Küreselleşme ve Toplumun İnşasında Bilginin
Artan Önemi
Doç. Dr. Davut Dursun
Küreselleşme ve Bilgi Toplumu Türkiye
Toplumsal ilişkileri yeniden örgütleyerek kalıcı
etkiler meydana getirme ve kökten dönüştürücü
işlevler görme bakımından insanlık tarihine
bakıldığında üç temel devrimden söz edilebilir.
Bunlardan ilki M.Ö. 5000'lerde gerçekleşen "tarım
devrimi"dir. insanların toprağı ekip biçmeye,
hayvanları ve bitkileri kontrol altına almaya,
topraktan daha fazla verim almak için çeşitli
yollarla onu geliştirmeye ve tarımsal faaliyetler
çerçevesinde oluşan kentler, devletler ve
uygarlıklar kurmaya yönelmeleri en azından iki bin
yıl devam edecek üretim ilişkileri sisteminin temel
dinamik unsuru olmuştur. Tarıma dayalı ilk
uygarlıkların Mezopotamya ve Nil vadisinde doğmuş
olması ve burada gerçekleştirilmiş olan
örgütlenmelerin ve ortaya konulan eserlerin insanlık
tarihinin ilk önemli uygarlık örnekleri olması bir
tesadüf değildir. Göçebe toplulukların yerleşik
hayata geçmeleri, şehiri devletlerinin teşekkülü,
ilk sosyal ve siyasal örgütlenme örneklerinin
ortaya çıkması, yazının, hukukun,-"kamusal
faaliyetlerin, bilimsel düşüncenin ilk örneklerinin
yine bu bölgede gözükmesi tarım devriminin ilk
kazanımları olarak değerlendirilebilir.
İnsanlığın ikinci dönemini "sanayi devrimi"nin
oluşturduğu söylenebilir. Buhar gücünün üretimde
kullanılmaya başlanmasıyla tabiattaki ham
maddelerin belli süreçlerden geçirilerek mamul
maddeye dönüştürülmesi ve hammaddeden oldukça
farklı yeni ürünlerin elde edilmesi, yeni
süreçlerin, ilişkilerin ve kurumların ortaya
çıkmasını sağlamış, bir bakıma zorunlu kılmıştır.
Tarım devrimi çağında insanın önünde verili bir
tabiat vardı ve insan bu tabiattan istifade ederek
hayatını sürdürüyordu. Verili tabiat üzerinde fazla
bir etkisi yoktu; toprağı işliyor, yöntemleri
iyileştiriyor ve verimi artırıyordu. Daha iyi
toprak, sulanabilir toprak, daha büyük ve geniş
toprak zenginlik ve güç gösterisi oluyordu. Sanayi
devrimi çağında ise önemli olan belli süreçlerle
yeni mamul maddelere dönüşebilecek hammadde
kaynaklarına sahip olmak idi. Mesela petrol
rezervine sahip olmak zenginlik ve güç kaynağı idi.
18. yüzyıl sonlarına doğru başlayan sanayi devrimi
çağı 20. yüzyılın sonlarına doğru kendini yeni bir
çağa bırakmak zorunda kaldı.
insanlığın üçüncü ve sonuncu dönemi, "bilgi devrimi"
veya "enformasyon çağı" kav-ramlaştırmasıyla ifade
edilmektedir, içinde yaşadığımız zaman dilimi bir
bakıma sanayi çağının bittiği ve bilgi çağının
başladığı bir döneme denk düşmektedir.
Her çağın diğerinden farklı üretim ilişkilerine,
teknolojiye, değerler dünyasına, kurumlara ve
örgütlenme düzeyine sahip olduğu gözlenmektedir.
Tarımın, sanayinin ve bilginin temel rol oynadıkları
ve buna göre çağların isimlendirildiği bu dönemlerde
farklı üretim ilişkileri, teknoloji ve örgütlenmeler
birbirinden farklı toplum ve iktidar
organizasyonlarıy-la bizi yüz yüze getirmektedir.
Bugün sanayileşme ile başlayan endüstri çağının
sona ermesine ve yerine bilgi ve enformasyona
dayalı küresel (global) bir çağın doğmasına tanıklık
etmekteyiz.
