Mali Yapı Mali Politikalar
Esfender Korkmaz
Bölüm: 1 Kamu Sektörünün Ekonomi İçindeki Payı
Devletin Mali yapısı ile iktidarlann uyguladığı
Mali politikalar, "Kamu Sektörünün ekonomi içindeki
büyüklüğünü" etkileyen en önemli faktörlerdir.
Uygulamada Kamu Sektörünü 5 alt bölüme ayırmak
mümkündür.
1) Genel Bütçeli daireler ile Katma Bütçeli
dairelerden oluşan, "Konsolide Bütçe" Kamu
Sektörünün en büyük kısmını teşkil eder.
2) Kamu Sektörünün ikinci bölümünü fonlar
oluşturur. Fonların payı giderek azalmıştır.
3) Kamu Sektörünün üçüncü ve önemli bir kısmı yerel
idarelerdir.
4) idarelerin doğrudan doğruya hizmet satması, ile
oluşan "Döner Sermayeler"inde, fonlar gibi nisbi
önemi daha azdır.
5) KİT'ler ise, özel mal ve hizmet üretseler de
devletin sahip olduğu ve devletin yönettiği
kuruluşlar olduğu için, kamu kesiminin büyüklüğünü
ve müdahale sınırlarını etkileyen kuruluşlardır.
Kamu sektörünü oluşturan bu unsurların ağırlığı,
Cumhuriyet dönemi içinde farklı olmuştur. Ayrıca
bugünkü anlamda fonlar, 1980'li yıllarda
kurulmuştur.
Kamu Sektörünün ekonomi içindeki büyüklüğü
açısından, Cumhuriyet dönemini 5 döneme
ayırabiliriz.
1923-1933 Liberal Dönem
1933-1950 Devletçilik Dönemi
1950-1960 Dönemi
1960-1980 Planlı Dönem
1980-1998 Dışa Açık Liberal Dönem
1) 1923-1933 dönemine hakim olan ekonomik
yaklaşım, 1923'te toplanan "izmir iktisat
Kongresinde ortaya çıkmıştır.
Bu yaklaşım, "Sermaye birikimini piyasa mekanizması
esas alınarak özel sektör eliyle gerçekleştirmeye
dayanan bir yaklaşımdır. Bu çerçevede Teşvik-i
Sanayi Kanunu çıkanlmış-tır.
Bu dönemde toplam Kamu harcamalarının GSMH'daki payı
düşüktür. Örneğin 1927'de yüzde 12 olmuştur."
2) 1933-1950 dönemi, Devletçiliğin en yoğun
uygulandığı dönemdir. Bu dönemde, sanayi planlan
yapılmıştır, iktisadi Devlet Teşekkülleri
kurulmuştur. Kamulaştırma yapılmıştır.
1940-1944 harp yıllannda devletin ağırlığı daha çok
artmıştır. Olağanüstü vergiler getirilmiştir.
Devletçilik döneminde toplam Kamu harcamalannın
Milli gelir içindeki payı da artmıştır.
3) 1950-1960 Dönemi: Bu dönemde, iktidar olan DP,
daha liberal bir iktisat politikası öngörmekteydi.
Aynı şekilde, Devletin ekonomideki payını daraltmak
istiyordu.
İçeride ve dış ticarette liberal politikalar
doğrultusunda gerekli tedbirler de alındı. Buna
rağmen devletin ekonomideki payı hedeflere uygun
daralmadı.
Toplam Kamu harcamalarının Milli gelire oranı,
1950'de yüzde 24.3 iken, 1960'da yüzde 203 oldu.
4) 1960-1980 planlı dönemde, ithal ikamesine
dayalı politikalar hakim olmuştur.
1950-1960 döneminin aksine, ekonomi yeniden kapalı
bir ekonomi haline gelmiştir.
1960-1980 yılları arasında reel sektöre ağırlık
verilmiştir. Özellikle özel sektör imalat sanayi
önemli bir gelişme seyri göstermiştir.
19ö0'dan sonra Devletin ekonomi içindeki payı da
yeniden artmaya başlamış. Dönem sonunda, toplam
Kamu harcamalarının Milli gelir oranı yüzde 30'u
geçmiştir.
