Liberal ve Neoliberal Ekonomi Politikaları (1980 ve
Sonrası)
Cumhuriyet Dönemi İktisat Tarihi
Batıda 1970 yılında giderek ağırlık kazanan
neoliberal politikalar, 1980 yılından sonra
ülkemizde de etkili olmaya başlamış, 24.Ocak. 1980
tarihinde ve 1979'da IMF'ye verilen mektup
çerçevesinde IMF ile işbirliği yapılarak uygulamaya
konulan ekonomik istikrar tedbirleri bu doğrultuda
önemli bir başlangıç oluşturmuştur. Ekonomiyi piyasa
güçlerinin inisiyatifine terk eden, devletin bu
konudaki fonksiyonlarını Devletin küçültülmesi ve
özelleştirme çalışmalarıyla minimuma (minimal
devlet) indirmeyi amaçlayan bu neoliberal yaklaşım,
uluslar arası kuruluşlarla sürdürülen yapısal uyum
programlarıyla günümüze kadar devamedegelmiştir.
Bu neoliberal yaklaşım ve politikalar kalkınma
planlarının fonksiyon ve etkinliklerinde de
değişikliklere neden olmuş, zaten yalnızca kamu
sektörü için emredici olan kalkınma planları,
Devletin fonksiyonlarının azalması nedeniyle eski
önemlerini kaybetmişlerdir. Bu nedenle 1980 yılından
sonra yürürlüğe konulan kalkınma planları, giderek
ekonomi için beşer yıllık perspektifler çizen,
istatistiksel rakam ve değerlendirmeleri içeren
birer doküman olmaktan öteye geçememiştir. Kuşkusuz
böylesi bir neoliberal çerçeve içerisinde tavsiye
olunan, bugünkü kapsam ve fonksiyonlarıyla artık
önem ve anlamını yitirmiş bulunan plancılık
yaklaşımının terk edilerek, kalkınma planlarının;
makro ve sektörel düzeyde orta ve uzun vadeli
stratejiler oluşturan, yönlendirmeler içeren, ABD ve
Japonya örneği, ulusal Ekonomik Siyaset Belgeleri
haline dönüştürülmesidir.
Bununla birlikte 1979-1983 dönemini kapsayan
dördüncü beş yıllık kalkınma planı ile günümüzdeki
sekizinci beş yıllık kalkınma planına kadar uzanan
çeyrek asırlık dönemin kısa bir analizi, plan
dönemleri itibariyle aşağıda sunulmuştur.
Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (1979-1983)
1977-1978 yıllarında meydana gelen siyasal
istikrarsızlıklar nedeniyle zamanında uygulamaya
konulamamış, plan 1979 yılı başında yürürlüğe
girmiştir.
Plan dönemine girilirken Türkiye ağır ekonomik
sorunlarla, siyasal yaşamı da etkileyen bunalımlarla
karşı karşıyadır.
Ekonominin 1977 yılından itibaren gerileme dönemine
girmesinin başlıca nedenlerinden biri de, dünya
petrol fiyatlarındaki çok süratli artış ve işçi
dövizleri miktarlarının giderek azalmasıdır.
Özellikle sanayi içinde ağırlığı çok büyük olan
imalat sanayi grubunda 1977 yılında %8.1 olan büyüme
hızı 1978'de %2.6, 1979'da %5.3 gibi önemli düşüşler
göstermiştir.
Bu koşullarda, modelin yerini alacak alternatif
model tartışmaları 1978'de başlayıp, 1979'da
yoğunlaşmıştır.
Bu bağlamda olmak üzere, 24 Ocak 1980 tarihinden
itibaren uygulamaya konulan ekonomik istikrar
tedbirleriyle, sanayileşme politikamızda önemli
değişiklikler meydana gelmiştir.
24 Ocak 1980 ekonomik istikrar tedbirlerinin
sanayiye ilişkin politikaları şöyle özetlenebilir:
Kaynak dağılımında fiyat mekanizmasına ağırlık
verilmesi,
Dış ticarette kısmi liberalleşmeye gidilmesi,
Devletin yatırım politikasında alt yapı
yatırımlarına ağırlık verilmesi,
Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının teşvik
edilmesi, İhracata dönük sanayileşme politikasına
ağırlık verilmesi.
Bu tedbirler paketi ile kaynakların daha etkin
dağılımını sağlamak amacıyla piyasa güçlerini
harekete geçirici kimi reformlar
gerçekleştirilmiştir. 24 Ocak kararlarıyla Türkiye,
yalnız bir istikrar paketini değil, uluslararası
mali kuruluşların "yapısal uyum" adını verdikleri
bir programı da kabul etmiştir.