Sanayi devrimi ile kurumlaşan endüstri çağı kol
gücüne, mekanik teknolojiye, pozitivist/materyalist
felsefeye, ulus-devlet yapılarına ve ulusalcı
değerlere dayalı idi. Ekonomiler genelde ulusal
pazarlara yönelik olarak üretim yapıyor, toplumular
"ulus" temelinde inşa ediliyor ve bütünleşme,
mobilizasyon ve katılım "ulusal" düzeyde
gerçekleştiriliyordu. Bu çağın mekanik anlayışlarına
uygunu olarak kurucu öge "ulusu" olarak öne çıkmış,
uluslar arasındaki siyasal sınırlar sadece bir
ulusal devletin egemenliğinin bittiği ve diğerinin
egemenliğinin başladığı bir çizgi değil aynı
zamanda ulusa bağlı olarak vücut bulan değerlerin,
kültürün, sosyal anlayış ve davranış kalıplarının
siyasal ve diğer telakkilerin de son bulduğu
hatlar olarak beliriyordu. Bir ulustan diğerine
geçmek başka dünyalara geçmeyi ifade ediyordu.
Sanayi toplumlarının kurucu öğesini oluşturan
"ulus"un sosyolojik bir gerçeklik mi, yoksa hayali
bir cemaat mi olduğu tartışılabilen bir olgu idi. Bu
dönemde yetişmiş toplum bilimcilerin çoğu ulusu,
insanlık hayatının gelişiminin zorunlu bir aşaması
ve sosyolojik bir gerçeklik şeklinde sunsalar da bu
mütearifeye yönelik ciddi eleştirilerin ulusun zihni
bir inşa ve hayali bir cemaat olduğunu iddia etmesi
sanayi toplumunun temellerini sarsmıştır. Bu
dönemde siyasal irade yoluyla ulusların nasıl inşa
edildiği ve bu süreçte ulusçuluğun gördüğü kurucu
işlevi B. Anderson Türkçeye de çevrilen Hayali
Cemaatler adlı kitabında çarpıcı şekilde anlatmış
bulunmaktadır.
Bugün küreselleşme ile ilgili tartışmalar, yukarıda
kısaca özetlenen sanayi çağının toplumsal ilişkiler
ve örgütlenmelerin, ortaya çıkan yeni
teknolojilerin ve gelişmelerin etkisiyle köklü bir
biçimde değişime uğraması ve yerine yeni
teknolojilerin etkisi altında yeni ilişkilerin,
örgütlenmelerin, değerlerin, davranış kalıplarının
gündeme gelmesiyle yoğunluk kazanmıştır. Bu
bakımdan küreselleşme, sanayi devriminin ölümü veya
sonu olarak değerlen-dirilebilmektedir'
Esasında Sovyet Bloku'nun çökmesiyle birlikte tarihe
veda eden 20. yüzyıl sanayi çağının ve mekanik
teknolojinin zirveye tırmandığı bir dönem olmuştur.
1990'larda başlayan 21. yüzyıl bir yandan yeni bir
dönemin diğer yandan da yeni teknolojinin iyice
gündeme geldiği bir döneme işaret etmiştir. Bu yeni
dönem "küreselleşme" kavramıyla ifade edilirken bu
sürece uygun yapılanan toplumlar için de "bilgi
toplumu" kavramlaştırması tercih edilmektedir.
Üzerinde pek çok sözün söylenmekte olduğu
küreselleşmenin birbirinden farklı tanımları
yapılarak çeşitli analizler yürütülmüştür.
Literatüre bakıldığında küreselleşme ile ilgili
analizlerde, daha çok ekonomik faktörlerin öne
çıkarıldığı dikkat çekmekte ise de aslında
küreselleşmenin "maddi ve manevi değerlerin ve bu
değerler çerçevesinde oluşmuş birikimlerin ulusal
sınırları aşarak dünya çapında yayılması anlamına
geldiği söylenebilir. Bu tanımda asıl vurgunun
"ulusal sınırlar"a yapılmış olması önemlidir, zira
"dünyadaki ekonomilerin bütünleşmeleri veya tek
pazar oluşturmaları" şeklinde ortaya çıkan yeni
süreç küreselleşme olarak tanımlanmaktadır.
Ekonomik açıdan bakıldığında küreselleşme "ekonomik
faaliyetlerin dünya düzeyinde yeni bir
bütünleşmesi"ni ifade etmektedir. Yeni durumda
sanayi çağında sermaye ve malların serbest
hareketleri önüne konmuş olan her türlü sınır ve
engellerin kaldırılarak rahatlıkla başka pazarlara
girmelerine imkan doğmaktadır. Bu süreç giderek
dünyanın veya en azından belli bir bölgenin tek
pazara dönüşmesi doğrultusunda ilerlemektedir.
