Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Küreselleşme Tehlikede mi? Küreselleşme Sürecinde Gelişmeler 

Küreselleşme İlişkisi ve Dünya

"Kırılgan zamanlarda liderlik", içinde bulunduğumuz hafta New York'ta baş­layan ve global ekonominin iyiliği ve mükemmelliği adına düzenlenen yıllık bir konferans olan Dünya Ekonomik Forumu'nun bu yılki konusu. Toplanan iş adam­ları ve politikacılar bu sefer resmî ajandaya pek dikkat etmedi. Onların gerçek amacı birbirini görmek ve birbirlerine görünmekti. Ama bir defalık da olsa konu, son derece yerinde,. Amerika terörizme karşı savaş ilan etti, Arjantin'in fınansal sistemi çöktü ve dünya ekonomisi büyük bir ivme kaybına uğradı. Bütün bunlar uluslar arası liberal düzene, yani küreselleşmeye bir tehdit teşkil eder mi? 

Global bütünleşmenin ilk dönemleri içerisinde dünyanın en büyük ekonomile­ri (ve bunlara ilâveten gelişmekte olan ekonomilerin bir çoğu) aynı anda gerile­meye başladı. Sonuç olarak, ekonomik bütünleşmenin başlıca ölçüleri olan, malların ve hizmetlerin sınırları aşan akışları, geçen sene hiçbir ilerleme kay­detmedi.

2000 yılında %12 ve 1990'larda ortalama %7 büyüdükten sonra küresel tica­retin hacmi 2001 yılında gerçekten neredeyse hiç değişmedi. Yabancı doğrudan yatırım akışı bir Birleşmiş Milletler kuruluşu olan UNCTAD'a göre 2000 yılında 1.3 trilyon doları aşmaktayken, 2001 yılında hemen hemen bunun yarısının altına dü§tü.

Eğer iş dalgalanmaları ticaret ve yatırım üzerinde büyük tesir meydana getir­diyse, 2001 yılının diğer şokları (11 Eylül ve Arjantin'in çöküşü) daha temel soru­ları ortaya çıkardı. WTO'daki korku küresel karşılıklı bağların karanlık yüzünü ortaya çıkarttı: Batının düşmanlarının ve sahip oldukları kaynakların dünyanın her tarafında serbestçe hareket edebilmesi. Arjantin'e gelince, global entegrasyo­nun bir örneği olan Arjantin, 1990'larda ticaret bariyerlerini kaldırdı, sermaye piyasasını uluslararası sermayeye açtı, bankalarından limanlarına kadar herşeyini yabancı yatırımcılara sattı. Ama Aralık 200 l'de 155 milyar dolarlık borçlarını ödeyemeyerek yüz kızartıcı ve rezilane bir şekilde politik ve ekonomik bir kaosun içine düştü.

Kötümserler küreselleşmenin bu şoklara rağmen ayakta kalamayacağını öne sürmekte aceleci davrandılar. WTO'ya saldırı yapıldığı günlerde, İngiliz siyaset bilimci ve tanınmış küreselleşme eleştiricisi John Gray şöyle yazdı: "Küreselleş­me devri bitmiştir. Piyasaların küreselleşmeye itimadını destekleyen dünya gö­rüşü yok oldu". Morgan Stanley'in baş ekonomisti Stephen Roach, saldırıların ve saldırıların ardından gelenlerin küreselleşmenin çöküşünü ortaya çıkarabileceğini ima etti. Harvard'ın ekonomistlerinden ve ünlü küreselleşme analistlerinden Rod-rik, "Arjantinin çöküşünün ekonomik küreselleşmenin limitleri üzerine tevazuya davet edici bir ders verdiğini" yazdı. Arjantin'in şimdiki başkanı ise eski sistemi "iflas etmiş" olarak nitelendirdi. 

