Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

"Medeniyetler Çatışması" Üzerine Muzaffer Özdağ ile Mülakat

Strateji Uzmanı, Tarihçi, Şevket Adnan Şenel 

1993 yılının yaz ayında, Türkiye Günlü­ğü dergisinde (Yaz 93; Sayı: 23) Samuel P. Huntington imzalı "Medeniyetlerin Çatışması mı?" başlıklı bir yazı yayınlandı. Mustafa Ça-lık'ın tercümesiyle yayınlanan bu yazı, içinde öne sürülen tezler itibariyle ilgi ve dikkat çeki­ciydi. Üstelik, Huntington'un tezinde Türkiye de bir özne olarak yer alıyor ve yazar tarafın­dan "bölünük toplum" olmakla nitelendirili­yordu. Huntington'un "gelecekte medeniyetle­rin çatışması kaçınılmazdır" şeklindeki tezine Batı'dan bir kaç karşı eleştiri geldi ve yine Tür­kiye Günlüğü'nde bunlar yayınlandı. Türkiye de de Muzaffer Özdağ, Avrasya Dosyası adlı derginin (İlkbahar 1994) 4. sayısında (ki ayrı basım olarak da yayınlandı) "Medeniyetler Ça­tışması Üzerine" başlıklı bir karşı yazı kaleme aldı. Aradan iki yıl geçmiş olmasına rağmen, Huntington'un ileri sürdüğü tezin önemini ko­ruduğunu düşünerek (ki, son olarak NATO Genel Sekreteri Claes'in demeçlerinde ifadesi­ni bulan, İslamiyet hakkındaki yaklaşımlarını da baz alarak), bu kez Yeni Türkiye okurları için, hem Huntington'un; hem de Özdağ'ın görüşlerini kısaca özetlemek ve daha sonra da, Sayın Özdağ ile bu konuda yaptığımız mü-lakatı sizlere sunmak istiyoruz... 

Huntington Ne Diyor? 

"Dünya siyaseti yeni bir sayfaya giri­yor... Bu yeni Dünyada mücadelenin esas kaynağı ideolojik ve ekonomik değil, kültür temelinde olacaktır...."

"Medeniyetlerin çatışması kaçınılmaz­dır..."

kımlıgı gelecekte gittikçe artan bir şekilde ehemmiyet kazanacak ve dünya büyük ölçüde, halen varlığını sürdüren yedi-sekiz medeniyet (Batı, İslam, Konfiçyus, Slav-Ortodoks, Latin Amerika, Japon ve muh­temelen Siyah Afrika medeniyetleri) arasında­ki etkileşimle şekillenecektir."

"Geleceğin en önemli kanlı mücadele­leri bu medeniyetlerin birini diğerinden ayıran kültürel fay hatları boyunca meydana gelecek­tir."

"(Marksizmin çöküşü ve Sovyetler Birli-ği'nin dağılması ile) Avrupa'nın Batı Hristiyan­lığı, Doğu Hristiyanlığı ve İslamiyet arasındaki kültürel bölünmüşlüğü yeniden ortaya çıkmış­tır."

"Batının bundan sonra karşılaşacağı meydan okuma kesinlikle İslâm aleminden gelecektir."

"İslam kanlı hudutlara sahiptir."

"Şayet olursa bundan sonraki Dünya sa­vaşı medeniyetlerarası savaş olacaktır..."

"Tarihleri, kültürleri, gelenekleri ile Ba­tılı olmamakla birlikte vasat bir kültürel teca-nüse (özgü kültürel kimliğe) sahip üç ülkede (Türkiye, Meksika, Rusya) toplumlar hangi medeniyete mensup olduklarını veya intisap edeceklerini belirleme hususunda kesin bir karar vermemişlerdir. Bölünük ülke (manen bölünük toplum) konumundadırlar... Türkiye böyle bir bölünmenin en aşikar prototipik ör­neğidir. Tarihin en derin biçimde bölünük toplumudur."

"Orta vadeli gelecekte medeniyetler arası mücadele Batı ile Müslüman-Konfüçyen devletler koalisyonu arasında alacaktır."

