Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Küreselleşme Karşısında Yerelcilik, Bölgeselcilik ve Milliyetçilik 

Dünyanın gittikçe tek kutuplu ve tek biçimli bir sona doğru gitmekte olduğu düşüncesi bazı temel varsayımla­ra dayanır: Birincisi bunu destekleyen sosyal, kültürel ve ekonomik birtakım olaylar ve olguların varolduğudur. Sosyo-kültürel alandaki bu olayları bir açıdan baktığınız­da böyle yorumlayabilirsiniz. İkincisi egemen batı top­lumlarını dünyanın merkezine alan ve bütün insanlığı bundan ibaret olarak görmektir. Üçüncüsü tarihin doğru­sal bir ilerleme içinde insanlığı olumlu bir sona doğru gö­türdüğünü kabul etmektir. Bunun kesin determinist bir ilişki sisteminde olduğu düşüncesi bir nevi kadercilik an­layışına dayanır. Halbuki ne birtakım olgu ve olaylar sos­yal gerçekliğin kendisidir, ne bütün insanlık Batı toplum­larından ve kültüründen ibarettir, ne de toplumların ha­yatında düz çizgisel bir kaderlilik süreci vardır. Bu var­sayımlar tartışılan konunun sosyal ve tarihsel gerçekliğe ne kadar uygun olup olmadığını da gösterir. 

Gerçekten yirminci yüzyılın bittiği ve yeni bin yılın başladığı günümüzde yaşanmakta olan bazı gelişmeler yukarıdaki iddiaları doğrular mahiyettedir. Bilgi ve haber­leşme teknolojisindeki gelişmelerin hızla artması ve yaygınlaşması toplumlar arasında hem ekonomik, hem kültürel hem de siyasal anlamda yakınlaşmalara ve ben­zeşmelere yol açmaktadır. Bu aynı zamanda bütün top­lumlar için ihtiyaçtan doğan bir taleptir. İnsanlar mutlu ve müreffeh bir ortam oluşturabilmek için ihtiyaçları olan bütün gelişmelerden faydalanmak isterler. Fakat bunun sınırlandırılması olmazsa güçlü toplumların egemenliği altında adapte olmaya ve kimliklerini kaybederek asimile olmaya doğru giderler. İşte bu ince çizgide hem küresel­leşme vardır, hem de milliyetçilik vardır. Küreselleşme bu dönemin yegane ve karşı konulamaz gerçekliği değildir. Sadece yaşanmakta olan birtakım olaylar dünyada bir küreselleşme adı verilen sürecin varlığını desteklemekte­dir. Halbuki insanlığın ve toplumsal-kültürel hayatın en önemli gerçeklerinden birisi de toplumsal farklılıklara da­yanan milletler olgusu ve milliyetçiliktir. 

Küreselleşme etkisinde kalan toplumların kendi milli kültürel özellikleri terk etmek zorunda olduğundan söz ediyorsak, bu toplumlara mensup olan insanlar hakim kültürün temsilcisi toplumların kültürel özelliklerini aynı şekilde benimsemek durumundadır. Artık müzik zevkin­den, yemek alışkanlığına, giyim tarzından eğlence tarzı­na, dilinden sanatına, kültürel değerlerinden milli ülküle­rine ve tarihine kadar pek çok alanda kendi karakteristik­lerini terk etmek zorunda kalacaktır. Eğer küreselleşme zorunlu bir sosyal süreç ise ve bütün toplumlar bu süre­ci yaşamak zorunda olan bir kadere sahipse fazla söze ge­rek yoktur. Sosyal gerçekliğin evrensel yasalarından kaçış olmadığını kabul ederek buna boyun eğmek son çaremiz olacaktır. Halbuki sosyo-kültürel alanda böyle bir gerçek­lik gözlenmemektedir. Bu anlamdaki küresel hareketlerin karşısında milliyetçi hareketlerin ve yerelleşme eğilimle­rinin canlandığı da dikkate değer boyutta güçlendiği gö­rülmektedir. Bazılarının yaşadığımız sosyal ve tarihsel süreci küreselleşme olarak adlandırmasına rağmen, bu sürecin aynı zamanda kendi antitezini içinde barındırarak milliyetçiliği yükseltmesi söz konusudur. 