Bu tip uyarılar göz ardı edilmemelidir. Ve 20. yüzyılın başlarında aldığımız 1990'ların sonlarındaki hızlı büyüme sürecinde çabukça unutulan ders küresel­leşmenin geriye çevrilebilir olduğuydu. Küreselleşme, 1914'teki Birinci Dünya Savaşı'mn etkisiyle ve 1930'ların başındaki ekonomik durgunluk dönemindeki ekonomik politikalarla yoldan çıktı (durdu). Bu sefer de, eğer yurtdışında iş yap­manın riski ve maliyeti (belki artan güvenlik endişelerinin bir sonucu olarak) ar­tarsa ya da devletler bir kere daha açık ticarete ve serbest sermaye akışına sırt çevirirse küresel entegrasyon durabilir. 

Göründüğünden Daha İyi 

Terörizmle savaş, anlaşılabileceği gibi, global ekonominin atar damarlarını daraltabilir. Daha yüksek sigorta ücretleri, sınırlarda daha uzun gecikmeler ve daha yüksek nakliye maliyetleri, global entegrasyonu daha pahalı hale getirecek bir güvenlik vergisinin muhtemel kaynaklarıdır. Mamafih, bugün itibariyle, böy­le olduğunu gösteren deliller pek azdır. Sigorta bedellerinin yükseldiği kesin. Gerçekten, Morgan Stanley analistlerinin tahminlerine göre Amerikan firmaları için ticarî sigorta bedelleri 2000'de 148 milyar dolarken, 2002'de 210 milyar ile 240 milyar dolar arasında bir yere yükselecektir. Hava yolculuğu tehirler arttığı ve kontroller sıklaştığı için daha bıktırıcı olmuştur. Hava nakliyesi daha pahalıdır. Dünya Bankası hava nakliyeciliğinin maliyetinin 11 Eylül'den sonra %15 yüksel­diğini tahmin etmektedir. Bu yükselişlerin çoğunun kalıcı olduğu anlaşılmaktadır.

Fakat uluslararası ticarete konu olan malların çoğu deniz yoluyla gönderil­mektedir ve deniz yolu 11 Eylül'den çok az etkilenmiştir. Güney Asya gibi hassas bölgelerde nakliye maliyetleri yükselmiştir, ancak büyük limanların ve ana gemi yollarının bundan etkilendiğine dair bir işaret yoktur. Terörist saldırıları kapsayan sigorta poliçelerinin fiyatı yükselmiştir ama hâlâ bu fiyat toplam gemi nakliyesi maliyetlerinin küçük bir parçasıdır. Washington'da yerleşik bir ticaret uzmanlığı şirketi olan Craig VanGrasstek son zamanlarda yaptığı bir çalışmada 11 Eylül'-den beri Amerikan ihraç mallarının gemiyle naklinin maliyetinde fark edilir bir artış bulamamıştır. Bu, özellikle, sıkılaştırılmış ülke güvenliğinin parçası olarak bütün konteynırlara elektronik mühürler uygulanması gibi yeni güvenlik prose­dürleri yürürlüğe konulursa, değişebilir. Buna rağmen terörizmle savaşın şimdiye kadar küçük bir etkisinin olduğu görülmektedir. 

Benzer şekilde, terörizm, büyük şirketlerin küresel yatırım planlarını iptal et­melerine sebep olmuş gözükmemektedir. Doğrudan yabancı yatırımda 2001'de ortaya çıkan çöküş kısmen zengin ülkelerdeki şirketlerin birleşmelerindeki ve birbirlerini satın almalarındaki bir duraksama yüzündendi. Hisse değerleri düştü­ğü için bu alışverişler daha az cazip hale geldi. Fakat gelişmekte olan ülkelere doğrudan yabancı sermaye akımı hayli istikrarlı kaldı: UNCTAD rakamlarına göre yalnızca 240 milyar dolardan 225 milyar dolara geriledi.

