Küresel Büyüme ve Ülkeler Arasındaki Gelir Dağılımı
Hızlı Küresel Gelir Artışında Gelişmekte Olan Ülkelerin Artan
Ağırlığı
Küresel ekonomi özellikle son yıllarda güç kazandı. Dünya
genelindeki kişi başına gelir şimdiye kadar
görülmemiş bir hızla artmakta. 2007 yılına ait
tahminler de dahil edildiğinde, son beş yıl
(2003-2007) içinde kişi başına (reel) gayrisafi
hasılanın yılda ortalama yüzde 2.3 oranında arttığı
gözlenmektedir. Bu oran 1990-2002 döneminde yüzde
1.2 iken, 1981-1989 döneminde yüzde 1.4 idi (UNCTAD,
2007). Şimdi elde edilmekte olan küresel büyüme
oranları, ikinci Dünya Savaşını izleyen dönemdeki ve
1960'ların belli kesitlerindeki küresel büyüme
oranlarından sonraki en yüksek oranlardır.
Son yılların ilginç ve önemli bir boyutu da küresel büyümenin artan
bir bölümünün artık gelişmekte olan ülkelerdeki
büyümeyi yansıtmasıdır. Gelişmekte olan ülkeler
1960-1973 döneminde toplam küresel büyümenin yüzde
15'ini sağlamış iken, bu oran 1973-2001 döneminde
yüzde 22, 2001-2005 döneminde ise yüzde 37'yi
bulmuştur. Gayrisafi hasılanın satın alma gücü
paritesi (SAGP) temelinde hesaplanması durumunda,
gelişmekte olan ülkelerin küresel büyümeye açık
farkla en büyük katkıda bulunan ülkeler grubu olduğu
görülmektedir. Oran yüzde 80'e yaklaşmış
bulunmaktadır. Ayrıca, küresel gayrisafi hasıla SAGP
temelinde hesaplandığında, kişi başına küresel
büyüme 2000 yılından itibaren yılda ortalama yüzde
3'e ulaşmaktadır. Bu oranlar gelişmekte olan
ülkelerin dünya ekonomisindeki artan önemini
yansıtmaktadır.
Yüksek ekonomik büyüme hızına sahip bazı gelişmekte olan ülkelerin
aynı zamanda yüksek nüfusa sahip ülkeler oldukları
görülmektedir. Örneğin Çin ve Hindistan bu grupta
yer almaktadır. Bu nedenle, kişi başına toplam gelir
nüfus ağırlıklı olarak hesaplandığında küresel
büyüme daha da yüksek düzeylere ulaşmaktadır—bu
durumda SAGP temelinde küresel yıllık artış yüzde
4.5 düzeyinin üzerine çıkmaktadır.
Türkiye ve Çeşitli Ülkelerde Gelir Artışı
Daha uzun bir perspektif içinde Grafik 1,1820-2003 döneminde
Türkiye'deki ve dünya genelindeki kişi başına
gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYİH) değerlerini
vermektedir. Grafikte de görüldüğü gibi kişi başına
GSYİH artan bir eğilim izlemiş, özellikle 20.
yüzyılın ikinci yarısında hızlı bir artış
yaşanmıştır. Türkiye'deki kişi başına GSYİH, 2003
yılında dünya ortalamasının üzerinde bir düzey
yakalamıştır (6731 dolar). Tablo l'deki verilere
göre, dünya ortalaması 2003 yılında 1820 yılındaki
değerin 9.77 katına (6516 dolar) ulaşmıştır.
Karşılaştırma yapmak gerekirse, aynı değerler 1820
yılındaki değerlerin, örneğin Türkiye'de 10.47,
ABD'de 23.10, Yunanistan'da 21.34, Kore
Cumhuriyeti'nde 26.22, Endonezya'da ise 5.81 katına
ulaşmıştır.