Mal ve sermaye hareketleri önüne konulmuş
engellerin kaldırılmasıyla ortaya çıkan dünya
ticaret hacmindeki artış, gelişen yeni teknolojiler
sayesinde sağlanan üretim artışı ve maliyetlerdeki
düşmeler, küreselleşmeyi hızlandıran temel unsur
olmuştur. Üretimin ulusal nitelikten
uluslararasılaşmasında çok uluslu şirketlerin
oynadıkları rolün önemine işaret etmek gerekir.
Uluslararası ticaretin ve mali piyasaların
serbestleşmesiyle hızlanan küreselleşmenin,
iletişim teknolojisindeki hızlı gelişmenin sonum ve
aynı zamanda öncüsü olduğu söylenendir.
Ulusal ekonomilerin bütünleşmesi ve yeniden
örgütlenmesi sürecinin ifadesi olan küreselleşmenin,
temelde kişi ve uluslardan bağımsız bir süreç olup
olmadığı tartışılabilir bir konudur. Eğer bağımsız
bir süreçse bunun muhatapları olan kişi ve ulusların
herhangi bir tercihleri söz konusu olamaz; ancak bu
kaçınılmaz sürece uygun tavır alma ve yapıları
restore etme mecburiyetleri olabilir. Buna karşılık
bu süreç, bağımlı değişken olarak
değerlendirilebilirse bu durumda kişi ve uluslar,
küreselleşme karşısında daha aktif bir konumda
bulunacaklardır. Bir bakıma, kişi ve ulusların bir
tercih imkanı söz konusu olabilecektir. Mesela, U.
Geray'ın "küreselleşme, (...) sosyalist sistemin
büyük ölçüde çökmesiyle birlikte uygulamaya sokulan
bir programdır" cümlesinde ortaya koyduğu yaklaşım,
konunun bir bağımlı değişken olarak ele alındığını
sergilemektedir.
Küreselleşmeyi hangi bağlamda ele alırsak alalım
onun bir süreç olma özelliğini ortadan kaldırmaz.
Kişi ve uluslar için önemli olan bu sürecin ortaya
çıkışı, işleyişi ve ortaya koyduğu sonuçlardır.
Daha doğrusu küreselleşme sürecinin anlaşılması ve
ortaya koyduğu yeni ilişkilerin kıymetlendirilmesi
gerekmektedir. (bilgi toplumu ve ekonomik gelişme)
Küreselleşme teriminin, medyatik şırınganın tipik
moda kavramlarından biri haline gelmesi yeni bir
durum olmakla beraber ekonomideki küreselleşmenin
en azından 18. yüz,-yılın sonlarından beri mevcut
olduğu söylenebilir. Bu bakımdan küreselleşme yeni
bir kav-ram değildir; ama "yeni teknolojiler,
küreselleşmiş bir ekonominin niteliğini
değiştirmiştir. "
"Ulusal ve uluslararası ilişkilerde köklü bir kopuşu
simgeleyen"(s) küreselleşmeyi hızlandıran
çeşitli faktörler üzerinde durulabilirse de temel
faktörün mikroelektronik ve dijital teknoloji olduğu
tartışmasız bir gerçektir. Bilgisayarların
kullanılmaya başlanmasıyla toplum hayatına giren
yeni teknoloji ile, mekanik anlayışlardan kozmik
evren sistemine ve insan beynini temel alan anlayışa
geçilmiştir. Bilgiyi ve insan beynini temel alan
yeni anlayış ve teknoloji ses ve görüntünün, aynı
anda başka ülkelere, toplumlara ve mekanlara
transferini mümkün kılması, iletişimde ve toplumsal
ilişkilerde köklü bir devrim meydana getirmiştir.
Kısaca enformasyon ve bilgi alanında gerçekleşen
yeni teknoloji devrimiyle birlikte başlayan çağ,
"bilgi çağı", "enformasyon çağı", "küreselleşme
çağı", "sanayi ötesi çağı" gibi farklı kavramlarla
anlatılmaktadır. Bunlardan birini tercih etme
hususunda elbette kişiler serbesttirler, ama
herhalde en kapsamlı ve popüler olanı "bilgi çağı"
kavramı olsa gerektir. Bu kav-ramlaştırmadan
hareketle, bilgi çağının gerekleri ve imkanlarına
göre örgütlenmiş, ilişkilerini yeni teknolojiye
göre restore etmiş toplumlar için de "bilgi
toplumu" kavramlaştırması, hem kulağa hem de
toplumsal realiteye uygun bir tercih olsa gerektir.
