Küreselleşme Tehlikede mi? Küreselleşme Sürecinde
Gelişmeler
Küreselleşme İlişkisi ve Dünya
"Kırılgan zamanlarda liderlik", içinde bulunduğumuz
hafta New York'ta başlayan ve global ekonominin
iyiliği ve mükemmelliği adına düzenlenen yıllık bir
konferans olan Dünya Ekonomik Forumu'nun bu yılki
konusu. Toplanan iş adamları ve politikacılar bu
sefer resmî ajandaya pek dikkat etmedi. Onların
gerçek amacı birbirini görmek ve birbirlerine
görünmekti. Ama bir defalık da olsa konu, son derece
yerinde,. Amerika terörizme karşı savaş ilan etti,
Arjantin'in fınansal sistemi çöktü ve dünya
ekonomisi büyük bir ivme kaybına uğradı. Bütün
bunlar uluslar arası liberal düzene, yani
küreselleşmeye bir tehdit teşkil eder mi?
Global bütünleşmenin ilk dönemleri içerisinde
dünyanın en büyük ekonomileri (ve bunlara ilâveten
gelişmekte olan ekonomilerin bir çoğu) aynı anda
gerilemeye başladı. Sonuç olarak, ekonomik
bütünleşmenin başlıca ölçüleri olan, malların ve
hizmetlerin sınırları aşan akışları, geçen sene
hiçbir ilerleme kaydetmedi.
2000 yılında %12 ve 1990'larda ortalama %7
büyüdükten sonra küresel ticaretin hacmi 2001
yılında gerçekten neredeyse hiç değişmedi. Yabancı
doğrudan yatırım akışı bir Birleşmiş Milletler
kuruluşu olan UNCTAD'a göre 2000 yılında 1.3 trilyon
doları aşmaktayken, 2001 yılında hemen hemen bunun
yarısının altına dü§tü.
Eğer iş dalgalanmaları ticaret ve yatırım üzerinde
büyük tesir meydana getirdiyse, 2001 yılının diğer
şokları (11 Eylül ve Arjantin'in çöküşü) daha temel
soruları ortaya çıkardı. WTO'daki korku küresel
karşılıklı bağların karanlık yüzünü ortaya çıkarttı:
Batının düşmanlarının ve sahip oldukları kaynakların
dünyanın her tarafında serbestçe hareket edebilmesi.
Arjantin'e gelince, global entegrasyonun bir örneği
olan Arjantin, 1990'larda ticaret bariyerlerini
kaldırdı, sermaye piyasasını uluslararası sermayeye
açtı, bankalarından limanlarına kadar herşeyini
yabancı yatırımcılara sattı. Ama Aralık 200 l'de 155
milyar dolarlık borçlarını ödeyemeyerek yüz
kızartıcı ve rezilane bir şekilde politik ve
ekonomik bir kaosun içine düştü.
Kötümserler küreselleşmenin bu şoklara rağmen ayakta
kalamayacağını öne sürmekte aceleci davrandılar.
WTO'ya saldırı yapıldığı günlerde, İngiliz siyaset
bilimci ve tanınmış küreselleşme eleştiricisi John
Gray şöyle yazdı: "Küreselleşme devri bitmiştir.
Piyasaların küreselleşmeye itimadını destekleyen
dünya görüşü yok oldu". Morgan Stanley'in baş
ekonomisti Stephen Roach, saldırıların ve
saldırıların ardından gelenlerin küreselleşmenin
çöküşünü ortaya çıkarabileceğini ima etti.
Harvard'ın ekonomistlerinden ve ünlü küreselleşme
analistlerinden Rod-rik, "Arjantinin çöküşünün
ekonomik küreselleşmenin limitleri üzerine tevazuya
davet edici bir ders verdiğini" yazdı. Arjantin'in
şimdiki başkanı ise eski sistemi "iflas etmiş"
olarak nitelendirdi.