5) 1980 sonrasında, dışa açık piyasa ekonomisine
hızlı geçiş yaşandı. Liberal politikalar
çerçevesinde, Kamu sektörünün ekonomi içindeki
yerini daraltmakta önemli bir hedef olarak tesbit
edildi.
Türkiye'de uygulamaya konulan yeni liberal
politikalar 1970'li yılların sonunda bütün dünyada
ekonomik politikalara hakim olmaya başlamıştır. Bu
yaklaşım klasik yaklaşımda olduğu gibi devletin
sadece savunma güvenlik ve adalet hizmetleri
yapmasını öngörmektedir. Sonuçta kamu kesimi
açısından devlete ait işletmelerin özelleştirilmesi
ve kamu kesiminin ekonomi içindeki payının
küçülmesi, bu yaklaşımın temel hedefleridir.
Oysa ki Türkiye'de Devletin Ekonomiye müdahalesi
1980'den bugüne giderek artmıştır. Bu noktada kamu
kesiminin payı da artmıştır. Devlet doğrudan
doğruya veya dolaylı yoldan ekonominin yüzde 60'ını
yönetmeye başlamıştır. Bu durum aym zamanda
potansiyel istikrarsızlığı artırmaktır. Şöyle ki:
a) Hazine, piyasada borç verilebilir fonların yüzde
85'ini kullanmaya başlamıştır. Bugünkü reel faizler
artmıştır. Bu nedenle, özel sektör pahalı kredi
kullanmaya başlamıştır. Gerek Devlette ve gerekse
özel sektörde mal ve hizmet üretmenin maliyetleri
artmıştır. 1988 bütçesinin yüzde 44'ü iç ve dış borç
faizlerine ayrılmıştır. 1999'da bu oran yüzde 50'ye
ulaşacaktır.
1988 itibariyle iç borç stoğu, 35 milyar dolara, dış
borç stoğu ise 96 milyar dolara ulaşmıştır.
KİT'lerin borç stoğu da 1998 itibariyle toplam 13
milyar dolardır.
b) Kamu kesimi, sürekli tasarruf açığı
yaratmaktadır. Yine 1998 itibariyle bu açık
tırmanmıştır. 1998 programında kamu sektöründe
tasarrufların GSMH içindeki payının eksi 2.6'ya
gerileyeceği ifade edilmektedir. Ayrıca yine 1998
yılı içinde kamu sektöründe tasarruf yatırım açığı,
GSMH'nm yüzde 8.4'üne çıkacaktır.
c) Son 12 yılda, reel vergi gelirleri yüzde 162
artmıştır. Bu artışa rağmen, kamu kesimi hizmet
üretemez durumdadır. Çünkü vergi gelirlerinin yüzde
70'i iç ve dış borç faizlerine ayrılmaktadır.
Aslında vergi gelirlerindeki reel artışlara
enflasyondan dolayı ortaya çıkan cebri
tasar-ruflan^vergi etkisi yapan KİT fiyatlarını da
eklemek gerekmektedir.
Sonuç olarak, 1980'de başlayan dışa açık piyasa
ekonomisinin kamu ayağı henüz tamamlanmış değildir.
Bölüm: 2 Türkiye'de Vergi Sisteminin Yapısı
Cumhuriyet dönemi itibariyle vergi sistemini üç
temel gruba ayırabiliriz. Birinci grupta, 1923-1950
yılları arasında uygulanmış bulunan vergiler yer
almaktadır. İkinci grupta, 1950'den sonra 1980 yılma
kadar gelen vergiler yer almaktadır. Üçüncü grupta
ise, 1980 sonrası Liberal dönemde oluşan vergi
zihniyeti ve vergiler yer almaktadır.
1) 1923-1950 Dönemi Vergi Sisteminin Yapısı
Bu dönemde, Osmanlı İmparatorluğundan intikal eden
vergiler ile, bu vergilerin revizyonu veya bunların
yerine konulan vergiler olmuştur.
imparatorluktan devreden ve gelirden alınan vergiler
içinde, Temettü ve Harp vergisi vardı. Bu vergiler
1926 yılında kaldırılmıştır. Yine Cumhuriyet'e
devreden ve gelir üzerinden alınan vergilerin en
önemlisi Tanm ürünleri üzerinden aynı olarak alınan
Aşar'dır. Aşarın o dönemde Devlet gelirleri
içindeki payı yüzde 25 idi. Ancak köylü ve tarım
üzerinde yoğunlaşan arazi yükü ve tahsilden doğan
imkansızlıkları nedeniyle bu vergi de 1925'te
yürürlükten kaldırıldı.