Muzaffer Özdağ Ne Diyor? 

"Yazar, Batı merkezli bir bencilliği, ego-sentrizmi, ırkçı-dinci bir fanatizmi, kültürel şo­venizmi, emperyalist tahakkümcülüğü temsil etmektedir."

(Batılılara göre) "Bu karşı konulmaz Ba­tı medeniyetini yaratan Hristiyan beyaz insan­dır. Batı medeniyeti eşi benzeri olmayan yüksek medeniyettir. Bu medeniyet bir din ve ırk ürünüdür. Beyaz, ari insan tipine ve onun­la yücelmiş Hristiyan düşüncesine aittir."

"Irkçılık, kapitalist-emperyalist çağı ya­şayan Avrupalı ve Avrupa kökenli güçlerin müşterek siyasi sabıka sicilidir. Kronik ruhi ra­hatsızlığıdır. Samuel P. Huntington'un medeni­yetleri düşman saflarda karşılaştıran etüdünde bu rahatsızlığın izleri görülmektedir."

"I nci ve 11 nci Dünya savaşları, Dünya­nın paylaşım şeklinde anlaşamayan Batılı güç­lerin yeniden paylaşım için çıkardıkları savaş­lardır."

"Yazarın genelde Batıdışı medeniyetlere mensup bütün toplumları küçümseyen, özel­de İslam alemini ve Konfüçyen kültür daire­sindeki Çin'i hasım sayarak Batı medeniyeti ve milletleri için derhal tedbir alınması gereken bir tehdit ve tehlike olarak görmesi, gösterme­si bilimsel bir tespit değil, gerçeği çarpıtıcı, Ba­tı kamuoyunu, hükümetlerini saldırgan emel ve planlan doğrultusunda hazırlayıcı siyasî bir eylemdir. Kışkırtıcı bir psikolojik savaş operas­yonudur."

"Günümüzde de İslâm dairesi içindeki milletler, devletler arasında kültür, bilim, tica­ret, sanayi, teknik, iktisadi kalkınma, savunma ve diplomasi konularında ciddi, Batı benzeri bir dayanışma ve işbirliği bulunmamaktadır."

"Hal bu iken, İslam medeniyetinin, bu medeniyete mensup milletlerin Batı medeni­yetine karşı tehdit oluşturduğu iddiası ciddiyet taşımaz."

"Yazarın emel ve temennisi medeniyet­ler arası anlayış, uzlaşma, işbirliği, insanlığın bütün medeniyet mirasını değerlendiren daha ileri ortak bir medeniyette bütünleşmesi değil. dünya barışı değil, Batı koalisyonuna, Batıya, kayıtsız şartsız teslimiyeti sağlayacak siyasi çö­zümleri üretmek ve önermektir."

"Antisemitizm; Yahudi düşmanlığı Hristiyan Avrupa'nın ortak ruhiyatı, ortak günahı­dır. Ortak siyasi sabıka sicilidir."

"Bu (Batı) medeniyetin, öldürme, yak­ma, yıkma, silah araç ve gereçlerini tarihte

benzeri görülmeyen bir seviyede ürettiği, ge­liştirdiği de sabittir."

"Yazarın bölünük ülke deyimi ile yaptı­ğı değerlendirme sathidir. Derinlikten, milli kültürleri değerlendirme bilincinden yoksun­dur. Toplumun bir kesitinde veya tümünde yaygın refah özlemi, süratli gelişme yükselme arzusu, anılan toplumların tarihi kültürlerini milli kimliklerini silerek yeni kimlik çıkarma niyet ve girişimi olarak değerlendirilemez."