Bazı firmaların yabancı yatırımları azaltma yolunda ciddî kararlar aldıkları doğrudur. Merrill Lynch, Morgan Stanley ve Charles Schurab'm da aralarında bulunduğu birkaç fınans kurumu Japonya'daki faaliyetlerini azalttı. Gateway bil­gisayar şirketi İrlanda'dan ayrıldı ve global beklentilerini askıya aldı. ABD'deki bir perakendeci şirket olan Home Depot Arjantin ve Şili'deki faaliyetlerini durdu­rarak bu ülkeleri terk etti. Fakat daha fazla sayıda şirketin yatırım planlarını değiş­tirdiğine dair bir işaret yok. Birleşmiş Milletler'in yeni tamamladığı bir araştırma­ya göre, bu araştırmada görüşleri/fikirleri sorulanların %70'i gelecek üç yıl içinde şirketlerinin yabancı ülkelerdeki faaliyetlerinde yatırım ve istihdam artışı bekle­diğini belirtti. Bir denetim şirketi olan PricewaterhouseCoopers'ın Amerikan çok uluslu şirketlerinin idarecileri arasında yaptığı bir diğer çalışma, bu kimselerin %27'sinin gelecek yıl uluslararası faaliyetlerde artış planladığını gösterdi. Terör saldırılarından önce bu oran %17'ydi. 

İlk bakışta gelişmekte olan piyasalara fınansal akışların -banka borçları, tah­viller ve hisselerde sınır aşan yatırımlar- en kötü şekilde etkilenen şeyler olduğu anlaşılmaktadır. Finansal kurumları temsil eden bir grup olan Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) bu hafta yayınladığı son analizinde, geçen yıl, büyümekte olan en büyük 29 ekonominin, 30 milyar doların üstüne çıkan bir paranın dışarıya gittiği­ni gördüğünü hesaplamıştır. Bunun büyük bölümü Arjantin'den ve yine fınansal krizde olan Türkiye'den kaçan paraydı. Fakat bu olay daha geniş bir trendin par­çasıdır. Kümülatif olarak, geride kalan yaklaşık dört yılda, gelişmekte olan eko­nomiler, ilk önce 1997 Asya Krizi sonra 1998'de Rusya'nın çöküşünün peşinden yalnızca 19 milyar dolar bu türden fınansal akış almışlardır. Bu küçük rakamı, bankaların borç para vermek için çırpındığı ve yatırımcıların gelişen piyasaların tahvilleri için yarıştığı 1994-1997 arasında aynı piyasalara giren 655 milyar do­larla karşılaştığımızda, durum daha iyi anlaşılır.

Şimdilerde gelişmekte olan/yeni beliren piyasa(lar) köpüğü açıkça sönmüştür ve onunla birlikte gerçekten global sermaye piyasası hakkındaki heyecanlı/ateşli söylem de gitmiştir. IMF'nin baş ekonomisti Bili Cline, Arjantin'deki karma karı­şık borç yeniden yapılandırmasının gelişen piyasadaki bütün tahvil varlıklarını (aktifleri) tehlikeye düşüreceğini tahmin etmektedir. 

Bu aşın kötümserlik olabilir. Global marketler 2001 'de bir çok bakımdan hay­li çabuk toparlanma becerisine sahipti. 11 Eylül'den sonra fınansal marketler ça­bucak kendine geldi. Arjantin'in 155 milyar dolar borcunu ödemedeki başarısızlı­ğı (tarihteki en büyük örnek) herhangi bir daha geniş yansımaya neden olmadı. 