Servet vergileri içinde İmparatorluktan devreden bir
diğer vergi, Emlak vergisidir. Emlak vergisi bina
ve arazi üzerinden alınmaktaydı. Aynı kanun içinde
düzenlenmişti. Ancak meşrutiyet döneminde, bina
üzerinden alman vergi "Müsakkafat Vergisi" olarak
ayrıldı. Bu vergi 1931 yılına kadar uygulandı.
1931'de Bina Vergisi Kanunu olarak yeniden
düzenlendi. Aynı yıl arazi vergisi de yeniden
düzenlendi.
Devreden bir diğer vergi hayvan başına maktu olarak
alınan ve bir Baş vergisi olan, "Ağnam Resmi
"(Hayvanlar vergisi)dir. Bu vergi de 1931 ve
1936'da yeniden düzenlendi.
Cumhuriyet Dönemine intikal eden Gümrük tarifeleri
de, 1936'da yürürlüğe giren tarifedir. Bu tarife
Lozan Anlaşması gereğince, 1928 yılına kadar
yürürlükte kalmıştı.
Osmanlı İmparatorluğundan intikal eden Damga Resmi
de, 1928 yılına kadar yürürlükte kaldı. 1928'de
yeniden düzenlendi
1923-1950 döneminde, gelir vergisi içinde getirilen
yeni vergilerden en önemlisi "Kazanç Vergisi'dir.
Bu vergi 1950 yılına kadar devam etmiştir. 1950'de
gelir üzerinden alınan vergilerde Reform yapıldı. Ve
1950'de kazanç vergisi kaldırıldı. Gelir-kurumlar ve
esnaf vergileri yürürlüğe girdi.
1930 Dünya İktisadi Buhranında, vergi gelirlerinin
düşmesi nedeniyle, 1931'de "İktisadi Buhran
Vergisi" 1953'de "Muvazene Vergisi" ve 1936'da
"Hava Kuvvetlerine Yardım Vergisf getirildi. Bu
vergiler çalışan kesim ile Kazanç vergisi
mükellefiyetlerini vergilemekteydi.
"Toprak Mahsulleri Vergisi" de ikinci dünya
savaşının getirdiği olağanüstü koşulların yarattığı
vergilerden birisidir.
İkinci dünya savaşının getirdiği bir diğer
olağanüstü vergi "Varlık Vergisi"diı. Bu vergi
1942-1944 yılları arasında uygulanmış. Salınması ve
Tahsilindeki adaletsizlik, büyük tepki yaratmıştır.
Veraset ve İntikal vergisi de, Cumhuriyet
döneminde, 1926'da getirilen bir vergidir.
Tüketim vergileri içinde, Muamele Vergileri de,
Cumhuriyetin ilk yıllarında getirilen vergilerdir.
Bu vergiler, 1926-1927 arasında "Umumi İstihlak
Vergisi" ve 1957'den sonra "İstihsal Vergisi"
şeklinde uygulandı.
2) 1950-1980 Dönemi Vergi Sisteminin Yapısı
1950'den sonra, vergi sistemine, gelir ve kurumlar
vergisi hakim olmuştur. Gelir-Kurumlar ve Esnaf
vergileri 1946'da başlayıp 1949'da biten bir reform
projesi içinde gerçekleştirildi. 1950'de yürürlüğe
girmiştir. Bilahare Esnaf vergisi 1955'te
kaldırılmıştır. Gelir ve Kurumlar vergileri
1950'deki iktisadi yapının daha üstünde, çağdaş
vergiler olarak yürürlüğe girmiştir Ancak sonradan,
özellikle popülist amaçlarla, bu vergilerde çok
fazla istisna ve Muafiyetlere yer verilmiştir.
1980 yılma kadar, Vergi sistemine "Gelir Teorisi"
yaklaşımı hakim olmuştur. Ancak, tasarrufları vergi
dışında tutmak için, başta yatırım indirimi olmak
üzere çeşitli teşvikler uygulanmıştır.
