Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Küreselleşen Dünyada Türkiye 

21. yüzyıla çok yaklaştığımız bugünlerde baş döndürücü hızda yaşadığımız teknolojik değişiklik bize enformasyon ça­ğı, bilgi toplumu, globalleşme gibi kavranılan hediye etmiş bulunuyor.

Bu kavramlarla birlikte dünyamız ekonomik, siyasal ve kültürel anlamda bir küreselleşmeye doğru gidiyor. 

İki kutuplu dünya düzeni, Sovyetler Birliği'nin çökme­siyle son bulunca, batılı değerlerin rakipsiz kaldığı hepimizin bildiği bir gerçek. Artık demirperde ülkeleri yok. Demokra­tikleşme, hukuk devleti, insan hakları, pazar ekonomisi gibi kavramlar dünyanın hemen her ülkesinde ortak değerler ola­rak gündemde. GATT Uruguay Turu görüşmeleri sonucu or­taya çıkan dünya ticaretinin liberalleşmesi fikri mal ve hiz­met piyasalarının (özellikle sanayileşmiş ülkelerde), milli sı­nırları aşmasından doğmuştur. Sanayileşmiş ülkeler, 1980'den sonra belirginleşmeye başlayan dünya ticaretindeki durgunluğa çare olarak sundukları dünya ticaretinin çok yönlü liberalleşmesini artık Dünya Ticaret Örgütü'yle yön­lendirilecektir. 

Öte yandan bölgesel entegrasyonlar da hızlı bir gelişme göstermektedir. Çok yakından bildiğimiz, AB, ve EFTA dışın­da: Brunei, Endonezya, Malezya, Filipinler, Singapur, Tay­land'ın üyesi olduğu AFTA, ABD'nin başı çektiği Kanada ve Meksika'nın da üye olduğu NAFTA: Arjantin, Brezilya, Uru­guay ve Paraguay'ın oluşturduğu MERCOSUR ve son olarak içinde AFTA ve NAFTA'ya üye ülkelerin tamamının yeraldığı Japonya, Güney Kore, Çin, Hong Kong, Tayvan ve Papua Yeni Gine'nin bulunduğu APEC, bölgesel bütünleşme hare­ketlerinin başlıcalarını oluşturmaktadırlar.

Ülkeler arasındaki mevcut gümrükler kalkıp bölgeler arasında devam edecek, dolayısıyla bölgesel bütünleşmeler küreselleşme sürecini hızlandıracaktır. Bu gerçeklere göre ha­reket eden ülkeler ya bölgelerindeki birliklere girmeye çalışı­yor ya da, eğer bölgelerinde bir birlik yoksa böyle bir oluşu­ma yönelik politikalar yürütüyorlar. 

1980'li yıllardan itibaren Türkiye'de serbest rekabete da­yalı pazar ekonomisine geçiş yönünde önemli adımlar atıl­mıştır. Bu bağlamda, TL'nin konvertibilitesi, faiz, kur, dış ti­caret ve sermaye hareketlerinin libere edilmesini kolaylaştı­racak politikalar uygulanmıştır. 

Küreselleşme olgusu çerçevesinde dışa açılan, Türkiye,' bölgesel bütünleşme ve işbirliği hareketleri içinde de yer al­mıştır. İslam Konferansı Teşkilatı, İSEDAK'ta önemli roller üstlenen Türkiye, Karadeniz Ekonomik İşbirliği'nin de ku­rulmasına önayak olmuştur. Öte yandan, Türkiye hem GATT Uruguay Turu sonuçlarını uygulamaya geçirmiş, hem de AB'ye tam üyelik müracaatı yapmıştır.

AT ile Türkiye arasında kurulacak gümrük birliğinin hu­kuki zeminini 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan ve 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe giren Ankara Anlaşması ve yine 23 Kasım 1970'de imzalanıp 10 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe giren Katma Protokol oluşturmaktadır.

6 Mart 1995'te ise 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile Türkiye ile AT arasında sadece sanayi ürünlerini içeren bir gümrük birliğinin hayata geçirilmesi noktasına gelinmiştir. Bu karara göre Türkiye ile AT arasında 31 Aralık 1995 tarihi itibariyle sanayi ürünlerini içeren gümrük birliği işlemeye başlayacaktır. 

