Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Mali Yapı Mali Politikalar 

Esfender Korkmaz 

Bölüm: 1 Kamu Sektörünün Ekonomi İçindeki Payı 

Devletin Mali yapısı ile iktidarlann uy­guladığı Mali politikalar, "Kamu Sektörünün ekonomi içindeki büyüklüğünü" etkileyen en önemli faktörlerdir.

Uygulamada Kamu Sektörünü 5 alt bö­lüme ayırmak mümkündür. 

1) Genel Bütçeli daireler ile Katma Büt­çeli dairelerden oluşan, "Konsolide Bütçe" Ka­mu Sektörünün en büyük kısmını teşkil eder.

2)  Kamu Sektörünün ikinci bölümünü fonlar oluşturur. Fonların payı giderek azal­mıştır.

3) Kamu Sektörünün üçüncü ve önemli bir kısmı yerel idarelerdir.

4)  idarelerin doğrudan doğruya hizmet satması, ile oluşan "Döner Sermayeler"inde, fonlar gibi nisbi önemi daha azdır.

5) KİT'ler ise, özel mal ve hizmet üretseler de devletin sahip olduğu ve devletin yönet­tiği kuruluşlar olduğu için, kamu kesiminin büyüklüğünü ve müdahale sınırlarını etkileyen kuruluşlardır.

Kamu sektörünü oluşturan bu unsurla­rın ağırlığı, Cumhuriyet dönemi içinde farklı olmuştur. Ayrıca bugünkü anlamda fonlar, 1980'li yıllarda kurulmuştur. 

Kamu Sektörünün ekonomi içindeki büyüklüğü açısından, Cumhuriyet dönemini 5 döneme ayırabiliriz. 

1923-1933 Liberal Dönem

1933-1950 Devletçilik Dönemi

1950-1960 Dönemi

1960-1980 Planlı Dönem

1980-1998 Dışa Açık Liberal Dönem 

1)   1923-1933 dönemine hakim olan ekonomik yaklaşım, 1923'te toplanan "izmir iktisat Kongresinde ortaya çıkmıştır.

Bu yaklaşım, "Sermaye birikimini piyasa mekanizması esas alınarak özel sektör eliyle gerçekleştirmeye dayanan bir yaklaşımdır. Bu çerçevede Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkanlmış-tır.

Bu dönemde toplam Kamu harcamalarının GSMH'daki payı düşüktür. Örneğin 1927'de yüzde 12 olmuştur."  

2)  1933-1950 dönemi, Devletçiliğin en yoğun uygulandığı dönemdir. Bu dönemde, sanayi planlan yapılmıştır, iktisadi Devlet Te­şekkülleri kurulmuştur. Kamulaştırma yapıl­mıştır.

1940-1944 harp yıllannda devletin ağır­lığı daha çok artmıştır. Olağanüstü vergiler ge­tirilmiştir.

Devletçilik döneminde toplam Kamu harcamalannın Milli gelir içindeki payı da art­mıştır. 

3)   1950-1960 Dönemi: Bu dönemde, iktidar olan DP, daha liberal bir iktisat politika­sı öngörmekteydi. Aynı şekilde, Devletin eko­nomideki payını daraltmak istiyordu.

İçeride ve dış ticarette liberal politikalar doğrultusunda gerekli tedbirler de alındı. Bu­na rağmen devletin ekonomideki payı hedef­lere uygun daralmadı. 

Toplam Kamu harcamalarının Milli geli­re oranı, 1950'de yüzde 24.3 iken, 1960'da yüz­de 203 oldu. 

4)  1960-1980 planlı dönemde, ithal ika­mesine dayalı politikalar hakim olmuştur.

1950-1960 döneminin aksine, ekonomi yeniden kapalı bir ekonomi haline gelmiştir.

1960-1980 yılları arasında reel sektöre ağırlık verilmiştir. Özellikle özel sektör imalat sanayi önemli bir gelişme seyri göstermiştir.

19ö0'dan sonra Devletin ekonomi için­deki payı da yeniden artmaya başlamış. Dö­nem sonunda, toplam Kamu harcamalarının Milli gelir oranı yüzde 30'u geçmiştir. 