Her yeni teknolojinin öncekinden farklı bir toplumun
inşasına önemli katkılarda bulunduğu, mevcut
ilişkilerin ve yapıların örgütlenmelerini kökten
değişikliğe uğrattığı ve yeni bir toplumsal inşa
sürecini başlattığı söylenebilir. Mesela
sanayileşmenin temelini oluşturan mekanik
teknoloji, toprağa ve doğup büyüdükleri coğrafyaya
bağlı olan insanların yaşadıkları mekanlardan
koparak endüstri tesislerinin bulunduğu merkezlere
göçmelerine, burada öncekinden farklı bir toplum
yapısı örgütlemelerine, farklı ilişkiler
kumlalarına, yüzyıllardır egemen olan "cemaat"
ilişkilerinin yerine "cemiyet" ilişkilerinin öne
geçmesine, insanların geleneksel ve doğal
çevrelerinden kopmalarına, nüfusu milyonlara varan
kentlerde yapayalnız yaşamalarına ve bir çok
toplumsal sorunun gündeme gelmesine yol açmıştır.
Üretim ilişkileri değişmiş, tarım toplumlarındaki
köleci ve feodal ilişkilerini yerine sanayi
toplumlarında emeğe dayalı ücret ve mülkiyet
ilişkileri üzerinde oturan yeni bir yapılanma
gündeme gelmiştir. Kendi toprağında hür, veya
başkasının toprağında köle olarak hayatını sürdüren
insanlar başkasının mülkiyetindeki sanayi
tesislerinde ücretli olarak çalışmaya başlamış
emekten başka bir sermayesi olmayanların
oluşturdukları işçi sınıfı toplumun en dinamik
kesimi olmuştur. Yeni süreçle birlikte yeni
toplumsal sınıflar, kesimler, sorunlar ve ilişkiler
gündeme gelmiş geleneksel yapılar ve değerler tarihe
karışmıştır.
Dolayısıyla tarım devriminin şartlarına, değerlerine
ve yapılarına göre inşa olunan toplumlar sanayi
çağında farklı şekillerde örgütlenmek
mecburiyetinde kalmışlardır. Bu bakımdan her çağ ve
teknolojinin yeni bir toplumun inşasına öncülük
ettiği söylenebilir. Bugün yaşamakta olduğumuz
"bilgi çağı" da sanayi çağının egemen toplum
biçimini değiştirecek ve kendi gereklerine uygun
yeni bir toplumunu inşasını gerçekleştirecektir.
Sanayi çağının gereklerine göre örgütlenmiş olan
ulus-devletlerin, yeni teknoloji ile ortaya çıkan
yeni çağdaki en ciddi sorunları yeni şartlara ve
ilişkilere kendilerini uydurabilmeleri ve toplumun
yerel ve ulusal düzeyde yeniden inşasına uygun zemin
hazırlayabilme-leridir. Örnek olması bakımından bir
iki hususa dikkat çekmekte yarar vardır. Sanayi
çağının ekonomik modeli ulusal pazarlara yönelik
üretim yapan ulusal ekonomiler, siyasal modeli ise
ulusal sınırlarla çevrili ülke içinde ulusal
egemenliği mutlak olarak yücelten ve ona dayanan
ulus-devletler olmuşlardır. Ulus-devletin en önemli
iki aracından biri para üzerindeki tekeli, diğeri
de bilgi üzerindeki kontrolü idi. Parasal araçlar
üzerindeki tekeli ile ulus-devlet piyasayı
rahatlıkla kontrolü altında tutuyor ve ekonomiye
rahatlıkla müdahale edebiliyordu. Yine bilgi tekeli
ile de insanların kafalarına hükmediyordu. Yeni
teknoloji ulus-devletin bu iki argümanını nerede ise
elinden aldı ve piyasa ile bilgi üzerindeki
tekeline son verdi.