Türkiye'nin ekonomisi ile, siyasi açılımlarıyla yeni
bir ekonominin eşiğine adım attığı 1981 yılında, 2-7
Kasım tarihleri arasında İzmir'de İkinci İktisat
Kongresi toplanmış ve önündeki 10 yılın hedefleri
belirlenmiştir. Kongrede çeşitli ekonomik konulan
kapsayan 7 başlık altında sunulan bildiriler
tartışılmış ve bu bildiriler daha sonra DPT
tarafından sekiz cilt olarak yayınlanmıştır. İkinci
İktisat Kongresinin ekonomik yaşama etkileri,
birinci kongreye göre daha sınırlı kalmıştır. 24
Ocak 1980 tarihinde alınan kararlarla bütünleşen ve
konulan hedeflerle aynı çizgide olan Kongrede,
ekonomik istikrarın sağlanabilmesi için enflasyon
hızının sanayileşmiş ülkelerdeki cari düzeylere
doğru süratle düşürülmesi ile birlikte döviz
gelirlerinin ithalatı karşılayabilecek kadar
artırılması gerektiği hususunda görüş birliğine
varılmıştır. Yine bu dönem içerisinde ve 8-10 Mayıs
1984 tarihinde Sanayi ve Ticaret Bakanlığının
koordinatörlüğünde DPT, TÜBİTAK, ODTÜ ve TOBB'un
ortak çalışmalarıyla Teknoloji 1. Milli Kongresi
toplanmış ve 5 ana başlık altında ele alınan temel
konularda öneriler ve hedefler belirlenmiştir.
1980 yılında yürürlüğe konulan ekonomik politikalar,
genel olarak "serbest piyasa modeli" çerçevesinde
oluşturulmuştur. Aynı yıl uygulanmasına geçilen
istikrar politikaları, öncelikle ekonominin iç ve
dış dengelerini kurmayı amaçlamıştır. Mal
piyasalarında fiyat kontrolleri kaldırılırken,
ithalat serbest bırakılmıştır. Para ve sermaye
piyasalarındaki kontroller ise, en aza
indirilmiştir. Faizlerin kamu tarafından
belirlenmesine son verilmiş, gerçekçi döviz kuru
politikası izlenilmesine başlanılmış, kambiyo
mevzuatı liberalleştirilmiş, yabancı paranın ve
sermayenin yurtiçinde serbest dolaşımı
sağlanmıştır. Hükümetlerin ekonomiye müdahalesini
en aza indirmek amacıyla, kamu sektörünün ürettiği
mal ve hizmetlerin fiyatlarını serbestçe
belirlemeleri ilkesi benimsenmiş ve ekonomideki kamu
hakimiyetini azaltmaya yönelik özelleştirme
programları hazırlanmıştır.
Dış ticarette ithal ikameci politikalar yerine
ihracata ağırlık verilmeye başlanmıştır. Dış ticaret
rejimi liberalleştirilmiş, dış ticaret üzerindeki
miktar kısıtlamaları kaldırılmıştır. Türk dış
ticaret hacmi 1980'li yıllarda artış göstermiş ve
dışa açılma politikaları olumlu sonuçlar vermiştir.
Aynı zamanda artan ihracat hacmi ve turizm gelirleri
ile birlikte ödemeler dengesi sorunları
çözümlenmiştir. Diğer taraftan, ihracat yapı
değiştirmiş, 1980 yılında toplam ihracatın yaklaşık
%30'unu oluşturan sanayi ürünlerinin payı, 1992
yılına gelindiğinde %80'lere kadar yükselmiştir (bu
yükselişte, mal serilerindeki tanımsal
değişikliklerin de kuşkusuz etkisi vardır).
Mali sektör reformu ise, 1980 programının başarıya
ulaşmasında en önemli faktörlerden biridir. Yabancı
para mevzuatı bu dönemde tamamiyle değiştirilmiş,
döviz kazandırıcı faaliyetlerin serbestleştirilmesi
sonucunda ülkenin döviz rezervlerinde artış
sağlanmıştır. 1989 yılında ise Türk Lirası
konvertibl hale getirilmiştir. Mali sektör
reformları konusunda belirtilmesi gereken diğer bir
önemli husus da İstanbul Menkul Kıymetler Borsasının
1986 yılında kurulmasıdır.
Ekonominin tümünü kapsayan bu İstikrar Programı
açıklandığı tarihten itibaren 3 yıl boyunca kararlı
bir şekilde uygulanmış ve ülkemizin özel ticari
borçlarının ödenmesi veya ertelenmesi konusunda
anlaşmalar yapılmış, Türk Lirasının gerçek değerinin
saptanması için devalüasyonlara devam edilmiş, vergi
sisteminde reform yapılmış, ücret ve maaş artışları
sınırlandırılmış ve ithal engelleri azaltılmıştır.
Alınan tedbirler sonucu, 1981 yılında, ortalama
yıllık enflasyon oranı %36,8'e düşmüş ve reel
değerlerle GSMH büyüme oranı (yeni seri), 1980
yılında negatif %2.3 iken 1982 yılında %3.7 oranına
yükselmiştir.
1983 genel seçimlerinden sonra hazırlanan ve 1984
yılını ara yılı kabul ederek 1985-1989 döneminde
uygulanan Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı
döneminde, ekonomik büyümenin yıllık %6.3 artması
hedeflenmiş, ekonominin işleyişinin ekonomik
kurallar içinde düzenlenmesi öngörülmüştür.
1984-1986 döneminde büyüme hızı istenilen düzeylerde
gerçekleştirilmiş ve GSMH'de 1984 yılında reel
olarak %7.8, 1985 yılında ise %4.5 büyüme (yeni
seri) kaydedilmiştir. Burada özellikle tarım ve
sanayi sektörlerindeki gelişmelerin katkısı önemli
olmuştur.
