|
Kültürel Homojenleştirme ve Amerikanlaştırma Olarak
Küreselleşme
Büyük oranda kültürel ürünler alanında yapılan
alışveriş dengesizliği çeşitli iddiaları gündeme
getirir ve çeşitli araştırmalara yol açar.
Birincisi ortada büyük bir güç vardır ve diğer
toplumları etkisi altına almış durumdadır ve bir
kültür emperyalizminden söz etmek mümkündür. Herbert
Schiller'in 1969'da yayınlanan Kitle İletişimi ve
Amerika İmparatorluğu (Mass Communications
and American Empire) isimli çalışması kültürel
bağımlılık sorununu tahlil eder. Aynı yıl Thomas
Guback 1945'den beri Amerikan sinema şirketlerinin
çözümlemesini Uluslar arası Film
Endüstrisi
(The International Film Industry) İsimli
çalışmada yapmıştır. Schiller kültür
emperyalizmi kavramını şöyle
tanımlar: "Bir toplumu
modern dünya sisteminin içine sokan süreçlerin tümü
ve onun yönetici tabakasını hayran bırakma, baskı
ya da baştan çıkarma yoluyla toplumsal kurumları
sistemin egemen merkezinin değerlerine ve yapılarına
uygunlaştırmaya razı etme ya da onun öncüleri yapma
biçimi." (Mattelart 1998; 92)
Sömürgecilik döneminde egemen ülke koloni haline
getirdiği ülkenin insanlarına öncelikle kendi dilini
öğretir, pekiştirir ve kendine bağımlılığını
artırırdı. İngiltere bunu en etkili biçimde
uygulayan ülkelerin başında gelir. Sovyetler Birliği
döneminde komünist sistemin egemen olduğu ülkelerde
Rusça'nın yaygınlaştırılması da aynı şekilde dünya
egemenliği peşindeki güçlerin temel
stratejilerinden birisi olarak karşımıza
çıkmaktadır. Küreselleşme sürecinin önlenemezliğini
savunanların iddiaları arasında dünyanın
bütünleşmeye doğru gittiği ve bütünleşmenin ortak
dili olarak da İngilizce'nin kullanılması gereği
üstü örtülü olarak vurgulanmaktadır. Fakat fiili
durumda küreselleşen dünyada İngilizce
hegemonyasının gittikçe yayıldığı gözlenmektedir.
İngilizce uluslar arası ve kültürler arası bir dil
olarak dünya üzerinde hegemonyacı ve yeni-kolonici
bir yayılma eğilimi göstermektedir (Tsuda 2001: l).
Dil küreselleşen dünyada kurulmakta olan yeni
düzenin önemli bir parçasıdır. Özellikle alternatifi
olmayan kaçınılmaz olma iddiasına karşı yeni
düzenin bir meydan okuma tarzıdır. Dil aynı zamanda
doğal ve evrensel bir süreç olarak 'küreselleşme'nin
yeniden takdim edilmesidir (Fairclough 2001: 2).
Bir dilin küreselleşmenin aracı olarak dünya
üzerinde yaygınlaşması genellikle kültür
emperyalizmi çerçevesinde değerlendirilebilir.
Özellikle İngilizce'nin kültür ve medya
emperyalizminin uygulama dili olarak uluslar arası
kirle iletişiminin küreselleştirici bir aracı olması
dikkat çekicidir. Toplumun Dallaslaştırılması (Dallasization)
ve McDonaldlaştırılması (McDonaldization), global
kültürün Amerikanlaşması, uluslar arası haber ve
bilgi akışında ve internette egemen dilin İngilizce
olması küreselleşmenin kültürel boyutunu
etkilemektedir. Küreselleşme adı verilen süreçteki
ilişkilerin genelde İngilizce ile yapılması bu
iddiaların güçlenmesine yol açmakta ve küreselleşme
ile İngilizce egemenliği birbiriyle paralel
kullanılmaktadır. (Tsuda 2001: 2). Zaten
İngiltere'nin sömürgecilik zamanında kolonilerinde
dil ve kültür egemenliği kurmuş olması tarihsel
olarak küreselleşmenin bundan bağımsız
düşünülemeyeceği iddiaları yer almaktadır. (Hail
1998: 39) Yeni küreselleşme sürecinin getirdiği
küresel kitle kültürü Batı merkezlidir ve daima
İngilizce konuşur. İngilizce'nin tek bir versiyonu
olmasa da, devşirilmiş çeşitli biçimleri
konuşularak, diğer dünya dilleri üzerinde belli bir
hegemonya kurulmuştur. (Hail 1998: 49) Küreselleşme
ve Anglo-Amerikanlaştırma birbiriyle çoğu yerde
paralel olarak düşünülmektedir. Dünya kültürü bilgi
ve eğlencenin küresel pazarında Anglo-Ameri-kan
tekelleşmesine doğru bir gidiş yaşanmaktadır.