A. Şenel: Samuel P. Huntington, "Me­deniyetler Çatışması mı?" adlı mahalesiyle, bu makalenin yayınlandığı 93 yılında bir anda dikkatleri üzerine çekmişti. Bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de ciddi yayın organ­larında bu makale yayınlandı. Siz de, Hun­tington'un bu makalede ileri sürdüğü tez'e muhalif bir bakış açısıyla, uzunca bir tenkit yazısı kaleme aldınız... Ne var ki, böylesine önemli olan Huntington'un bu tezi, sizin de vurguladığınız gibi, ülkemizde hakettiği şekil­de ele alınıp tartışma platformuna gelmedi, getirilmedi, tahlile tabi tutulmadı... Sizce bu­nun sebebi nedir? Huntington'un bu tezi çok fazla ciddiye alınmadığı için mi, yoksa karşı tezler geliştirilmediği, buna gerek görülmedi­ği için mi, bu tez bir-iki yayın organı dışına taşmadı?

M. Özdağ: Bay Samuel Huntington'un fikir ve tesbitlerinde, ileri sürdüğü tezde yeni­lik, özgünlük ve olağanüstülük olmadığı, ana-hatları ile mensup olduğu kültür ve medeniyet dairesinde yaşayan milletlerin bencil ruh hal­lerini yönetici sınıfların saldırgan emel ve eği­limlerini yansıttığı da belirgindir. 

Yazar güç üstünlüğünden kaynaklanan bu tavrını gizlemeye lüzum da duymamakta­dır.

Tezi önemli kılan husus ilmi seviyesin­den değil, içerdiği emel ve eğilimden ve Bay Huntington'un ülkesinin dış politika stratejisi­ni belirlemek için ilmi karargah görevini yük­lenen enstitülerden birinin başkanlığını vük-lenmiş olmasından kaynaklanmaktadır.

Şu hususu da dikkatten kaçırmamak ge­rekir. Tarihin akışını, insanlığın hayatını derin­den etkileme yönünden, mutluluk kaynağı, kurtuluş bayrağı olarak kabulle yüceltilen, iz­lenilen fikrin, ideolojinin, siyasetin doğrulu­ğundan, haklılığından çok toplumlara, yığınla­ra, geniş bir tabandan sirayet etme, tutku ver­me, müzminleşme gücü önem taşımaktadır. 

İnsanlık büyük acılara, felaketlere yol açan şizofrenik tutkulardan tamamen arınmış, kurtulmuş değildir.

Haçlı seferleri çok geride kaldı denilse dahi-Nazi ve Komünist diktatörlüklerin yarattı­ğı cehennem azabı unutulmamalıdır.

Bay Huntington'un tezi ile (Rus demok­ratı!) Bay Jirinovski'nin özlemleri arasında ifa­dede üslup farkı olsa dahi mahiyet farkı bu­lunmamaktadır. Her iki yaklaşımda da belirgin olan husus insan değerine, insan varlığına sev­gi ve saygının olmayışıdır. İnsanlığın bir bü­yük aile olduğunun unutulması veya red ve inkar edilmesidir. 

Huntington'un tezinin ülkemizde ilgi çekmeyişi, üzerinde durulmayışı görüşlerinin ciddiye alınmayışından değildir. Fikir ve dü­şünce hayatımızın havsalaya sığmayan bir dur­gunluğu yaşamakta oluşundandır.

Üniversitelerimiz ilmi bilginin bütün dallarında meslek yüksek okulu seviyesini aşarak daha ileri bir toplum için, idare cihazı için dimağ vazifesi yüklenecek, bilim, teknolo-ji, fikir ve çözüm üretecek bir gelişim seviyesi­ne erişmiş değildir.

Bilim ve fikir hayatındaki bu kısırlık se-bebiyle toplum büyük ölçüde yabancı güç merkezinde üretilen paket programlarla oyalanmakta, tüketim alışkanlıklarına, ideolojik if­ratlara yönlendirilmekte veya siyasi partilerin seçim dönemleriyle hudutlu ufuksuz, ciddi­yetsiz vaadleriyle avutulmaktadır. 