Ancak, 1986 yılına gelindiğinde, yüksek büyüme
hızına bağlı olarak yatırım mallan ve sanayi
girdileri ithalatımızın artması ve 1986 yılı
başlarında ham petrolün fiyatlarındaki düşüşe
paralel olarak ihracatımızda önemli bir paya sahip
olan petrol ihracatçısı Orta Doğu ülkelerinin
ithalatlarını kısmaları, ödemeler dengesini olumsuz
yönde etkilemiştir.
Bu dönemde ve 1986 yılında toplanan 2. Milli
Teknoloji Kongresi, çalışmalarını başta takım
tezgahları olmak üzere yatırım mallan üzerinde
yoğunlaştırmıştır.
1986-1989 döneminin ilk yarısında ekonomide
canlılık, ikinci yarısında ise durgunluk
görülmüştür. 1986 yılında iç talepdeki artış, petrol
fiyatlarındaki düşmenin yarattığı uygun uluslar
arası koşullarında katkısıyla, ekonominin,
hedeflenen uzun dönem büyüme hızının üzerinde
büyümesine yol açmıştır. Bu süreç 1987 yılında da
devam etmiş, 1986 yılında %7.5'i bulan büyüme hızı
(yeni seri) bu yılda %9.3 olmuştur. Ekonomik büyüme
oranlarında görülen bu yükselme, özellikle kamu
kesimi yatırım-tasarruf farkının artmasına neden
olmuş ve sonuçta kamu kesiminin borçlanma gereği
1986 yılında GSMH'nın %5'i iken 1987 yılında %8'e
ulaşmıştır.
Ekonomideki dengesizlikleri giderebilmek üzere 1987
yılı sonunda kamu tarafından üretilen mal ve
hizmetlerin fiyatları önemli ölçüde yükseltilmiş ve
piyasalardaki dengenin yeniden kurulabilmesi
amacıyla Şubat 1988'de bir dizi önlem alınmıştır. Bu
önlemlerin amacı, Türk Lirasına olan talebi
artırmak, ithalatı frenlemek, ihracatı tekrar
canlandırmak ve kamu harcamalarını kısarak
ekonomideki aşırı ısınmayı soğutmak şeklinde
özetlenebilir. Ancak kamu açıklarını kısmak için
kamu yatırımlarının azaltılması, özel kesimin üretim
ve yatırım kararlarını da olumsuz etkilemiştir.
Böylece ekonomi, 1988 yılının ikinci yarısından
itibaren, özellikle imalat sanayinde belirginleşen
bir durgunluğa girmiş ve daralan iç talebin etkisi
ile ortaya çıkan tasarruf fazlası, cari işlemler
dengesi fazlasına dönüşmüştür.
1988 yılına kadar bu politikaları başarıyla
uygulayan Türkiye, mevcut kurulu kapasitesini
artıramaması ve kısa ömürlü sermaye stokunu
yenileyememesi nedeniyle dur-kalk diye
tanımlanabilecek istikrarsız bir büyüme ortamına
girmiştir.
Böylesi olumsuz koşullarda 1987 yılında toplanan
l'inci Sanayi Şurasında, sorunlar sektör bazında ele
alınarak tartışılmış, temel konularda ise,
- Üniversite-Sanayi işbirliğinin geliştirilmesi,
- Belli başlı üniversitelerde Bilim ve Teknoloji
Merkezleri kurulması,
- Enerji üretiminde nükleer teknolojiden
yararlanılması.
- Yurtiçi ihalelerde kendi şirketlerimize
Garantili Kredi mekanizması
uygulanmasına önem verilmesi, Küçük ve Orta
büyüklükteki işletmeler ile esnaf ve sanatkarların
korunması ve geliştirilmesi hususlarında görüş
birliğine varılmıştır.
Aynı yıl içerisinde TMMOB Makine Mühendisleri Odası
tarafından
4-5.Kasım.1987
tarihleri arasında 1987 Sanayi Kongresi
düzenlenmiş, 8 ana başlık altında toplanan sektörel
sorunlarla ilgili görüş ve hedefler belirlenmiştir
(Bu Kongreler daha sonra 2'yer yıllık periyotlarla
1989, 1991 ve 1993 yıllarında da tekrarlanmıştır).
Bu Şura ve Kongreler sürecinin bir devamı olarak,
4-7.Haziran.1992
tarihleri arasında İzmir'de Türkiye Üçüncü İktisat
Kongresi toplanmıştır.
Uluslararası nitelik taşıyan Kongrenin amacı,
2000'li yıllara yönelik gerçekçi ve tutarlı ekonomik
politikaların belirlenmesine zemin oluşturmaktı.
Kongrede 48 Tebliğ üzerinde görüşmeler yapılmış,
Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL KİT'lerin özelleştirilmesi
ve bilgi çağının insanının yetiştirilmesi için
eğitimde reform; Başbakan Demirel'de ekonomik büyüme
ve serbest piyasa ekonomisine geçişin zorlukları
üzerinde durmuşlardır. Kongreye, aralarında yabancı
siyaset ve bilim adamlarının da bulunduğu 1500'den
fazla delege katılmıştır.