Örneğin sinema alanında, video, müzik, haber,
magazin, TV programı gibi uluslar arası kitle
iletişimi alanında küresel pazarın Amerikan
ürünleriyle kaplanması bunu göstermektedir.
Amerikan medya ürünlerinin dünya piyasasındaki
baskınlığı Amerika Birleşik Devletleri'ne kendi
değerlerini dünyaya yayma bakımından bir güç
sağlamaktadır. Küreselleşen dünya için Amerikan
değerleri ve İngilizce bu yolla yayılmaktadır.
Amerikanlaşma ve küreselleşme böylece diğer
ülkelerin kültürü ve egemenliği üzerinde ideolojik
bir istilaya sebep olmaktadır. (Tsuda 2001: 2) Bu
anlamda etkili olan Amerikan merkezli Batı medya
kültürünün diğer ülkeler üzerinde yaygınlaşmasıyla
ortaya bir kültür hegemonyası çıkmaktadır. Bu
egemen kültür Batılı olmayan toplumların geleneksel
ve milli kültürlerini etkileyerek homojenize etmeye
başlar. Etki altında kalan milli kültürler kendi
orijinal formlarından uzaklaşarak pasif ve durağan
bir varlık olarak kalırlar. Bunu Kang kültür
emperyalizmi olarak nitelendirmektedir. (Kang
2001: 1)
Kültür kavramı Wallerstein'e göre tikel bir anlam
taşır ve bir bütünden daha küçük olan bir parçanın
değerler ve pratikler dizisidir. Bu anlamda milli
devletler kültürün birincil kapısıdır. Modernleşme
ile beraber doğan milli devletler bir tarafından
farklı kültürlerin temel birimleri olurken, bir
taraftan da dünyanın bir ortak bilince, insanlık
bilincine ulaşmasına yol açmışlardır. Buna göre bir
yandan milli devletler doğarken, diğer yandan
evrensel insanlık bilinci oluşmaya başlamıştır.
Zaman içinde belirli milli devletlerin kültürel
form olarak giderek daha çok birbirine benzedikleri
gözlenmektedir. Son yıllarda hızlı gelişme gösteren
ulaşım ve iletişim araçları kültürel benzeşmeyi ve
yayılmayı daha da artırmaktadır. Bilim ve
teknolojinin yardımıyla daha önce birbirinden
farklı grupların gittikçe siyasi-ekonomik-kültürel
anlamda tek bir dünyaya doğru yol almaya başladığı
iddia edilmektedir. (Wallerstein 1998: 124) Bu
ilerlemenin devam etmekte olduğu tezine dayalı bir
küreselleşme anlayışıdır. Buna göre insanlık küçük
parçacıkların birleşmesinden ve kültürlerin
benzeşmesinden ortak bir insanlık bütününe ve
insanlık kültürüne doğru ilerlemektedir.
Küreselleşmenin ana teması olarak toplumların
ekonomik, siyasi ve kültürel olarak gittikçe
bütünleşmekte olduğu iddiası farklı milli
kültürlerin de ortadan kalkacağını ve dünya
sahnesinden silineceğini varsayar. Farklı milli
kültürlerin sosyal gerçekliğini inkar edemeyen
normatif küreselci yaklaşımlar, kültürlerin birbiri
içinde eridiğini ve melez formlarda bütünleştiğini
iddia eder. Batı kültüründeki siynretik düşüncelerin
trans-, cross-, inter,
and multi- eklerinin
yaygın kullanımında bu durumun ifade edilebilmesi
küresel kültür açıklamasını kolaylaştırmaktadır.