A. Şenel: Dikkat çekici bir husustur ki, dünyanın genel siyasi gidişatına baktığımız­da, dönemsel olarak, tarihin önemli döııe-meçlerinde mutlaka ABD'den birinin çıkıp, bir kavramla, bir etiketlendirmeyle bu döne­meçlere ad koyduğunu, bir tezle ortaya çıktı­ğını görüyoruz. İşte en son örnekler önümüz­de; SSCB 'nin çöküşünün hemen ardından Fııkııyama çıktı "Tarihin sonu" tezini ileri sürdü; Körfez Krizi sırasında "Yeni Dünya Düzeni" kavramı telâffuz edilmeye başlandı; son olarak da Huntington "Medeniyetler Ça­tışması" teziyle gündeme geldi. Niçin tarihi dönemlere ilişkin bu tür kavramlaştırmalar ABD'den çıkıyor?

M. Özdağ: Siyasi, iktisadi, askerî güç üstünlüğünü temsil eden devletin menfaat ve nüfuz alanı haline getirmek istediği, getirdiği bölgelerde sadece kendi ulusunun çıkarlarına uygun düşen görüşleri herkes için en doğru çözüm, yegane haklı ve çıkar yol olarak tanıt­maya, taraftar, işbirlikçi kadrolar kazanmaya, hazırlamaya çalıştığı bilinen bir keyfiyettir. 

I. Dünya Savaşının bitiminde ekono­mik, siyasi ve askeri güç yönünden o tarihe kadar önde bulunan Büyük Britanya İmpara­torluğuna eş güce erişen A.B.D., II. Dünya Sa­vaşının bitiminde gerek müttefiki olan büyük güçlerin, gerekse, rakiplerinin maruz kaldıkla­rı ağır kayıpları ve yıpranışları sebebiyle sa­vaşta ülkesinin hiç zarar görmeyişi, sanayi ka­pasitesini tam seferber edişi ile yenik düşen hasımlarının ve bitkin müttefiklerinin boşalt­tıkları alanları da doldurarak 1 no.lu süpergüç konumuna yükselmiştir. Şimdi Sovyetler Birli-ği'nin de dağılmış olması A.B.D.'yi geçici bir süre için de olsa rakipsiz süpergüç mevkiinde bulundurmaktadır.

A.B.D.'nin rakibi Sovyetler Birliği ve Komünist kampla mücadelesi sadece askeri güç dengesi oluşturmak, caydırıcılık sağla­makla hudutlu kalmamıştır. Soğuk savaş küresel çapta bir ideolojik, psikolojik, kültürel sa­vaş olarak seyretmiştir.

A.B.D.'nin küresel boyutta etkinlik ka­zanmak için sürdürdüğü ideolojik, psikolojik, kültürel üstünlük gayreti Sovyet Rusya'nın ve Çin'in kendi nüfuz ve menfaat alanlarını geniş­letmek için geçmişte Marxist-Komünist ideolo­ji çizgisinde yürüttükleri ideolojik propaganda çabalarından, nicelik ve nitelikte daha baskın bulunmaktadır. Bu propagandanın sadece ra­kip ve hasım görünen ülkeleri değil, müttefik­leri de kapsamına aldığı ve etkilediği dikkat­ten kaçırılmamalıdır.

Sinema, televizyon, basın, haberleşme kanalları, hitap ettikleri kitlelerin düşünüş ve davranışlarını, beğenilerini yönlendirme, bi­çimlendirme, programlama etkinliğine ulaşmış bulunmaktadır. 

Moda haline getirilebilen düşünce, tarz, davranış şekli, tüketim modeli kişilerin ferdi tercihlerini, fikri bağımsızlıklarını silebilecek ölçüde yığın alışkanlığı veya toplumsal kalıp­laşma yaratmaktadır.

Basın, yayın, sinema, televizyon araçla­rına, propagandalarına hakim olan güç meşru demokratik halk hükümetinden daha etkili. O'nu da görünmeden yönlendiren, güdümle-yen bir Junta veya sorumsuz gizli komuta mer­kezi halini almaktadır.

Bu durum sadece ülke ile, egemenlik alanı ile sınırlı kalmamakta, uluslararası boyu­ta erişmektedir.

Bilim ve teknolojide en illeri, ekono­mik, mali ve askeri gücü en yüksek bir toplu­mun fikri ve kültürel etkinliklerini imkanlarına ve siyasî emellerine, menfaatlerine uygun se­viyeye çıkartması olağandır.