Küreselleşme Yerelleşme 

içinde bulunduğumuz dönemi ve şartları nasıl adlan-dırırsak adlandıralım, karşımızda küreselleşme olarak ka­bul edilen ve ifade edilen bir nitelendirme vardır. Bu nite­lendirmenin dayandığı toplumsal olaylar ve gelişmeler bir taraftan küreselleşmenin meydana geldiğini gösterir­ken, bir taraftan da buna zıt bazı gelişmeleri meydana geldiğini ve ortaya önemli bir problem çıkmaktadır. Top­lumsal olayların gittikçe daha fazla küreselleşmesinin toplumun ulus-devletle özdeşleştirilmesini daha da so­runlu bir hale sokarken, bizi küresel, ulusal ve yerel arasındaki bağıntıları şimdiye kadar olduğundan çok da­ha fazla ciddiye almaya zorlamasıdır. (Keyman 2000: 26) Küreselleştiği iddia edilen dünyamızda beklenen enteg­rasyon tam olarak gerçekleşememekte ve toplumlar arası her türlü akışkanlık eski statüleri ve kapalı kimlikleri et­kilemektedir. Bugün dünya nüfusunun önemli bir kısmı siyasal sürgün, mülteci, göçmen/kaçak işçi, turist olarak ya da mesleklerinin gereği ulusal sınırlar ötesinde hare­ket halindedir. Hareket halinde olan, sınır tanımayan bir başka şey, araç ya da bilgi olarak teknolojidir. Aynı şekil­de, para/sermaye ulusal sınırları çoktandır aşarak, küre­sel dolaşıma girmiştir. Medya mesajları, görüntüleri sürekli akış halindedir. Nihayet, bunlara bağlı olarak ide­olojiler, fikirler hiç bir sınır tanımayacak şekilde insanla­ra ulaşmaktadır. (Alankuş 2002: l) Dünyanın her tarafından bilgi, kültür, para, insan akışının hızlandığı bir dönemde insanların kendilerini tanımlama ve güven duygusu için­de sığınacakları kimlik mekanları problem teşkil etmek­tedir. 

Dünyadaki meydana gelen ve son yıllarda hızlanan her türlü akışkanlık, bir yanıyla insanları ait olduğu yerlerden koparan bir dinamik yaratmıştır. İnsanlar çeşitli sebepler­den dolayı doğup büyüdükleri köylerden, kentlerden, hat­ta ülkelerden koparak kendileri için bilinmedik yeni iliş­kiler, yalnızlıklar, dolayısıyla yeni dayanışma arayışları doğuran diyarlara doğru yola çıkmışlardır. Mensubiyet duydukları mekanlardan kopan veya koparılan insanlar kendilerine yeni dayanışma biçimleri, yeni mensubiyet bağlan oluşturmaya çalışmışlardır. Kendilerini içinde bu­lundukları yalnızlık ve ezilmişlikten kurtaracak bağlar aramaya yönelecekler, eğer bağlantı kurabilecekleri güçlü milli ve kültürel dayanakları varsa, "yüce bir ulusun üye­si olmak" bilincini yükseltmeye yönelmişlerdir. Diğer yandan gündelik yaşam pratikleri içerisinde yeni kar­şıtlıklar ya da etkileşimler içerisine girmişlerdir. Bu kar­şıtlıklar ve etkileşimler kimilerinin sınıfsal örgütlenme, feminist ya da çevreci örgütlenmede olduğu gibi yeni da­yanışma biçimlerinin sağladığı yeni aidiyetler oluşturma­larına yol açarken; kimilerinin ise, yetirdikleri din kardeş­liği, hemşehrilik duygularını veya etnik kimliklerini yeni­leyerek içine yerleşmelerine yol açmıştır. Bir taraftan küreselleşmenin getirdiği tehditler ve yeni imkanlar, bir taraftan da kendilerini tanımlayabilecekleri ve güvenebi­lecekleri kimlik mekanları olarak milliyetçilik hareketleri güçlenmeye başlamıştır. Dünya pazarında ulus-ötesi şir­ketlerin küresel egemenlikleri ve yayılmacılıkları, yer yer kendilerini farklı hisseden kesimlerce yerelcilik, bölgeci­lik ve milliyetçilik olarak tepki gösterilmesine yol açmak­tadırlar, globalleşme sürecinin iki yüzü vardır: bir yüzü evrenselleşme, diğer yüzü yerelleşmedir. Küresel akış­kanlığın yarattığı karşılaşmaların şiddeti karşısında, glo­bal olan karşıtını/yereli yaratır, sonra onu içine alma­ya/yutmaya çalışırken kendisi de yerelleşir. globalleşme süreci evrenselleşme (benzeşme) ve yerelleşme (farklılaş­ma) yönünde iki dinamiği bir arada barındıran, ikisini et­kileşime geçiren, sonuçta ikisini de dönüştüren bir süreç­tir. Kimi yazarlar bu dönüşümü melezleşme olarak ad­landırmaktadır. Artık global olanın da yerel olanın da bütün görüntüleri melez görüntülerdir. (Alankuş 2002: 2) (Küreselleşme Bölgeselleşme) 