Geride kalan birkaç ay boyunca yükselmekte olan bir çok piyasalarda hisse fiyatları ve paralar (in değerleri) yükselmekteydi ve tahvil katlarındaki yayılma Birleşik Devletler'deki daha düşük kısa vadeli faizlerle desteklenerek düştü. Ame­rikan hazinesinin ve yükselen piyasaların tahvillerinin iradı 11 Eylül'den sonra yükselmesine rağmen, Ekim'in ortalarından beri düşmektedir. Arjantin'i hariç tu­tarsak, J. P. Morgan'ın yükselen piyasaların tahvilleriyle ilgili seviye endeksi ve Amerikan hazine senetleri arasındaki mesafe Eylül sonundan beri yüzde iki daral­mıştır ve 1998'in başından beridir en düşük seviyesindedir. Arjantin 2002 Aralığında borçlarını ödeyemez duruma düştüğünden, Brezilya ve Türkiye dahil, bir­kaç yükselen piyasa yeni tahviller çıkardı.

Kısaca, özellikle Rusya'nın 1998'de borçlarını ödeyemez duruma düşmesin­den sonra, önceki yükselen piyasalar krizlerini kötüleştiren sirayet edicilik bu se­fer ortaya çıkmamıştır. Bu (Rusya'dan farklı olarak) Arjantin'in bu duruma düşe­ceğinin beklenmemiş olması yüzündendir. "Yavaş yavaş" ortaya çıkan bir çöküş­te, yatırımcılar kötü gelişmeleri tahmin etmek ve onlardan kaçınmak için bol za­mana sahiptir. İlâveten, yükselen piyasa tahvilleri için pazar olgunlaşmamıştır. Bir dizi kriz tarafından çarpılmış olan yatırımcılar paralarını herhangi bir eski gelişmekte olan ekonomiye yağdırmakta isteksiz olmuşlardır ve iyi ve kötü risk­ler arasında ayırım yapmakta gitgide daha iyi hale gelmektedir. Sonuç, global olmaktan uzak, daha küçük bir piyasadır. Fakat aynı zamanda bu piyasa dah güvenli bir piyasadır. Meselâ, artık Brezilya ve Arjantin tahvilleri, sadece iki ül­kenin birbirine komşu olmasından ötürü ardarda koşmamaktadır. 

Bazıları İçin İyi Haberler 

Kısaca, globalleşmenin birçok vehçesi 2001'deki şoklara gayet iyi direnmiş­tir. Fakat bu şoklar / olaylar aynı zamanda uzun süredir varolan bir problemi kötü-leştirmiştir. Global bütünleşme süreci bir fenomendir. Birçok ülke globalleşme­den yararlanmakta, yine bir çok ülke globalleşmeden yararlanamamaktadır. 

Ticaret ve doğrudan yatırım anlamında global entegrasyon hayli düzgün iler­ledi. Birkaç gelişmekte olan ülke ticaretlerini önemli oranda artırmayı becerdi. Doğrudan yabancı yatırımdan aslan payını alanlar da aynı ülkelerdi. Bu ülkeler aynı zamanda açıklığın yararlarını da görmüşlerdir. Dünya Bankası'nın yakınlar­da yaptığı bir araştırmaya göre üç milyar insana vatan olan ve aralarında Çin, Arjantin, Brezilya ve Hindistan'ın da bulunduğu 24 ülke ticaretlerinin YIH'larına oranını ciddî biçimde yükseltmiştir. Bunlar düşük gelir "küreselleşmecileridir". Ortalama olarak, bu ülkelerin büyüme oranları da yukarıya tırmanmıştır. Bu ülke­lerde kişi başına YİH 1990'lar boyunca yılda ortalama %5 (zengin ülkelerde %2) büyümüştür ve yoksulluk dereceleri gerilemiştir. Ne var ki, 2 milyardan fazla in­san fazla globalleşmemiş ülkelerde yaşamaktadır. Pakistan ve Afrika'nın büyük bölümünü kapsayan bu bölgede millî gelire oranla ticaret azaldı ve ekonomik büyüme duraksadı, yoksulluk koyulaştı. Dünya Bankası'na göre kişi başına gelir bu globalleşmemiş ülkelerde 1990'lar boyunca ortalama %1 düştü. 