Ancak A.B.D.'ni milletlerarası hayatta, insanlığın kaderinde halen ön planda etkili kı­lan husus, fikir ve kültür hayatındaki ürünleri, verimliliği değil, üstün maddi gücü ve bu gücü kullanma tekniğidir.

A.B.D. bu maddi güç ve teknikle vahşi batının talanını ve o yöndeki hayatı bir marifet gibi sergileyebilmiş, bütün dünya çocuklarını kovboyluğa, kızılderi katliamına özendirebil-miş, A.B.D. yaşantısını da ifradı temsil eden kişilikleri, örnek alınacak modeller, süper-menler durumuna yükseltmiş, film pazarına yerleştiği az gelişmiş ülkelerin milli kültürden yoksun tabakalarını, çeyrek aydınlarını farket-meden şuur altlarında çift tabiyetli duruma ge­tirmiştir. Holywood bu haliyle, hudutları belir­lenmemiş bu dünya imparatorluğunun merke zi haline getirmiştir. Holywood'u yönlendiren uzun vadeli programlarını düzenleyen gücün ürünlerini pazarladığı ülkelerde gelip geçici, derme çatma hükümetlerin eğitim ve kültür bakanlarından daha kalıcı etkiler yaptığını söylemek mübalağa sayılmamalıdır. 

A.B.D.'nin bu yolla ilişkili olduğu ülke­lerin yeni yetişmekte olan nesilleri, kitle psi­kolojileri ve milli kültürleri üzerinde olumsuz etkileri, sömürgeci güçlerin askeri istila ve iş­galle denetimleri altında tuttukları ülke halkla­rına karşı uyguladıkları kültürel jenosit ve asi­milasyon politika ve programlarından daha az tahripkar değildir.

A.B.D.'ye tarihi dönemlerle ilgili olarak özel bir kavramlaştırma gücü izafesi de hata olur.

İşin özü mali ve askeri gücü fazla ola­nın sesi fazla çıkmakta, borusu örmektedir.

A. Şenel: ABD'de bir çok stratejik araş­tırma kurumları var ve bunlar büyük ölçüde ABD'nin dış politika stratejisine, dış politika­sına etki ediyor, yönlendiriyor ve bu kurum­larda çalışan bir çok ünlü araştırmacı ve da­nışmanın görüşleri de bütün dünyada yankı buluyor, ilgi çekiyor. P. Henze, G. Fuller, F. Fııkııyama, S. Huntington gibi... Bu ilişkiyi, yani kurumlarla devletin bu yönlendirme et-kilendinne ilişkisini nasıl değerlendiriyorsu­nuz? 

M. Özdağ: Modern bir devlette yüksek nitelikli yönetim kadroları yakın, orta, uzak vadeli bütün politikalarını sıradan siyaset adamlarının işportacı niteliği taşıyan güncel hesap ve beklentilerine değil, küresel boyutta bütün ağırlıkları ve muhtemel gelişmeleri de dikkate alan, hesaplayan geniş bir görüş ufku içinde ciddi bilim ve araştırma kurumlarının sürekli çalışmaları ile belirlenen milli hedefle­re, milli menfaatlere dayandırırlar.

İşaret ettiğimiz siyaset plânlaması ile il­gili ilmi araştırma kurumları sadece A.B.D.'nde değil, dikkate değer güç ve önemi olan bütün devletlerde bulunmaktadır. 

Üniversitelerimizin, Dışişlerimizin, Ge nelkurmayımızın şimdiye kadar böyle bir araş­tırma kurumu oluşturmamış, geliştirmemiş ol­ması özellikle devleti yönetmek iddiası taşıyan siyasî kadroların bu kavramlara ilgisiz kalma­ları ciddi bir eksikliktir.

A. Şenel: Şimdi isterseniz, Hunting-ton'ıın öne sürdüğü teze gelelim. Tek cümley­le belirtecek olursak, Huntington, dünya siya­setinin yeni bir sayfaya girdiği yeni dünyada esas mücadelenin kültür temelinde olacağını, halen varlığını sürdüren yedi-sekiz medeniyet arasındaki çatışmanın da kaçınılmaz oldu­ğunu söylüyor. Siz de bir-iki cümleyle bu teze karşı öne sürdüğünüz görüşleri belirtebilir misiniz?