AT, gümrük birliğinin bu tarihte başlayabilmesi için bir takım vecibeleri Türkiye'ye yüklemiştir, yani gümrük birliği­nin gerçekleşmesi bir takım şartlara bağlıdır. 31 Aralık 1995 tarihinde gümrük birliğinin tam olarak başlayabilmesi için, Türkiye gümrükler ve dış ticaret mevzuatını AT mevzuatına uyumlaştırma çalışmalarına hız verecek, rekabet hukuku, fikri-smai haklar, insan hakları ve demokrasi alanında mev­zuatını AT hukuk düzenine yaklaştıracaktır. Esasen Yeni bir Avrupa için Paris Şartı'nı imzalamakla Türkiye, bütün bu. de­ğişiklikleri de kapsayan genel doğrultuda hareket etme ka­rarlılığını beyan etmiştir. Böylece siyasi ve ekonomik libera­lizm aynı zamanda uluslarüstü hukuk yükümlülüğü haline gelmiştir. 

Ancak, 6 Mart tarihli Ortaklık Konseyi'nde ele alman bü­tün kararların AT tarafından uygulamaya konması için Avru­pa Parlamentosu tarafından Ekim ayında onaylanması ge­rekmektedir. 

Oysa Ankara Anlaşması böyle bir şartı gündeme getirmi­yordu. 1992 yılında imzalanan Maastricht antlaşması Avrupa Parlamentosunun yetkilerini artırmıştır. Türkiye ile gerçekle­şecek GB'nin de onayını isteme hakkını Avrupa Parlamento­su bu anlaşmadan almaktadır. Buna karşın Türkiye kendi parlamentosunu ve milletini devre dışı bırakmıştır. Oysa ya­pılması gereken GB'nin parlamentoda ve kamuoyu nezdinde yeniden tartışılması ve onaylanması idi. Bu tavrın arkasında "ne pahasına olursa olsun biz Avrupalı olacağız" anlayışı varsa bu ülkemiz geleceği ve çıkarları açısından uygun değil­dir. Bizim ihtiyacımız kamuoyu önünde bütün açıklığı ile tar­tışılmış Türkiye'nin siyasal ve ekonomik menfaatlerine iliş­kin karar mekanizmalarında eşit şartlarda temsile dayanan bir birlikteliktir, yoksa Avrupa'nın dışında kalmak değildir. 

Çünkü, yanıbaşımızdaki 375 milyonluk sanayileşme sü­recini tamamlamış fert başına düşen milli geliri 15000 $ orta­lamasında olan bir yapıdan uzak durmak ekonomik çıkarla­rımıza aykırı olduğu gibi siyasal anlamda dünyanın yeni çe­kim merkezi olan AVRASYA'nın oluşumu da Türkiye'ye bu noktada önemli imkanlar sunmaktadır. 

Avrasya hem Asya hem de Avrupa'dır. Türkiye'nin de kökenleri Asya'da, gözü Avrupada'dır. Türkiye her iki kıta­nın özelliklerini taşımasının yanında coğrafi olarak da tam ortasında bulunduğu bu bölgede tarihi fırsatlar elde etmiştir. 

Gönüllü kuruluşlar sanayiciler ve işadamlarının devlet önderliğinde bölgeye maddi ve manevi yatırımlarını sürdür-meleriyle tarihi fırsatlar iyi değerlendirilmiş olacaktır. Bu kapsamda Rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal'la baş­layan bölgeye yönelik devlet politikalarının bugünkü Cum­hurbaşkanımız Süleyman Demirelle sürdürülmesi şüphesiz çok sevindiricidir. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel'in deyişiyle "Yeni Avrasya dağılmışlığın coğrafyasında, ekono­mik ve siyasi ilişkilerle tarih, kültür ve kardeşliğin buluşma­sıdır". 