Melez formlarda kültürlerin erimesi olarak
trans-kültürellik ve inter-kültürellik olarak
adlandırılan şeyler, tekil bir dünya kültürünü
zirveye çıkarır. Bu küresel dünya kültürü, milli
kültüre ve devlete dayalı milliyetçiliklerin yerine
bir dünya milliyetçiliği öngörür. Buna göre milli
devletlerin varolmasının milliyetçiliğinden ve küçük
etnik-milli hareketlerin birbiriyle kaynaşması ve
bütünleşmesinden bir dünya devleti çıkabileceği
düşünülür. (Treanor 2001: 4)
Küreselleşmenin temel iddialarından birisi
ekonominin küreselleşmesi, diğeri de kültürlerin
küreselleştiği ve tek bir dünya kültürü
oluşturulduğu şeklindedir. Dünyanın tek bir mekan
haline getirilmesi, kültürü küresel düzeyde
bölünmez, bütünlüklü, dünyayı bütün olarak alan, çok
büyük birimler olarak kabul eden küreselleşme
anlayışı, bunu farklı toplumlar arasındaki
etkileşimin artmasına bağlar. Bu anlamda küresel
kültür, milli kültürlerin başka kültürlerle iç içe
geçerek farklı biçimlenmeleri ve karşılıklı
etkileşimlerinin ürünü olarak kabul edilmektedir. (Robertson
1998: 119) Kültürel benzeşmenin ve iç içe geçmenin
en önemli etkeni kitle iletişim araçlarının etkin
biçimde kullanılmasıdır. Etkileşimin internet
aracılığıyla dijital bir ağ yoluyla yoğunlaşması bu
çerçevede dünyanın hem ekonomik, hem de kültürel
olarak gittikçe küreselleştiği iddiasını
desteklemektedir. Fakat bu teknolojik araçların
etkin kullanımı benzeşmeleri artırmasına rağmen
farklılıkları tamamen kaldırarak tek biçimli bir
global kültürün doğmasına imkan verir mi noktası
tartışmalıdır. Bizim üzerinde durmak istediğimiz
asıl nokta da zaten burasıdır.
Küreselleşme bizzat kendisinin kabul göreceği bir
türdeş (homojen) kültür oluşturma ihtiyacındadır.
Dünyanın tek bir mekân gibi küçülmesi ve toplumlar
arası temasların sıklaşması ve sıkılaşması
anlamında globalleşme, sadece bu tek mekâna uygun
bir türdeş kültür oluşturma süreci şeklinde
algılanamaz. Antropologlar uluslar ve uluslararası
örgütler, gruplar ve bireyler arasında bir ağ
şeklinde oluşan, yaygınlaşan ve dünyayı adeta tek
bir mekâna dönüştüren ekonomik, sosyal, politik ve
kültürel ilişkilerin en gerektirdiği ihtiyacın
"kabul görme" (recog-nition) olduğu konusuna dikkat
çekerler. Kültür aracılığıyla kabul görme,
globalleşmenin öncü toplumlarının dışındaki
toplumların kendi kabul görme mücadeleleri için de
açılan bir yol olduğundan, bu toplumlar içinde
yeniden bir kimlik arayışını ve tanımını teşvik
edici yönde de çalışmaktadır. Dolayısıyla, kültürel
bir olgu olarak globalleşmeyi incelerken, onun
sadece türdeşleştirici değil, farklılaştırıcı
boyutlarına da bakmak gerekmektedir. Globalleşme
kültürel temelde hem bir benimsemeyi hem de bir
reddiyeyi içerir. (Sanbay 2002: 2) Her ikisinde de
etkili olan iletişim gücüdür. Uluslar, uluslar
arası örgütler, gruplar ve bireyler arasında kurulan
ilişkiler ağı hem türdeşliği sağlarken, hem de
farklı kimliklerin bilinç düzeyine çıkmasına sebep
olmaktadır.