1990-1994 yıllarını kapsayan Altıncı Beş Yıllık
Kalkınma Planı genel olarak; tarımın Gayri Safı
Milli Hasıla içerisindeki payının azaltılması,
sanayileşmenin kalkınmanın temel unsurlarından biri
olması, dışa dönük ve rekabet gücü olan bir üretim
yapısının geliştirilmesi, ihracatta sürekliliğin ve
çeşitliliğin sağlanması, rekabet gücünün artırılması
için girdilerin dünya fiyatlarından sağlanması,
sanayinin dampingli fiyat, düşük kaliteli ürün ve
özel pazarlama yöntemleri şeklinde ortaya çıkan
haksız rekabete karşı korunması ve özel kesimin
sanayileşmedeki rolünün arttırılması gibi temel
politikaları benimsemiştir.
Ancak, önceki plan dönemlerinde başlayan ve Vl'ncı
Plan döneminde de sürekli olarak artan kamu
açıkları, ekonominin dışa açılması ve
serbestleştirilmesi yönünde sağlanan olumlu
gelişmelerden elde edilecek faydaları önemli ölçüde
sınırlandırmıştır.
Yükselen kamu açıklarına bağlı olarak artan iç faiz
oranları sıcak para girişini hızlandırmış ve Türk
Lirasının reel olarak aşırı değer kazanmasına neden
olmuştur. Bu gelişme, işgücü maliyetindeki reel
artışlar, doğrudan ve dolaylı ihracat
teşviklerindeki azalma ile birleşerek Türk
ekonomisinin hızla rekabet gücünü kaybetmesine yol
açmıştır. Sonuçta, yüksek kamu açıklarından
kaynaklanan ekonominin iç dengesizlikleri dış
dengede de hızlı bir bozulmaya neden olmuş, ithalat
hızlı artmış, ihracat yavaşlamış ve dış ticaret
açıkları önemli boyutlara ulaşmıştır. Hızla bozulan
iç ve dış dengeler, 1994 yılı başında para, sermaye
ve döviz piyasalarında ciddi bir krize yol açmıştır.
Ekonomiyi hızla istikrara kavuşturmak, kamu
açıklarını daraltmak, dış talebe dayalı bir büyüme
yapısı oluşturmak ve ekonomik istikrarı sürekli
kılacak yapısal reformları başlatmak amacıyla 5
Nisan 1994 tarihinde Ekonomik Önlemler Uygulama
Planı yürürlüğe konulmuştur.
Uygulama Planı ile öncelikle kamu harcamalarının
kontrol altına alınmasına ve kamu gelirlerinin
artırılmasına yönelik tedbirler ile ekonomik
istikran sağlamaya yönelik düzenlemelere öncelik
verilmiştir. Bu kapsamda, KİT fiyat ayarlamaları
yapılmış, petrol ürünleri üzerinden alınan
vergilerde düzenlemelere gidilmiş ve ekonomik denge
için ek vergiler ihdas edilmiştir.
Ekonomik Önlemler Uygulama Planı kapsamında, orta
vadede kamu kesiminin ekonomideki ağırlığını
azaltan, gelir ve giderlerini daha sağlıklı bir
yapıya kavuşturan ve piyasa koşullarının egemen
olduğu bir ekonomik altyapının oluşumuna imkan veren
yapısal düzenlemeler de yapılmıştır.
Bu kapsamda, ekonomide etkinliği ve verimliliği
artırmak amacıyla geniş kapsamlı uzlaşma zeminine
dayanan Özelleştirme Kanunu çıkarılarak gerekli
kurumsal düzenlemeler oluşturulmuş, özel kesim veya
yabancı sermayeli şirketlerin büyük altyapı
projelerine katılımını sağlayacak Yap-İşlet-Devret
modeline ilişkin yasal düzenlemeler
gerçekleştirilmiştir.
Hazinenin ve diğer kamu kuruluşlarının Merkez
Bankası kaynaklarına başvurmasını kademeli şekilde
azaltan yasal düzenleme yapılarak, Merkez Bankasının
özerkliğini artırma yönünde önemli bir gelişme
sağlanmıştır. Sosyal güvenlik kurumlarının kaynak
yaratmalarının sağlanması, bütçe üzerindeki yüklerin
azaltılması ve tarımsal desteklemenin daha rasyonel
bir yapıya kavuşturulması yönünde kimi düzenlemelere
gidilmiştir.
Uygulanan istikrar önlemleri ve yapısal
düzenlemelerin etkisiyle, kamu açıkları ve dış
ticaret açıklan önemli ölçüde daraltılmış, Türk
Lirası gerçek değerine kavuşturulmuş ve mali
piyasalarda istikrar sağlanmıştır. Bununla birlikte,
kamu açıklarını hızla daraltarak ve iç talebi
kontrol altına alarak ekonomik istikrarı sağlamaya
yönelik radikal düzenlemeler, 1994 yılında büyüme
hızının önemli ölçüde gerilemesine yol açmıştır.
1994 yılında dış dengenin kurulması yönünde önemli
gelişmeler sağlanmıştır. Türk Lirasının reel olarak
değer kaybetmesinin yanı sıra; ihracatın kısa
vadeli finansman ihtiyacının karşılanmasına yönelik
uygulamalar ve dünya ekonomisindeki canlanmanın
etkisiyle ihracatta hızlı bir artış dönemine
girilmiştir.