Bu tip uyarılar göz ardı edilmemelidir. Ve 20.
yüzyılın başlarında aldığımız 1990'ların
sonlarındaki hızlı büyüme sürecinde çabukça unutulan
ders küreselleşmenin geriye çevrilebilir olduğuydu.
Küreselleşme, 1914'teki Birinci Dünya Savaşı'mn
etkisiyle ve 1930'ların başındaki ekonomik durgunluk
dönemindeki ekonomik politikalarla yoldan çıktı
(durdu). Bu sefer de, eğer yurtdışında iş yapmanın
riski ve maliyeti (belki artan güvenlik
endişelerinin bir sonucu olarak) artarsa ya da
devletler bir kere daha açık ticarete ve serbest
sermaye akışına sırt çevirirse küresel entegrasyon
durabilir.
Göründüğünden Daha İyi
Terörizmle savaş, anlaşılabileceği gibi, global
ekonominin atar damarlarını daraltabilir. Daha
yüksek sigorta ücretleri, sınırlarda daha uzun
gecikmeler ve daha yüksek nakliye maliyetleri,
global entegrasyonu daha pahalı hale getirecek bir
güvenlik vergisinin muhtemel kaynaklarıdır. Mamafih,
bugün itibariyle, böyle olduğunu gösteren deliller
pek azdır. Sigorta bedellerinin yükseldiği kesin.
Gerçekten, Morgan Stanley analistlerinin
tahminlerine göre Amerikan firmaları için ticarî
sigorta bedelleri 2000'de 148 milyar dolarken,
2002'de 210 milyar ile 240 milyar dolar arasında bir
yere yükselecektir. Hava yolculuğu tehirler arttığı
ve kontroller sıklaştığı için daha bıktırıcı
olmuştur. Hava nakliyesi daha pahalıdır. Dünya
Bankası hava nakliyeciliğinin maliyetinin 11
Eylül'den sonra %15 yükseldiğini tahmin etmektedir.
Bu yükselişlerin çoğunun kalıcı olduğu
anlaşılmaktadır.
Fakat uluslararası ticarete konu olan malların çoğu
deniz yoluyla gönderilmektedir ve deniz yolu 11
Eylül'den çok az etkilenmiştir. Güney Asya gibi
hassas bölgelerde nakliye maliyetleri yükselmiştir,
ancak büyük limanların ve ana gemi yollarının bundan
etkilendiğine dair bir işaret yoktur. Terörist
saldırıları kapsayan sigorta poliçelerinin fiyatı
yükselmiştir ama hâlâ bu fiyat toplam gemi nakliyesi
maliyetlerinin küçük bir parçasıdır. Washington'da
yerleşik bir ticaret uzmanlığı
şirketi olan Craig VanGrasstek son zamanlarda
yaptığı bir çalışmada 11 Eylül'-den beri Amerikan
ihraç mallarının gemiyle naklinin maliyetinde fark
edilir bir artış bulamamıştır. Bu, özellikle,
sıkılaştırılmış ülke güvenliğinin parçası olarak
bütün konteynırlara elektronik mühürler uygulanması
gibi yeni güvenlik prosedürleri yürürlüğe
konulursa, değişebilir. Buna rağmen terörizmle
savaşın şimdiye kadar küçük bir etkisinin olduğu
görülmektedir.
Benzer şekilde, terörizm, büyük şirketlerin küresel
yatırım planlarını iptal etmelerine sebep olmuş
gözükmemektedir. Doğrudan yabancı yatırımda 2001'de
ortaya çıkan çöküş kısmen zengin ülkelerdeki
şirketlerin birleşmelerindeki ve birbirlerini satın
almalarındaki bir duraksama yüzündendi. Hisse
değerleri düştüğü için bu alışverişler daha az
cazip hale geldi. Fakat gelişmekte olan ülkelere
doğrudan yabancı sermaye akımı hayli istikrarlı
kaldı: UNCTAD rakamlarına göre yalnızca 240 milyar
dolardan 225 milyar dolara geriledi.