Tablo I:
Çeşitli Ülkeler ve Türkiye'deki Kişi Başına Reel
GSYİH 1820-2003 (SAGP Temelinde, 1990 Doları Baz
Alınarak)
|
1820 |
1870 |
1913 |
1923 |
1950 |
1973 |
2003 |
Türkiye |
643 |
825 |
1213 |
712 |
1623 |
3477 |
6731 |
Brezilya |
646 |
713 |
811 |
1046 |
1672 |
3882 |
5563 |
Yunanistan |
641 |
880 |
1592 |
1988 |
1915 |
7655 |
13677 |
Endonezya |
612 |
654 |
904 |
949 |
840 |
1504 |
3555 |
Kore
Cum. |
600 |
604 |
869 |
1131 |
854 |
2824 |
15732 |
Meksika |
759 |
674 |
1732 |
1884 |
2365 |
4853 |
7137 |
İspanya |
1008 |
1207 |
2056 |
2290 |
2189 |
7661 |
17021 |
İsveç |
1198 |
1662 |
3096 |
3047 |
6739 |
13494 |
21555 |
ABD |
1257 |
2445 |
5301 |
6164 |
9561 |
16689 |
29037 |
Dünya Ortalaması |
667 |
873 |
1526 |
|
2113 |
4091 |
6516 |
Kaynak: Maddison (2007).
Gelişmekte Olan Ülkelerde Yakınsama (Convergence) ve Uzaksama (Divergence)
Süreçleri
Gelişmekte olan ülkeler toplam olarak küresel büyümeyi teşvik
etmekte ve yine toplam olarak küresel gelirden artan
paylar almakta. Fakat küresel ekonomik büyümenin
yararlarının gelişmekte olan ülkeler arasında ne
ölçüde paylaşıldığını incelemek gerekir.
Dünya nüfusunun çok büyük bir kesimini oluşturan
bir grup gelişmekte olan ülke, küresel büyümeye en
büyük katkıda bulunan gruptur. Bu ülkelerin
ekonomileri gelişmiş ülkelerin ekonomilerinden daha
hızlı büyümekte. Ayrıca, bu ülkeler insani kalkınma
açısından en zengin ülkeleri yakalamaya başlıyorlar.
Her sene bu ülkelerde milyonlarca vatandaş
yoksulluktan kurtuluyor ve ortalama yaşam süresi,
çocuk ölüm oranları ve okuma yazma oranları gelişmiş
ülkelerin düzeylerine
yaklaşıyor. Sözü edilen gelişmekte olan ülkeler, küresel mal,
sermaye ve teknoloji piyasalarına erişebiliyor, her
geçen gün birbirleriyle ve zengin ülkelerle daha
fazla ticaret yapıyorlar. Gelişmekte olan ülkelerin
küresel ticarette yakaladıkları oran—özellikle
ekonomileri başarılı seyreden gelişmekte olan
ülkelerden dolayı—1996'da yüzde 29 iken, günümüzde
yüzde 37'ye ulaşmıştır (UNCTAD, 2007).
Ancak diğer bir grup gelişmekte olan ülke, küresel hızlı büyüme
sürecinde çok geride kalmaktadır. Bu gruptaki
ülkelerin sayıları hızlı ekonomik büyümeye sahip
gelişmekte olan ülkelerden daha fazla, fakat toplam
nüfusları daha azdır. Günümüzde bu ülkeler, dünyanın
en zengin ülkelerinin daha önce hiç olmadıkları
kadar gerisinde kalmaktalar. Son iki yüzyıl
süresince artmış olan ülkeler arası ortalama gelir
dağılımı eşitsizliği yükselmeye devam ediyor. En
zengin 10 ülkedeki SAGP temelinde GSYİH'nin en
yoksul 10 ülkedeki SAGP temelinde GSYİH'ye oranı
1960-1990 döneminde 21 'den 34'e yükselmiş; 2001
yılında 47'ye, 2005 yılında ise 50'ye ulaşmıştır.
