"Medeniyetler Çatışması" Üzerine Muzaffer
Özdağ ile Mülakat
Strateji Uzmanı, Tarihçi, Şevket Adnan Şenel
1993 yılının yaz ayında, Türkiye Günlüğü dergisinde
(Yaz 93; Sayı: 23) Samuel P. Huntington imzalı
"Medeniyetlerin Çatışması mı?" başlıklı bir yazı
yayınlandı. Mustafa Ça-lık'ın tercümesiyle
yayınlanan bu yazı, içinde öne sürülen tezler
itibariyle ilgi ve dikkat çekiciydi. Üstelik,
Huntington'un tezinde Türkiye de bir özne olarak yer
alıyor ve yazar tarafından "bölünük toplum" olmakla
nitelendiriliyordu. Huntington'un "gelecekte
medeniyetlerin çatışması kaçınılmazdır" şeklindeki
tezine Batı'dan bir kaç karşı eleştiri geldi ve yine
Türkiye Günlüğü'nde bunlar yayınlandı. Türkiye de
de Muzaffer Özdağ, Avrasya Dosyası adlı derginin
(İlkbahar 1994) 4. sayısında (ki ayrı basım olarak
da yayınlandı) "Medeniyetler Çatışması Üzerine"
başlıklı bir karşı yazı kaleme aldı. Aradan iki yıl
geçmiş olmasına rağmen, Huntington'un ileri sürdüğü
tezin önemini koruduğunu düşünerek (ki, son olarak
NATO Genel Sekreteri Claes'in demeçlerinde
ifadesini bulan, İslamiyet hakkındaki
yaklaşımlarını da baz alarak), bu kez Yeni Türkiye
okurları için, hem Huntington'un; hem de Özdağ'ın
görüşlerini kısaca özetlemek ve daha sonra da, Sayın
Özdağ ile bu konuda yaptığımız mü-lakatı sizlere
sunmak istiyoruz...
Huntington Ne Diyor?
"Dünya siyaseti yeni bir sayfaya giriyor... Bu yeni
Dünyada mücadelenin esas kaynağı ideolojik ve
ekonomik değil, kültür temelinde olacaktır...."
"Medeniyetlerin çatışması kaçınılmazdır..."
kımlıgı gelecekte gittikçe artan bir şekilde
ehemmiyet kazanacak ve dünya büyük ölçüde, halen
varlığını sürdüren yedi-sekiz medeniyet (Batı,
İslam, Konfiçyus, Slav-Ortodoks, Latin Amerika,
Japon ve muhtemelen Siyah Afrika medeniyetleri)
arasındaki etkileşimle şekillenecektir."
"Geleceğin en önemli kanlı mücadeleleri bu
medeniyetlerin birini diğerinden ayıran kültürel fay
hatları boyunca meydana gelecektir."
"(Marksizmin çöküşü ve Sovyetler Birli-ği'nin
dağılması ile) Avrupa'nın Batı Hristiyanlığı, Doğu
Hristiyanlığı ve İslamiyet arasındaki kültürel
bölünmüşlüğü yeniden ortaya çıkmıştır."
"Batının bundan sonra karşılaşacağı meydan okuma
kesinlikle İslâm aleminden gelecektir."
"İslam kanlı hudutlara sahiptir."
"Şayet olursa bundan sonraki Dünya savaşı
medeniyetlerarası savaş olacaktır..."
"Tarihleri, kültürleri, gelenekleri ile Batılı
olmamakla birlikte vasat bir kültürel teca-nüse
(özgü kültürel kimliğe) sahip üç ülkede (Türkiye,
Meksika, Rusya) toplumlar hangi medeniyete mensup
olduklarını veya intisap edeceklerini belirleme
hususunda kesin bir karar vermemişlerdir. Bölünük
ülke (manen bölünük toplum) konumundadırlar...
Türkiye böyle bir bölünmenin en aşikar prototipik
örneğidir. Tarihin en derin biçimde bölünük
toplumudur."
"Orta vadeli gelecekte medeniyetler arası mücadele
Batı ile Müslüman-Konfüçyen devletler koalisyonu
arasında alacaktır."
