Türkiye'de Mali Piyasalar ve Mali
Kurumların Yönetimi Üzerine Bir Değerlendirme
Türkiye'de 1980'li yıllarda uygulamaya konulan yeni
politikalar ve özellikle çeşitli alanlardaki
serbestleştirmeler, en büyük etkiyi mali sektör
üzerinde göstermiştir denilebilir. Gerçekten de
bugün ulaştığı konum itibariyle mali sektör ilerisi
için büyük bir potansiyel sunmaktadır. Bu gelişmede
Hazine'nin önemli rolü olmuştur. Hazine, her ne
kadar büyük borçlanma hacmi nedeniyle özel kesimi
piyasa dışına itmekteyse de, mali sektörün gelişme
yolunu tıkayan pek çok engeli ortadan kaldırmış,
pek çok yeni aracın piyasaya girmesini sağlayan
düzenlemeleri yapmıştır. Uygulamaya konulan
serbestleştirme yolundaki önlemler mali sektör
içinde yer alan pek çok piyasada karaborsanın
ortadan kalkmasına ve serbest piyasa ekonomisine
geçişte önemli roller oynamıştır.
Türk mali sektörünün daha ileri noktalara
götürülmesinin önünde bazı engeller bulunmaktadır.
Bunların en başında yüksek ve sürekli enflasyonun
geldiği açıktır. Sürekli yüksek enflasyon, mali
piyasaların en temel unsuru olarak kabul edilen
istikrar ortamını bozmakta, belirsizlikleri
arttırarak bu piyasalarda karar alıcı durumunda
olanların kararlarını etkilemekte ve sonuçta yüksek
marjlarla çalışan bir piyasa yapısı oluşmasına yol
açmaktadır.
Mali sektörün gelişmesindeki bir başka engel, bu
piyasayı geliştirmede büyük katkısı olduğuna
değindiğimiz Hazine'nin bizzat kendisidir. Bu
çelişkili durum, Hazine'nin, giderek artan kamu
finansman açığını kapatmak için bu piyasaya daha
fazla yüklenir hale gelmesinden ve dolayısıyla özel
kesimi piyasa dışına itmesinden kaynaklanmaktadır.
Son derece yüksek borçlanma talebiyle piyasada
bulunan Hazine, bu tavrıyla bankaları da etkilemekte
ve bankalar ellerindeki fonları özel kredilere
dönüştürmek yerine daha az riskli gördükleri
Hazine'ye aktarmayı tercih etmektedirler.
Bir başka önemli engel sosyal güvenlik kurumlarının
durumudur. Bu kurumlar topladıkları büyük fonlara
karşın, mali bunalım içindedirler. Bu bunalımın
çeşitli nedenleri vardır. Herşeyden önce Türkiye'de
emeklilik süreleri, gelişmiş ülkelerden kısadır. Bu
nedenle bu kurumlar büyük bir ödeme baskısı
altındadırlar. İkinci olarak sosyal güvenlik
kurumları toplamaları gereken primleri zamanında ve
tam olarak toplayamamaktadırlar. Bu da bu
kurumların gelir gider dengelerini bozmaktadır.
Nihayet üçüncü olarak bu kurumların geçmişte
nispeten iyi durumdayken ellerinde biriken fonları
yatırdıkları alanlar, hızlı ve büyük getiri
getirecek alanlar değildir. Bu durumun bir sonucu
olarak bu kurumlar, mali sektöre fon girişi yaparak
sektörün ulaşması gereken büyüklüğe varmasına
katkıda bulunamamakta, tam tersine Hazine
aracılığıyla bu sektörden fon talep eder konumda
bulunmaktadırlar. Oysa gelişmiş ülkelerde sosyal
güvenlik kurumları, mali sektörün en önemli
kaynakları arasında yer almaktadır.
Mali sektörün geliştirilmesindeki bir başka engel de
yine siyasal yaklaşımların kısırlığından, bir başka
deyişle oy kaybetme kaygısına dayalı önlem almaktan
kaçınma korkusundan kaynaklanmaktadır. Türkiye'de
tarım kesiminin GSMH'ya katkısı % 15 düzeyine inmiş
olmakla birlikte bu kesimden gelir elde eden nüfus
hala % 50 dolayındadır. Bu büyük nüfus varlığı
Türkiye'de siyasal iktidarların bu kesime yönelik
kredilendirmelerde, bu işten sorumlu bulunan kamu
bankası (TC Ziraat Bankası) aracılığıyla önemli
ölçüde faiz sübvansiyonuna yönelmelerine 'yol
açmaktadır. Bu tür sübvansiyonlar mali sektörün ve
dolayısıyla mali piyasaların bozulmasında büyük rol
oynamakta, diğer kesimlerin de aynı yolda taleplerde
bulunmasına ve sistemi daha ileri derecede bozacak
disiplinsizliklere yol açmaktadır. Tarım kesiminin
desteklenmesi gereği her ülkede genel kabul
görmekte, dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bile bu
kesim çeşitli yollarla desteklenmektedir. Ancak yine
genel kabul görmüş olan bir yaklaşım, Türkiye' deki
uygulamanın tersine, faiz sübvansiyonu yerine
diğer destekleme yöntemlerinin tercih edilmesi
ve bir kesim desteklenirken bir başka kesimin
durumunun bozulmaması yönündedir.
Türkiye'de mali sektörün daha fazla
geliştirilebilmesi, genelde yüksek kamu açıklarının
neden olduğu iki olgunun önlenmesine bağlı
görünmektedir; yüksek enflasyon ve Hazine'nin yüksek
miktarlarda borçlanarak özel kesimi borç verilebilir
fonlar piyasasının dışına itme sİ. Her iki olgunun
da önlenebilmesi, başta yüksek ve sürekli kamu
finansman açıklan olmak üzere, iç ekonomik
dengesizliklerin giderilmesi yolundaki istikrar
politikası uygulamalarından sonuç alınmasına bağlı
bulunmaktadır.
Kaynak: Dr. Mahfi Eğilmez
|