Küreselleşmenin mevcut kültürel ve siyasal yapıları evrensel kalıplar içinde eritme eğilimi, farklı karakteristik yapıları tehdit etmektedir. Bazı yazarlar son zamanlarda en genel anlamda günümüz küreselleşmesinin temel ni­teliğinin evrenselcilik ve yerellik arasındaki gerilim"oldu­ğunu ileri sürmektedirler. Fukuyama'nın liberal piyasa ideolojisinin evrenselleştirilmesi olarak "tarihin sonu te­zi" çok uluslu kapitalizmin küreselleşmesiyle birlikte farklılıkların aynılık içerisinde çözülmesine, yani kültürel homojenleşmenin ortaya çıkışına dikkat çekti.  

(Keyman 2000: 226) Appadurai'ya göre "bugünkü küresel etkileşim­lerin temel sorunu kültürel homojenleşme ve kültürel he­terojenleşme arasındaki gerilimdir. Bugünün küresel kültürünün temel özelliği aynılık ve farklılığın kendileri­ni güçlendirmek için karşılıklı olarak birbirlerinin unsur­larını yok etme siyaseti ve böylece Aydınlanmanın ikiz fi­kirleri olan muzaffer evrensel ve esnek yereli başarılı bir şekilde kendilerinin taşıdığını ilan etmeleridir. (Appadurai 1990: 17; Keyman 2000: 227) Uluslar arası ilişkiler kuramına hakim olan ve görünürde rakip olan bu iki konum, yere­lin evrensele asimile edilmesi vasıtasıyla evrensel ve yerel arasındaki paradoksal ilişkinin çözülme şeklini de belirle­mektedir. 

Küreselleşmenin aşırı genelleştirici yanı yerel, bölge­sel ya'da milli ölçekteki farklılıkları örtmektedir. Bu farklı kültür birimlerini örtme süreci olarak karşımıza çıkan küreselleşme', aynı zamanda yeniden yerelleşme ve yeni­den millileşmeye yol açacak gibi görünmektedir. Stuart Hall'a göre bugünkü küreselleşme sürecinde evvelki dö­nemlerden kalma ulus devlet ve milli kimlik farklılıkları erozyona uğramaya başlamıştır. Ulus devletin, milli eko­nomilerin, milli kültürel kimliklerin erozyonu çok kar­maşık ve tehlikeli bir andır. Birdenbire ulus devletlerin tarih sahnesinden silineceğini zannetmek büyük bir ya­nılgı olur. Hall'a göre "küreselleşmeyle birlikte ulus devletler çağı geriledikçe, ulusal kimliğin saldırgan ırkçılık tarafından yönlendirilen çok savunmacı ve çok tehlikeli bir biçimine dönülmektedir." Yine O'na göre "küreselleş­menin ulus-devletlerin, ulusal ekonomilerin, ulusal kültürel kimliklerin egemenliğinde olduğu bir dönemden yeni bir döneme geçişin iki yüzü vardır: Küresel ve yerel. (Hail 1998: 47) 