Maddison (2007) ve Dünya Bankası Dünya Kalkınma
Göstergelerindeki verilere dayanarak hesaplanmıştır.
GSYİH piyasa döviz kurları gözönünde bulundurularak
hesaplandığında bu oranlar çok daha yüksek
çıkmaktadır. Ayrıca bazı ülkelerin ortalama yaşam
süresinde büyük düşüşlere tanık olunmaktadır. Bu
ülkelerin çoğunda ortalama yaşam süresinin düşüşüne
HIV/AIDS neden olmakla birlikte etmenler yalnızca
HIV/AIDS ile sınırlı kalmamaktadır.
Uzaksamanın Yeni Bir Nedeni: İklim Değişikliği
Yakınsama sürecine neden olan etmenlerin eninde sonunda yoksul
ülkeleri de etkisi altına alıp almayacağı önemli bir
sorudur. Yanıtın bir kısmı uluslararası toplumun
iklim değişikliği sorunu ile ne şekilde mücadele
edeceğine dayanmaktadır, iklim değişikliği ilk
olarak çevresel sürdürülebilirlik sorunu olarak
algılanmıştır. Şu anki ekonomik büyümenin gelecek
kuşakların sahip olabileceği fırsatlar pahasına
gerçekleştiği öne sürülmektedir. Bu endişe
sürdürülebilir kalkınmanın (gelecek kuşakların
kalkınmasını engellemeyen kalkınma)
içeriğini tanımlamaktadır.
iklim değişikliğinin yalnızca kuşaklar arası bir gelir dağılımı
sorunu olarak görülmesi mümkün değildir. İklim
değişikliğinin farklı bölge ve ülkeler üzerinde
farklı etkilerinin bulunduğu giderek daha çok kesim
tarafından kabul görmektedir. Günümüzde bilim
adamlarının yüzde 95'i, ekonomik faaliyetlerden
kaynaklanan sera gazları salınımının iklimde yaşanan
değişiklikler ile bağlantılı olduğunu
savunmaktadır.
Atmosferdeki karbon salınımlarının büyük bir oranından zengin
ülkeler sorumlu tutulmaktadır. Ayrıca bazı hızlı
gelişmekte olan ülkeler de ekonomik faaliyetlerinin
artması nedeniyle bugün küresel ısınmadan önemli
ölçüde sorumlu hale gelmektedir. En az gelişmiş
ülkeler ise, iklimde yaşanan değişikliklerden
elbette hiç sorumlu değiller.
Diğer taraftan, en az gelişmiş ülkelerin iklim değişikliğinden en
kötü şekilde ve en yakın sürede etkilenecekleri
yönünde güçlü kanıtlar bulunmaktadır. Bu ülkeler,
hem coğrafyaları hem de düşük gelirlerinden ötürü
iklim değişikliğine uyumları konusunda daha şimdiden
büyük zorluklarla karşılaşmaya başlamışlardır.
Belirli ölçülerde zengin ülkeler için de olumsuz
etkiler ortaya çıkmaktadır. Eğer mücadele edilmez
ise, iklim değişikliği herkese zarar verecek ve
küresel kalkınmada eşitsizlikleri de arttıracak
büyük bir etmen olarak yer alacaktır. Günümüzde
küresel büyümenin yararlarından pay almakta güçlük
çeken pek çok ülke, yeni maliyetlerle ve refah
artışının önündeki engellerle karşılaşacaktır. Bazı
toplumlar muhtemelen daha düşük hayat standartları
ve insani kalkınma göstergelerine sahip olacaktır.
Ülkeler İçindeki Gelir Dağılımı
Gelir Dağılımı Eşitsizliği Pek Çok Gelişmiş ve Gelişmekte Olan
Ülkenin İçinde Artmakta
Küreselleşme süreci, sadece ülkeler arası değil, ülkeler-içi gelir
dağılımının belirlenmesinde de önemli bir etkiye
sahip gözüküyor. Aynı ülke vatandaşları arasında
dünyanın birçok bölgesinde güçlü bir uzaksama ortaya
çıkabilmektedir. Gelir dağılımı eşitsizliği gelişmiş
ve gelişmekte olan ülkelerin birçoğunda
artmaktadır.