Kısaca, globalleşme global değildir ve hiçbir zaman öyle olmamıştır. Dünya nüfusunun üçte birine ev olan ve Afrika'nın büyük bölümlerini ve İslam ülkeleri­nin çoğunu kapsayan büyük bir coğrafya, globalleşme sürecine katılmayı başara­mamıştır. Şimdi 2001'in şokları bu uzun ömürlü marjinalleşmenin kötüleşmesi riskini yaratmaktadır. Global durgunluk petrolden kakaoya kadar bir çok malın fiyatlarını kötü etkilemiştir - ve bunlar hâlâ globalleşmemiş ülkelerin ihracatının ağırlıklı kısmını teşkil eden mallardır. Bu ülkelerin çoğu aynı zamanda -11 Ey­lül'den bu yana bilhassa kötü etkilenmiş olan - turizme aşırı şekilde bağımlıdır. Dahası, nakliye fiyatlarındaki herhangi bir yükselme bu ülkelere çok fazla zarar verebilir. 

11 Eylül aynı zamanda bazı ülkelerin globalleşmede çok geride kalmasının diğer ülkeler için yaratabileceği tehlikenin kuvvetli bir kanıtını sergilemiştir. Ba­şarısız devletler / ülkeler ve fakir ekonomiler teröristler için sığınak olabilir. New York ve Washington D.C'deki saldırılardan sonra hiçbir ülke - en azından ABD- dünyanın yarısında egemen yoksulluk ve siyasal başarısızlığın etkilerinden korunaklı olduğuna inanamaz. Bereket versin, hem fakir hem zengin ülkeler bun­dan gerekli dersi almış görünüyor. Hedef globalleşmenin yaralarını daha geniş şekilde yaymak olmalıdır. 

Bir Gümüş Astar? 

Zengin ülkeler için ticaret üzerinde daha çok ve yardım üzerinde daha az odak­lanmak anlamına gelir. Zengin ülkelerin liderleri 2001 Kasımında global ticaret görüşmelerinin yeni bir turunu başlatmaya kararlıydı. Ve görüşmeler özellikle fa­kir ülkelerin ihtiyaçları üzerinde odaklaştı. İngiltere'nin Maliye Bakanı Gordon Brown, zengin ülkeleri yardımlarını 50 milyar dolardan 100 milyara çıkararak ikiye katlamaya davet etti. Zengin ülkelerin hükümetlerinin çoğu Brown'u des­tekledi. ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell da daha fazla yardım fikrine destek verdi. 

Yoksul ülkeler ise sermaye piyasalarını açma konusunda (kendilerine daha önce tavsiye edilenden) daha fazla dikkat sarfederken, ticaret ve doğrudan yatı­rımları teşvik etmeyi sürdürüyorlar. Belki de sürpriz bir şekilde, Arjantin'li Mr. Duhalde'nin sözleri temsil edici değil. O ülkesinin sefaletim çökmüş bir uluslara­rası sistemin bir kanıtı olarak gördüğünü söylerken tek başına bir ses olarak kalı­yor. Hatta kendisi bile şikayetlerini son zamanlarda değiştirdi. 

Bir çok gelişmekte olan ülke hükümeti Arjantin'in çöküşünü ekonomik libera-lizasyonun bir sonucu olarak değil, belirli makro ekonomik başarısızlıkların (me­selâ, sabit döviz kuru sistemini çok uzun süre korumak ve aşırı hükümet harcama­larını finanse etmek için dış borçlara dayanmak) bir sonucu olarak görmektedir. Dalgalı döviz kuru yükselen ekonomilerde artık normdur. Dış borçlanma konu­sunda ise parola ihtiyattır. Hindistan ve Çin ticaretlerini genişletirken sermaye piyasalarını açma konusunda daha yavaş gitmişlerdir. Bu arada, fakir ülke hükü­metleri daha ileri ticaret liberalizasyonu konusunda çok isteklidirler, ki geçen yıl Doha'da yapılan global ticaret müzakerelerinin yeni turuna dahil olmak için baş­vurmalarının sebebi budur. 