Bugün küreselleşmenin en önemli savunucuları ara­sındaki liberal düşünürler, yerelleşmeyi küreselleşmenin bir parçası  olarak yorumlamaktadırlar.  Örnek  olarak Kazım Berzeg küreselleşme ve yerelliğin liberalizmin iki determinist tezahürü olduğunu belirtir. Yerel ve küresel arasındaki ilişkiyi orta çağ bağlamında açıklamaya çalışır. Küreselleşmenin yeni bir süreç olmadığına dair iddialara önceki bölümlerimizde yer vermiştik. Aynı şekilde günü­müzde dile getirilen küreselleşme ve yerelleşme tartışma­ları da tarihi süreçten bağımsız değildir. Buna göre Orta Çağ Avrupa'sında ekonomik ve sosyal gelişme, karşımıza yerellik ve küresellik süreçlerini çıkartmaktadır.  Orta Çağ, Berzeg'e göre kuşkusuz bir yerelleşme çağıdır ve bu durum zorunlu olarak aynı zamanda ilk küreselleşme eği­limlerinin doğmasına sebep olmuştur. Orta Çağdan son­ra dikkatle tahlil edildiğinde,  1776 ile 1875 arasında smırlandırabileceğimiz "liberal anayasacılık çağı" dünya­da tekrar "yerellikle küreselliğin" birlikte geliştiği dönem olmuştur. Federe devletlere yasama yetkisini de veren, bütün kamu görev ve hizmetlerini, halk oyuyla seçilen ve merkezi otoriteye karşı bağımsız görevlilere tevdi eden, valisini, hakimini, emniyet müdürünü, savcısını mahal­linde halka seçtiren, yalnızca seçmenlerine karşı sorumlu kılan Amerikan siyasi sistemi, hâlâ "yerelci ve federatif karakterini korumaktadır. (Berzeg 2002:10) 

Dünyadaki değişim trendini yorumlayan gözlemciler, globalleşme (globalization) olarak nitelenebilecek olgu­sal gelişmelerle birlikte dikkati çeken bir diğer olgunun Yerelleşme (Localization) olduğunu kabul etmektedirler. 

İngilizce Globalleşme ve Yerelleşme kelimelerinin birleş­tirilmesiyle oluşturulmuş "Glokalleşme" (Glöcalizâtion) kavramı son zamanlarda sosyal bilim literatüründe yaygın olarak benimsenen ve kullanılan kavramlardan bi­risi haline gelmiştir. Glokalleşme, kısaca "uluslararası iliş­kilerde global gerçeklerden hareket ederek global dü­şünmeyi, otarşizm yerine dışa açılmayı, dünya ekonomisi ile bütünleşmeyi; ülke içinde ise merkezi yönetim ka­nalıyla ekonomiyi ve siyaseti yönlendirme yerine yerel yönetimleri daha fazla güçlendirmeyi" ifade ediyor. (Aktan 2002:2) Yerelleşmenin küresel boyutta ve küreselleşmenin bir gereği olarak ele alınması belli bir zaruretten kaynak­lanıyor. Küreselleşmenin bütünleştirici ve homojenleştirici boyutunun yol açtığı kimliklerin ve farklılıkların silin­mesi süreci bu yaklaşımın çabuk güçlenmesine sebep olu­yor. Bu durumu iyi gözlemleyen ve değerlendirmek iste­yen küreselleşmeci güçler kendi egemenliklerini daha ra­hat sürdürebilmek için yerelleşmeyi merkezi güçlere karşı teşvik ediyor. Yerelleşmenin siyasal gücün tek elde toplanmasını önleyeceği ve böylece yerel demokrasilerin güçleneceği iddia ediliyor. 