Bazı firmaların yabancı yatırımları azaltma yolunda
ciddî kararlar aldıkları doğrudur. Merrill Lynch,
Morgan Stanley ve Charles Schurab'm da aralarında
bulunduğu birkaç fınans kurumu Japonya'daki
faaliyetlerini azalttı. Gateway bilgisayar şirketi
İrlanda'dan ayrıldı ve global beklentilerini askıya
aldı. ABD'deki bir perakendeci şirket olan Home
Depot Arjantin ve Şili'deki faaliyetlerini
durdurarak bu ülkeleri terk etti. Fakat daha fazla
sayıda şirketin yatırım planlarını değiştirdiğine
dair bir işaret yok. Birleşmiş Milletler'in yeni
tamamladığı bir araştırmaya göre, bu araştırmada
görüşleri/fikirleri sorulanların %70'i gelecek üç
yıl içinde şirketlerinin yabancı ülkelerdeki
faaliyetlerinde yatırım ve istihdam artışı
beklediğini belirtti. Bir denetim şirketi olan
PricewaterhouseCoopers'ın Amerikan çok uluslu
şirketlerinin idarecileri arasında yaptığı bir diğer
çalışma, bu kimselerin %27'sinin gelecek yıl
uluslararası faaliyetlerde artış planladığını
gösterdi. Terör saldırılarından önce bu oran
%17'ydi.
İlk bakışta gelişmekte olan piyasalara fınansal
akışların -banka borçları, tahviller ve hisselerde
sınır aşan yatırımlar- en kötü şekilde etkilenen
şeyler olduğu anlaşılmaktadır. Finansal kurumları
temsil eden bir grup olan Uluslararası Finans
Enstitüsü (IIF) bu hafta yayınladığı son analizinde,
geçen yıl, büyümekte olan en büyük 29 ekonominin, 30
milyar doların üstüne çıkan bir paranın dışarıya
gittiğini gördüğünü hesaplamıştır. Bunun büyük
bölümü Arjantin'den ve yine fınansal krizde olan
Türkiye'den kaçan paraydı. Fakat bu olay daha geniş
bir trendin parçasıdır. Kümülatif olarak, geride
kalan yaklaşık dört yılda, gelişmekte olan
ekonomiler, ilk önce 1997 Asya Krizi sonra 1998'de
Rusya'nın çöküşünün peşinden yalnızca 19 milyar
dolar bu türden fınansal akış almışlardır. Bu küçük
rakamı, bankaların borç para vermek için çırpındığı
ve yatırımcıların gelişen piyasaların tahvilleri
için yarıştığı 1994-1997 arasında aynı piyasalara
giren 655 milyar dolarla karşılaştığımızda, durum
daha iyi anlaşılır.
Şimdilerde gelişmekte olan/yeni beliren piyasa(lar)
köpüğü açıkça sönmüştür ve onunla birlikte gerçekten
global sermaye piyasası hakkındaki heyecanlı/ateşli
söylem de gitmiştir. IMF'nin baş ekonomisti Bili
Cline, Arjantin'deki karma karışık borç yeniden
yapılandırmasının gelişen piyasadaki bütün tahvil
varlıklarını (aktifleri) tehlikeye düşüreceğini
tahmin etmektedir.
Bu aşın kötümserlik olabilir. Global marketler 2001
'de bir çok bakımdan hayli çabuk toparlanma
becerisine sahipti. 11 Eylül'den sonra fınansal
marketler çabucak kendine geldi. Arjantin'in 155
milyar dolar borcunu ödemedeki başarısızlığı
(tarihteki en büyük örnek) herhangi bir daha geniş
yansımaya neden olmadı.
