmaya gayret
etmiştir. İşte bu nedenledir ki, sonu gelmeyen bir
göç hareketi devam etmiştir. Şehire göçeden
köylülerimizin bir kısmı, çocuklarını herhangi bir
eğitim kurumunda okutarak, kısmen "Şehirli"
sınıfına geçerken, bir kısmı da arzusuna erişememiş,
şehirli yani bey olayım derken, köylülüğü yani
efendiliği de unutmuştur. Bugün büyük
şehirlerimizin varoşlarında yaşanan tüm
sıkıntıların temelinde de, sözü edilen bu kimlik
kaybı yatmaktadır.
Görülüyor ki, ülkemizin tüm sorunları, birbirlerine
bağlı sıkı ilişkiler içindedir. Bunların temelinde
de kırsal yerleşmelerde yaşayanların sorunları
yatmaktadır. Eğer köylülerimizin sorunlarına
çözümler getirilecek olunursa, ülkenin genel
sorunları kendiliğinden büyük ölçüde çözümlenmiş
olacaktır. Kısacası, köylümüzü büyük şehirlerimize
çeken yaşama şartlarının, köylerimizde oluşturulması
gerekmektedir. Kuşkusuz bu sorunların çözümünde
köylü-devlet işbirliğinin mutlaka sağlanması
gerektiğine inanıyoruz.
"Anadolu köylüsü, âlim değildir ama ariftir."
Gerçekten köylümüz âlim olmayabilir ama ariftir.
"Arife tarif gerekmez." atasözümüze uygun olarak,
köylümüz herşeyden anlar, tarif edileni çabuk kavrar
ve hemen uygular. Yeter ki, gerçek ve doğru tarifler
yapılsın. Bir de, şu kavram kargaşasına son
verilsin. "Buyruğu yürüyen, sözü geçen kimse,
saygıdeğer, ince, çelebi..." gibi anlamlara gelen
Efendi kelimesi, yerli yerinde kullanılsın.
Doç. Dr. Ramazan OZEY
|