Doha turu gelişmekte olan ülkelere belirli kazançlar sağlayacaktır. Tarımsal ticaretin liberalizasyonu gündemin ana maddeleri arasında. Hali hazırda geçerli kurallar özellikle en yoksul ülkeleri olumsuz etkiliyor. (Zengin ülkelerin çiftçilere verdikleri sübvansiyonların günlük tutarı 1 milyar dolar dolayındadır, ki bu zen­gin ülkelerin toplam dış yardım bütçesinin altı katından fazladır.) Söz konusu tur aynı zamanda tekstil ve diğer emek-yoğun imalat ürünlerinde zengin ülke pazar­larına daha fazla giriş imkânı vaat etmektedir. En yoksul ülkelerin ihracatlarının %70' inden fazlası tarım ürünleri ve tekstil olduğundan potansiyel kazançlar bü­yüktür.

Dahası, küresel bir ticaret müzakeresi olarak bu Doha turu, yoksul ülkeleri birbirlerinin ürünlerine karşı olan ticaret engellerini azaltmaya teşvik edecektir. İmalat sanayii ürünleri için ortalama tarifeler yoksul ülkeler arasındaki ticarette, zengin ülkelere olan ihracatlarında uygulanan tarifelerden dört kat daha fazladır. Doha gündemi aynı zamanda yoksul ülkelere global ticaret sistemine entegre ol­manın mekaniğiyle ilgili özel teknik ve finansal yardım önermektedir. Genel ola­rak Dünya Bankası, daha serbest bir ticaret yönünde sağlanacak bir ilerlemenin (ki Doha turu bu konuda belirleyici olacaktır) 2015 yılı itibariyle yoksul ülkelerin GSMH'sını ekstra 1,5 trilyon dolar arttırıp 320 milyon insanı fakirlik sınırının üstüne çıkarabileceğini hesaplamaktadır. 

Ne yazık ki, Doha ticaret görüşmelerinin akıbetinden endişelenmek için çok sayıda sebep mevcuttur. Bazı yoksul ülkeler halihazırda tersine kürek çekiyor gö­rünmektedir. Cenevre'deki müzakerelerin başlangıcına, kimin başkanlık koltuğuna oturacağı ve görüşmelerin nasıl yapılandırılacağı konusundaki çekişmeler gölge düşürmüştür. Buna ek olarak ABD ve Avrupa Birliği arasındaki yakın işbirliği, özel­likle Amerika'nın çelik ithalatına tarife koyması ve Amerikan firmalarının yabancı şubeleriyle ilgili vergi uygulamaları konusundaki eli kulağında karan başta olmak üzere, bir çok iki taraflı sorunlar tarafından test edilmektedir. Avrupa bunların bir ihracat sübvansiyonu olduğunu iddia etmekte, Dünya Ticaret Örgütü de bunu tasdik etmektedir. Her ne kadar her iki taraf bu sorunları çözmek için yoğun gayret sarf etmekteyse de, taraflar, kuşkusuz, gündeme gölge düşünmüşlerdir. 