Birleşmiş Milletler Üniversitesi Dünya Kalkınma Ekonomisi Araştırma
Enstitüsü'nün (WIDER) 57 ülke için 1970-2003
dönemine ait Gini katsayılarını hesapladığı bir
panel çalışması bulunmaktadır. Bu çalışmanın
sonuçlarına göre her on yıllık dönemdeki (ya da
2000-2003 dönemindeki) Gini katsayılarının
ortalaması alındığında dünya genelindeki ortalama
ülke içi gelir dağılımı eşitsizliğinin arttığı
görülmektedir.
WIDER'in kullandığı örnekleme genelinde Gini katsayılarının
ortalamalarında az miktarda da olsa bir artış
gözlenmektedir. En göze çarpan özellik, gelir
dağılımı eşitsizliğinin yüksek nüfuslu ve hızla
büyüyen birkaç gelişmekte olan ülkede hızla artıyor
olmasıdır. Örneğin Çin'de 1980lerin ortalarından
1990ların ortalarına kadar gelir dağılımı
eşitsizliği büyük ölçüde artmıştır. 1994-1996
döneminde eşitsizlikte düşüş gözlenmiş olsa da
sonrasında artış tekrar devam etmiştir (Ravallion ve
Chen, 2007). Çin'de görülen bu durum istisnai
değildir. Artan gelir dağılımı eşitsizliğine sahip
Asya ülkeleri arasında Bangladeş, Pakistan ve
Vietnam da bulunmaktadır (Balisacan ve Ducanes,
2006).
Türkiye'de, TÜİK (Türkiye istatik Kurumu) verilerine göre gelir
dağılımına ilişkin hesaplamaların ortak bir yönteme
göre yapıldığı (ama yine de uluslararası alanda
olduğu gibi belirli ölçüde sorunlu kaldığı)
2002-2005 döneminde genel düzeyde belirli bir
iyileşme gözükmektedir (Yükseler ve Türkan, 2007).
Bu verilere göre Gini katsayısı 44'ten 38'e
düşmüştür. Yüzde 20'lik dilimlere göre en yüksek
dilimin gelir payı azalmış, en düşük dilimin payı
artmıştır. Diğer taraftan en düşük gelirli yüzde
5'lik iki dilimin paylarının azalması, kırsal alanda
çalışanların yoksulluk oranının artması ve göreli
yoksulluğun yükselmiş olması gibi etmenler bu alanda
önemli sorunların var olmaya devam ettiğini
göstermektedir.
Brezilya da 2000 yılından sonra gelir dağılımının iyileştiği
ülkelere bir örnektir. Fakat ortalama 58 Gini
katsayısının ve daha ayrıntılı düzeylerdeki
göstergelerin yansıttığı gibi Brezilya'da gelir
dağılımı eşitsizliği önemli bir sorun olmaya devam
etmektedir.
Konu bölgesel olarak incelendiğinde, Latin Amerika'nın en yüksek
ülke içi gelir dağılımı eşitsizliğine sahip bölge
olduğu görülmektedir (1980lerden itibaren hafif bir
düşüş yaşanmasına rağmen). En düşük düzeyde ülke içi
gelir dağılımı eşitsizliği Batı Avrupa ülkelerinde
olmakla birlikte 1960lardan itibaren göstergelerde
hafif bir artış yaşanmıştır. 1980lerden itibaren
Doğu Avrupa ve Kuzey Amerika'da ülke içi gelir
dağılımı eşitsizliğinde yüksek artışlar
gözlenmektedir (Doğu Avrupa 1980lerde eşitsizliğin
en düşük olduğu bölge idi.). Asya'da görülen ülke
içi gelir dağılımı eşitsizliği 2000 senesine kadar
büyük oranda artmış fakat 2000'den sonra genel
olarak sabit düzeylerde seyretmiştir.