Muzaffer Özdağ Ne Diyor?
"Yazar, Batı merkezli bir bencilliği, ego-sentrizmi,
ırkçı-dinci bir fanatizmi, kültürel şovenizmi,
emperyalist tahakkümcülüğü temsil etmektedir."
(Batılılara göre) "Bu karşı konulmaz Batı
medeniyetini yaratan Hristiyan beyaz insandır. Batı
medeniyeti eşi benzeri olmayan yüksek medeniyettir.
Bu medeniyet bir din ve ırk ürünüdür. Beyaz, ari
insan tipine ve onunla yücelmiş Hristiyan
düşüncesine aittir."
"Irkçılık, kapitalist-emperyalist çağı yaşayan
Avrupalı ve Avrupa kökenli güçlerin müşterek siyasi
sabıka sicilidir. Kronik ruhi rahatsızlığıdır.
Samuel P. Huntington'un medeniyetleri düşman
saflarda karşılaştıran etüdünde bu rahatsızlığın
izleri görülmektedir."
"I nci ve 11 nci Dünya savaşları, Dünyanın paylaşım
şeklinde anlaşamayan Batılı güçlerin yeniden
paylaşım için çıkardıkları savaşlardır."
"Yazarın genelde Batıdışı medeniyetlere mensup bütün
toplumları küçümseyen, özelde İslam alemini ve
Konfüçyen kültür dairesindeki Çin'i hasım sayarak
Batı medeniyeti ve milletleri için derhal tedbir
alınması gereken bir tehdit ve tehlike olarak
görmesi, göstermesi bilimsel bir tespit değil,
gerçeği çarpıtıcı, Batı kamuoyunu, hükümetlerini
saldırgan emel ve planlan doğrultusunda hazırlayıcı
siyasî bir eylemdir. Kışkırtıcı bir psikolojik savaş
operasyonudur."
"Günümüzde de İslâm dairesi içindeki milletler,
devletler arasında kültür, bilim, ticaret, sanayi,
teknik, iktisadi kalkınma, savunma ve diplomasi
konularında ciddi, Batı benzeri bir dayanışma ve
işbirliği bulunmamaktadır."
"Hal bu iken, İslam medeniyetinin, bu medeniyete
mensup milletlerin Batı medeniyetine karşı tehdit
oluşturduğu iddiası ciddiyet taşımaz."
"Yazarın emel ve temennisi medeniyetler arası
anlayış, uzlaşma, işbirliği, insanlığın bütün
medeniyet mirasını değerlendiren daha ileri ortak
bir medeniyette bütünleşmesi değil.
dünya barışı değil, Batı koalisyonuna, Batıya,
kayıtsız şartsız teslimiyeti sağlayacak siyasi
çözümleri üretmek ve önermektir."
"Antisemitizm; Yahudi düşmanlığı Hristiyan
Avrupa'nın ortak ruhiyatı, ortak günahıdır. Ortak
siyasi sabıka sicilidir."
"Bu (Batı) medeniyetin, öldürme, yakma, yıkma,
silah araç ve gereçlerini tarihte
benzeri görülmeyen bir seviyede ürettiği,
geliştirdiği de sabittir."
"Yazarın bölünük ülke deyimi ile yaptığı
değerlendirme sathidir. Derinlikten, milli
kültürleri değerlendirme bilincinden yoksundur.
Toplumun bir kesitinde veya tümünde yaygın refah
özlemi, süratli gelişme yükselme arzusu, anılan
toplumların tarihi kültürlerini milli kimliklerini
silerek yeni kimlik çıkarma niyet ve girişimi olarak
değerlendirilemez."
A. Şenel: Samuel P. Huntington, "Medeniyetler
Çatışması mı?" adlı mahalesiyle, bu makalenin
yayınlandığı 93 yılında bir anda dikkatleri üzerine
çekmişti. Bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de
ciddi yayın organlarında bu makale yayınlandı. Siz
de, Huntington'un bu makalede ileri sürdüğü tez'e
muhalif bir bakış açısıyla, uzunca bir tenkit yazısı
kaleme aldınız... Ne var ki, böylesine önemli olan
Huntington'un bu tezi, sizin de vurguladığınız gibi,
ülkemizde hakettiği şekilde ele alınıp tartışma
platformuna gelmedi, getirilmedi, tahlile tabi
tutulmadı... Sizce bunun sebebi nedir?