Küreselleşmenin dijitalleşmeyle beraber gelişmesi,
dünyanın aynı kültür kaynaklarından beslenmesi veya
üretilen popüler kitle kültürünün etkisi altında
kalması kültürel bir küreselleşmenin de varlığı
tartışmasını artırmıştır. Kültür ürünlerinin de bir
tüketim aracı olarak kabul edilip piyasaya sürülmesi
ve diğer mallara uygulanan satış ve üretim
tekniklerinin uygulanması bu iddiayı
desteklemektedir. Sermayenin ve üretimin
küreselleşmesine paralel olarak piyasaya sunulacak
kültür ürünlerinin de aynı merkezlerden ve aynı
biçimlerde üretilerek sunulması söz konusudur.
Hollywood yapımı filmlerin bir endüstri alanı gibi
üretilmesi ve dünya piyasasını ele geçirmesi buna
örnektir. Bir diğer örnek ise içerik ve biçim
yönünden birbirinin benzeri olan basit seviyedeki
Meksika ve Brezilya dizilerinin bütün dünya
televizyonlarında izleyici bulması ve
yaygmlaşmasıdır. Kültürün tekbiçimli ve görselliğe
dayanan boyutuna dikkat çeken Hail, yeni oluşumu
küresel kitle kültürü olarak niteler ve üç tespitte
bulunur: "Birincisi küresel kitle kültürünün Batı
merkezli, daha da ötesinde Amerikan olması,
ikincisi dilinin Anglo-Japonca, Anglo-Fransızca,
Anglo-Almanca, hatta Anglo-İngilizce" olması,
üçüncüsü de türdeşleştirici bir kültürel temsil
biçimi olmasıdır. (Hail 1998:47) Ancak Hail,
türdeşleştiricilik konusunda dikkatlidir: Küresel
kitle kültürünün "Her yerde İngilizliğin ya da
Amerikanlılığın mini-versiyonlarını üretmeye
kalkmadığını" belirtir ve "Farklılıkları özümseyerek
daha büyük, her şeyi kapsayan ve aslında Amerikan
tarzı bir anlayışı olan çerçevenin içine
yerleştirmek" istediğini söyler ve ekler: "Yerel
sermayeler, aracılığıyla, diğer siyasal ve ekonomik
seçkinlerin işbirliği içinde hüküm sürülebileceğini
anlamış bir sermaye biçimidir. Onları silip atmaya
kalkışmaz; onların aracılığıyla işler" (Hail 1998:
49).
Küreselleşme yeni kapitalizmin farklı biçimleriyle
dünya üzerinde ekonomik, kültürel ve siyasal
egemenliğini pekiştirme süreci olarak
yorumlandığında, merkez dışı ülkelerin her yönden
etki ve kıskaç altında tutulmaları durumu
gözlenebilir. Oktay, Türkiye'de küreselleşmecile-rin
sermaye ve bilgi akışının yaratacağı faydalardan
sıkça bahsederken, kapitalist dünya-sisteminin
ürettiği yeni tahakküm ve sömürü biçimleri üzerinde
hemen hiç düşünmek istemediklerini ve görmezden
geldiklerini belirtir. (Oktay 2001:2) Ekonomik
düzeyde olduğu gibi kültürel düzeyde de emperyalizm
olgusu bir sorunsal olma özelliğini korumaktadır.