Daha kötüsü, ne Avrupa ne de Birleşik Devletler tekstilde ve tarımda ticaret sınırlamaları gerektiren yerleşik menfaatleri geriletmeye niyetli görünmektedir. Amerikan Kongresi çiftçilere sübvansiyonu arttıracak bir tarım yasasını çıkarmak üzeredir. Daha önce Kongre hükümetin ticaret müzakereleri yaparken ihtiyaç duy­duğu ticareti teşvik otoritesinin kurulmasını kabul etti. Amerikan Temsilciler Mec­lisi tekstil ve tarımda serbest ticareti güçleştirecek yan anlaşmalarda ısrar etti. Amerika'nın teröre karşı savaşında en önemli ve en hassas ortağı olan Pakistan bile ana ihraç alanı olan tekstilde ABD piyasalarına daha kolay / fazla ulaşma konusunda hiçbir ilerleme kaydedemedi. Amerika'nın bölgesel ticarî entegrasyon umutlan da söndü. Amerika kıtasında serbest ticaret bölgesi bir zamanlar George Bush'un ticaret (politikasının) öncelikleri arasındaydı. Arjantin'in çöküşü bu umut­lara zarar verdi. Bush geçenlerde Orta-Amerika ile bir serbest ticaret bölgesi ya­ratmak istediğini söyledi. Bu, 2005'te bütün kıtayı kapsayan bir serbest ticaret alanı yaratmaktan çok daha az heyecanlı bir hedeftir. 

Eğer ticaretin liberalizasyon manzarası karışıksa, daha cömert yardım ihtimâli çok daha azdır. Zengin ülkeler ihtiraslı gelişine hedefleri ilân etti: 2005 itibariyle fakirliği yarı yarıya azaltmak, bebek ölümünü üçte iki oranında geriletmek ve herkese genel eğitim sağlamak. Birleşmiş Milletler mart ayında Meksika'da dış yardım üzerine bir toplantı düzenliyor. Doha toplantısının üzerine bir hareketlilik yaratmayı umuyor.

Yardımlarda 50 milyar dolarlık bir artış çağrısına rağmen, bunun gerçekleş­mesi için pek az umut vardır. Bunun ana sebebi ABD'nin cimriliğidir. Bush yöne­timi Meksika konferansında yardım akışını ikiye katlamaya yönelik ifadeleri veto etti. Amerikan Maliye Bakanı Paul O'Neill "Yeni taahhütlere girmeden evvel ne­yin işe yaradığının işaretlerini görmek istediğini" söyledi. Amerika millî gelirinin yalnızca binde birini dış yardım olarak vermektedir ve bu bütün gelişmiş ülkeler arasındaki en düşük yüzdedir. Amerika öncülük etmezse, daha fazla yardım yapıl­ması ihtimâli çok küçüktür. 

Dünya fakirlerine yardımın üçüncü bir potansiyel kaynağı için de pek umut yoktur. Uluslararası göçmenlik fakir ülkelere yardımda ticaretin yapacağından daha fazlasını yapabilir. Harward'lı Mr. Rodrik'in tahminine göre, fakir ülkelerden zen­gin ülkelere zengin ülkelerin iş gücünün %3'ü oranında bir geçici göç artışı, geliş­mekte olan ülkelerin gelirini yılda 200 milyar dolar artıracaktır ve bu yeni bir ticaret turunun sağlayabileceği artıştan daha fazladır. Mamafih 11 Eylül, insanla­rın ülkeler arasında serbest hareketini daha güç hale getirmiştir. Amerika ve Mek­sika arasındaki göçmenlik reform görüşmelerinin ve illegal göçmenlerin affıyla ilgili müzakerelerin çıkmaza girmesine göz yumulmaktadır. 

Gelecek yirmi yılda gelişmekte olan ülkelerin çoğu, ekserisi halihazırda poli­tik ve ekonomik bakımdan başarısız olan ülkelerde olmak üzere 2 milyar ilave nüfusa kavuşurken, zengin dünyanın nüfusu hafifçe azalacaktır. Zengin ülkelerin yardımı ve birbirlerine yardımlaşma yoluyla uluslararası ekonomiye entegre ol­maksızın, bu azgelişmiş ülkelerin globalleşmeden elde ettikleri potansiyel kazanımların çoğu kaybolacaktır. Zengin ülkeler de bu başarısızlık için bir bedel öde­yecektir. 2001 in devam eder görünen şoklarına rağmen, içinde bulunduğumuz zamanlar kırılgan zamanlardır. 

Çeviren: Atilla YAYLA

Kaynak: The Economist

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005