Son 30 yılda gelir dağılımı eşitsizliğinde önemli ölçüde artış
görülen bir başka ülke grubu ingilizce konuşulan
Anglo-Sakson (Kanada hariç) ülkelerdir. İngiltere,
ABD, Avusturalya ve Yeni Zelanda'da gelir dağılımı
eşitsizliğinde yükselen güçlü bir eğilim egemendir.
Ülke içi gelir dağılımı ülkeden ülkeye çeşitlilik göstermektedir.
Eşitsizliğin arttığı hem gelişmiş hem de gelişmekte
olan ülkelerde göze çarpan ortak bir husus gelirin
en yüksekteki kesimde gelir dağılımının zirvesindeki
yüzde 1'IİK hatta yüzde 0.1'lik kesimde
toplanmasıdır. Örneğin ABD, Avusturalya, Kanada ve
ingiltere'de yüzde 0.1 'lik kesimin gelir payında
oldukça yüksek düzeyde artış yaşanmıştır. Bu eğilim
yalnızca gelişmiş ülkelerde görülmemektedir. Aynı
eğilimin örneğin Hindistan'da da 1980'lerin başından
itibaren egemen olduğu gözlenmektedir. Diğer bir
örnek ise Arjantin'dir (Alvaredo, 2006). Gelir
dağılımının en tepesindeki kesimin sahip olduğu
gelir payındaki sıradışı artışın birkaç ülkeye mi
özgü olduğu yoksa daha genel bir eğilimi mi
gösterdiği sorusuna henüz yanıt vermek mümkün
değildir. Gelir dağılımını belirleyen etmenler
karmaşık olup, bir ülkeden diğerine büyük
farklılıklar gösterebilmektedir. Fakat pek çok
ülkede yöneticilerin, film ve spor yıldızlarının ve
finans sektöründe çalışanların maaşları ile toplumun
diğer kesimlerindeki maaşlar arasında görülen
fark, gelir dağılımı eşitsizliğine dikkat
çekmektedir.
Ülke İçi Gelir Dağılımı Büyümeyi Etkilemekte
Gelir dağılımı eşitsizliğinin kişi ve toplum üzerindeki etkileri
nelerdir? Sorunun politik ve ahlaki boyutunu bir
yana bıraksak bile, bu konudaki bazı çalışmalar
gelir dağılımı eşitsizliğindeki artışın, refah ve
yaşam memnuniyeti göstergelerinde düşüşe yol
açtığını göstermektedir. Gelir dağılımı eşitsizliği
ile ortaya çıkan huzursuzluk, küresel büyümeyi
teşvik eden piyasa entegrasyonunun derinleşmesi ve
dışa açıklık ile ilişkilidir. Bu bağlantı
neden-sonuç ilişkisi şeklinde olmamakla birlikte
kişilerin algılamalarını etkilemektedir. Bu nedenle,
dünya ekonomisindeki büyümenin önemli bir kaynağı
olan piyasa entegrasyonu ve dışa açıklık süreçleri,
özellikle gelir dağılımı ve fırsat eşitliği
alanlarında iyileştirici önlem ve mekanizmaların
güçsüz kaldığı durumlarda siyasi çevrelerden ve
halktan destek görmeyebilmektedir.
Gelir dağılımı eşitsizliğinin büyüme ve ekonomik performans
üzerindeki etkileri önemli bir çalışma alanıdır.