M. Özdağ: Cevabi makalemde belirledi­ğim gibi Bay Huntington insanlığı sevgi ve so­rumluluk duygusu ile bütünleyip kucaklayan, hakkaniyete dayalı bir dünya düzenini, hakka dayalı bir barışı emel edinmekten mutlak ma­nada uzak tavırla galip ve gasıp bir medeniye­tin zorbalığa dayalı imtiyazlarını savunma, ge­nişletme çabasını yansıtmaktadır.

Makalesi bir bilim adamının objektif du­rum tesbitiyle hudutlu kalmamakta, yenik ve ezik duruma düşürülen medeniyetlerin yüzyıl­lardan beri baskı altında tutulan, zulmedilen, sömürülen halklarının milletlerarası camia ha­yatına milli kimlikleriyle iştiraklerinden, hak ve onur eşitliği istemlerinden duyduğu kızgın­lığı ve rahatsızlığı da tehditkar bir tavırla ilan etmektedir. 

Bay Huntington'un ve Batılı siyaset plânlayıcılarının gerçekte düşündükleri, söyle­dikleri ve yapmak istedikleri şudur: Biz hristi-yan beyaz batılı uluslar, kendi dışımızdaki dünyayı hemen tümüyle sömürgeleştirmiştik, köleleştirmiştik. Hisselerimize kanaat etmediğimiz, uzlaşmaya varamadığımız için iki defa cihan çapında kavgaya tutuşup birbirimizi yorduğumuz, yıprattığımız için kölelerimiz zincirden kurtuldu, sömürgeler uluslaştı. Bu hatayı düzeltelim ve tekrarlamayalım. Birleşe­lim, ortak sömürü dengesi kuralım. Yeniden yenelim. Vae Victis!

Bay Huntington'un makalesi ilmi, aka­demik bir tez değil teşvik ve temenni ettikleri, ön hazırlıklarını yaptıkları global çapta ortak sömürü savaşının fikri müdiridir; temel direk­tifidir. 

Görüldüğü gibi, "Garp cephesinde yeni bir şey yok" diyebiliriz.

A Şenel: Hıtntington'a Batı'lı düşünür­lerden de karşı eleştiriler geldi. Bunlardan bi­ri olan Fouad Ajami, çatışmanın medeniyet­ler değil, devletler bazında olduğunu ya da olacağını, çünkü medeniyetlerin devletleri değil, devletlerin medeniyetleri kontrol ettiği­ni ileri sürüyor... Siz bu görüşe katılıyor mu­sunuz? 

Af. Özdağ: Bir medeniyet dairesindeki bütün halkların sürekli olarak ortak siyasi ira­deye dönüştüğü, başka medeniyet dairesinde­ki halkların da aynı tutuma girerek karşıt cep­heleri oluşturup, vuruştuklarına geniş kap­samlı bir örnek vermek güçtür. 

Din ve mezhep daireleri ile medeniyet daireleri arasında belli ölçüde bir örtüşme gö­rülse dahi ayniyet olduğu ileri sürülemez.

Tarih şeridinde milletler, milliyetler din­lerden, medeniyetlerden daha geniş bir za­man dilimini ve devamlılığı temsil ederler. Bir din dairesinde mezhep kümelenmesi çok defa bir milletin özel kimlik çabasını yansıtır. Din ve Medeniyet değiştirme olayları da bir mille­tin varlığını sürdürme, güvene alma, geliştir­me için yeniden tertiplenmesi veya başka bir mevcudiyet içinde eriyip kayboluşunu ifade eder.

Hangi medeniyet dairesinde olursa ol­sun toplumların iradesini, gücünü somut hale getiren devlettir. Bu gücün şiddeti medeniyet seviyesine göre belirir. 