5) 1980 sonrasında, dışa açık piyasa eko­nomisine hızlı geçiş yaşandı. Liberal politikalar çerçevesinde, Kamu sektörünün ekonomi için­deki yerini daraltmakta önemli bir hedef ola­rak tesbit edildi. 

Türkiye'de uygulamaya konulan yeni li­beral politikalar 1970'li yılların sonunda bütün dünyada ekonomik politikalara hakim olmaya başlamıştır. Bu yaklaşım klasik yaklaşımda ol­duğu gibi devletin sadece savunma güvenlik ve adalet hizmetleri yapmasını öngörmektedir. Sonuçta kamu kesimi açısından devlete ait iş­letmelerin özelleştirilmesi ve kamu kesiminin ekonomi içindeki payının küçülmesi, bu yak­laşımın temel hedefleridir. 

Oysa ki Türkiye'de Devletin Ekonomiye müdahalesi 1980'den bugüne giderek artmış­tır. Bu noktada kamu kesiminin payı da artmış­tır. Devlet doğrudan doğruya veya dolaylı yol­dan ekonominin yüzde 60'ını yönetmeye baş­lamıştır. Bu durum aym zamanda potansiyel is­tikrarsızlığı artırmaktır. Şöyle ki: 

a) Hazine, piyasada borç verilebilir fon­ların yüzde 85'ini kullanmaya başlamıştır. Bu­günkü reel faizler artmıştır. Bu nedenle, özel sektör pahalı kredi kullanmaya başlamıştır. Gerek Devlette ve gerekse özel sektörde mal ve hizmet üretmenin maliyetleri artmıştır. 1988 bütçesinin yüzde 44'ü iç ve dış borç faizlerine ayrılmıştır. 1999'da bu oran yüzde 50'ye ulaşa­caktır.

1988 itibariyle iç borç stoğu, 35 milyar dolara, dış borç stoğu ise 96 milyar dolara ulaş­mıştır. KİT'lerin borç stoğu da 1998 itibariyle toplam 13 milyar dolardır. 

b)  Kamu kesimi, sürekli tasarruf açığı yaratmaktadır. Yine 1998 itibariyle bu açık tır­manmıştır. 1998 programında kamu sektörün­de tasarrufların GSMH içindeki payının eksi 2.6'ya gerileyeceği ifade edilmektedir. Ayrıca yine 1998 yılı içinde kamu sektöründe tasarruf yatırım açığı, GSMH'nm yüzde 8.4'üne çıka­caktır. 

c) Son 12 yılda, reel vergi gelirleri yüzde 162 artmıştır. Bu artışa rağmen, kamu kesimi hizmet üretemez durumdadır. Çünkü vergi ge­lirlerinin yüzde 70'i iç ve dış borç faizlerine ay­rılmaktadır. 

Aslında vergi gelirlerindeki reel artışlara enflasyondan dolayı ortaya çıkan cebri tasar-ruflan^vergi etkisi yapan KİT fiyatlarını da ek­lemek gerekmektedir.

 

Sonuç olarak, 1980'de başlayan dışa açık piyasa ekonomisinin kamu ayağı henüz tamamlanmış değildir. 

Bölüm: 2 Türkiye'de Vergi Sisteminin Yapısı 

Cumhuriyet dönemi itibariyle vergi sis­temini üç temel gruba ayırabiliriz. Birinci grup­ta, 1923-1950 yılları arasında uygulanmış bulu­nan vergiler yer almaktadır. İkinci grupta, 1950'den sonra 1980 yılma kadar gelen vergi­ler yer almaktadır. Üçüncü grupta ise, 1980 sonrası Liberal dönemde oluşan vergi zihniye­ti ve vergiler yer almaktadır. 

1) 1923-1950 Dönemi Vergi Sisteminin Yapısı 

Bu dönemde, Osmanlı İmparatorluğun­dan intikal eden vergiler ile, bu vergilerin re­vizyonu veya bunların yerine konulan vergiler olmuştur.

imparatorluktan devreden ve gelirden alınan vergiler içinde, Temettü ve Harp vergisi vardı. Bu vergiler 1926 yılında kaldırılmıştır. Yine Cumhuriyet'e devreden ve gelir üzerin­den alınan vergilerin en önemlisi Tanm ürün­leri üzerinden aynı olarak alınan Aşar'dır. Aşa­rın o dönemde Devlet gelirleri içindeki payı yüzde 25 idi. Ancak köylü ve tarım üzerinde yoğunlaşan arazi yükü ve tahsilden doğan imkansızlıkları nedeniyle bu vergi de 1925'te yü­rürlükten kaldırıldı. 

