Malumat Toplumunun Marjinleri
Ali Bizden
Tumturaklı lafların her dem gözde olması gönüllü
kulluğun neredeyse vazgeçilmez insani bir içgüdü
olduğunu kabul ettirebilecek denli "gerçek" ve
eziciliğine rağmen bu gerçeğin sorgulamasına
kalkışmaların kesintiye uğrasa da hiçbir dönemde
nihayetlenmemesi biricik umut: Cezbedici, baştan
çıkarıcı, kışkırtıcı ve davetkar bir arayışın peşine
düşme özgürleşme arzusunun.
Yoğun dipnot ve otoritelerden alıntıları kullanma,
onyedinci yüzyılda meşhur olan bir uygulama ve
uygulayıcılarını küplere bindiren de "aklını
marjinlere verip aklı sıra metin yazdığını
sanıyorsun" eleştirisiymiş. Aklını marjinlere
vermek aklı sıra metin yazdığını zannet-met ne
demek?
Bu sorunun yanıtını vermek için kendimce bir başka
sorudan hareket etmenin yol gösterici olduğunu
düşünüyorum, insan neden yazı yazar? Daha da
kendime bir soru: Ben bu yazıyı neden yazıyomm? Bir
derdim var: Metin diye ortalıkta gezinen şeylerin
meramını kendi dışında - marjinlerde- anlatma
yöneliminin çok ağır basması. Bir metin yazarı,
kendini yazı yazmaya kışkırtacak denli rahatsız eden
veya benzer bir vesile olan bir durumdan hareket
etmesine karşın o "durum"u/meramını anlatmak yerine
neden dipnotlar ve otoritelerden alıntılar arasında
gezinip durur? Kendi sözünü otoritelerin sözlerinin
arasına saklamak, hatta daha da ileriye gidip
metninde otoritelerin sözlerinden kendi sözlerine
yer bırakmamak, me-ramıyla ilgili kırıntıları
marjinlere tıkarak söylemek, söyleyecek sözün
olmaması demek bir kere, belki de daha ayakları yere
basar bir vaziyet ifadesi olarak, söyleyecek sözü
olup söyleyecek cürete sahip olmamak. Bu ikincisi
üzerinde durmak istiyorum, çok dramatik çünkü.
Yaşantısının ne olduğunu bilip öyle değilmiş gibi
yaşamak (yazmak ya da) kendi kendini kandırmaktan
da öteye geçiyor iş metin yazmaya gelince; okuyanı
da kandırmak demek çünkü ya da kandırdığını
zannetmek.
Bilmek, muktedir olmaktır. O halde bilgi de
muktedir olma halinin donanımıdır. Malumat ise tabi
olmaktır. Malumatınız ne denli çoksa, muktedir olma
durumunuz o denli azdır. Yaşantmızı malumat sahibi
olduğumuz şeylere göre ayarlamak zorundayız.
Malumatla bilgiyi ayırırken mihenk taşı olarak
"muktedir olmak" durumunu kullanalım. Bilgi muktedir
olma, malumat ise başka bir şey: Kendini- e göre
ayarlama;-e göre yaşama.
Malumat sahibi olmak bilgi sahibi olmakla
karıştırılması durumunda karşı karşıya olunan
manzara şöyle: Bilmekle malumat sahibi olmayı eş ve
eşit kabul edip, malumat sahibi olma durumunu
"bilgi sahibi olmak"la bir tutmak, öyle olmadığının
ayırdma varamamak muktedirin iktidannı söz konusu
etmeksizin, iktidar muktedir olan olmaksızın
mümkünmüş gibi ortalıkta dolanmak; daha da açığı
dolanacağı yerlerin kısıtını görmemek, böylelikle
bir kısıt yokmuşçasına daracık, minicik bir sahayı
evren zannetmek demek.
Şimdi dolanılacak yerlerin kısıtsızlığı gibi bir
ifadeden sonra şu bilgi toplumu mesele-sine geçelim.
Duvarlar yıkıldı, sınırlar kalktı ya,
sermaye ve "bilgi" özgürce dolaşıyor ya ve en
büyük sermaye bilgi ya, e o zaman elbette
duvarlar yıkılmadan, sınırlar kalkmadan ve sermaye
ile "bilgi" özgürce dolaşamazdan, en büyük sermaye
"bilgi" olmazdan önce özgürlüğü kısıtlayan koşullar
ortadan kalktı demek yani!
Mesela artık üretim değil, tüketim konuşuluyor,
üreticinin özgürlüğü ve insanca yaşama koşullan
değil, tüketicinin özgür tüketim yapma hakkı
tartışılıyor. Birşeyler oldukça değişti. Bireycilik
ön planda, toplumların özgürlüğü tek tek
insancıkların toplamı demektir ya.
Mesela "tek tuş olayı", "internet sörfü olayı".
Zaman ve mekan kısıtları olmaksızın her türlü
bilgiye ulaşma olanağı, çalışma odanıza kadar
getiren muazzam bir bilgi hazinesi olarak internet
mesela. Bir tuşluyorsunuz, milyarlarca sayfa yazı,
milyarlarca adres, milyarlarca reklam, internete
kadar gidememe durumunda televizyon başta olmak
kaydıyla diğer kitle iletişim araçlarına bakmak bile
iç sıkıntısı yaratmaya yetecek. Çok seslilik, çok
alternatifli olmak mı demek çok kanallı olmak?
Alternatiflerin olması, istediğini seçme olanağını
için-de barındırıyor ama alternatiflerin neye
alternatif olduğu sorusu sorulduğunda durumun kendi
içinde barındırdığı seçme olanağının sınrhlıkları da
ortaya çıkacaktır.
Yok yok. "Yok yok" demek, aslında hiçbir şey yok da
demek. Bir de -şimdi sırası mı diye sormak da lazım
(bilgi toplumunda yani)-kim tuşlayabiliyor?
Demokrasiyi sahip olmaya indirgemeyi göze alarak,
tek tuş olayını gerçekleştirmeye yetecek donanıma
kimler sahip olabiliyor ve tek başına bunlara sahip
olmanın anlamı ne?
İş metin yazmaya gelince, bu "yok yok ortamı"ndan
çekilen malzeme yığını ile karşı karşıya gelen
yazarın en yoğun yaşadığı hissiyat büyük ihtimalle,
tükenmişlik ve "daha neler vardır kim bilir halet-i
ruhiyesi" ne bürünmektir. Bir kere bu ruh haline
büründükten sonra yapılacak çok şey de kalmıyor
zaten: Ya aklınızı marjlara teslim edip aklınız sıra
metin yazdığınızı zannedeceksiniz yani
dolanacağınız yerlerin kısıtını görmeyerek,
böylelikle bir kısıt yokmuşçasına daracık, minicik
bir sahayı evren zannetmek suretiyle malumat
toplumunu bilgi toplumu diye pazarlayarak, aklınız
sıra iş yaptığınızı hatta toplumsal güçlerin özgür-leştirici
aktörlerinden biri olduğunuzu bile
düşünebileceksiniz; tabi gerçek ile "gerçek"
arasında -bu melekenizi koruyabilecek, kendinize
eleştirel bir mesafeden bakacak denli- aralık
bırakmışsanız.
|