|
Krize Nasıl Gelindi, Nasıl Çıkılır
1994’ün başına gelindiğinde bütün çıplaklığıyla ve
yarattığı yılgınlıkla ortaya çıkan ekonomik krizi
değerlendirirken bunun köklerini ve nedenlerini
yalnızca ekonomik etkenlerde aramamak gerektiği
kanısındayım. Aslında ekonomik kriz, ülkemizde
yaşanan siyasal , toplumsal, hukuksal, ekonomik bir
bunalımın yalnız bir kesimi. Bunun önce ortaya
çıkmasının ve toplumsal tepki almasının nedeni
kuşkusuz ekonomik krizin kurumlara ve insanlara
günlük yaşamda ödettiği faturadır. Aslında sorunlar
yumağı çok ciddi boyutlardadır ve kanımca ülkemiz ve
toplumumuz uzun ve üzücü bir yolun ne sonunda ne de
ortasındadır. Oyun sonuçlarının bir kısmıyla henüz
yeni başlamaktadır.
Krizin ağırlaşmasını ve hızlanmasını
yaratan etkenlerin bir kısmını kuşkusuz çok gerilere
uzatmak mümkündür. Ancak yakın nedenler 1980
sonrasında aramak gerekir. 1980 sonrası dönemde
ortaya çıkan gelişmeleri çoğunlukla ekonomik yönleri
olan toplumsal bir dönüşümü yansıtıyor. Temeli
bozulma ve çürüme olan dönüşüm ve değişme.
Toplumumuz üretmeden tüketmeye, kazanmadan harcamaya
çalışıp elde etmeden ve ter dökmeden köşe dönmeye
itildi. Toplumumuz bütün hünerlerin sergilendiği
kumarbaz bir topluma dönüştü. Sonra da bütün bunlar
bir toplumsal erdem haline geldi. Kurallara
uyanların, başkalarının hakkına saygı gösterenlerin,
vergisini ödeyenlerin enayi yerine konulduğu bir
topluma dönüştük. Siyasetçiler, sayısı unutulan mali
aflarla, gecekondulaşmayı teşvikle, hukuk
kurallarını çiğneyenlere arka çıkarak, rant
yaratarak ve yaratılan rantları paylaşarak, kamu
kaynaklarını kötüye kullanarak bu gelişmeyi
pekiştirdiler. Eğitim istemi bütünüyle yozlaştı ve
çöktü. Hukuk sistemine ve adalete olan güven
sarsıldı. İnsanlar haklarını başka yollarla aramaya
başladılar. Hukuk, anayasayı bir kerecik ihlal
etmekle bir şey olmaz diyen siyasi yöneticiler
gördü. Halbuki aynı siyasetçinin devlet çarkını
çevirdiği günlerde siyasal sistem bırakalım
anayasayı ihlali anayasayı ihlale teşebbüsten
çocuklarını idam sehpalarına gönderdi. 1980
sonrasında rüşvet, yolsuzluk, kayırma, suistimal
günlük hayatın olağan parçası haline geldi. Ülkenin
siyasal partilerinin ülke yönetimine ilişkin asgari
müşterekleri yok. Siyasetçiler hak, hukuk, düzen,
erdem kavramlarını yıkmak için yarışa girdiler.
Yerel yönetimler bozulmanın doruk noktalarını
oluşturdular. Demokrasinin okulu olması gereken
yerel yönetimler eğer yeni seçme seçilme ile yönetim
sistemleri getirmez ise demokrasinin mezarı olacak
gibi görünüyor.
Bütün bu
toplumsal bozulmanın sonucu olarak ekonomik fatura
bugün toplumun önüne ağırlaşarak konuldu. Genelde
dünyanın ekonomik durumunu değerlendirirsek hemen
her ülkenin sorunları olduğunu görüyoruz. Bu açıdan
belki sorunlarımızı abartıyoruz gibi görünebilir.
Gerçekten de gelişmiş ülkelerin bile çoğunda
işsizlik, evsizlik, suç, bütçe açıkları, sosyal
güvenlik sistemleri, yetersiz büyüme, dış
dengesizlik birer ciddi sorun. Hatta belirli bir
süre ekonomik açıdan iyi yönetilen bazı ülkelerin
bir süre sonra krize sürüklendiğini görmek olağan.
Bu açıdan sorunların ebediyen çözülmesi olası değil.
Bisikletin pedallarını sürekli çevirmek zorunlu.
Bütün dünya hızla gelişiyor ve değişiyor. Bu da
günlük yaşamda stresi, rekabeti ve aşılması gereken
zorlukları arttırıyor. Bu nedenle kısa bir bocalama
sadece insanları ve kurumları değil ülkeleri de geri
sıralara atıveriyor.
Ülkemizin
durumunu bu açıdan değerlendirdiğimizde bakış
açımızın biraz daha farklı olması gerekir. Bugün bir
kriz vardır. Bunu geçici önlemlerle bugün aşsak bile
temel sorunlara inilmedikçe kriz kapıda yeniden
belirir. Hem de belirme aralıkları kısalarak. Kısa
vadede ekonomik sorunları aşmak için bir istikrar
programı gereklidir. Şunu belirtmekte yarar var ki
bu sorunları bir gecede çözecek sihirli değnek yok.
Ayrıca herkesin ve her siyasi kuruluşun kapasitesi
ve yapabilecekleri sınırlı ve birbirinden çok farklı
değil. Aslında çözüm üretmede kullanılacak araçlar
son derece sınırlı. Ama sorulara kalıcı çözüm
yalnızca ekonomik istikrar paketinde aranmamalıdır.
Ülkemizin toplumsal, siyasal, hukuksal düzeninde
yeni bir örgütlenmeye gerek vardır.
Toplumumuz
kalitesizlikte, bayağılıkta, tembellikte,
köşedönücülükte buluşmak yerine kalitede, çalışmada,
üretmede, hukuk düzenine saygıda buluşmalıdır. Bunun
için orta vadeli bir plan gerekidir. Bu plan gerek
toplumsal kirlenmeden arınmayı gerekse ekonomik
iyileşmeyi sağlamalıdır. Kuşkusuz iktidarların
kendilerine has uslup farkları olacaktır. Ancak orta
vadeli bir yapılanma planı başta siyasal ve hukuksal
örgütlenme olmak üzere temel konularda ulusal bir
görüş birliğini gerektirmektedir. Kısa vadeli
ekonomik istikrar programı bu uzun vadeli planın
kısa süreli uygulama programı olmalıdır. Bu program
bütçe açığını azaltmayı dış açığı azaltmayı, tüketim
ve spekülasyon yerine üretimi teşviği, sübvansiyonu,
haksız rantları ve köşe dönücülüğü özendirmek yerine
çalışmayı hakkaniyeti, ülkenin insan gücünün ve
üretim yapısının uluslar arası ölçüde rekabet edecek
bir yapıya kavuşmasını, hukuk düzenini yeniden
yerleştirmeyi hedeflemelidir. Bu programın yükü
olabildiğince toplumsal katmalar arasında adil
dağıtılmalıdır.
|