Ania Loomba, emperyalizm ve kolonya-lizm
terimlerinin geçirdikleri "tarihsel mutasyonlara
bağlı
olarak" farklı biçimde yorumlanabileceklerini
söyler. Ko-lonyalizm dünyanın farklı yerlerinde
farklı biçimlerde karşımıza çıkabilir. Ortak yönü
kolonyalizm terimi ile, başka insanların toprakları
ve mallarının zaptedilmesi ve denetlenmesidir. Batı
Avrupa'da kapitalizmin kuruluşuna eşlik eden modern
kolonyalizm, zaptettiği ülkelerden haraç, mal ve
zenginlik toplamaktan fazlasını yapmıştır. (Lo-omba
2000: 19-21) Sanayileşmenin ve modernleşmenin Batıda
ortaya çıkması ile birlikte Batı ile Batı dışı
ülkeler arasında kurulan ilişki tarzı Batının daha
da egemen olması yönünde gelişmiştir. Daha önce
kolonicilik şeklinde ve yine Batının üstünlüğü
yönünde kurulmaya başlanan ilişki, gelenekselden
moderne dünyada Avrupa merkezci bir yayılmanın önünü
açmıştır (Dirlik 2002:1).
Avrupa kapitalizminin doğumuna ve gelişmesine
yardımcı olan önemli unsurlardan birisinin
kolonyalizm olduğu kabul edilir. Avrupalı
koloniciler bazı toplumlara derinden nüfuz ederken,
bazılarıyla göreceli yüzeysel bir temas kuran çok
çeşitli tahakküm teknikleri kullanmışlardır.
Marksist literatürün kapitalizm sonrası
koloniciliği emperyalizm olarak adlandırması bazı
yanlışlıklara sebep olabileceği için, kavramların
tarihsel süreçleriyle bağlantılı kullanılmasında
fayda vardır. Bugün için küreselleşmenin açıklaması
yapılırken tek bir duruma bağlı kavramlarla ifade
edilmesi de yanıltıcı olabilir. Emperyalizm resmen
koloniler olmaksızın işleyebilir (bugünkü ABD
emperyalizminde olduğu gibi), ama kolonyalizm
işleyemez. Dolayısıyla tarihsel alanda görülen bazı
süreçler ve olgular bugünkü olayları açıklarken
birebir anlam taşımazlar. Sadece benzerlikleri
yönünden açıklayıcı rol oynarlar. Yeni küresel
düzen, ne tam olarak kolonicilik üzerine kuruludur,
ne de emperyalizmin klasikleşmiş egemenlik
biçimlerini kullanır. Bu düzen bazı ülkelerin
başka bazı ülkelere ekonomik, kültürel ve siyasi
yönden nüfuz etmesine izin verir. (Loomba 2000:
23-25)
Berenson'un (2002: 2) tespitine göre, modernleşme
sürecinin üçüncü dünya ülkelerinin lokal kültürünü
öldürdüğü eleştirileri yapılmaktadır. Modernleşme
Batının bilimde, tıpta, insan haklan ve özgürlük
anlayışında ilerlemesine dayanır. Modern günlük
hayatın küresel olarak dünyaya yayılması sürecinde
diğer yerel kültürlerin etkilenmesi söz konusudur.
Genelde Batı kültürünün ve özelde Amerikan
kültürünün diğer kültürler üzerinde egemenlik
kurması kültürel emperyalizm terimi ile ifade
edilmektedir. Bu tespit Batı dünyasının ekonomik ve
siyasi bakımdan diğer ülkeler üzerinde emperyalist
bir egemenlik kurması gerçeğine dayalı olarak
yapılmaktadır. Tomlinson'a ithafen yapılan
değerlendirmelere göre, kültür emperyalizmi
söylemleri genelde Batının değer yargılarına ve
bunların diğer ülke kültürleri üzerinde baskın
olmasına dayanır. Bu anlamda kültür emperyalizmi
terimi, bir kültürün başka bir kültür üzerinde
egemenlik kurmasını ifade eder. Koloniyal
emperyalist düşünce kendi ekonomik, siyasi ve
kültürel hayat tarzını empoze eder. (Berenson 2002:
4) Küreselleşme döneminde de benzer şekilde
Amerikan kapitalizmi, tahakküm altına aldığı
insanlara Amerikan hayat tarzını ve değerlerini
empoze etmeye çalışmaktadır. (Tomlinson 1999: 69)
Modernleşme düşüncesinin üç açılımından bahsetmek
mümkündür. Birincisi modernleşme geri dönüşü
olmayan bir yol olarak düşünülür. O aynı zamanda
etkisi altına aldığı toplumu dönüştürür. İkincisi
modernleşme farklı toplumlar arasında özellikle bu
sürece katılan ve modernleşme seviyesi farklı olan
toplumlar arasındaki üstünlük derecesini ifade eder.