Yüksek gelir dağılımı eşitsizliği ayrımcılık ve
imtiyazların korunması ile bağlantılı olduğundan
kişilerin kendilerini üretken ekonomik
faaliyetlerden soyutlamalarına neden olabilir. Bu
konudaki çalışmalar, yüksek seviyelerdeki gelir
dağılımı eşitsizliğinin büyümeyi olumsuz yönde
etkilediğini öne sürmektedir. Bu ilişkinin bir
nedeni, yüksek gelir dağılımı eşitsizliğinin büyüme
ve yatırım için gerekli olan siyasal ve ekonomik
kurumların oluşturulmasını engellemesidir. Diğer bir
neden ise yüksek gelir dağılımı eşitsizliğinin yol
açtığı kişiler arasındaki yabancılaşmadır.
Yabancılaşma, siyasi ve sosyal istikrarın önündeki
tehdit unsurlarını arttırarak büyümeyi olumsuz yönde
etkilemektedir, ikinci olarak bu konudaki
çalışmalar, gelir dağılımı eşitsizliği ile az
gelişmiş piyasa ve kurumların etkileşiminin de
büyümeyi engellediğini göstermektedir (Birdsall,
2007).
Ülke İçi Gelir Dağılımının Kalkınma Üzerindeki Etkileri
Artan gelir dağılımı eşitsizliği büyümeyi olumsuz yönde etkilemenin
yanında büyümenin yoksulluğu azaltmadaki etkisini de
düşürmektedir. Genel olarak, yüksek gelir dağılımı
eşitsizliğine sahip ülkeler, yoksulluğu azaltma
konusunda güçlüklerle karşılaşmaktadır. Bu ülkeler,
eşitsizliğin az olduğu ülkelere kıyasla yoksulluğu
aynı oranda azaltabilmek için ya daha hızlı büyümeye
ya da daha fazla zamana ihtiyaç duymaktadır.
Günümüzde yoksuldan yana olan büyüme açısından
önemli bir düşüş yaşandığına dair kanıtlar
bulunmaktadır: 1990 sonrasında tipik bir alt grup
orta gelirli ülke, yoksulluğu belirli bir ölçüde
azaltabilmek için, 1990 öncesindeki döneme kıyasla
yaklaşık olarak üç kat büyüme oranına sahip olmak
zorundadır (Lopez, 2006).
Nüfusun büyük kısmını kapsamayan büyümenin aynı zamanda geçmişe
oranla günümüzde daha az istihdam fırsatları
yarattığı görülmektedir. Bazı gelişmiş ülkelerde bu
durum üretkenlik artışının bir göstergesi iken
(üretimdeki artış, işgücünün kullanımındaki artıştan
veya her bir işçinin üretime katkısındaki artıştan
ya da her ikisinden kaynaklanabilmektedir) pek çok
gelişmekte olan ülkede yüksek standartdaki iş
olanaklarının azalmasına neden olmaktadır. Bu durum
özellikle yüksek işsizlik oranlarına sahip gençlerin
büyük sorunlarla karşılaşmalarına yol açmaktadır.
Uzaksamanın Arkasındaki Etmenlere Dikkat Çekmenin Önemi
Özetlemek gerekirse, gelişmekte olan ülkelerin birçoğu dünya
ekonomisindeki hızlı büyümeden yararlanırken, diğer
bir grup gelişmekte olan ülke bu sürecin gerisinde
kalmaktadır. Öte yandan, iklim değişikliği sorunu,
uzaksamaya neden olan etmenlere bir yenisini daha
ekleyecektir. Bu sorun, çevresel ya da kuşaklar
arası bir sorun olmanın ötesinde bir kalkınma sorunu
olarak tartışılmaya başlanmalıdır.
Hızla büyümekte olan ülkelerde bile gelir artışı
herkes tarafından paylaşılmamaktadır. Ülkeler arası
ve ülke içi uzaksama eğilimleri, uzun vadeli
büyümeyi ve küresel ekonominin bütünleşme sürecini
ekonomik ve siyasi olarak sınırlayabilir. Dünya
genelindeki ekonomik büyümenin kaynağını yeni
teknolojilerin yanında küreselleşme ve piyasa
entegrasyon süreçleri oluşturmaktadır. Fakat
uzaksama ve gelir dağılımı eşitsizliği ile baş
edebilmek için ortak çaba harcanmaması durumunda bu
süreçlerin devamının mümkün olup olmadığı
bilinmemektedir.