Geride kalan birkaç ay boyunca yükselmekte olan bir
çok piyasalarda hisse fiyatları ve paralar (in
değerleri) yükselmekteydi ve tahvil katlarındaki
yayılma Birleşik Devletler'deki daha düşük kısa
vadeli faizlerle desteklenerek düştü. Amerikan
hazinesinin ve yükselen piyasaların tahvillerinin
iradı 11 Eylül'den sonra yükselmesine rağmen,
Ekim'in ortalarından beri düşmektedir. Arjantin'i
hariç tutarsak, J. P. Morgan'ın yükselen
piyasaların tahvilleriyle ilgili seviye endeksi ve
Amerikan hazine senetleri arasındaki mesafe Eylül
sonundan beri yüzde iki daralmıştır ve 1998'in
başından beridir en düşük seviyesindedir. Arjantin
2002 Aralığında
borçlarını ödeyemez duruma düştüğünden, Brezilya ve
Türkiye dahil, birkaç yükselen piyasa yeni
tahviller çıkardı.
Kısaca, özellikle Rusya'nın 1998'de borçlarını
ödeyemez duruma düşmesinden sonra, önceki yükselen
piyasalar krizlerini kötüleştiren sirayet edicilik
bu sefer ortaya çıkmamıştır. Bu (Rusya'dan farklı
olarak) Arjantin'in bu duruma düşeceğinin
beklenmemiş olması yüzündendir. "Yavaş yavaş" ortaya
çıkan bir çöküşte, yatırımcılar kötü gelişmeleri
tahmin etmek ve onlardan kaçınmak için bol zamana
sahiptir. İlâveten, yükselen piyasa tahvilleri için
pazar olgunlaşmamıştır. Bir dizi kriz tarafından
çarpılmış olan yatırımcılar paralarını herhangi bir
eski gelişmekte olan ekonomiye yağdırmakta isteksiz
olmuşlardır ve iyi ve kötü riskler arasında ayırım
yapmakta gitgide daha iyi hale gelmektedir. Sonuç,
global olmaktan uzak, daha küçük bir piyasadır.
Fakat aynı zamanda bu piyasa dah güvenli bir
piyasadır. Meselâ, artık Brezilya ve Arjantin
tahvilleri, sadece iki ülkenin birbirine komşu
olmasından ötürü ardarda koşmamaktadır.
Bazıları İçin İyi Haberler
Kısaca, globalleşmenin birçok vehçesi 2001'deki
şoklara gayet iyi direnmiştir. Fakat bu şoklar /
olaylar aynı zamanda uzun süredir varolan bir
problemi kötü-leştirmiştir. Global bütünleşme süreci
bir fenomendir. Birçok ülke globalleşmeden
yararlanmakta, yine bir çok ülke globalleşmeden
yararlanamamaktadır.
Ticaret ve doğrudan yatırım anlamında global
entegrasyon hayli düzgün ilerledi. Birkaç
gelişmekte olan ülke ticaretlerini önemli oranda
artırmayı becerdi. Doğrudan yabancı yatırımdan aslan
payını alanlar da aynı ülkelerdi. Bu ülkeler aynı
zamanda açıklığın yararlarını da görmüşlerdir. Dünya
Bankası'nın yakınlarda yaptığı bir araştırmaya göre
üç milyar insana vatan olan ve aralarında Çin,
Arjantin, Brezilya ve Hindistan'ın da bulunduğu 24
ülke ticaretlerinin YIH'larına oranını ciddî biçimde
yükseltmiştir. Bunlar düşük gelir
"küreselleşmecileridir". Ortalama olarak, bu
ülkelerin büyüme oranları da yukarıya tırmanmıştır.
Bu ülkelerde kişi başına YİH 1990'lar boyunca yılda
ortalama %5 (zengin ülkelerde %2) büyümüştür ve
yoksulluk dereceleri gerilemiştir. Ne var ki, 2
milyardan fazla insan fazla globalleşmemiş
ülkelerde yaşamaktadır. Pakistan ve Afrika'nın büyük
bölümünü kapsayan bu bölgede millî gelire oranla
ticaret azaldı ve ekonomik büyüme duraksadı,
yoksulluk koyulaştı. Dünya Bankası'na göre kişi
başına gelir bu globalleşmemiş ülkelerde 1990'lar
boyunca ortalama %1 düştü.