Üçüncüsü, farklı modernleşme seviyesi olmasına
rağmen etkilerinin küresel boyutu olmasıdır. (Smith
1992 :258; Kock200l) Eğer modernleşme süreç olarak
düşünülürse, devletlerin sosyal, siyasal ve ekonomik
gelişmeleriyle ilişkilidir.
Modernleşme teknolojik icatlara götürebilir,
toplumların sosyal gelişmelerine ve eğitim
seviyelerinin yükselmesine imkan verir. Modern
toplum sanayileşme ve bilimde, teknolojide sağlanan
ilerleme ile ortaya çıkmıştır. Bunlara bağlı olarak
toplumların siyasal yapılarında büyük değişimlere
sebep olan modernleşme, demokratikleşme ve
bireyciliği de artırmış ve desteklemiştir (Kivisto
1998: 120). Eskiye nazaran çok farklı bir kültür
yaratan modernleşme, bu kültürü evrenselci bir
anlayışla bütün toplumlara en mükemmel ve tek kültür
biçimi olarak takdim etme eğilimindedir. Bu açıdan
bakıldığında modern kültür, lokal ve geleneksel
kültürlerin üzerinde egemen (dominant) global kültür
haline geldiği iddiaları yaygındır. Modernleşmenin
merkezi olarak Batı kültürü ve toplumları temel
olduğu için bu yayılmanın bir boyutu da diğer çevre
toplumların ve kültürlerin Batılılaştırılması olarak
da yorumlanabilir (Kivisto 1998: 154).
Yeni bilişim devriminin yol açtığı imkanlar
özellikle Amerika menşeli ortaya çıkmasının sonucu
bu ülkeye muazzam ufuklar açmıştır. Dünyanın yeni
ekonomiye geçmesi Amerikan merkezli şirketlere
küresel boyutta iş yapma anlamında önemli avantajlar
sağlamaktadır. ABD'nin bu alanda baskın olmasıyla
birlikte bu ülkeden olan işletmelerle işbirliğine
gitmek veya birleşmek önemli bir unsur haline
dönüşmüştür. Dünyanın diğer yerlerindeki yatırım ve
ticaret yapan şirketler bunlara göre tavır
belirlemeden faaliyet sürdüremez duruma gelmektedir.
Küresel markalar güçlenmiş ve yerkürenin her yanına
ağ biçiminde yaygınlaşmıştır. Alım gücü yükselen
büyüyen pazarlardaki tüketiciler en önemli hedef
haline gelmiştir. Küresel tedarik zincirleri
etkinleşmeye başlamıştır. İşletmeler kıt
kaynakların etkin kullanımına odaklanmaktadır.
Sermayenin akışkanlığı fazladır ve bu akış ABD
tarafından kontrol edilmektedir. Başta televizyon,
iletişim teknolojileri gibi araçlar sayesinde her
geçen gün insanların geleneksel hayat tarzlarına
müdahale edilmesi, büyük iletmelerin günlük hayat
üzerindeki etkileri ve ABD kültürünün baskın hale
gelmesi birçok insanı ciddi biçimde rahatsız
etmektedir.
Dünyada ekonomik, kültürel ve siyasi olarak ciddi
anlamda bir Amerika öncülüğü, aynı zamanda belli
bir egemenlik ortaya çıkarmıştır. Bu egemenliğin
iyice yerleştirilebilmesi için Soğuk Savaş'ın
Amerika ve Batı lehine sona ermesi büyük bir fırsat
ortaya çıkarmıştır. Amerikan hegemonyasını dünyada
yerleştirmek isteyen çevreler 'tarihin sonu'
tartışmalarında olduğu gibi Amerika'yı tarihsel bir
öncü olarak takdim etmektedirler. Buna göre tarihin
geri döndürülemez bir yönelimi ve gidişatı vardır.