Huntington'un bu tezi çok fazla ciddiye alınmadığı
için mi, yoksa karşı tezler geliştirilmediği, buna
gerek görülmediği için mi, bu tez bir-iki yayın
organı dışına taşmadı?
M. Özdağ: Bay Samuel Huntington'un fikir ve
tesbitlerinde, ileri sürdüğü tezde yenilik,
özgünlük ve olağanüstülük olmadığı, ana-hatları ile
mensup olduğu kültür ve medeniyet dairesinde yaşayan
milletlerin bencil ruh hallerini yönetici
sınıfların saldırgan emel ve eğilimlerini
yansıttığı da belirgindir.
Yazar güç üstünlüğünden kaynaklanan bu tavrını
gizlemeye lüzum da duymamaktadır.
Tezi önemli kılan husus ilmi seviyesinden değil,
içerdiği emel ve eğilimden ve Bay Huntington'un
ülkesinin dış politika stratejisini belirlemek için
ilmi karargah görevini yüklenen enstitülerden
birinin başkanlığını vük-lenmiş olmasından
kaynaklanmaktadır.
Şu hususu da dikkatten kaçırmamak gerekir. Tarihin
akışını, insanlığın hayatını derinden etkileme
yönünden, mutluluk kaynağı, kurtuluş bayrağı olarak
kabulle yüceltilen, izlenilen fikrin, ideolojinin,
siyasetin doğruluğundan, haklılığından çok
toplumlara, yığınlara, geniş bir tabandan sirayet
etme, tutku verme, müzminleşme gücü önem
taşımaktadır.
İnsanlık büyük acılara, felaketlere yol açan
şizofrenik tutkulardan tamamen arınmış, kurtulmuş
değildir.
Haçlı seferleri çok geride kaldı denilse dahi-Nazi
ve Komünist diktatörlüklerin yarattığı cehennem
azabı unutulmamalıdır.
Bay Huntington'un tezi ile (Rus demokratı!) Bay
Jirinovski'nin özlemleri arasında ifadede üslup
farkı olsa dahi mahiyet farkı bulunmamaktadır. Her
iki yaklaşımda da belirgin olan husus insan
değerine, insan varlığına sevgi ve saygının
olmayışıdır. İnsanlığın bir büyük aile olduğunun
unutulması veya red ve inkar edilmesidir.
Huntington'un tezinin ülkemizde ilgi çekmeyişi,
üzerinde durulmayışı görüşlerinin ciddiye
alınmayışından değildir. Fikir ve düşünce
hayatımızın havsalaya sığmayan bir durgunluğu
yaşamakta oluşundandır.
Üniversitelerimiz ilmi bilginin bütün dallarında
meslek yüksek okulu seviyesini aşarak daha ileri bir
toplum için, idare cihazı için dimağ vazifesi
yüklenecek, bilim, teknolo-ji, fikir ve çözüm
üretecek bir gelişim seviyesine erişmiş değildir.
Bilim ve fikir hayatındaki bu kısırlık se-bebiyle
toplum büyük ölçüde yabancı güç merkezinde üretilen
paket programlarla oyalanmakta, tüketim
alışkanlıklarına, ideolojik ifratlara
yönlendirilmekte veya siyasi partilerin seçim
dönemleriyle hudutlu ufuksuz, ciddiyetsiz
vaadleriyle avutulmaktadır.