Diğer yandan, iç talepteki daralma, Türk Lirasının
reel değer kaybı ile ithalatın pahalılaşması ve
yurtdışı kredi imkanlarının azalması sonucunda
ithalatta hızlı bir düşüş kaydedilmiştir. Böylece
cari işlemler hesabı 1994 yılında 2.6 milyar dolar
civarında fazla vermiştir.
Sonuç olarak; Vl'ncı Plan döneminde ortaya çıkan
gelişmeler, kamu açıkları ve kısa vadeli sermaye
girişi ile desteklenen tüketime dayalı büyüme
ortamının sürdürülebilir olmadığını, ekonomik
dengelerin sağlanmasında para ve maliye
politikalarının uyum içinde uygulanması gereğini,
dış ticaretin ve sermaye hareketlerinin
serbestleştirildiği bir ortamda yurtiçi makro
politikaların uluslararası konjonktürdeki
gelişmelerle tutarlılığının önemini, ekonomik
politikalar ile ilgili kararların zamanlamasındaki
önemi ve sürekli büyümenin temel şartı olan
verimlilik artışını sağlayacak ortamı yaratmak için
yapısal sorunlara süratle çözüm getirilmesi
ihtiyacını açıkça ortaya koymuştur.
Bu dönem içerisinde ve 11-12 Şubat 1994 tarihinde
yapılan 1. Sanayi Yüksek Konseyi toplantısında da;
Türk Sanayinin altyapısı, rekabet gücü ve
öncelikleri tartışılmış, toplantının sonuç
bildirgesinde aşağıdaki görüşlere yer verilmiştir.
- Sanayileşme stratejilerinin ihracatı artırma ve
ithalatı ikame etme ilkelerini bir arada benimseyen
ve yürüten dual bir ekonomik stratejiye oturtulması
gerekmektedir.
- Öncelikli sektörlerin kritik ve ileri teknoloji
ürünlerinden tesbiti gerekli olmakla birlikte,
başlangıçta savunma sanayi gibi satın alınması güç
veya mümkün olmayan teknolojileri içeren sektörler
tercih edilmelidir.
- Yüksek teknolojiye ve bilime dayalı yeni
sanayileşme anlayışı oluşturulmalıdır.
- Türk sanayinin teknolojileri geliştirilirken dış
kaynaklardan çok iç kaynaklara önem ve ağırlık
verilmelidir.
- Belirli Üniversitelere sanayiye yönelik teknoloji
ve bilgi üretim misyonu verilmelidir.
- Uluslararası rekabete katılım teşvik edilerek,
firmaların içinde ve dışında eşit koşullarla ticaret
yapabilmesini engelleyen nedenler ortadan
kaldırılmalıdır.
- Gelişmiş ülkelerde KOBİ'Iere uygulanan özel
teşvik politikaları ülkemizde de uygulanmalı,
teşvikler doğrudan ödeme yerine, kamuya yönelik
ödemelere mahsup suretiyle gerçekleştirilmelidir.
- Sanayileşmenin yaygın ve dengeli kılınması için
sanayi, ulaştırma, enerji eksenlerini ve yerleşim
dokusunu yeniden tasarlayan büyük mekansal projeler
geliştirilmeli ve böylece üretim coğrafyası
yenilenmelidir. "
Birinci Sanayi Yüksek Konseyinin bu toplantısından
yaklaşık 1,5 yıl sonra ve 15.Haziran. 1995 tarihinde
gerçekleştirilen 2'nci Sanayi Şurasında ise; gümrük
birliğini ve diğer entegrasyonları dikkate alan
sektörel ve ürün bazında öncelikleri de içeren
ülkemiz ihtiyaç ve koşullarına en uygun sanayi
politika ve stratejisi; tüm toplumsal kesimlerin
örgütleri, devletin ilgili kurumları, bilimsel ve
teknik araştırma kurumları ile üniversiteler
temsilcileri arasında tartışılmış, sonuçta aşağıdaki
görüş ve önerilere ulaşılmıştır.
"Ülke stratejisi bir ucunda yönlendirici plan, öteki
ucunda ise serbest piyasa mekanizmaları bulunan
geniş bir süreç aralığında oluşur. Ortamı doğru ve
zamanında değerlendirip doğan fırsatlardan
yararlanmak veya tehditlere karşı önlem almak, ülke
stratejisinin başlıca getirişidir.
Bu bağlamda, uluslar arası rekabet üstünlüğü için
izlenecek sanayi stratejisi bir sınai yetenek
geliştirme stratejisi kimliğinde olmalıdır.
Bu ana strateji çerçevesinde 2005 yılı Türkiye'si
için aşağıdaki hedefler belirlenmiştir.
Türkiye 10 yıl içerisinde; İç bölgeler arası
dengesizliklerin azaltıldığı, siyasi istikrarın
sağlandığı, makroekonomik dengelerin kurulduğu,
ekonominin kayıt içine alındığı, vergi verenlerin
denetlemeyi de yaptığı bir Türkiye olmalıdır.
Ekonomi alanında küçülmüş ve temel işlevlerini
yerine getiren düzenleyici bir devlet yapısına
geçilerek, yaşam kalitesi yükseltilmelidir.