Servet vergileri içinde İmparatorluktan devreden bir diğer vergi, Emlak vergisidir. Em­lak vergisi bina ve arazi üzerinden alınmaktay­dı. Aynı kanun içinde düzenlenmişti. Ancak meşrutiyet döneminde, bina üzerinden alman vergi "Müsakkafat Vergisi" olarak ayrıldı. Bu vergi 1931 yılına kadar uygulandı. 1931'de Bi­na Vergisi Kanunu olarak yeniden düzenlendi. Aynı yıl arazi vergisi de yeniden düzenlendi. 

Devreden bir diğer vergi hayvan başına maktu olarak alınan ve bir Baş vergisi olan, "Ağnam Resmi "(Hayvanlar vergisi)dir. Bu ver­gi de 1931 ve 1936'da yeniden düzenlendi. 

Cumhuriyet Dönemine intikal eden Gümrük tarifeleri de, 1936'da yürürlüğe giren tarifedir. Bu tarife Lozan Anlaşması gereğince, 1928 yılına kadar yürürlükte kalmıştı. 

Osmanlı İmparatorluğundan intikal eden Damga Resmi de, 1928 yılına kadar yü­rürlükte kaldı. 1928'de yeniden düzenlendi

1923-1950 döneminde, gelir vergisi için­de getirilen yeni vergilerden en önemlisi "Ka­zanç Vergisi'dir. Bu vergi 1950 yılına kadar devam etmiştir. 1950'de gelir üzerinden alınan vergilerde Reform yapıldı. Ve 1950'de kazanç vergisi kaldırıldı. Gelir-kurumlar ve esnaf ver­gileri yürürlüğe girdi. 

1930 Dünya İktisadi Buhranında, vergi gelirlerinin düşmesi nedeniyle, 1931'de "İkti­sadi Buhran Vergisi" 1953'de "Muvazene Ver­gisi" ve 1936'da "Hava Kuvvetlerine Yardım Vergisf getirildi. Bu vergiler çalışan kesim ile Kazanç vergisi mükellefiyetlerini vergilemek­teydi.

"Toprak Mahsulleri Vergisi" de ikinci dünya savaşının getirdiği olağanüstü koşulla­rın yarattığı vergilerden birisidir.

İkinci dünya savaşının getirdiği bir diğer olağanüstü vergi "Varlık Vergisi"diı. Bu vergi 1942-1944 yılları arasında uygulanmış. Salın­ması ve Tahsilindeki adaletsizlik, büyük tepki yaratmıştır. 

Veraset ve İntikal vergisi de, Cumhuri­yet döneminde, 1926'da getirilen bir vergidir.

Tüketim vergileri içinde, Muamele Ver­gileri de, Cumhuriyetin ilk yıllarında getirilen vergilerdir. Bu vergiler, 1926-1927 arasında "Umumi İstihlak Vergisi" ve 1957'den sonra "İstihsal Vergisi" şeklinde uygulandı.

2) 1950-1980 Dönemi Vergi Sisteminin Yapısı 

1950'den sonra, vergi sistemine, gelir ve kurumlar vergisi hakim olmuştur.  Gelir-Kurumlar ve Esnaf vergileri 1946'da başlayıp 1949'da biten bir reform projesi içinde gerçek­leştirildi. 1950'de yürürlüğe girmiştir. Bilahare Esnaf vergisi 1955'te kaldırılmıştır. Gelir ve Ku­rumlar vergileri 1950'deki iktisadi yapının da­ha üstünde, çağdaş vergiler olarak yürürlüğe girmiştir Ancak sonradan, özellikle popülist amaçlarla, bu vergilerde çok fazla istisna ve Muafiyetlere yer verilmiştir. 

1980 yılma kadar, Vergi sistemine "Gelir Teorisi" yaklaşımı hakim olmuştur. Ancak, ta­sarrufları vergi dışında tutmak için, başta yatı­rım indirimi olmak üzere çeşitli teşvikler uygu­lanmıştır. 