A. Şenel: Dikkat çekici bir husustur ki, dünyanın
genel siyasi gidişatına baktığımızda, dönemsel
olarak, tarihin önemli döııe-meçlerinde mutlaka
ABD'den birinin çıkıp, bir kavramla, bir
etiketlendirmeyle bu dönemeçlere ad koyduğunu, bir
tezle ortaya çıktığını görüyoruz. İşte en son
örnekler önümüzde; SSCB 'nin çöküşünün hemen
ardından Fııkııyama çıktı "Tarihin sonu" tezini
ileri sürdü; Körfez Krizi sırasında "Yeni Dünya
Düzeni" kavramı telâffuz edilmeye başlandı; son
olarak da Huntington "Medeniyetler Çatışması"
teziyle gündeme geldi. Niçin tarihi dönemlere
ilişkin bu tür kavramlaştırmalar ABD'den çıkıyor?
M. Özdağ: Siyasi, iktisadi, askerî güç üstünlüğünü
temsil eden devletin menfaat ve nüfuz alanı haline
getirmek istediği, getirdiği bölgelerde sadece kendi
ulusunun çıkarlarına uygun düşen görüşleri herkes
için en doğru çözüm, yegane haklı ve çıkar yol
olarak tanıtmaya, taraftar, işbirlikçi kadrolar
kazanmaya, hazırlamaya çalıştığı bilinen bir
keyfiyettir.
I. Dünya Savaşının bitiminde ekonomik, siyasi ve
askeri güç yönünden o tarihe kadar önde bulunan
Büyük Britanya İmparatorluğuna eş güce erişen
A.B.D., II. Dünya Savaşının bitiminde gerek
müttefiki olan büyük güçlerin, gerekse, rakiplerinin
maruz kaldıkları ağır kayıpları ve yıpranışları
sebebiyle savaşta ülkesinin hiç zarar görmeyişi,
sanayi kapasitesini tam seferber edişi ile yenik
düşen hasımlarının ve bitkin müttefiklerinin
boşalttıkları alanları da doldurarak 1 no.lu
süpergüç konumuna yükselmiştir. Şimdi Sovyetler
Birli-ği'nin de dağılmış olması A.B.D.'yi geçici bir
süre için de olsa rakipsiz süpergüç mevkiinde
bulundurmaktadır.
A.B.D.'nin rakibi Sovyetler Birliği ve Komünist
kampla mücadelesi sadece askeri güç dengesi
oluşturmak, caydırıcılık sağlamakla hudutlu
kalmamıştır. Soğuk savaş küresel çapta bir
ideolojik, psikolojik, kültürel savaş olarak
seyretmiştir.
A.B.D.'nin küresel boyutta etkinlik kazanmak için
sürdürdüğü ideolojik, psikolojik, kültürel üstünlük
gayreti Sovyet Rusya'nın ve Çin'in kendi nüfuz ve
menfaat alanlarını genişletmek için geçmişte
Marxist-Komünist ideoloji çizgisinde yürüttükleri
ideolojik propaganda çabalarından, nicelik ve
nitelikte daha baskın bulunmaktadır. Bu
propagandanın sadece rakip ve hasım görünen
ülkeleri değil, müttefikleri de kapsamına aldığı ve
etkilediği dikkatten kaçırılmamalıdır.
Sinema, televizyon, basın, haberleşme kanalları,
hitap ettikleri kitlelerin düşünüş ve
davranışlarını, beğenilerini yönlendirme,
biçimlendirme, programlama etkinliğine ulaşmış
bulunmaktadır.
Moda haline getirilebilen düşünce, tarz, davranış
şekli, tüketim modeli kişilerin ferdi tercihlerini,
fikri bağımsızlıklarını silebilecek ölçüde yığın
alışkanlığı veya toplumsal kalıplaşma
yaratmaktadır.
Basın, yayın, sinema, televizyon araçlarına,
propagandalarına hakim olan güç meşru demokratik
halk hükümetinden daha etkili. O'nu da görünmeden
yönlendiren, güdümle-yen bir Junta veya sorumsuz
gizli komuta merkezi halini almaktadır.
Bu durum sadece ülke ile, egemenlik alanı ile
sınırlı kalmamakta, uluslararası boyuta
erişmektedir.
Bilim ve teknolojide en illeri, ekonomik, mali ve
askeri gücü en yüksek bir toplumun fikri ve
kültürel etkinliklerini imkanlarına ve siyasî
emellerine, menfaatlerine uygun seviyeye çıkartması
olağandır.