18. yüzyılda Ada Ülkesi dünyanın siyasal ve ekonomik anlamda çekim merkezi idi. 19. yüzyıla girdiğimizde Fransız İhtilali her etnik gruba kendi ulus devletini kurma yolunu açarken, ABD ulus devlet anlayışının üstüne çıkmış siyasi ve ekonomik olarak dünyanın çekim merkezi olmaya başlamış­tı. Avrupa ise 1940'lı yıllarda İkinci Dünya Savaşı'nm acı so­nuçlarını bir daha yaşamamak ve bir Avrupa Devleti kurabil­mek amacı ile start aldı. Ama Almanya'nın savunması ABD'nin kontrolünde kaldı, Varşova Paktı karşısında Avrupa ABD ile ayakta durabiliyordu. 1948'teki-Avrupa Hareketi uluslarüstü bir AVRUPA FEDERASYONU hayal ediyordu. Bugün 1992 Maastricht Antlaşması ile Avrupa Birliği doğmuş ve halen üyesi olan 15 devlet ekonomik entegrasyon yanında siyasi, savunma ve para birliğini gerçekleştirmeyi en geç 1999'da hedeflemektedir.

Avrupa bir yandan bu birliği oluşturmak isterken öte ta­raftan çok ciddi çıkmazları yaşamakta. Dünya dengelerinde İngiltere ABD partnerliği, Almanya'yı rahatsız etmekte, Al­manya'nın ise Hitler'le yapamadıklarım DM ile yapacağı te­dirginliği özellikle Fransa ve İngiltereyi ürkütmektedir. Ve öte taraftan 21. yüzyılın merkezi olacağı varsayılan Uzakdo­ğu coğrafyası ekonomik olarak üretkenlik, çalışkanlık ve ve­rimlilik ile bir anda dünyanın merkezine oturmalarına rağ­men siyasi ve askeri güçlerinin olmayışı dünya dengelerinde tek başına hareket etme kabiliyetlerini sınırlandırıyor. Vabu sıkıntıdır ki APEC'i (NAFTA, AFTA, Japonya, Çin, Hong-Kong) ortaya çıkarmıştır. Ancak 21. yüzyılda, % 8,5 'luk bü­yüme hızı, 1.5 milyara yakın nüfus ve silah gücü ile Güney­doğu Asya'da sessiz duran ÇİN geleceğin dünyasında çok yönlü olarak var olacaktır. Çin'de üretim ekonomisi, ücretler­deki reel artış ve fert başına düşen milli gelirin artması ile tü­ketim ekonomisine dönüşürse dünyadaki taşlar yerinden oy­nayacaktır. 

1948'den bu yana Ortadoğu'nun problem devleti olan İS­RAİL geleneksel saldırgan politikalarını terkedip BARIŞ'a dayalı süreci yaşamak istiyor. Toprağa dayalı genişleme stra­tejisi yerini ekonomik güçlenme anlayışına terketmiş gözü­küyor ve ABD'nin ve ABD'deki YAHUDİ LOBİ'sinin vesaye­tinden kurtulup bölge devletlerinden yeni BÖLGESEL GÜÇ oluşturmayı öne çıkarıyor. Ve bu anlamda Türkiye'ye yeni misyon biçiyor. Bu biçilen misyon yakınlığa dayalı, Ortado­ğu Akdeniz havzasını da içine alan BÖLGESEL GÜÇ olalım anlayışı. Fakat bu yakınlık ABD'yi rahatsız etmiyor da değil. Türkiye'nin geleneksel İSRAİL politikası da sanki rafa kaldı­rılmış gözüküyor. 

Ortadoğu ise hala ayaklarının üzerinde duramamanm acılarını yaşıyor. Feodalizm egemenliğini sürdürürken eğiti­min olmayışı, devlet yönetimlerinin istikrarsızlığı ve insana saygıyı esas almayan despot rejimlerin varlığı Ortadoğu üze­rindeki oyun oynayanların işlerini kolaylaştırmakta. Son ör­nek IRAK'ta Saddam'ın yerine parlamento düşünülmemekte onun gibi bir despot alternatifi aranılmakta, Suud'da Krallı­ğın yerine demokrasi değil daha iyi bir kral hedeflenmekte. Çünkü dünyanın sanayi ve ekonomi devlerinin beslenme yeri Ortadoğu. Petrol silahını kullanmasını bilenler iş başında olmamalıdır. Ne acıdır ki Ortadoğu ülkeleri Türkiye'ye her zaman çekinceli hareket etmektedir. 