Ulusal sanayinin rekabet gücü arttırılarak dışa açık
gelişme ve yatırım politikaları ile sürdürülebilir
bir ekonomik büyüme sağlanmalıdır.
Rekabet avantajı sağlanabilmesi için, bir dizi yeni
kurumlar veya kurumsallaşma gereklidir. Bu kurumlar
ve işbirlikleri, kamu ve özel sektör arasında ve
özel sektörün kendi arasında oluşturacağı kurumlar
olmalıdır.
Sanayinin problemlerinin çözümünde, kolektif
çalışmanın ve ortak aklın ön plana çıkarıldığı
taktik ve strateji çalışmaları esas alınmalıdır.
İhracatta yüksek teknoloji ürünlerinin oranının
arttırılması, ürün portföylerinin geliştirilmesi ve
değiştirilmesine öncelik verilmelidir.
Rekabet öncesi araştırma ve araştırma işbirlikleri
etkin bir şekilde desteklenmeli ve
yaygınlaştırılmalıdır.
Devletin satın alma stratejisinde kendi sanayini
özendirmesi gereklidir.
Girişimcilerin ve emeğin adaptasyon kabiliyetini
belirleyen eğitim, iş kültürü ve organizasyon gibi
konulara özel önem verilmelidir.
KOBİ'lerin Gümrük Birliği'nden kaynaklanacak
muhtemel sorunlarının çözümü için, bir fon
kurulmalıdır.
Gümrük İdareleri hızla reorganizasyona tabi
tutulmalıdır."
1994 krizinden sonra hazırlanacak VIII. Kalkınma
Planının ilk yılının krizli ekonomi olmaması için
1995 yılı geçiş yılı kabul edilmiş ve 1996-2000
yılları arasında uygulanan VII. Plan döneminde, ise
sanayi üretiminin yıllık ortalama yüzde 6,0-7,8
artması hedeflenmiştir. Türkiye ekonomisi 1994
yılında karşı karşıya kaldığı şiddetli daralmanın
ertesinde 1995 yıllarında kazandığı canlılığı 1996
ve 1997 yıllarında da sürdürmüştür. Gayri Safı
Yurtiçi Hasıla büyüme hızı, sabit fiyatlarla, söz
konusu üç yıl boyunca sırasıyla %7,2, %7 ve %7,2
oranında gerçekleşmiştir. Ekonomide 1995-1997
döneminde gerçekleşen ve büyük ölçüde iç talep
genişlemesine dayalı yüksek büyüme hızı, iç ve dış
talepdeki azalma nedeniyle 1998 yılının ikinci üç
aylık döneminden itibaren yavaşlama süreci içerisine
girmiştir (1998 yılı Büyüme Oranı %3,9'dur). Bu
dönem içerisinde Türkiye, ekonomide %6.1 oranında
bir daralmaya neden olan 1994 krizinden sonra, 1998
Rusya krizinin etkileri ve ülkemizi maddi ve manevi
açılardan sarsan 1999 yılındaki deprem felaketleri
nedeniyle aynı şekilde %6,1 oranında daralmıştır.
17.Ağustos. 1999 depremi ülkemizin gerek nüfus
gerekse ekonomik aktivite bakımından en ağırlıklı
bölgesinde etkili olmuştur. Depremin etkilediği 7
İl'in Gayri Safi Milli Hasıla içindeki payı %34,7,
sanayi katma değeri içindeki payı ise %46,7'dir.
Bölge; petrol arıtımı, petro-kimya, tekstil
hammaddeleri, metal ana sanayi ve motorlu kara
taşıtları yapım, montaj ve onarımı ve lastik
sanayinde önemli bir ağırlığa sahiptir.
Deprem nedeniyle konut, ticari ve sınai yapı,
yol-otoyol, köprü, diğer altyapı,ulaşım aracı,
makine-teçhizat ve mamul-yarımamul mal stoklarında
önemli kayıplar ortaya çıkmıştır. Deprem sonrasında
gerek bir süre için üretimin durması gerekse
belirli bir dönem düşük kapasite ile çalışması
nedeniyle milli hasılada da 9-13 milyar dolar
arasında bir kayıp olmuştur.
1999 yılı sonunda, enflasyon oranı (TÜFE) yüzde
68,8, faizler yüzde 85-95 bileşik aralığında, kamu
borçlanma gereği milli gelir içinde bir yılda yüzde
9'dan 15'e çıkmış, iç borç 42, dış borç ise 103
milyar dolara ulaşmıştır.
İç ve dış koşullardaki bu olumsuz gelişmeler 1999
yılında, sabit fiyatlar üzerinden GSYİH'nın yüzde
5.0, Gayrisafı Milli Hasılanın ise yüzde 6.4
oranında daralması sonucunu doğurmuştur.
Haziran 1999 ayında IMF ile yapılan görüşmelerde,
daha önce, 26.Haziran 1998 tarihinde yine IMF ile
yapılmış olan "Yakın İzleme Anlaşması"nın,süreli
programlara bağlı ve mali destek içeren bir "standby"
anlaşması yolunda köprü görevi görmesi yolunda
mutabakata varılmıştır. Bu kapsamda yapılacak bir "stand-by"
anlaşmasının başarılı olabilmesi açısından ısrarla
üzerinde durulan bazı yapısal düzenlemeler alanında
önemli adımlar atılmış, Bankalar Kanunu, Sosyal
Güvenlik Kanunu yürürlüğe konulmuş, uluslararası
tahkimle ilgili Anayasa değişikliği
gerçekleştirilmiştir.