Ancak bir medeniyeti, bir devleti sade­ce yüksek tahrip gücüne göre, saygınlığa lâyık görme Austvvick Nazi toplama kampı müdürü­nü nobelle ödüllendirmeye benzer. 

A. Şenel: Robert L. Bartley de, Hunting­ton'un tersine, kültürel keskinleşmelerin, bö­lünmelerin olmayacağını, çünkü iletişim ol­gusunun dünyanın bütünleşmesine katkıda bulunduğunu ileri sürüyor. Bu konuda neler söyleyebilirsin iz?

M. Özdağ: Medeniyetler, kültürler ara­sında iyinin, güzelin, doğrunun hür seçimine dayalı bir etkileşim ve bunu sağlayan, kolay­laştıran bir iletişimin barışa, genel mutluluğa, ilerlemeye yararlı olacağı açıktır. Ancak yuka­rıda işaret ettiğim gibi iletişim araçları kültürel ve siyasi egemenlik kurma, hedef alınan top­lumu çözüp bağımlı hale getirmek için de pek etkili şekilde kullanılmaktadır. Milletlerin hak ve onur eşitliğine ortak mutluluk ve refahına hizmet etmeyen bir bütünleşmeyi sıhhatli bul­mak, alkışlamak mümkün değildir.

A. Şenel: Huntington bu göriişlere kaışı kaleme aldığı cevabi yazısında medeniyet pa­radigmasının her şeyi izah ettiğini ve "soğuk savaş sonrası dünyasının Allah'ın belası gü­rültülü karmaşası"nın çoğunu düzene sok­maya yettiğini belirtiyor ve soruyor: "Başka herhangi bir paradigma daha iyisini yapabi­lir mi? Medeniyetler değilse nedir?"... Sizin gö­rüşünüz nedir? Mutlaka gelecekte bir çatışma olacak mıdır? Olacaksa, bu bazılarının dedi­ği gibi ideolojik, siyas, ekonomik ya da devlet­ler bazında mı veya başka faktörler bazında mı olacaktır?

M. Özdağ: Bay Huntington'un hiçbir izah ve tevili ilk makalesindeki saldırgan, sö­mürücü batı bencilliğini haklı ve mazur göste­remez.

Sevgi! İnsanlık sevgisi, barış sevgisi, hak sevgisi!

Ben cevabi makalemde belirlediğim gi­bi hakim medeniyetin insanın Mars mabudu­na; savaş ilahına tapmaktan vazgeçip sevgi kaynağı yüce peygamber Hz. İsa gibi düşün­mesi, davranması gerektiğini hatırlatıyorum. 

A. Şenel: Huntington, Meksika ve Rus­ya ile birlikte Türkiye'yi de manen bölünük toplum olarak sınıflandırıyor. Bunu biraz açabilir misiniz? Ve ilaveten, Türkiye'nin ya­kın gelecekteki muhtemel konumu ne olmalı­dır? 

M. Özdağ: Bu sualinize kapsamlı ce­vap, yeni bir makale hacminde açıklamayı ge­rektirir.

Görülen şudur: Anılan, bölünük göste­rilen üç ülkede de farklı kültür daireleri, me­deniyet daireleri, farklı siyasi mefkureler ke­sişmekte ve çatışmaktadır. 

Meksika öz değerlerine öncelik ve üs­tünlük tanıyarak zorlukları aşmada, yenmede sebat ve kararlılık gösterip kadim kültür teme­li üzerinde yükselip büyük güç olabilir. Latin Amerika ile, ona önderlik ederek bütünleşebi-lir. Çoğunluğu teşkil eden halkın eğilimi bu­dur. Bu çetin bir yoldur. Meksika Anglo-Amerikan kültür ve iktisat dairesi ile bütünle­şir. A.B.D.'nin geçmişte ilhak ettiği Güney Eyaletlerinin İspanyol kökenli halkının eriştiği refaha, imkâna süratle erişebilir. Bir kısım yö­netici elitin de bu eğilimi taşıdığı anlaşılmakta­dır.