Kısaca, globalleşme global değildir ve hiçbir zaman
öyle olmamıştır. Dünya nüfusunun üçte birine ev olan
ve Afrika'nın büyük bölümlerini ve İslam
ülkelerinin çoğunu kapsayan büyük bir coğrafya,
globalleşme sürecine katılmayı başaramamıştır.
Şimdi 2001'in şokları bu uzun ömürlü
marjinalleşmenin kötüleşmesi riskini yaratmaktadır.
Global durgunluk petrolden kakaoya kadar bir çok
malın
fiyatlarını kötü etkilemiştir - ve bunlar hâlâ
globalleşmemiş ülkelerin ihracatının ağırlıklı
kısmını teşkil eden mallardır. Bu ülkelerin çoğu
aynı zamanda -11 Eylül'den bu yana bilhassa kötü
etkilenmiş olan - turizme aşırı şekilde bağımlıdır.
Dahası, nakliye fiyatlarındaki herhangi bir yükselme
bu ülkelere çok fazla zarar verebilir.
11 Eylül aynı zamanda bazı ülkelerin globalleşmede
çok geride kalmasının diğer ülkeler için
yaratabileceği tehlikenin kuvvetli bir kanıtını
sergilemiştir. Başarısız devletler / ülkeler ve
fakir ekonomiler teröristler için sığınak olabilir.
New York ve Washington D.C'deki saldırılardan sonra
hiçbir ülke - en azından ABD- dünyanın yarısında
egemen yoksulluk ve siyasal başarısızlığın
etkilerinden korunaklı olduğuna inanamaz. Bereket
versin, hem fakir hem zengin ülkeler bundan gerekli
dersi almış görünüyor. Hedef globalleşmenin
yaralarını daha geniş şekilde yaymak olmalıdır.
Bir Gümüş Astar?
Zengin ülkeler için ticaret üzerinde daha çok ve
yardım üzerinde daha az odaklanmak anlamına gelir.
Zengin ülkelerin liderleri 2001 Kasımında global
ticaret görüşmelerinin yeni bir turunu başlatmaya
kararlıydı. Ve görüşmeler özellikle fakir ülkelerin
ihtiyaçları üzerinde odaklaştı. İngiltere'nin Maliye
Bakanı Gordon Brown, zengin ülkeleri yardımlarını 50
milyar dolardan 100 milyara çıkararak ikiye
katlamaya davet etti. Zengin ülkelerin
hükümetlerinin çoğu Brown'u destekledi. ABD
Dışişleri Bakanı Colin Powell da daha fazla yardım
fikrine destek verdi.
Yoksul ülkeler ise sermaye piyasalarını açma
konusunda (kendilerine daha önce tavsiye edilenden)
daha fazla dikkat sarfederken, ticaret ve doğrudan
yatırımları teşvik etmeyi sürdürüyorlar. Belki de
sürpriz bir şekilde, Arjantin'li Mr. Duhalde'nin
sözleri temsil edici değil. O ülkesinin sefaletim
çökmüş bir uluslararası sistemin bir kanıtı olarak
gördüğünü söylerken tek başına bir ses olarak
kalıyor. Hatta kendisi bile şikayetlerini son
zamanlarda değiştirdi.
Bir çok gelişmekte olan ülke hükümeti
Arjantin'in çöküşünü ekonomik libera-lizasyonun bir
sonucu olarak değil, belirli makro ekonomik
başarısızlıkların (meselâ, sabit döviz kuru
sistemini çok uzun süre korumak ve aşırı hükümet
harcamalarını finanse etmek için dış borçlara
dayanmak) bir sonucu olarak görmektedir. Dalgalı
döviz kuru yükselen ekonomilerde artık normdur. Dış
borçlanma konusunda ise parola ihtiyattır.
Hindistan ve Çin ticaretlerini genişletirken sermaye
piyasalarını açma konusunda daha yavaş gitmişlerdir.