Bütün dünya uluslarının arasında tarihin bu ereğini
bir tek Amerika Birleşik Devletleri idrak etmiştir
ve temsil etmektedir. Tarihin amacı kapitalizmin
yayılmasıyla ulaşılan ve Amerikan tipi yaşam
tarzında somutlaşan özgürlüktür. Dolayısıyla ABD
hegemonyası da tarihin bu amacının gerçekleşmesidir.
(Chomsky 2002:188) Bu iddianın ayrıntısı
Fukuyama'nın görüşlerinin tahlil edildiği ilgili
bölümde yer almaktadır.
Küreselleşmenin göründüğü kadarıyla tarafsız bir
süreç olmadığı ve bütün insanlara eşit biçimde
imkanlar sunmadığı anlaşılmaktadır. Sonuçları
şimdilik yalnızca "Kuzey" insanlarına, daha doğru
bir deyimle ABD'ye yarıyor ve Kuzey'in dışında
yaşayan birçok insanı rahatsız ediyor. Yerel
kültürleri giderek yok olan ve artan eşitsizlikleri
her gün daha'çok hayatlarında hisseden Güney'in
yoksul halkları, küreselleşmeyi "Batılılaştırma" ve
"Ame-rikanlaştırma" olarak algılıyorlar ve kendi
gelecekleriyle ilgili yoğun bir kaygı ve şüphe
içindeler. Bu durumun en
temel özelliğinin Batı dışı toplumlarda sürekli Batı
tarafından gözetlenildiği ve Batılıların her şeyi
gördükleri ve bildikleri" duygusu olduğunu
söyleyenler ve olup bitenleri "sibernetik
sömürgecilik" olarak niteleyenler vardır (Ahmed
1996: 17-21). Yüzlerce uydu, Atlantik'ten Pasifik'e
uzanan yüz binlerce metre kablo ve kablosuz
iletişim ağları fakir zengin ayırımı yapmadan her
yeri sarmış durumdadır. Mısırlı düşünür Muhammed Sid
Ahmed'in tespitlerine göre, "sibernetik
sömürgecilik" şartlarında yaşayan gelişmemiş
ülkelerin insanları, gözlemlendiklerini bilmekte
fakat konumlarından dolayı Batılıların ne yapmak
istedikleri konusunda hiçbir görüşe sahip
olamamaktadırlar. Bu durum onları çaresizliğe ve
hayal kırıklığına sürüklemekte, fanatizm kültürüne
saplanmaktan başka bir yolları kalmamaktadır. (Kara
2001:149)
Batılılaştırma (VVesternization) ve Amerikanlaştırma
(Amerikanization) kavramları Batılı ülkelerle
Amerika arasındaki ilişkileri çözümlemekte de
kullanılmaktadır. Nolan (2002: 2) 1945 İkinci Dünya
Savaşı sonrasında Batı Almanya ve Amerika arasındaki
ilişkileri anlamakta bu kavramların önemli rolleri
olduğu ifade edilir. Savaş sonrası kurulmakta olan
dünya düzeninde savaşın mağlubu olan Almanya'nın
yanında diğer Avrupa ülkelerinin üzerinde
Amerikanın büyük oranda etkisi vardır. Dünyanın bazı
bölgelerinde belli oranda Sovyetleştirme
politikaları takip edilirken, bunun karşısında hür
dünya olarak adlandırılan Batı bloğunun üzerinde
Amerikan egemenliği görülmektedir. Amerikanın
kurumları, politikaları, fikirleri ve kültürel
formları hem etkili olmuştur, hem de belli bir
direncin doğmasına sebep olmuştur. Amerikanlaştırma
ve Amerikanın tüketim ve kitle kültürü geleneksel
farklılaşma güçlerini tehdit eder. Bu durum
geleneksel Batılılaşma anlamındaki modernleşmeden
farklı bir modernleşmeye işaret eder. Avrupa'nın
geçmişten gelen kendi dışındaki ülkeleri ve
toplumları Batılılaştırma geleneği ile bir çatışma
noktasının çıkması, kendi içlerin3e bir çözüm üretme
ihtiyacını doğurmuştur.