Ancak A.B.D.'ni milletlerarası hayatta, insanlığın
kaderinde halen ön planda etkili kılan husus, fikir
ve kültür hayatındaki ürünleri, verimliliği değil,
üstün maddi gücü ve bu gücü kullanma tekniğidir.
A.B.D. bu maddi güç ve teknikle vahşi batının
talanını ve o yöndeki hayatı bir marifet gibi
sergileyebilmiş, bütün dünya çocuklarını
kovboyluğa, kızılderi katliamına özendirebil-miş,
A.B.D. yaşantısını da ifradı temsil eden
kişilikleri, örnek alınacak modeller, süper-menler
durumuna yükseltmiş, film pazarına yerleştiği az
gelişmiş ülkelerin milli kültürden yoksun
tabakalarını, çeyrek aydınlarını farket-meden şuur
altlarında çift tabiyetli duruma getirmiştir.
Holywood bu haliyle, hudutları belirlenmemiş bu
dünya imparatorluğunun merke zi haline getirmiştir.
Holywood'u yönlendiren uzun vadeli programlarını
düzenleyen gücün ürünlerini pazarladığı ülkelerde
gelip geçici, derme çatma hükümetlerin eğitim ve
kültür bakanlarından daha kalıcı etkiler yaptığını
söylemek mübalağa sayılmamalıdır.
A.B.D.'nin bu yolla ilişkili olduğu ülkelerin yeni
yetişmekte olan nesilleri, kitle psikolojileri ve
milli kültürleri üzerinde olumsuz etkileri,
sömürgeci güçlerin askeri istila ve işgalle
denetimleri altında tuttukları ülke halklarına
karşı uyguladıkları kültürel jenosit ve asimilasyon
politika ve programlarından daha az tahripkar
değildir.
A.B.D.'ye tarihi dönemlerle ilgili olarak özel bir
kavramlaştırma gücü izafesi de hata olur.
İşin özü mali ve askeri gücü fazla olanın sesi
fazla çıkmakta, borusu örmektedir.
A. Şenel: ABD'de bir çok stratejik araştırma
kurumları var ve bunlar büyük ölçüde ABD'nin dış
politika stratejisine, dış politikasına etki
ediyor, yönlendiriyor ve bu kurumlarda çalışan bir
çok ünlü araştırmacı ve danışmanın görüşleri de
bütün dünyada yankı buluyor, ilgi çekiyor. P. Henze,
G. Fuller, F. Fııkııyama, S. Huntington gibi... Bu
ilişkiyi, yani kurumlarla devletin bu yönlendirme
et-kilendinne ilişkisini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
M. Özdağ: Modern bir devlette yüksek nitelikli
yönetim kadroları yakın, orta, uzak vadeli bütün
politikalarını sıradan siyaset adamlarının işportacı
niteliği taşıyan güncel hesap ve beklentilerine
değil, küresel boyutta bütün ağırlıkları ve muhtemel
gelişmeleri de dikkate alan, hesaplayan geniş bir
görüş ufku
içinde ciddi bilim ve araştırma kurumlarının sürekli
çalışmaları ile belirlenen milli hedeflere, milli
menfaatlere dayandırırlar.
İşaret ettiğimiz siyaset plânlaması ile ilgili ilmi
araştırma kurumları sadece A.B.D.'nde değil, dikkate
değer güç ve önemi olan bütün devletlerde
bulunmaktadır.
Üniversitelerimizin, Dışişlerimizin, Ge
nelkurmayımızın şimdiye kadar böyle bir araştırma
kurumu oluşturmamış, geliştirmemiş olması özellikle
devleti yönetmek iddiası taşıyan siyasî kadroların
bu kavramlara ilgisiz kalmaları ciddi bir
eksikliktir.
A. Şenel: Şimdi isterseniz, Hunting-ton'ıın öne
sürdüğü teze gelelim. Tek cümleyle belirtecek
olursak, Huntington, dünya siyasetinin yeni bir
sayfaya girdiği yeni dünyada esas mücadelenin kültür
temelinde olacağını, halen varlığını sürdüren
yedi-sekiz medeniyet arasındaki çatışmanın da
kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Siz de bir-iki
cümleyle bu teze karşı öne sürdüğünüz görüşleri
belirtebilir misiniz?