Küreselleşmenin bütün farklılıkları yok edici ve bütün dünyayı birbirine benzer hale getirici yaklaşımı Hail ta­rafından rahatsız edici bulunuyor. Bunun için içinde ya­şadığımız sürece yerel bakımından bakmak gerektiğini belirtiyor. Küreselleşmenin milli ve yerel kültürleri kendi potasında eriterek yok etme tehdidi kendiliğinden bir milliyetçi ve yerelci tepki doğuruyor. (Hail 1998: 55) Batının modernleşmeci ve kolonileştirmeci yaklaşımları uygula­ma alanı bulduğu ortamlarda genellikle mesafe alma­larına rağmen ciddi tepkilerle karşılaşmışladır. Önceleri kenara çekilip pasif bir bekleme sürecine giren çevreler, zaman içinde uygun ortamlarda kendi farklılıklarının tanınması  için  girişimde  bulunmuşlardır.   Genellikle güçlü kökleri olan milli kültürel kimlikler dışarıdan gelen kimliklerini yok edici etkilere derinden bir direnç göster­mektedirler. Bu direnç müzikte, resimde, edebiyatta, mo­dern sanatlarda, futbolda, siyasette ve genel olarak top­lumsal yaşantının her alanında gözlenmektedir. 

Küreselleşmeciliğin dünyayı bütünlüğü içinde ele al­maya çalışması karşısında ortaya çıkan problemlerle ilgi­li olarak bölgesel yaklaşımlar ilgi görmeye başlamıştır. Falk'a (2001: 83-85) göre bölgeselcilik, küresel dünya düze­ninde çıkacak problemlere çözüm yolu olarak görünüyor. Ona göre bölgeselcilik Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan eğilim ve yapıları doğru olarak tespit ettiği ve kendine özgü bir dizi reçete ve stratejileri geliştirme noktasında ikna edici gelmektedir. Bölgeselcilik, barış, sosyal adalet, insan haklan ve demokrasi gibi dünya düzeni hedeflerine ulaşmaya yönelik fiili ve potansiyel katkılara sahiptir. Bölgesel aktörlerin önemli rolleri arasında, olumsuz (ne­gatif) küreselleşmeyi kontrol altına almak; hastalıklı anarşizmi zayıflatmak; olumlu (pozitif) küreselleşmeyi teşvik etmek; ve olumlu bölgeselciliği teşvik etmek gö­revleri sayılabilir. Faik küreselleşmenin olumsuzlukları karşısında bölgeselciliğin pozitif bir takım katkıları ola­cağını düşünmektedir. (Küreselleşme Makaleleri) 

Dünyada bir taraftan globalleşme yönünde gelişmeler olurken, öte yandan ilk bakışta globalleşme ile tezat oluş­turan Bölgeselleşme akımı yaygınlık kazanıyor. Dünyada çeşitli ülkeler başta iktisadi alanda olmak üzere çeşitli alanlarda birbirleriyle ittifak yapma eğilimleri içerisine gi­riyorlar. Daha önce ideolojik ittifaklar yerini iktisadi işbir­liği ve ittifaklara bırakmaktadır. Sosyalizmin çöküşü ile birlikte askeri alanda ittifak konusu daha farklı bir boyut kazanmış durumda. Ekonomik alanda ise ülkeler arasın­da bölgesel entegrasyon hareketleri her geçen gün daha önem kazanıyor. Bugün üç ayrı kıtada bölgesel ticaret blokları oluşmaktadır. Avrupa Kıtasında, Avrupa Birliği; Amerika Kıtasında Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaş­ması (NAFTA), Asya Kıtasında ise Asya-Pasifik Ekono­mik işbirliği (APEC) bölgesel ekonomik entegrasyon­larına örnek oluşturmaktadırlar. Bir taraftan dünyada glo­balleşme ile ticari sınırlar kalkarken diğer taraftan bölge­selleşme ile dünya coğrafyasında farklı bir "kutuplaşma" (polarization) oluşmaktadır. (Aktan 2002: 2) Bu durum küreselleşmenin merkezinde olan ülkelerde bile tek eğili­min hakim olmadığını, sürekli alternatifler geliştirildiğini göstermektedir. Yirmi birinci yüzyılın tek alternatifinin küreselleşme olmadığı ve dünyadaki farklı ve önemli güç merkezlerinin Hesaba katıldığı bir düzen oluştuğu gözlen­mektedir. Bu yüzden bölgeselleşmenin küreselleşmenin yanında bir sosyal gerçeklik olarak dikkate alınması ge­rekmektedir. (Çeçen 2002: 4) 