Avrupa ülkelerinde uzun süredir yerleşmiş olan
Avrupa-merkezcilik, evrenselci temelleri bakımından
bir yandan küreselleşmeye, bir yandan da Amerikan
küreselleş-meciliğine zemin oluşturmaktadır. Samir
Amin Avrupa-merkezciliği şöyle tanımlıyor: "Modern
toplumsal ideoloji ve kuramın öne sürdüğü ama
körelmeye yüz tutmuş evrensellik iddiaları." (1993:
24) Kapitalizm evrensellik ihtiyacını iki düzeyde
gösteriyor: Hem tüm insan toplumlarının bilimsel
bir açıklamasını (ve aynı kavramsal sistem
yardımıyla farklı gelişmelerin açıklamasını) ortaya
koymak, hem de tüm insanlığa seslenecek bir gelecek
projesi hazırlamak. Kısaca bugüne dek neler olduğunu
ve bundan sonra neler olacağını söylemek. Bunu 18 ve
19. yüzyıllardaki düz-çizgisel modern dünya
görüşlerinde ve kapitalizm karşıtlığı üzerine oturan
Marksizm'de görmek mümkündür. Marksizm kendisini
farklı tanımlamaya çalışmasına rağmen, Avrupa'ya
özgü olanı genelleştirerek evrensel bir modele
dönüştürme isteği ağır basmaktadır. (Amin 1993:
124-125; Öğüt 2002: 2) Bu teorilerin uygun iklim
bulduğu mekan olarak da Batı Dünyası kendisini
merkeze oturtuyor ve yaklaşımlarını
Avrupamerkezcilik çerçevesinde geliştiriyor. Kendi
dışındaki toplumların yapılarını, kimliklerini ve
kültürlerini bu şablona göre şekillendirme
iddiasında projeler üretiyor. Kendilerini varolan
dünyanın en iyisi ve en ilerisi olarak gören bu
düşünce yapısına göre bütün toplumlar buna yönelmek
ve benzemek zorundadır. Bu evrenselci ve
determinist iddia ister liberal kapitalizm, ister
komünizm görüntüsünde olsun diğer kültür ve
medeniyetleri dışlayarak kendi şablonuna uymaya
zorlar.
Küreselleşme genelde Amerikan merkezli olarak
yorumlansa da, Avrupa'nın bütünleşmeye doğru attığı
adımlar da bu çerçevede değerlendirilebilir. Bir
Avrupa vatandaşlığı kavramını oluşturma çabası
içindeki Birlik karşısında ulusal kültür ve
kimliklerin nasıl etkileneceği önemli bir sorundur.
Avrupa Birliği prosedürlerinde egemen olan ulusal
kültür ve kimlik kavramları ile Ulus-Devletlerin
kendi tanımladıkları kültür ve kimlik kavramları
farklı olabilmektedir. Avrupa Birliği tarafından
azınlık kabul edilen bazı guruplar Ulus-Devlet
içinde ulusal bütünün bir parçası olarak kimlik
kazanmaktadır. Ulus-dev-letlerin bir Federatif
Avrupa Birliği çatısı altında bütünleşmesi,
azınlık, kültür ve kimlik olgularının da fede-ralize
edilme sakıncasını doğurmaktadır. Kimlik ve azınlık
olmanın hukuki anlamındaki değişmeler, Ulus-Devle-te
olan bağlılıkların bazen rakip bazen de tamamlayıcı
hale dönüşmesine neden olmaktadır. Burada ulusal
kimlik, ulusal alt-kimlik ve Avrupa kimliği
arasındaki ilişki ve etkileşimler dikkatle
araştırılmalıdır. Bu araştırmalar bir "Avrupalı"
kimliği yaratma projesinin başarı veya başarısızlık
şansını ortaya koyacaktır. Aynı anda medyanın
kimliklerin oluşmasında ve dönüşmesinde oynadığı ve
oynayabileceği rolün de açıklığa kavuşmasını
sağlayacaktır. (Merih 2002b: 12)
|