Bu arada, fakir ülke hükümetleri daha ileri ticaret
liberalizasyonu konusunda çok isteklidirler, ki
geçen yıl Doha'da yapılan global ticaret
müzakerelerinin yeni turuna dahil olmak için
başvurmalarının sebebi budur.
Doha turu gelişmekte olan ülkelere belirli kazançlar
sağlayacaktır. Tarımsal ticaretin liberalizasyonu
gündemin ana maddeleri arasında. Hali hazırda
geçerli kurallar özellikle en yoksul ülkeleri
olumsuz etkiliyor. (Zengin ülkelerin çiftçilere
verdikleri sübvansiyonların günlük tutarı 1 milyar
dolar dolayındadır, ki bu zengin ülkelerin toplam
dış yardım bütçesinin altı katından fazladır.) Söz
konusu tur aynı zamanda tekstil ve diğer emek-yoğun
imalat ürünlerinde zengin ülke pazarlarına daha
fazla giriş imkânı vaat etmektedir. En yoksul
ülkelerin ihracatlarının %70' inden fazlası tarım
ürünleri ve tekstil olduğundan potansiyel kazançlar
büyüktür.
Dahası, küresel bir ticaret müzakeresi olarak bu
Doha turu, yoksul ülkeleri birbirlerinin ürünlerine
karşı olan ticaret engellerini azaltmaya teşvik
edecektir. İmalat sanayii ürünleri için ortalama
tarifeler yoksul ülkeler arasındaki ticarette,
zengin ülkelere olan ihracatlarında uygulanan
tarifelerden dört kat daha fazladır. Doha gündemi
aynı zamanda yoksul ülkelere global ticaret
sistemine entegre olmanın mekaniğiyle ilgili özel
teknik ve finansal yardım önermektedir. Genel
olarak Dünya Bankası, daha serbest bir ticaret
yönünde sağlanacak bir ilerlemenin (ki Doha turu bu
konuda belirleyici olacaktır) 2015 yılı itibariyle
yoksul ülkelerin GSMH'sını ekstra 1,5 trilyon dolar
arttırıp 320 milyon insanı fakirlik sınırının üstüne
çıkarabileceğini hesaplamaktadır.
Ne yazık ki, Doha ticaret görüşmelerinin akıbetinden
endişelenmek için çok sayıda sebep mevcuttur. Bazı
yoksul ülkeler halihazırda tersine kürek çekiyor
görünmektedir. Cenevre'deki müzakerelerin
başlangıcına, kimin başkanlık koltuğuna oturacağı ve
görüşmelerin nasıl yapılandırılacağı konusundaki
çekişmeler gölge düşürmüştür. Buna ek olarak ABD ve
Avrupa Birliği arasındaki yakın işbirliği,
özellikle Amerika'nın çelik ithalatına tarife
koyması ve Amerikan firmalarının yabancı şubeleriyle
ilgili vergi uygulamaları konusundaki eli kulağında
karan başta olmak üzere, bir çok iki taraflı
sorunlar tarafından test edilmektedir. Avrupa
bunların bir ihracat sübvansiyonu olduğunu iddia
etmekte, Dünya Ticaret Örgütü de bunu tasdik
etmektedir. Her ne kadar her iki taraf bu sorunları
çözmek için yoğun gayret sarf etmekteyse de,
taraflar, kuşkusuz, gündeme gölge düşünmüşlerdir.
Daha kötüsü, ne Avrupa ne de Birleşik Devletler
tekstilde ve tarımda ticaret sınırlamaları
gerektiren yerleşik menfaatleri geriletmeye niyetli
görünmektedir. Amerikan Kongresi çiftçilere
sübvansiyonu arttıracak bir tarım yasasını çıkarmak
üzeredir. Daha önce Kongre hükümetin ticaret
müzakereleri yaparken ihtiyaç duyduğu ticareti
teşvik otoritesinin kurulmasını kabul etti. Amerikan
Temsilciler Meclisi tekstil ve tarımda serbest
ticareti güçleştirecek yan anlaşmalarda ısrar etti.