Bazı yazarlara göre küreselleşme sürecinin karşısında gelişen bölgeselleşme, küreselleşmenin bir ara istasyonu değil, tam aksine alternatifidir. Dünya küresel bir uygar­lık yerine, yeni anlayışlar çerçevesinde bölünmeye doğru gitmektedir. Küreselleşme, bir bütünleşmeyi değil, farklı kültürler, farklı uygarlıklar ya da bölgeler arasında yeni çatışmaları beraberinde getirecektir. Yine bu grup, dünya ekonomisi içerisindeki eşitsizliğe dikkat çekiyor ve bu­nun dünyada neo-liberallerin dediği gibi, küresel bir uy­garlığın doğuşundan ziyade, köktendinciliğin ya da saldırgan milliyetçiliğin doğuşuna yol açacağını savunu­yorlar. (Bozkurt 2000: 4) Küreselciliğin dünyada yol açtığı dengesizlik karşısında gösterilen tepkilerin boyutları farklı biçimlerde görülmekte ve yorumlanmaktadır. Bu anlamdaki küreselleşmenin sosyal adalet ve refahı artır­ma yerine tek taraflı bir uluslar arası sömürüye yol açtığı düşünülmekte ve eleştirilmektedir. Sömürgeciliğin klasik yöntemlerinin yerini küreselleşme ile birlikte yeni ve etkili araçlar almıştır. Böylece kıskaç içine alınmış olan ge­lişememiş üçüncü dünya ülkeleri, dünyanın gittikçe de­rinleşen gelir adaletsizliği dolayısıyla yeniden sömürgeci­liğin ağına düşmektedirler. Bunun Kemalizm gibi milli di­renişlerle karşılaşması son derece normaldir. (Işıklı 2002:2) Işıklı küreselleşme ve Kemalizm arasındaki ilişkiyi sö­mürgeciliğe karşı verilen mücadelenin bir biçimi olarak yorumlamaktadır. Dolayısıyla küreselleşmenin yükselme­si aynı zamanda milliyetçiliğin yükselmesi anlamına gel­mektedir. 

Komünizmin çökmesi ve Soğuk Savaşın sona ermesi ile birlikte bir taraftan liberal kapitalizmin dünya ege­menliği ve tek sistem olarak ilanı yapılırken, komünist sistemin baskısından kurtulan milli ve dini kimlikler küllenen bilinçlerini yeniden kazanarak canlanmaya baş­lamıştır. Özellikle baskı altında tutulan dini hareketlerin canlanmaya başladığı gözlenmektedir. Küreselleşme çağında adeta "yeni bir soğuk savaş" meydana getirecek biçimde dini milliyetçiliklerin yükselmekte olduğu iddi­aları gündemi doldurmaktadır. Milliyetçilik hareketi önce Batıda ve yayılarak diğer kültürlerde genel olarak seküler-laik zeminde gelişmiştir. Seküler milliyetçilik kavramı, eski sömürge imparatorluklarından türetilmiş milletlerin içinden çıkan geleneksel etnik ve dini liderlerin yerine ye­ni bir ideolojik zeminde anlam kazanan milliyetçi liderler çıkarmıştır. Kendi vatanı ile ilişkilendirilmiş bir seküler milliyetçiliğe daimi olarak inanmış milliyetçiler, modern çağın kimlik belirleyici unsuru olarak sahip çıkmışlardır. Mısır'ın Cemal Abdünnasır'ı ve Hindistan'ın Cevahirul Nehru'su bu yeni ruhu canlandıran önemli örnekler ola­rak karşımıza çıkar. (Juergensmeyer2001: 29) (Küreselleşme ve Yerelleşme) 