Türkiye tarafından 9 Aralık 1999 tarihinde verilen
"Niyet Mektubu"nun IMF İcra Kurulu tarafından
onaylanması ile üç yıl süreli Stand-by Anlaşması
yürürlüğe girmiştir.
Stand-by düzenlemesi başlıca üç esasa dayanmıştır;
1) Önceden de bir takım önlemlerin alınmış
olduğu mali uyum,
2) Sterilizasyona yer vermeyen, dövizin çapa
olarak kullanıldığı ve bir "Para Kurulu"
uygulamasını çağrıştıran bir para politikası ile
kısmi bir gelirler politikası,
3) Önemli yapısal reform düzenlemeleri.
Stand-by anlaşmasına dayanak oluşturan Niyet Mektubu
ile; tarım destekleme politikasının aşamalı olarak
kaldırılması, sosyal güvenlik reformunun
tamamlanması, özel emeklilik fonları için hukuki
çerçeve oluşturulması, vergi idaresinin etkinliğinin
arttırılması,bütçenin hazırlanması, uygulanması ve
kontrolünün güçlendirilmesi ve kapsamının
genişletilmesi, bu amaçla mevcut fonların tedricen
kapatılması hedeflenmiştir.
IMF'ye Niyet Mektubunun sunulduğu 9 Aralık 1999
tarihinde Merkez Bankası da istikrar programının
yürürlükte olacağı üç yıllık dönemde uygulanacak
para ve kur politikasını açıklamıştır.
Para ve kur politikası çerçevesinde; kur
politikasının, istikrar programı boyunca yalnızca
enflasyon hedefine göre belirlenmesi, döviz kurları
tespitinin, Ocak.2000- Haziran.2001 döneminde
"enflasyon hedefine yönelik kur sepeti", izleyen
dönemde ise "kademeli olarak genişleyen band"
sistemine göre yapılması kararlaştırılmıştır.
2000 yılında enflasyon düzeyinin düşürülmesi
alanında başarılı olun-muş,yurtiçi talepteki
canlanma hernekadar ithal talebinin hızla
yükselmesi sonunu doğurmuşsa da üretim artışına yol
açmış, istihdam seviyesi yükselmiştir.
Öngörülen para ve kur politikası çerçevesinde kur
hadlerinin hedeflenen enflasyona göre belirlenmesi,
gerçekleşen enflasyonun, hedeflenen enflasyonun
üzerinde tahakkuk etmesi sonucu, Türk Lirası yıl
içinde giderek reel değer kazanmaya başlamıştır.
Türk Lirasının beklenenin üzerinde reel değer
kazanması, yılın ilk yarısında faiz oranlarının
beklentilerin üzerinde düşmesiyle ve aşırı değerli
TL'nin ithal talebini arttırmasıyla birlikte iç
talebin hızla artmış, uluslararası petrol ve buna
bağlı olarak enerji fiyatlarındaki artış ve
Euro/Dolar paritesindeki gelişmeler cari işlemler
açığının giderek yükselmesine ve sonbaharda söz
konusu açığın GSMH'ya olan oranının yüzde 5
mertebesine kadar çıkmasına neden olmuştur. Bu
gelişmeler iç ve dış piyasalarda uygulanmakta olan
kur politikasının sürdürülebilirliği ve cari açığın
dış finansmanı konusundaki endişeleri
arttırmıştır.Uluslararası piyasalarda istikrar
programına olan güven azalmış, Ağustos ayından sonra
faiz oranlarının artış eğilimine girmiş olmasına
rağmen yeterli sermaye girişi olmamış, ve ciddi bir
likidite sorunu ile karşı karşıya kalınmıştır.
Giderek etkisi derinleşen bir süreç Kasım ayının
ikinci yarısında, bir şok halinde, kısa vadeli
faizlerde hızlı bir yükselmeye ve menkul kıymet
fiyatları da düşmeye yol açmıştır.Yurt dışına önemli
miktarda sermaye çıkışı olurken, döviz rezervleri
azalmış, bu gelişmeler döviz kuru üzerinde baskı
oluşturmuştur. Kasım krizi sonrasında alınan
önlemler ve IMF ile varılan anlaşma sonucunda mali
piyasalardaki dalgalanmalar kısmen giderilmiş,
Merkez Bankasının rezervlerinde sınırlı bir artış
meydana gelmiş ve faiz oranlan Kasım ayındaki kriz
ortamına göre önemli bir biçimde gerilemiştir.