M. Özdağ: Cevabi makalemde belirlediğim gibi Bay
Huntington insanlığı sevgi ve sorumluluk duygusu
ile bütünleyip kucaklayan, hakkaniyete dayalı bir
dünya düzenini, hakka dayalı bir barışı emel
edinmekten mutlak manada uzak tavırla galip ve
gasıp bir medeniyetin zorbalığa dayalı
imtiyazlarını savunma, genişletme çabasını
yansıtmaktadır.
Makalesi bir bilim adamının objektif durum
tesbitiyle hudutlu kalmamakta, yenik ve ezik duruma
düşürülen medeniyetlerin yüzyıllardan beri baskı
altında tutulan, zulmedilen, sömürülen halklarının
milletlerarası camia hayatına milli kimlikleriyle
iştiraklerinden, hak ve onur eşitliği istemlerinden
duyduğu kızgınlığı ve rahatsızlığı da tehditkar bir
tavırla ilan etmektedir.
Bay Huntington'un ve Batılı siyaset
plânlayıcılarının gerçekte düşündükleri,
söyledikleri ve yapmak istedikleri şudur: Biz
hristi-yan beyaz batılı uluslar, kendi dışımızdaki
dünyayı hemen tümüyle sömürgeleştirmiştik,
köleleştirmiştik. Hisselerimize kanaat etmediğimiz,
uzlaşmaya varamadığımız için iki defa cihan çapında
kavgaya tutuşup birbirimizi yorduğumuz,
yıprattığımız için kölelerimiz zincirden kurtuldu,
sömürgeler uluslaştı. Bu hatayı düzeltelim ve
tekrarlamayalım. Birleşelim, ortak sömürü dengesi
kuralım. Yeniden yenelim. Vae Victis!
Bay Huntington'un makalesi ilmi, akademik bir tez
değil teşvik ve temenni ettikleri, ön hazırlıklarını
yaptıkları global çapta ortak sömürü savaşının fikri
müdiridir; temel direktifidir.
Görüldüğü gibi, "Garp cephesinde yeni bir şey yok"
diyebiliriz.
A Şenel: Hıtntington'a Batı'lı düşünürlerden de
karşı eleştiriler geldi. Bunlardan biri olan Fouad
Ajami, çatışmanın medeniyetler değil, devletler
bazında olduğunu ya da olacağını, çünkü
medeniyetlerin devletleri değil, devletlerin
medeniyetleri kontrol ettiğini ileri sürüyor... Siz
bu görüşe katılıyor musunuz?
Af. Özdağ: Bir medeniyet dairesindeki bütün
halkların sürekli olarak ortak siyasi iradeye
dönüştüğü, başka medeniyet dairesindeki halkların
da aynı tutuma girerek karşıt cepheleri oluşturup,
vuruştuklarına geniş kapsamlı bir örnek vermek
güçtür.
Din ve mezhep daireleri ile medeniyet daireleri
arasında belli ölçüde bir örtüşme görülse dahi
ayniyet olduğu ileri sürülemez.
Tarih şeridinde milletler, milliyetler dinlerden,
medeniyetlerden daha geniş bir zaman dilimini ve
devamlılığı temsil ederler. Bir din dairesinde
mezhep kümelenmesi çok defa bir milletin özel kimlik
çabasını yansıtır. Din ve Medeniyet değiştirme
olayları da bir milletin varlığını sürdürme, güvene
alma, geliştirme için yeniden tertiplenmesi veya
başka bir mevcudiyet içinde eriyip kayboluşunu ifade
eder.
Hangi medeniyet dairesinde olursa olsun toplumların
iradesini, gücünü somut hale getiren devlettir. Bu
gücün şiddeti medeniyet seviyesine göre belirir.