"Bütün dünya bir köy" sloganı ile ifâde edilen küresel­leşme olgusunun gerçekten de dünyayı küçülte, küçülte bir küçük köy hâline dönüştürüp, dönüştüremeyeceği tartışma konusudur. Bu olgunun aynı zamanda yeni kapi­talizm ve yeni kolonyalizm olduğuna dair iddialar vardır. Küreselleşmenin bir taraftan ulu s-devletlerin ve milliyet­çiliklerin sonunu getirdiği düşünülürken, bir tarafta da 'glokalleşme' ve yeni milliyetçilik dalgalarının yaşandığı gözlenmektedir. Küreselleşmenin ulus-devletlerin ve mil­liyetçiliklerin sonunu getirdiğini" îlân etmesine rağmen, aslında bu ikisinin de sonlarının gelmeyip, tam tersine, artık bölgesel (regional) gözükmeye başlayan "eski ve küçük" ulus-devletlerin tarih sahnesinden çekilmeye baş­layıp yerlerine daha büyük çaplı uluslara dayanan, daha farklı ve daha büyük çaplı (territorial) ulus-devletlerin ve daha farklı ve daha büyük çaplı milliyetçiliklerin gelmeye başlayıp, başlamadığı ayrı bir tartışma konusu olmuştur. (Hocaoğlu 2001:2) 

İnsani çatışmalar ve sosyal problemler çağımızda lo­kalden küresel düzeye çıkmıştır. Bunlar insanın seçimini, lavranışlarını, yönünü doğrudan veya dolaylı olarak etki-emektedir. İnsan neslinin dünya üzerindeki karşılaştığı problemler  artık  herkesi  ilgilendirecek boyutlardadır. küresel gelişmeler ülke sınırlarının ötesinde uluslar arası ve kültürler arası düzeyde olaylara sebep olmaktadır. Bu yüzden küreselleşme tartışmasına giren bilim adamları karşı karşıya kaldığımız bu yeni durumun ve yeni düze­nin farklılığına işaret etmektedirler. Özellikle sanayi dev­riminin ortaya çıkardığı kapitalizmin yeni bilişim devri­miyle şekil değiştirmesi ve Soğuk Savaş sonrası doğmaya başlayan yeni dünya düzeni iki temel boyut olarak ele alınmaktadır. (Mohan 1992: xvi) Bu değişiklikler bütün dün­yayı etkilerken, insanların bireysel ve milli hayatlarını da değiştirmeye başlamış ve kayıtsız kalınmasını engellemiş­tir. Bir nevi global gelişmeler insan türüne meydan oku­ma durumundadır. 

Küresel adını alan gelişmelerin insanların ve toplum­ların karakteristik orijinalliğini yok etmeden, sadece ev­rensel boyutta vazgeçilemez değerleri, ilkeleri, ve idealle­ri yaygınlaştırması istenen bir durumdur. Baskıcı, zorba ve gayri insani yaklaşımların, ortaya çıkan bu süreçte or­tadan kaldırılması memnuniyet verici olarak kabul edile­bilir. Bu anlamda insan haklarının ve demokrasinin geliş­mesi bütün toplumlar ve milletler için olumlu bir sonuç meydana getirir. Her millet kendi kendini yönetebilmek ve kendi mensuplarına en iyi imkanlar geliştirebilmek için bunu bir fırsat olarak kullanabilir. Bu anlamda küre­selleşme oluyorsa istenen ve tercih edilen bir süreç ola­caktır. Fakat gerçek hayatta meselenin farklı boyutları ol­duğu görülmektedir.