Yakınsama Sürecinde Geride Kalanlar İçin Uygulanılması Gereken
Stratejiler
1) En az gelişmiş ülkelerin uluslararası örgütlerde
seslerini duyurmaları gerekmektedir. Bu örgütlerde
güçlü bir sese sahip olabilmek için en az gelişmiş
ülkelerin kendi aralarında birlik ve beraberlik
ortamı yaratmaları önem taşımaktadır.
2) En az gelişmiş ülkelere yollanan yardım akışında 2005
yılında bir düşüş yaşanmıştır ve bu yöndeki
çalışmalar düşüşün 2006-2007 döneminde devam
edebileceğini göstermektedir. Bu yavaşlamanın önüne
geçilmeli ve kaynaklar seferber edilmelidir.
3) Ticaret ile kalkınma arasındaki ilişkinin önemi
dikkate alınmalıdır. Kalkınmayı teşvik eden ve
gelişmekte olan ülkelerle en az gelişmiş ülkelere
dünya ticaretinde rekabet edebilecekleri kapasiteyi
sunan bir ticaret sistemi kalkınma için yaşamsal
önem taşımaktadır.
4) Tüm ülkeler üzerinde uygulanabilir, olumlu sonuçlar
veren tek bir modelin varlığından söz etmek mümkün
değildir. Her ülkenin içinde bulunduğu koşullara
göre kendi gereksinimlerini yansıtacak ulusal
kalkınma stratejileri oluşturması çok önemlidir.
Ülkeler ulusal kalkınma stratejilerini oluştururken
uluslararası örgütler aracılığıyla diğer ülkelerin
deneyimlerinden yararlanabilmelidir. Fakat sonunda
her ülke kendi kalkınma yolunu seçer ve uygularken
özgür olmalıdır.
5) Uluslararası toplum, küreselleşmenin bir parçası olan
göç ile kalkınma konularını bir bütün olarak ele
almalıdır. Göç politikaları oluşturulurken sadece
zengin ülkelerin değil gelişmekte olan ülkelerin de
çıkarları, bakış açıları göz önünde
bulundurulmalıdır.
6) İklimle ilgili çalışmalar iklim değişikliğinin başta
en az gelişmiş ülkeleri etkileyeceğini
göstermektedir. Bu nedenle, en az gelişmiş ülkelerin
iklim değişikliği ile ilgili uluslararası
müzakerelerde seslerini duyurmaları önemlidir. Bu
ülkeler kendi aralarındaki uyumu sağlayıp, iklim
değişikliğinin etkilerinin mümkün olan en düşük
düzeye indirgenebilmesi için uluslararası toplumu
harekete geçmeye ve önlem almaya çağırmalıdır.
7) insani kalkınmanın sağlanabilmesinde gelişmekte olan
ve düşük gelirli ülkeler dahil olmak üzere her
ülkenin insan hakları odaklı bir yaklaşımı
desteklemesi, insan haklarını kalkınmanın merkezine
yerleştirmesi son derece önemlidir.
8) Yakın geçmişte orta gelirli ülkelerin
karşılaşmış olduğu sorunlar, en az gelişmiş
ülkelerin bugün karşılaşmakta olduğu sorunlarla
benzerlik gösterebilmektedir. Bu nedenle, en az
gelişmiş ülkeler ile orta gelirli ülkeler arasında
kurulacak ortaklıklar, yaşanılmış deneyimlerin
paylaşılması ve olumsuz sonuçların engellenmesine
yönelik dersler çıkarılması bakımından çok
önemlidir.
Kaynak: Kemal Derviş
- Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dergisi
|