Küreselleşme, yukarıda da belirtildiği gibi
ulusal ekonomileri birbirinden ayıran ekonomik
sınırları ve her türlü kısıtlamaları giderek
ortadan kaldırmakta bölge ve dünya ölçeğinde
bütünleşmeye gidişi uyarmaktadır. Bu süreçte
ulus-devletlerin piyasa üzerindeki denetimleri
manyetik kartlar, kredi kartları, haberleşme
imkanları ve bilgisayar teknolojisiyle giderek
azalmaktadır. Diğer yandan yeni teknolojiler
devletlerin bilgi üzerindeki tekeline ve denetimine
de son vermişlerdir. Artık siyasal otoriteler
bilgiyi kontrolde eskisi kadar rahat değildirler;
bakanlar kumlunun yurtdışından gelecek yayınları
yasaklaması, bazı yayınlara toplatma kararı alması
anlamsız hale gelmektedir. Bilgisayar teknolojisi ve
internet dünyayı bütünleştirmiş, anında ses, görüntü
ve bilginin rahatlıkla bir yerden başka yere
nakline imkan vermiştir. Evimizdeki küçük bir uydu
anteniyle tüm dünya televizyonlarını izleme
imkanımızın olduğu bir çağda devletlerin radyo ve
televizyon yayıncılığında tekeli ellerinde
tutmalarının bir anlamı kalmamaktadır. Bilgisayar
imkanıyla tüm dünyadaki bilgilere ulaşmanın mümkün
olduğu bir çağda, siyasal otoritenin "yasak
yayınlar"la uğraşması anlamsız hale gelmektedir.
Küreselleşmenin temelde siyaset, kültür ve ekonomi
alanında etkisini gösterdiği gözlenmektedir.
Eskisinden farklı bir üretim tekniğinin gelişmesine
imkan veren küreselleşme süreciyle birlikte ekonomik
alanda maliyetler düştü, rekabet arttı, bilgilenme
imkanları arttı ve hepsinden önemlisi zihniyet
değişikliği meydana geldi. Sanayi çağının
teknolojisi ve ilişkileriyle üretim yapmak ye
ürünleri tüketicilere beğendirmek imkanı ortadan
kalkmış bulunmaktadır. Tüketicilerin kişisel
talepleri, zevkleri ve özel tercihleri önemsenir
hale gelmiştir. Yeni teknolojiler bireyin özel
tercihlerine uygun mal üretilmesini mümkün
kılmakta, standart ve kitlesel üretimden çok çeşitli
ürünlerin üretildiği sisteme geçilmektedir.
Standart üretimden kişilerin özel taleplerinin
dikkate alındığı esnek üretime geçilmesi küresel
ekonominin temel niteliklerinden biri olmuştur.
Sanayi teknolojisi bireyin parçalanmış taleplerini
karşılamada başarısız oluyordu ve bu nedenle
kitlesel/standart üretim yapıyordu. Oysaki yeni
teknolojilerle bireylerin parçalanmış taleplerine
cevap vermek, özel eğilimleri ve tercihleri dikkate
almak kolaylaşmış oldu. Bu nedenle de üretimde büyük
bir çeşitlenme ve bireylerin öze! tercih taleplerini
dikkate alma gündeme gelmiş oldu. (bilgi toplumu
stratejik eylem planı)
Küreselleşme ile birlikte ortaya çıkan yeni
zihniyetin başlıca özelliyi çevreye, insana,
ekonomiye ve siyasete karşı ortaya çıkan
duyarlılıkta kendini göstermiştir. Bilgi çağının
insanı hem doğal, hem de toplumsal çevreye karşı
son derece duyarlı hale gelmiş çevreyi tahrip eden,
sürdürülebilir kalkınmaya özen göstermeyen üretim
teknikleri ve sektörlere karşı ciddi tepki
göstermeye başlamıştır. Doğal dengeyi ve çevreyi
olumsuz etkileyen ağır ve kirletici sanayi
sektörlerine karşı ciddi toplumsal muhalefet
gelişmektedir. Çevreye duyarlı otomobiller, trenler
ve diğer motorlu araçlar üretilmekte, ozon
tabakasına zarar vermeyen kimyasal maddelerin
bulunmasına çaba gösterilmektedir.
İnsanların kendi kimliklerine ve toplumsal
çevrelerine karşı gösterdikleri duyarlılık bireyin
dil, din, etnik köken, cinsiyet gibi kimlik
özelliklerine ve farklılıklarına daha fazla özen
gösterilmesini, toplumun yeniden inşasında bunların
temel değerler olarak alınmalarını, her türlü
müdahaleden uzak tutulmasını gündeme getirmiştir.