Rusya'da bir grup aydının özgün Orto-doks-Slav medeniyeti önderi sıfatıyla Batıyla hasım olarak karşılaşmaktansa Onunla bir parçası olup bütünleşmek, menfaat ortaklığı­na ulaşmak tezini savunduğu, günümüzde Maraizmin iflası ile bu tartışmanın yenilendiği bilinmektedir. Aynı düşünce zemininde Ruslu-ğun Asya kökeni vurgulanarak Çarlık ve Sov­yet İmparatorluğunun Asya kökenli halklarıy­la kader ve menfaat birliği yapmasını savu­nanlar da bulunmaktadır. 

Türk fikir ve siyaset hayatı bir bölünük-lükten çok belirsizliği, kararsızlığı, -Atatürk sonrasından günümüze- öndersizliği temsil etmektedir.

Ancak halkımızın dar ufuklu bencil po­litikacılardan ve sathi aydınlardan daha arif ol­duğunu söyleyebiliriz.

Siyasi kadroların kirli zirveleri temizlen­meden hayırlı hiçbir netice beklenemez.

A. Şenel: Siz karşı yazınızda özellikle "ırkçılık" üzerinde duruyor ve Batılıları beyaz ırkı dünyaya hakim kılmaya çalışmakla nitelendiriyorsunuz. Öte yandan Antisemi-tizm'in de Hristiyan Avrupa'nın ortak ruhiya­tı olduğunu vurguluyorsunuz. Bu bağlamda şu sorulabilir: Eğer böyleyse, Avrupa'nın göbe­ğinde ortaya çıkan Hitler niçin bütün Batılı-lann müşterek düşmanı haline geldi?

M. Özdağ: Irkçılık, sömürü, kan dökü-cülük hristiyan beyaz batılı medeniyet dairesi dışında kalan milletleri, soyları, medeniyetleri aşağılama Batılı milletlerin ortak ruhiyatı, or­tak sabıka sicilidir. Antisemitizm de bütün hristiyan milletlerin ortak ruh haletidir. Hitler beyaz hristiyanlar arası eşitliği de kabul etme­miştir. 

Avrupalı Mitlere hristiyan beyaz ırkın ve medeniyetin üstünlüğünü savunduğu için kar­şı çıkmamıştır. Beyazın da beyazı biz Germen­leriz. Avrupalı dünyanın efendisidir. Biz de efendinin efendisi olacağız. Nordik Germenler Latinlerden, Slavlardan üstündür, dünya ser­vetlerinden efendiliğimize uygun pay isteriz dediği için karşı çıkmışlardır. Çorcil'le Hitler'in seciyeleri, dünya görüşleri arasında çok fark olduğu sanılmamahdır. Aynı kişilerin Stalin'le de ortaklık yaptıkları sabittir. 

A. Şenel: Son olarak, NATO'nun ve di­ğer batılı bazı kurumların İslamiyet'in tehli­keli bir gelişme içinde olduğunu belirterek, bunu karşı tedbir alınması gerektiği şeklinde­ki son çıkışlarının, Huntington'un teziyle bir bağlantısı, ilgisi olabilir mi?

At. Özdağ: Bay Huntington'un makale­sinde milletlerarası kuruluşların, Batılı güçle­rin bencil menfaatlerine ne ölçüde alet edildi­ği pervasızca açıklanmaktadır. 

Türkiye yüksek insani, hukuki ilkelere açık saygısızlık, haksız baskı ve müdahale, zorbaca tecavüz teşkil eden halleri din cephe­leşmesi yaratmadan böyle bir cepheleşmenin rehberliğine özenmeden özellikle fedai konu­muna sürüklenmeden imkanı ölçüsünde in­sanlığın vicdanına, umumi hukuk kurallarına dayanarak kınamayı, engellemeyi tercih etme­lidir.

Doğuda, islami savaş çığırtkanlığı ya­panlar, bu çığırtkanlık cehaletten, safiyetten kaynaklanmıyorsa batının provakatör ajanları­dır. Batıda İslam radikalizmini büyük tehdit olarak gösterip önleyici müdahale önerisi ya­panlar emperyalist karargahlardır.

A. Şenel: Teşekkür ederiz.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005