|
Liberalizm; Hangi Ekonomik Yapıda?
Hayek'in ünlü ayırımında liberal devlete karşıt
olarak totaliter devlet anlayışı yer almaktadır.
Toplumdaki algılamş biçimi ile, liberal anlayış daha
bir bireyci, totaliter anlayış ise daha bir
bütüncül-kapsayıcı yaklaşımı ifade etmektedir. Bu
algılanış biçiminden yararlanarak Türkiye'de yeni
ortaya çıkan bazı siyasal akımlar da kendi manevra
alanını genişletmektedir. Bu manevra alanı içinde,
devletin birey için varolması, bireye serbesti
tanınması gerektiği gibi savlar ileri sürülmekte ve
doğal olarak bu savlar oldukça da sempati
toplamaktadır. Gerçekten liberalizme ya da liberal
görüşlere karşı çıkmak fazla olası değildir.
Ne var ki, liberalizm ve totaliterizm salt yönetim
biçimi ile ilgili kavramlar değildir. Yönetim
biçimi ile ilgili kavramlar olarak, iradeyi halktan
alan demokrasi ile iradeyi bir kişi, aile ya da
gruptan alan otoriterizm bulunmaktadır.
Yönetim biçimi ile yönetimin kapsamı iki ayrı
düzlemde oluşan kavram ya da olgular olduğu halde,
bunların belirli koşullarda birbiri ile örtüşmeleri
söz konusudur. Bu örtüşmede en önemli ve hakim
belirleyici faktör, üretim araçlarının mülkiyet
biçimi ve/veya temerküzüdür. Üretim araçlarının
mülkiyeti özel kesimde ve temerküzün yoğun olduğu
bir toplumda, yönetim biçimi, şeklen ve görüntüsel
olarak demokratik olabilir, fakat aslında otoriter
bir niteliktedir. Nitekim, şeklen demokrasi olarak
görülen yönetim, sermaye hakimiyetine girmiş
olacağından dolayı, bütüncül değil, bireyci bir
anlayış sergileyebilir. Ancak ekonomik eşitsizlikler
ortamında uygulanan liberalizm ya da bireyci görüş,
ekonomik güçlere güç kattığı halde, güçsüzler
üzerinde zulme dönüşür. O ülkede devlet baskıcı olur
ve insan hakları çiğnenir. Üstelik de toplumun
kalkındığı görüntüsü altında sermaye temerküzü
yoğunlaştıkça, gelir ve servet dağılımı uçurumu
büyüdükçe, devletin baskıcı unsuru da artar.
Böyle bir devlet tüm yurttaşları kapsayıcı değil,
liberaldir. Böyle bir yapıda oluşturulan liberal
anlayış, güçlülere güç katarken, güçsüzlere hak
arama olanağı vermez. Çünkü, yönetim biçimi, sermaye
grubu hakim olduğundan, fiilen demokrasiden
otoriterizme kaymıştır. Buradaki demokrasi, sandık
demokrasisi denen, 4 veya 5 yılda bir, yoğun
ideoloji bombardımanı ve kandırmacalar altında
sandığa gidilen bir yönetim biçimi anlayışını
yansıtmaktadır.
Gerçek demokrasi ve ona koşut olan liberalizm ya
sermayenin kollektif mülkiyette olduğu ya da özel
mülkiyette olsa da, tekelleşmeye neden olmayacak
biçimde yaygın olduğu (ki, bu durum geçicidir)
durumlarda gerçekleşebilir. Günümüz kapitalist
toplumlarında sermaye mülkiyeti temerküz ettikçe,
devlet anlayışı da liberalizme kaymak durumundadır.
Çünkü böyle bir devlet tüm yurttaşları kapsayıcı
olamaz; çünkü böyle bir devlet minimal boyuttadır;
ve, çünkü böyle bir devletin, çok genel görevleri
dışında, yurttaşlarına karşı fazla bir görevi
yoktur. Bütün bu çünkü"lerin nedeni ise. böyle bir
devlet yoğun bir biçimde temerküz etmiş olan
sermayeden vergi alamaz.
Yoğun sermaye temerküzü altında oluşan politikanın
halka anlatılması ya da bu fikrin halka
benimsetilmesi gerekir. Liberal olmayan, yani
kapsayıcı olan bir devlet anlayışı, bazı işlere
müdahele edecektir. Bu müdahele düşük gelir
gruplarının yaranma olduğu halde, hakim grupların
işine gelmemektedir. Sermayenin çıkarları açısından
bakıldığında devleti böyle bir müdaheleci araç
olmaktan çıkartmak gerekmektedir. Bunun adı da
küçülen devlet ve liberal anlayıştır.
İşte bizim son dönem politikacılarımız böyle bir
liberalizm peşindedir. Bu politikayı dayatan
sermaye, şimdiye dek devletten beslendi. O zamanlar
liberal anlayış işlerine gelmezdi. Şimdi ise,
liberal devlet anlayışı altında, yarışı önden
sürdürmek doğal olarak bu grupların hoşuna gider de,
diğer gruplar neyin peşinde, bu anlaşılır gibi
değil!
Liberalizm söylemini yineleyenlerin çok açık olarak
şunu ortaya koymaları gerekiyor? Hangi ekonomik
alt-yapıda liberalizm tezini savunuyorlar? Eğer
bugünkü ekonomik yapı korunacaksa, bir emekçi
ailenin çocuğu ile bir fabrikatörün çocuğu hangi
haklarda eşittir? Bu çocukların farklı olanaklara
sahip olması, bir kader mi, yoksa bu onların bir
suçu mu?
Kapitalizmin başlangıç evrelerinde.İngiltere'de "Puriten"
adı verilen bir mezhep türedi. Bunlara göre, tüm
fakirler kendi tembelliklerinden dolayı fakir
kalmış idi. Dolayısıyla bunlara yardım falan
yapmamak gerekir. Bu anlayışa göre, insanlar fedakar
ve cefakar olmalı, durmadan çalışmalı ve israf
etmemelidir. Tasarruf ve çalışkanlık iki güzel
davranış biçimidir, ancak bunun meyvesi başkasına
gittiğinde, insanları yatıştıran ve bu oluşuma karşı
teslimiyetçi bir yaklaşıma yönelten, sistem
anlayışıdır. O nedenle gerçek özgürlük ve liberalizm
tartışmaları sistemden soyutlanamaz. Şu halde, bu
konuda dürüst olduğunu iddia eden herkesin, önce
masaya sistemi ve onun işleyişini yatırması
gerekmektedir.
|