Batı merkezli dünyanın gittikçe egemenlik ağlarını ekonomik, kültürel ve hatta siyasal olarak diğer devlet ve milletler üzerinde yaygınlaştırmak için bu gelişmeyi araç olarak kullanması küreselleşme hakkında endişeler do­ğurmaktadır. Özellikle Amerika Birleşik Devletlerinin so­ğuk savaş döneminde Doğu bloğuna karşı Batının liderli­ğini üstlenmesinin ardından, bu düşman bloğun yıkılma­sıyla dünya liderliğine yükselmesi ve bunu meşrulaştırma gayretleri bu endişeyi artırmaktadır. Amerika, karşısında başka alternatif kalmamasından dolayı dünya egemenliği­ni birtakım meşrulaştırma araçlarıyla herhangi bir tepki çekmeden sağlama manevraları geliştirmektedir. Bunun siyasi, ahlaki, kültürel ve ekonomik boyutları vardır. Tek­nolojinin en fazla yansıdığı alan olarak görünen ekonomi­de artık önlenemez bir küreselleşme sürecinin yaşandığı iddiası hayli inandırıcı görünmektedir. Fakat tröst haline gelen dünya şirketleri ne hikmetse belli merkezlerin men­faatine çalışmakta ve hedef seçilen ülkelerin gelişmeleri çeşitli yollarla tıkanmaktadır. 

Bu tarihsel ve toplumsal süreç milletlerin varlığını ve devamlılığını bir kez daha güçlü bir şekilde ortaya koyar. Bir sosyal kültürel gerçeklik olarak insanlık aleminin ayrı birimlerden meydana geldiği, bu milletler ve kültürler farklılığı yaşanmakta olan sürecin temel dinamiklerinden olduğu tespit edilir. Gerçekçi ve bilimsel yaklaşımlar çağımızdaki mücadelenin sosyolojik ve tarihsel boyutunu bu temel üzerinde yorumlayabilir. Evrensel boyutta bazı te­mel ilkelerin var olduğu kabul edilerek milletlerin de bi­rer evrensel gerçeklik alanı olarak varoldukları gözlemle­nir. Milletlerin ve farklı kültürlerin bir gerçeklik alanı ola­rak kabul edilmesi de ister istemez bunu inkar eden akımlar karşısında milliyetçiliklerin yükselmesine yol açar. 

Küreselleşmenin dünyaya sunduğu Batılı değerler medenileşme ve gelişme adına dünyanın büyük kısmında kabul görmektedir. Bu değerlerin dayandığı temel ilkeler arasında insan hakları, demokrasi ve milletlerin kendi ka­derlerini tayin hakları gibi özellikler sıralanabilir. Mo­dernleşmenin de bir değeri olarak kabul edilen milliyetçi­lik, günümüzde küreselleşmeciler tarafından hoş karşılanmasa da varlığını sürdürecek görünmektedir. Çünkü insan haklarının ve demokrasinin yaygınlaştığı bir dö­nemde milliyetçiliğin bunlardan bağımsız düşünülmesi mümkün değildir. Milliyetçilik ve demokrasi, önümüzde­ki dönemde, birbirini tamamlayan ve besleyen ilkeler ola­rak hem millî hem de küresel ölçekte giderek daha çok ağırlık kazanacaktır. Başka bir deyişle, millet ve demokra­si gerçeğinin, küresel ölçekli kültürel ve düşünsel homo­jenleşme riski karşısında, beşeriyetin varlığının en büyük garantörü olduğu giderek daha çok fark edilecektir. Çünkü, gerek ferdî ve millî niteliklere haiz sosyal varlık­ların hayatiyeti, gerek bütün insanlığın ortak çıkarlarının gözetilmesi, gerekse bunlar arasındaki ahengin temini meselesi, yeni yüzyılda da önemini artırarak koruyacaktır.(Öz 2001: 3)(Küreselleşme ve Bölgeselleşme)

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005