3) 1980 Sonrası Vergi Sistemi
Aslında, 1980 sonrası, Vergi sisteminde çok büyük
değişiklik yoktur. Reform niteliğinde olan sadece
1984'de getirilen Katma Değer vergisi vardır.
1980 sonrası, dışa açık Liberal politikalar
uygulanması vergi sistemine de yeni bir açı
getirmiştir.
Yeni liberal yaklaşım, dünyadaki vergilere de bakış
açısını değiştirmiştir. Dünyada Vergileme
tekniklerinde, Gelir Teorisi yerini "İstifade
Teorisine" bırakmıştır. Böyle bir yaklaşım, Liberal
felsefenin ve piyasa ekonomisi: nin,
zorunlu sonucu olmuştur. Devletin sadece klasik
hizmetleri yapması özelleştirme ve devletin yeniden
organizasyonu ile Kamu kesiminin küçülmesi aynı
paralelde özel kesimin teşviki, vergilere de ister
istemez aynı açıdan bakmayı zorunlu kılmıştır. Bu
çerçevede yüksek gelirlerden alınan 1980 sonrası
Gelir ve Kurumlar vergisi yükü düşürülmüştür.
"İstifade Teorisi" veya yararlanma ilkesi dediğimiz
bu yaklaşım esas itibariyle vergilemede adalet
yerine, Kamu hizmetlerinden yararlanmayı kriter
olarak ön plana çıkaran bir yaklaşımdır.
4) Vergilerde Yapılan Son Revizyonlar
1988'de değişen yasalarla vergilerde, bazı
değişiklikler yapıldı. Bu revizyonlar önemli
sakıncalar taşımaktadır. Vergi almak devletin
hükümranlık hakkıdır. Ancak vergi-" nin, kolay,
basit ve anlaşılır olmasını istemek de, vatandaşın
hakkıdır Vergi sisteminde ve vergileme usüllerindekı
en ufak bir tereddüt veya mevcut bir haksızlık,
vergi mükellefini zora sokar. Vergi devletin zulmü
haline getirilebilir. Sonuçta vergi de zora girer.
Kimse iş yapmak istemez. Yatırım, yapmanın riski
artar. Özetle, vergi bizzat kendi konusunu bitirir.
Şimdi, vergi yasalannda yapılan değişiklikler,
birkaç olumlu adım yanında, bu gibi tereddüt ve
haksızlıklarla doludur.
Olumlu adımlar vardır. Örneğin herkese bir vergi
numarası ileri bir adımdır. Vergi numarası,
mükellefin yapacağı her türlü işlemde kendisine
yardımcı olacaktır. Aynca vergi denetimi de daha
etkili bir şekilde yapılacaktır.
Gelir, Kurumlar, Veraset ve intikal vergilerinde,
oranları düşürmek de iyi bir adımdır. Verginin
tabana yayılmasına imkan verecek ve vergi kaçağını
azaltacaktır.
Tapu harçlarının % 2'ye, Emlak vergisinin, Konut ve
arazilerde binde 1 'e, binada binde 2'ye, arsada
binde 3'e düşürülmesi gerçekçi bir yoldur.
Gayrimenkul satışlannda belediyenin belirlediği
rayiç bedelin, asgari bedel olarak alınması da, bu
konudaki istismarları ortadan kaldıracaktır.
Bunların başında faiz, kar payı ve menkul
değerlerden vergi alınması gelmektedir. Aslında bu
gibi gelirleri kontrol etmek ve vergi hasılatını
arttırmak açısından % 10 gibi bir vergi almak doğru
sayılabilir. Ancak, şimdiki gibi gelir vergisi
tarifesine tabi tutmak tasarruflan caydırıcı etki
yapacaktır. İçeride istikrarsız- lık var olduğu
sürece kimseyi yatırım yapmaya zorlayamayız. Bu
şartlar altında, tasarrufları vergilendirmek,
onlann yurt dışına çıkmasına sebep olmaktadır.
Aslında paranın kirası olan faizi suçlamak liberal
ekonomiyi suçlamaktır.