Ancak bankacılık kesiminin yapısının zayıflığı ve
Kasım krizinin bankaların öz varlığında meydana
getirdiği erime, kur çapası politikasının korunması
ile TL'nin aşırı değerli konumunu sürdürme
konusundaki ısrar ve yıllar boyu kamu bankalarının
bilançolarına gizlenmiş olan yüksek hacimli kamu
finansman açığı, Şubat 2001 krizini kaçınılmaz kılan
başlıca nedenler olmuşlardır.Yine önemli boyuttaki
bir sermaye kaçışının ardından Hükümet "döviz
çapası" sisteminden vazgeçilerek dalgalı kur
sistemine geçilmiş olduğunu deklare etmiş ve hızlı
bir süreç içerinde, makroekonomik dengelerin tekrar
tesis edilmesi amacıyla yeni bir istikrar
programının uygulanmasına geçilmiştir.
Program çerçevesinde, kamu kesimini artan borç
yükünün sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulması
amacıyla maliye politikası hedefleri daha da
sıkılaştırılmış, para politikasında Merkez
Bankasının kısa vadeli faiz oranlan üzerindeki
etkinliği arttırılmış ve dalgalı kur sistemine
geçilmiştir. Ekonomik program öncelikle, ekonomideki
yapısal zayıflıkların giderilmesi ve bankacılık
kesiminin rehabilitasyonu üzerinde yoğunlaşacak bir
biçimde şekillendirilmiştir.
VIII'inci Beş Yıllık Kalkınma Planı (2001-2005) Esas
itibariyle enflasyonu ve reel faizleri hızla aşağıya
çekmek, kamu finansman dengesini sağlıklı bir
yapıya kavuşturmak ve ekonomik sürdürülebilir bir
büyüme ortamı tesis etme amacına yönelik bir
ekonomik program niteliğindedir.
Bilindiği gibi bir önceki dönem, Bankacılık Sektörü
Kasım Krizi sonrasında faiz riski, şubat krizi
sonrasında ise hem faiz hem de kur riski sonucu
önemli kayıplarla karşı karşıya kalmıştır.
Krizlerden sonra, Bankacılık sisteminin yeniden
yapılandırılması için ihtiyaç duyulan kaynaklar kamu
maliyesi üzerine önemli bir yük getirmiştir. Mali
kesimin içinde bulunduğu durum, dış borçlanma
imkanlarındaki daralma, hızla yükselen faizler,
kamunun iç borçlarını çevirebilme kabiliyetini
önemli ölçüde daraltmış, bu durum karşısında
Nisan.2001'de "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" adı
altında yeni bir ekonomik istikrar paketi uygulamaya
konulmuştur. Amaç, acilen sağlanacak dış kaynaklarla
ekonominin çökmesini önlemek ve reel sektörün nefes
almasını sağlayarak kazanılan vakitle yapısal
reformları gerçekleştirmektir. Yeni programın temel
amacı, döviz kuru rejiminin terk edilmesi nedeniyle
ortaya çıkan güven bunalımı ve istikrarsızlığı
süratle ortadan kaldırmak, bu amaçla eski
alışkanlıklara bir daha geri dönülmesine imkan
vermeyen yeni kurumsal yapıları oluşturmak, iktisadi
etkinliği sağlayacak yapısal reformları
gerçekleştirmek, makroekonomik politikaları
enflasyonla mücadelede etkin bir şekilde kullanmak,
sürdürülebilir büyüme ortamını temin etmek, kişiler
ve bölgeler arasındaki gelir dağılımı bozukluklarını
gidermektir.
Bu plan döneminin başlangıç yıllarında ve uygulanan
"Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" ile enflasyonla
mücadelede başarılı olunmuş yurtiçi talepteki
canlanmayla birlikte üretimde artış gerçekleşmiştir.
Gelirler ve maliye politikası kapsamında belirlenen
hedeflere varılmış, kamu açıklarının azaltılması ve
yapısal reformlar alanında önemli gelişmeler
sağlanmıştır.
Nitekim, 2003 yılının ilk çeyreğinde %8.1 oranında
gerçekleşen büyüme, 2002 yılında sağlanan %7.8
oranındaki ekonomik büyümeden sonra 2003 yılı
programında öngörülen yıllık %5 büyümenin de ötesine
geçileceğini göstermektedir.
Diğer taraftan, 1962-1963 yıllarında başlanılan ve
Cumhuriyetin sanayileşme felsefesinin temel
dayanaklarından en önemlisini oluşturan organize
sanayi bölgeleri ve küçük sanayi sitelerinin
günümüze kadar gelen 40 yılı aşkın uygulamaları son
derece başarılı olmuş, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığının kontrol ve denetiminde yürütülen bu
çalışmalar sonucunda 31.12.2002 tarihi itibariyle
altyapısı tamamlanmış 17.132 hektar arazide 70
organize sanayi bölgesi faaliyete geçirilmiştir.
Halen 12.438 hektar alan projeli 62 organize sanayi
bölgesi ile iki arıtma projesinin yapım çalışmaları
devam etmektedir. Aynı dönem içerisinde 82.797
işyerine sahip 358 adet küçük sanayi sitesi
faaliyete sokulmuş, %40'ı oto-tamir, %30'u metal
imalat sanayi, %22'si ağaç imalat sanayi, %8'ini ise
diğer sanayi kollarının oluşturduğu bu sitelerde,
yaklaşık 500 bin kişiye iş olanağı sağlanmıştır.
2003 yılı yatırım programında yer alan 14.355 işyeri
projeli 102 küçük sanayi sitesinin ise yapım
çalışmalarına ise devam edilmektedir.
|