3) 1980 Sonrası Vergi Sistemi

Aslında, 1980 sonrası, Vergi sisteminde çok büyük değişiklik yoktur. Reform niteliğin­de olan sadece 1984'de getirilen Katma Değer vergisi vardır. 

1980 sonrası, dışa açık Liberal politika­lar uygulanması vergi sistemine de yeni bir açı getirmiştir.

Yeni liberal yaklaşım, dünyadaki vergi­lere de bakış açısını değiştirmiştir. Dünyada Vergileme tekniklerinde, Gelir Teorisi yerini "İstifade Teorisine" bırakmıştır. Böyle bir yak­laşım, Liberal felsefenin ve piyasa ekonomisi: nin, zorunlu sonucu olmuştur. Devletin sadece klasik hizmetleri yapması özelleştirme ve dev­letin yeniden organizasyonu ile Kamu kesimi­nin küçülmesi aynı paralelde özel kesimin teş­viki, vergilere de ister istemez aynı açıdan bak­mayı zorunlu kılmıştır. Bu çerçevede yüksek gelirlerden alınan 1980 sonrası Gelir ve Ku­rumlar vergisi yükü düşürülmüştür. 

"İstifade Teorisi" veya yararlanma ilkesi dediğimiz bu yaklaşım esas itibariyle vergile­mede adalet yerine, Kamu hizmetlerinden ya­rarlanmayı kriter olarak ön plana çıkaran bir yaklaşımdır. 

4) Vergilerde Yapılan Son Revizyonlar 

1988'de değişen yasalarla vergilerde, bazı değişiklikler yapıldı. Bu revizyonlar önemli sakıncalar taşımaktadır. Vergi almak devletin hükümranlık hakkıdır. Ancak vergi-" nin, kolay, basit ve anlaşılır olmasını istemek de, vatandaşın hakkıdır Vergi sisteminde ve vergileme usüllerindekı en ufak bir tereddüt veya mevcut bir haksızlık, vergi mükellefini zora sokar. Vergi devletin zulmü haline getiri­lebilir. Sonuçta vergi de zora girer. Kimse iş yapmak istemez. Yatırım, yapmanın riski artar. Özetle, vergi bizzat kendi konusunu bitirir. 

Şimdi, vergi yasalannda yapılan deği­şiklikler, birkaç olumlu adım yanında, bu gibi tereddüt ve haksızlıklarla doludur.

Olumlu adımlar vardır. Örneğin herke­se bir vergi numarası ileri bir adımdır. Vergi numarası, mükellefin yapacağı her türlü işlem­de kendisine yardımcı olacaktır. Aynca vergi denetimi de daha etkili bir şekilde yapılacaktır.

Gelir, Kurumlar, Veraset ve intikal ver­gilerinde, oranları düşürmek de iyi bir adımdır. Verginin tabana yayılmasına imkan verecek ve vergi kaçağını azaltacaktır. 

Tapu harçlarının % 2'ye, Emlak vergisi­nin, Konut ve arazilerde binde 1 'e, binada bin­de 2'ye, arsada binde 3'e düşürülmesi gerçek­çi bir yoldur. Gayrimenkul satışlannda beledi­yenin belirlediği rayiç bedelin, asgari bedel olarak alınması da, bu konudaki istismarları ortadan kaldıracaktır. 

Bunların başında faiz, kar payı ve men­kul değerlerden vergi alınması gelmektedir. Aslında bu gibi gelirleri kontrol etmek ve ver­gi hasılatını arttırmak açısından % 10 gibi bir vergi almak doğru sayılabilir. Ancak, şimdiki gibi gelir vergisi tarifesine tabi tutmak tasarruflan caydırıcı etki yapacaktır. İçeride istikrarsız- lık var olduğu sürece kimseyi yatırım yapmaya zorlayamayız.  Bu şartlar altında, tasarrufları  vergilendirmek, onlann yurt dışına çıkmasına  sebep olmaktadır. Aslında paranın kirası olan faizi suçlamak liberal ekonomiyi suçlamaktır. 