Liberal ekonomilerde tasarruf sahibi yasalar
çerçevesinde bu tasarrufunu istediği gibi
değerlendirmek özgürlüğüne sahiptir, isterse
parasından para kazanır. İsterse yatınm yapar. Kaldı
ki tüketim yüzde 10-15. Buna karşılık Tasarruf
geliri gelir vergisi tarifesi içinde vergilenmiş
ise aynı zamanda haksızlıktır.
Faizleri yüksek oranda vergilemek, aynı zamanda
"Çifte Vergileme"ye de yol açmıştır. Çünkü
Tasarruflar kazanıldığı sırada veya gelirin elde
edildiği sırada zaten vergilenmiştir. Örneğin,
ticari kazanç elde eden vergiden sonraki kazancım
tasarruf etmiştir. Yahutta, emekli ikramiyesi alan
bir ücretli çalıştığı sırada zaten gelir vergisi
ödemiştir. Şimdi yapılan revizyonla bu tasarruflar
ikinci defa vergilendirilmiş olmaktadır.
Öte yandan vergi yasası, tekstil, demir çelik ve
turizm gibi bazı sektörlerde varolan durgunluğun
tuzu biberi oldu. Özellikle şirket ortaklarına
getirilen ağır cezalar yeni yatınmla-rı caydırıcı
nitelik taşıyor. İş kurmanın, yatırım yapmanın
riskini artırıyor.
Diğer yandan gerekçede yer alan (Mali Milat) deyimi
de Cumhuriyet tarihine leke sürmektir. Çünkü zımnen
Mali Milattan önce, devletin zaafıyet içinde
olduğu, yer altı ekonomisinin kol gezdiği anlamı
çıkmaktadır. Bu suçlama Atatürk Dönemi dahil bu
güne kadar olan son vergi revizyonlan global krizin
etkilerini arttırmıştır. Bu nedenledir ki her dönemi
kapsam içine almaktadır.
Bölüm: 3 Vergilerin Gelir Elastikliği ve Vergi Yükü
Cumhuriyet döneminde vergi hasılatı, GSMH'daki
artışlan yakından takip etmiştir. Örneğin, 1960'tan
günümüze kadar Vergi hası-latındaki artışın
GSMH'daki artışa oranı, yani vergi esnekliği sürekli
birden büyük olmuştur. Sadece iki yıl 1970'te 0.7 ve
1995'te 0.8 şeklinde birden küçük gerçekleşmiştir.
Türkiye'de, Global Vergi Yükü yani toplam vergi
gelirlerinin GSMH'ya oranı, sanayileşmiş ülkelerden
daha düşüktür. Buna mukabil bazı gelişmekte olan
ülkeler ortalamasından da yüksektir.
Vergi yükünün diğer ülkelerle mukayesesi için,
tarif edilen vergi hasılatının homojen olması
lazımdır. Vergi hasılatının, sosyal güvenlik
kuruluşlarının kesenek, prim ve aidat adıyla
üyelerden tahsil ettikleri gelirleri mahalli
idareler ile, fonlara ait gelirleri kapsayıp
kapsamadığı bilinmelidir.
Vergi yükünün global olarak ele alınması vergi
sonrası net geliri ifade etmez. Vergi yükünün gerçek
ağırlığını öğrenmek için nüfus faktörünü de
gözönüne almak gerekir. Nüfus başına
hesapladığımızda o zaman vergi yükünün gerçek
anlamda ağır olup olmadığını anlamış oluruz. Bu
vergi yükü faal nüfus başına hesap edilebilir.
Türkiye'de teşvik edici vergi politikaları vardır.
Yani yatınmlar, döviz kazandırıcı hizmetler teşvik
edilmektedir. Yatırım indirimi, gümrük muafiyeti,
hızlandırılmış amortisman uygulanmaktadır. Diğer bir
ifade ile devlet vergi gelirinin bir kısmından vaz
geçmektedir.
Öte yandan Türkiye'de vergi yükünü sektörler
itibariyle karşılaştırırsak en düşük yükün tanm
sektöründe olduğunu görürüz. Tarım sektörünün
GSMH'deki payı % 20, tarımın vergi yükü ise % 5'tir.
Tarımın vergi yükünün düşük olmasının nedeni öz
tüketimin yaygın olması, siyasi amaçlar vesaire
nedenlerdir.
|