Ancak bir medeniyeti, bir devleti sadece yüksek
tahrip gücüne göre, saygınlığa lâyık görme Austvvick
Nazi toplama kampı müdürünü nobelle ödüllendirmeye
benzer.
A. Şenel: Robert L. Bartley de, Huntington'un
tersine, kültürel keskinleşmelerin, bölünmelerin
olmayacağını, çünkü iletişim olgusunun dünyanın
bütünleşmesine katkıda bulunduğunu ileri sürüyor. Bu
konuda neler söyleyebilirsin iz?
M. Özdağ: Medeniyetler, kültürler arasında iyinin,
güzelin, doğrunun hür seçimine dayalı bir etkileşim
ve bunu sağlayan, kolaylaştıran bir iletişimin
barışa, genel mutluluğa, ilerlemeye yararlı olacağı
açıktır. Ancak yukarıda işaret ettiğim gibi
iletişim araçları kültürel ve siyasi egemenlik
kurma, hedef alınan toplumu çözüp bağımlı hale
getirmek için de pek etkili şekilde
kullanılmaktadır. Milletlerin hak ve onur eşitliğine
ortak mutluluk ve refahına hizmet etmeyen bir
bütünleşmeyi sıhhatli bulmak, alkışlamak mümkün
değildir.
A. Şenel: Huntington bu göriişlere kaışı kaleme
aldığı cevabi yazısında medeniyet paradigmasının
her şeyi izah ettiğini ve "soğuk savaş sonrası
dünyasının Allah'ın belası gürültülü karmaşası"nın
çoğunu düzene sokmaya yettiğini belirtiyor ve
soruyor: "Başka herhangi bir paradigma daha iyisini
yapabilir mi? Medeniyetler değilse nedir?"... Sizin
görüşünüz nedir? Mutlaka gelecekte bir çatışma
olacak mıdır? Olacaksa, bu bazılarının dediği gibi
ideolojik, siyas, ekonomik ya da devletler bazında
mı veya başka faktörler bazında mı olacaktır?
M. Özdağ: Bay Huntington'un hiçbir izah ve tevili
ilk makalesindeki saldırgan, sömürücü batı
bencilliğini haklı ve mazur gösteremez.
Sevgi! İnsanlık sevgisi, barış sevgisi, hak sevgisi!
Ben cevabi makalemde belirlediğim gibi hakim
medeniyetin insanın Mars mabuduna; savaş ilahına
tapmaktan vazgeçip sevgi kaynağı yüce peygamber Hz.
İsa gibi düşünmesi, davranması gerektiğini
hatırlatıyorum.
A. Şenel: Huntington, Meksika ve Rusya ile birlikte
Türkiye'yi de manen bölünük toplum olarak
sınıflandırıyor. Bunu biraz açabilir misiniz? Ve
ilaveten, Türkiye'nin yakın gelecekteki muhtemel
konumu ne olmalıdır?
M. Özdağ: Bu sualinize kapsamlı cevap, yeni bir
makale hacminde açıklamayı gerektirir.
Görülen şudur: Anılan, bölünük gösterilen üç ülkede
de farklı kültür daireleri, medeniyet daireleri,
farklı siyasi mefkureler kesişmekte ve
çatışmaktadır.
Meksika öz değerlerine öncelik ve üstünlük
tanıyarak zorlukları aşmada, yenmede sebat ve
kararlılık gösterip kadim kültür temeli üzerinde
yükselip büyük güç olabilir. Latin Amerika ile, ona
önderlik ederek bütünleşebi-lir. Çoğunluğu teşkil
eden halkın eğilimi budur. Bu çetin bir yoldur.
Meksika Anglo-Amerikan kültür ve iktisat dairesi ile
bütünleşir. A.B.D.'nin geçmişte ilhak ettiği Güney
Eyaletlerinin İspanyol kökenli halkının eriştiği
refaha, imkâna süratle erişebilir. Bir kısım
yönetici elitin de bu eğilimi taşıdığı
anlaşılmaktadır.