1989'da Berlin duvarı yıkıldığında Sovyetlerin dişlerinin söküldüğü zannedilmişti. Tarih bu düşünceyi pek doğrula­madı. Yeni Dünya Bosna'da Çeçenistan'da Azarbeycan'da ve Irak'ta yok oldu. Ama yeni dünya düzeni Rusya ile barışık yaşamak istiyor. ABD Avrupa'yı, ÇİN'İ ve TÜRKİYE'yi Rus­ya ile barışık yaşatarak bölgeyi kontrol yolunu kullanmakta. Rusya ise sıcak denizlerden Avrupa'dan ve Ortadoğu'dan vazgeçmediğini göstermektedir. Türkiye gerek Ortadoğu'da, gerekse Avrupa'da ve Türk Cumhuriyetleri'nde Rusya ile ay-.nı zemini paylaşmaktadır. Türk Cumhuriyetlerine yönelik politikalarımızda duygusallıktan uzak, uzun vadeli, siyasal ve ekonomik anlamda tam bağımsızlıklarını kazandıracak politikalara yönelmelidir. 

Batıya doğru yürürken Türkiye, medeniyet birlikteliği olduğu evinin ön bahçesini hiçbir şekilde unutmamalı, 21. yüzyıla yönelik hazırlıkları birlikte gerçekleştirmelidir. 

Orta Asya'dan Batıya doğru ilerlemek 1071'de Anado­lu'nun fethi ile başlamış 1299'da Cihanşümul bir devletin te­melleri atılmış, 1453'te İstanbul'un Fethi ile devam eden yü­rüyüşümüz 1689'da Viyana'da durmuştur. Ama Batıya doğ­ru yürümek hiç aklımızdan çıkmamıştır. Bu yürüyüşümüz ekonomik anlamda devam etmektedir. İhracat ve İthalatımı­zın % 50Tik kısmı AT ile gerçekleşmekte. Yaklaşık 5 milyon nüfus Avrupa'nın değişik noktalarında işçiliği terkedip üre­ten ve istihdamı sağlayan sanayici ve işverene dönüşmüştür. 

Şimdi kavşak noktasında bir Türkiye var. 

Bu Türkiye tüm dengeleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilecek tarihi misyon ve geleneğe sahiptir. Bir yandan ulusüstü devlet olmayı deneyen Avrupa, merkezindeki etnik soykırım karşısında aciz iken, ABD Kuveyt'teki petrol çıkar­ları için Irak'ı bombalarken, Yeni Dünya Düzeni'nin "insan hakları" ve "demokrasi" ilkelerini hiç akıllarına getirmiyor-lardı. Biz yirmi milyon kilometre karelik bir alanda enfor­masyon ve iletişim imkanları olmadığı halde farklı dil, renk ve dindeki insanları "Osmanlı Kimliği" altında buluşturmuş bir geçmişe sahibiz. İşte bu misyondur bizi geleceğe taşıya­cak olan. Kavşak noktasındaki Türkiye, Avrupa'nın içinde yok olmayacak kadar büyük, kültürel yapı olarak erimeye­cek ve eritebilecek kadar zengin bir geleneğe sahiptir. 

Önce evimizi 21. yüzyıla hazır hale getirmeliyiz. Adriya­tik'ten Çin Şeddi'ne doğal hinterlandımızı duygusal olarak hissedip, telaffuz etmek kadar, Bilgi Çağıran gereklerini yeri­ne getirecek Sanayi, teknoloji ve Eğitim donanımına sahip ol­mak durumundayız. 

Tek boyutlu denge politikaları yerine çok boyutlu dış po­litika kuralı daha yoğun bir şekilde hayata geçirilmek zorun­dadır. Dolayısıyla; yalnızca Avrupa'ya endekslenmiş bir poli­tika yerine ABD, Rusya ve Uzakdoğu realitelerini de kuşatan, geleceğini köklerinde arayan TÜRKİYE geçmişte olduğu gibi gelecekte de "insan haklarının", "özgürlüğün" ve "adaletin" teminatı olacaktır. 

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005