Amerika'nın teröre karşı savaşında en önemli ve en
hassas ortağı olan Pakistan bile ana ihraç alanı
olan tekstilde ABD piyasalarına daha kolay / fazla
ulaşma konusunda hiçbir ilerleme kaydedemedi.
Amerika'nın bölgesel ticarî entegrasyon umutlan da
söndü. Amerika kıtasında serbest ticaret bölgesi bir
zamanlar George Bush'un ticaret (politikasının)
öncelikleri arasındaydı. Arjantin'in çöküşü bu
umutlara zarar verdi. Bush geçenlerde Orta-Amerika
ile bir serbest ticaret bölgesi yaratmak istediğini
söyledi. Bu, 2005'te bütün kıtayı kapsayan bir
serbest ticaret alanı yaratmaktan çok daha az
heyecanlı bir hedeftir.
Eğer ticaretin liberalizasyon manzarası karışıksa,
daha cömert yardım ihtimâli çok daha azdır. Zengin
ülkeler ihtiraslı gelişine hedefleri ilân etti: 2005
itibariyle fakirliği yarı yarıya azaltmak, bebek
ölümünü üçte iki oranında geriletmek ve herkese
genel eğitim sağlamak. Birleşmiş Milletler mart
ayında Meksika'da dış yardım üzerine bir toplantı
düzenliyor. Doha toplantısının üzerine bir
hareketlilik yaratmayı umuyor.
Yardımlarda 50 milyar dolarlık bir artış çağrısına
rağmen, bunun gerçekleşmesi için pek az umut
vardır. Bunun ana sebebi ABD'nin cimriliğidir. Bush
yönetimi Meksika konferansında yardım akışını ikiye
katlamaya yönelik ifadeleri veto etti. Amerikan
Maliye Bakanı Paul O'Neill "Yeni taahhütlere
girmeden evvel neyin işe yaradığının işaretlerini
görmek istediğini" söyledi. Amerika millî gelirinin
yalnızca binde birini dış yardım olarak vermektedir
ve bu bütün gelişmiş ülkeler arasındaki en düşük
yüzdedir. Amerika öncülük etmezse, daha fazla yardım
yapılması ihtimâli çok küçüktür.
Dünya fakirlerine yardımın üçüncü bir potansiyel
kaynağı için de pek umut yoktur. Uluslararası
göçmenlik fakir ülkelere yardımda ticaretin
yapacağından daha fazlasını yapabilir. Harward'lı Mr.
Rodrik'in tahminine göre, fakir ülkelerden zengin
ülkelere zengin ülkelerin iş gücünün %3'ü oranında
bir geçici göç artışı, gelişmekte olan ülkelerin
gelirini yılda 200 milyar dolar artıracaktır ve bu
yeni bir ticaret turunun sağlayabileceği artıştan
daha fazladır. Mamafih 11 Eylül, insanların ülkeler
arasında serbest hareketini daha güç hale
getirmiştir. Amerika ve Meksika arasındaki
göçmenlik reform görüşmelerinin ve illegal
göçmenlerin affıyla ilgili müzakerelerin çıkmaza
girmesine göz yumulmaktadır.
Gelecek yirmi yılda gelişmekte olan ülkelerin çoğu,
ekserisi halihazırda politik ve ekonomik bakımdan
başarısız olan ülkelerde olmak üzere 2 milyar ilave
nüfusa kavuşurken, zengin dünyanın nüfusu hafifçe
azalacaktır. Zengin ülkelerin yardımı ve
birbirlerine yardımlaşma yoluyla uluslararası
ekonomiye entegre olmaksızın, bu azgelişmiş
ülkelerin globalleşmeden elde ettikleri potansiyel
kazanımların çoğu kaybolacaktır. Zengin ülkeler de
bu başarısızlık için bir bedel ödeyecektir. 2001 in
devam eder görünen şoklarına rağmen, içinde
bulunduğumuz zamanlar kırılgan zamanlardır.
Çeviren:
Atilla YAYLA
Kaynak:
The Economist
|