Rusya'da bir grup aydının özgün Orto-doks-Slav
medeniyeti önderi sıfatıyla Batıyla hasım olarak
karşılaşmaktansa Onunla bir parçası olup
bütünleşmek, menfaat ortaklığına ulaşmak tezini
savunduğu, günümüzde Maraizmin iflası ile bu
tartışmanın yenilendiği bilinmektedir. Aynı düşünce
zemininde Ruslu-ğun Asya kökeni vurgulanarak Çarlık
ve Sovyet İmparatorluğunun Asya kökenli
halklarıyla kader ve menfaat birliği yapmasını
savunanlar da bulunmaktadır.
Türk fikir ve siyaset hayatı bir bölünük-lükten çok
belirsizliği, kararsızlığı, -Atatürk sonrasından
günümüze- öndersizliği temsil etmektedir.
Ancak halkımızın dar ufuklu bencil politikacılardan
ve sathi aydınlardan daha arif olduğunu
söyleyebiliriz.
Siyasi kadroların kirli zirveleri temizlenmeden
hayırlı hiçbir netice beklenemez.
A. Şenel: Siz karşı yazınızda özellikle "ırkçılık"
üzerinde duruyor ve Batılıları beyaz ırkı dünyaya
hakim kılmaya çalışmakla nitelendiriyorsunuz. Öte
yandan Antisemi-tizm'in de Hristiyan Avrupa'nın
ortak ruhiyatı olduğunu vurguluyorsunuz. Bu
bağlamda şu sorulabilir: Eğer böyleyse, Avrupa'nın
göbeğinde ortaya çıkan Hitler niçin bütün Batılı-lann
müşterek düşmanı haline geldi?
M. Özdağ: Irkçılık, sömürü, kan dökü-cülük hristiyan
beyaz batılı medeniyet dairesi dışında kalan
milletleri, soyları, medeniyetleri aşağılama Batılı
milletlerin ortak ruhiyatı, ortak sabıka sicilidir.
Antisemitizm de bütün hristiyan milletlerin ortak
ruh haletidir. Hitler beyaz hristiyanlar arası
eşitliği de kabul etmemiştir.
Avrupalı Mitlere hristiyan beyaz ırkın ve
medeniyetin üstünlüğünü savunduğu için karşı
çıkmamıştır. Beyazın da beyazı biz Germenleriz.
Avrupalı dünyanın efendisidir. Biz de efendinin
efendisi olacağız. Nordik Germenler Latinlerden,
Slavlardan üstündür, dünya servetlerinden
efendiliğimize uygun pay isteriz dediği için karşı
çıkmışlardır. Çorcil'le Hitler'in seciyeleri, dünya
görüşleri arasında çok fark olduğu sanılmamahdır.
Aynı kişilerin Stalin'le de ortaklık yaptıkları
sabittir.
A. Şenel: Son olarak, NATO'nun ve diğer batılı bazı
kurumların İslamiyet'in tehlikeli bir gelişme
içinde olduğunu belirterek, bunu karşı tedbir
alınması gerektiği şeklindeki son çıkışlarının,
Huntington'un teziyle bir bağlantısı, ilgisi
olabilir mi?
At. Özdağ: Bay Huntington'un makalesinde
milletlerarası kuruluşların, Batılı güçlerin bencil
menfaatlerine ne ölçüde alet edildiği pervasızca
açıklanmaktadır.
Türkiye yüksek insani, hukuki ilkelere açık
saygısızlık, haksız baskı ve müdahale, zorbaca
tecavüz teşkil eden halleri din cepheleşmesi
yaratmadan böyle bir cepheleşmenin rehberliğine
özenmeden özellikle fedai konumuna sürüklenmeden
imkanı ölçüsünde insanlığın vicdanına, umumi hukuk
kurallarına dayanarak kınamayı, engellemeyi tercih
etmelidir.
Doğuda, islami savaş çığırtkanlığı yapanlar, bu
çığırtkanlık cehaletten, safiyetten kaynaklanmıyorsa
batının provakatör ajanlarıdır. Batıda İslam
radikalizmini büyük tehdit olarak gösterip önleyici
müdahale önerisi yapanlar emperyalist
karargahlardır.
A. Şenel: Teşekkür ederiz.
|