Bireyini kendi kimliğini kendisinin tanımlamasına,
mevcut kimliğin olduğu gibi tanınmasına,
ulus-devletlerin tekleştirici politikaları gereği
olarak bireylere dayatılan kimliklerin
reddedilmesine, insanların kendi geleceklerini
kendilerinin belirlemelerine karşı özel bir
duyarlılık oluşmuş bulunmaktadır. Ulus-devletler
tek bir ulus, tek bir dil, tek bir din, tek bir
etnik grup oluşturmak amacıyla bireylerin kimliğini
tanımlıyor, onlara yapay bir kimlik dayatıyor,
mevcut kimlik' gerçekliklerin ifadesine engel
oluyorlardı. Bugün bu anlayış ve bunun üzerinde
oturduğu zihniyet giderek değer kaybetmekte ve yeni
küresel zihniyet, yaşanan toplumsal, bireysel ve
doğal
gerçekliği olduğu gibi kabul edilmesinin önünü
açmaktadır.
Küreselleşmenin en önemli etkisinin siyaset
alanında ortaya çıkmakta olduğu, bu alanda köklü
değişikliklere yol açacağı söylenebilir. Bu aşamada
devletle birey arasındaki ilişkiler sorgulanmakta,
vatandaşlık statüsü yeniden oluşturulmakta,
devletin küçültülmesi, yerel yönetimlerin
güçlendirilmesi, yerinden yönetim ilkesinin öne
geçirilmesi, devletin temel kamusal hizmetleri
yerine getirmekle sorumlu tutulması, insan
haklarının ve temel özgürlüklerin dikkate alınması,
bireylerin devletten özerk ve sivil alanlarının
mümkün olduğunca geniş tutulması gibi yeni değerler
ve yapılar tartışma gündemine gelmiştir. Sanayi
çağının önemli kurumu olan temsili demokrasi
sistemi artık yeterli sayılmamakta bireyin karar
alma mekanizmasına katılmasını, merkezde toplanmış
iktidarın yerel yönetim birimlerine dağıtılmasını,
sistemin şeffaflaşmasını, kamu yönetiminin topluma
hizmet aracı olduğunun öne çıkarılmasını tartışmaya
açmıştır.
Siyasal küreselleşmeyi, A.Hüseyin gibi "dünyanın
kontrolü"19' olarak değerlendirmek mümkün
ise de bu sürecin sadece bir yüzüne bakılması olur.
Sahip oldukları ekonomik, askeri ve teknolojik
imkanları ile dünyayı kontrolleri altında tutan
devletler, mevcut konumlarını güçlendirmek ve
hegemonik statülerini sürdürmek için küreselleşme
programı, dayattıkları ileri sürülebilir. Sonuçta
siyasal küreselleşmenin hegemonik güçlerin lehine
bazı oluşumlara imkan verdiği açıktır, fakat önemli
olan bu sürecin insanlara ve uluslara sağladığı yeni
açılımlar ve sunduğu imkanlar olmalıdır. Başkasına
sağladıklarından çok Batı dışındaki toplumlara ne
kazandırdıklarını ortaya konulması daha gerçekçi
olur. Sanayi çağının ilişkileri ve iktidar
örgütlenmelerinin devamında mı, değişip yeniden
örgütlenmesinde mi yarar vardır? sorusunu sormak
gerekmektedir.
Siyasal ilişkilerin örgütlenmesi ve kurumlaşmasında
yeni yönelişler ve eğilimlerin ortaya çıkmasıyla
birlikte politik toplumun sınırlandırılması ve
sivil toplumun güçlendirilmesi talepleri gündemi
ciddi şekilde işgal etmeye başlamıştır. Sanayi
devriminin ve teknolojisinin ortaya koyduğu siyasal
ve toplumsal örgütlenmede, bireyin cemaatinden azade
kılınarak öne geçirilmesi ve özgürleştirilmesi
önemli bir hedef olmuştu. Aydınlanma düşüncesi ve
ona dayalı gelişmeler bireyi her alanda
özgürleştirmeyi savunuyordu. Liberalizmin birey
üzerindeki aşırı hassasiyeti ve vurgusu tepkisel
olarak sosyalizmin topluma vurgu yapmasına yol
açmıştı. Cemaatinden ve geleneksel yapılardan
koparılan birey modern toplumlarda yapayalnız
kalmış piyasanın ve devletin hegemonyası karşısında
savunmasız duruma düşmüştür. Modernite olarak ifade
edilen bu durum karşısında gelişen "post-modern"
anlayış, küreselleşme ile birlikte bireyi yeniden
cemaatin koruyucu şemsiyesi altına vermiş ,
bireyin bir yere, topluluğa, aileye, cemaate
aidiyetine önem vermiştir. Böylece
küreselleşme ulus-devletlerin ötesinde bir küresel
bilinci ve hassasiyetin geliştirilmesine imkan
vermiş bireyi savunmasız konumundan cemaatin ve
sivil örgütlerin koruması altına vermiştir.