Liberal ekonomilerde tasarruf sahibi ya­salar çerçevesinde bu tasarrufunu istediği gibi değerlendirmek özgürlüğüne sahiptir, isterse parasından para kazanır. İsterse yatınm yapar. Kaldı ki tüketim yüzde 10-15. Buna karşılık Ta­sarruf geliri gelir vergisi tarifesi içinde vergilen­miş ise aynı zamanda haksızlıktır.

Faizleri yüksek oranda vergilemek, aynı zamanda "Çifte Vergileme"ye de yol açmıştır. Çünkü Tasarruflar kazanıldığı sırada veya geli­rin elde edildiği sırada zaten vergilenmiştir. Örneğin, ticari kazanç elde eden vergiden son­raki kazancım tasarruf etmiştir. Yahutta, emek­li ikramiyesi alan bir ücretli çalıştığı sırada za­ten gelir vergisi ödemiştir. Şimdi yapılan reviz­yonla bu tasarruflar ikinci defa vergilendirilmiş olmaktadır.

Öte yandan vergi yasası, tekstil, demir çelik ve turizm gibi bazı sektörlerde varolan durgunluğun tuzu biberi oldu. Özellikle şirket ortaklarına getirilen ağır cezalar yeni yatınmla-rı caydırıcı nitelik taşıyor. İş kurmanın, yatırım yapmanın riskini artırıyor. 

Diğer yandan gerekçede yer alan (Mali Milat) deyimi de Cumhuriyet tarihine leke sür­mektir. Çünkü zımnen Mali Milattan önce, dev­letin zaafıyet içinde olduğu, yer altı ekonomi­sinin kol gezdiği anlamı çıkmaktadır. Bu suçla­ma Atatürk Dönemi dahil bu güne kadar olan son vergi revizyonlan global krizin etkilerini arttırmıştır. Bu nedenledir ki her dönemi kap­sam içine almaktadır. 

Bölüm: 3 Vergilerin Gelir Elastikliği ve Vergi Yükü 

Cumhuriyet döneminde vergi hasılatı, GSMH'daki artışlan yakından takip etmiştir. Örneğin, 1960'tan günümüze kadar Vergi hası-latındaki artışın GSMH'daki artışa oranı, yani vergi esnekliği sürekli birden büyük olmuştur. Sadece iki yıl 1970'te 0.7 ve 1995'te 0.8 şeklin­de birden küçük gerçekleşmiştir. 

Türkiye'de, Global Vergi Yükü yani top­lam vergi gelirlerinin GSMH'ya oranı, sanayi­leşmiş ülkelerden daha düşüktür. Buna muka­bil bazı gelişmekte olan ülkeler ortalamasın­dan da yüksektir. 

Vergi yükünün diğer ülkelerle mukaye­sesi için, tarif edilen vergi hasılatının homojen olması lazımdır. Vergi hasılatının, sosyal gü­venlik kuruluşlarının kesenek, prim ve aidat adıyla üyelerden tahsil ettikleri gelirleri mahal­li idareler ile, fonlara ait gelirleri kapsayıp kap­samadığı bilinmelidir. 

Vergi yükünün global olarak ele alın­ması vergi sonrası net geliri ifade etmez. Vergi yükünün gerçek ağırlığını öğrenmek için nü­fus faktörünü de gözönüne almak gerekir. Nü­fus başına hesapladığımızda o zaman vergi yü­künün gerçek anlamda ağır olup olmadığını anlamış oluruz. Bu vergi yükü faal nüfus başı­na hesap edilebilir. 

Türkiye'de teşvik edici vergi politikaları vardır. Yani yatınmlar, döviz kazandırıcı hiz­metler teşvik edilmektedir. Yatırım indirimi, gümrük muafiyeti, hızlandırılmış amortisman uygulanmaktadır. Diğer bir ifade ile devlet ver­gi gelirinin bir kısmından vaz geçmektedir.

Öte yandan Türkiye'de vergi yükünü sektörler itibariyle karşılaştırırsak en düşük yü­kün tanm sektöründe olduğunu görürüz. Ta­rım sektörünün GSMH'deki payı % 20, tarımın vergi yükü ise % 5'tir. Tarımın vergi yükünün düşük olmasının nedeni öz tüketimin yaygın olması, siyasi amaçlar vesaire nedenlerdir.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005