Yine bu çerçevede insan haklan, temel özgürlükler,
hukuk devleti, demokrasi gibi tüm toplumların
hassasiyet gösterdikleri konular ulusal egemenliğin
alanında çıkıp uluslararası örgütlenmelerin konusu
haline gelmiştir. En basitinden "egemenliğin" klasik
tanımı ve örgütlenmesi ciddi dönüşümler
geçirmektedir. Ulusal egemenlik. kavramı sınırsız
olmayıp dünyadaki yeni gelişmeler ve hassasiyetlerle
sınırlanmaktadır. Ekonomik alanda çok uluslu
şirketlerin önem kazanması gibi siyaset alanında da
uluslararası ve uluslarüstü örgütler ve
organizasyonlar giderek etkin hale gelmektedirler.
1991 yılında Paris'te imzalanan ve bir bakıma
1990'lar sonrasının Yeni Dünya Düzeni'nin temel
belgesi olarak kabul edilen Paris Şartı'nın ortaya
koyduğu dört temel nokta, küreselleşmenin
uluslararası boyutunu dile getirmektedir. Bu dört
nokta şunlardır:
* İnsan hak ve özgürlüklerine en yüksek seviyede
saygı.
* Serbest piyasa ekonomisinin yayınlaştırılması.
* Devletler arasındaki anlaşmazlıkların barışçı
yollarla çözümlenmesi.
* Statükoyu ihlal eden saldırgana karşı ortak tepki
gösterilmesi.
Uluslararası alanda bu hedeflere varılabilmesi için
yeni organizasyonlara ve oluşumlara ihtiyaç
duyulmuş ve bu çerçevede bir dizi yeni gelişmeler
ortaya çıkmıştır.
Toparlamak gerekirse insanlığın 20. yüzyılın
ikinci yarısında tanıştığı enformasyon ve
mikroelektronik teknolojilerin ortaya koyduğu
imkanlar, mevcut her düzeydeki ilişkilerin yeniden
örgütlenmesini zorunlu hale getirmiş büyük
dönüşümlere ve köklü değişikliklere yol açmıştır.
Son iki asırdır toplumların ekonomik, kültürel,
siyasal ve diğer alanlardaki yapı ve
örgütlenmelerini şekillendirmiş olan sanayi devrimi
ve mekanik teknoloji kozmik evrene ve insan beynine
dayalı yeni teknolojilerin gündeme gelmesiyle
sarsılmışlardır. Yeni teknolojilerin en önemli
etkisi, insanın kendi çevresine, doğal ortama,
ekonomiye ve siyasete karşı daha duyarlı olduğu
yeni bir zihniyetin gelişmesine imkan vermiş
olmasıdır. Diğer taraftan yeni teknolojilerin ses,
görüntü ve bilginin hiçbir sınırlandırmaya maruz
kalmadan rahatlıkla dünyanın bir yerinden başka bir
yere transferinin mümkün olması sadece ekonomilerde
deği! toplumsal ve siyasal yapı ve anlayışlarda da
büyük bir devrim yaratmıştır. Bu yeni süreçte insan
beyni, bilgisi ve düşüncesi daha değerli hale gelmiş
önemi daha öncesiyle kıyaslanamayacak kadar
artmıştır. Küçücük ofislerde sadece düşünce ve beyne
dayalı mesailerle dünyanın yönlendirilmesi mümkün
olmaktadır. Birkaç bilgisayar mühendisi tarafın dan
gerçekleştirilen bir program yazılımı, çok uluslu
şirketlerden daha büyük paralar kazandırmaktadır.
Bilgi yeniden güç ve kuvvet hali ne gelmektedir.
|