|
Toplumun Mc Donaldlaştırılması ve Medya İmaj Çağı
Sanayi çağında üretim biçimi ve günlük hayat,
modernleşmenin getirdiği kuralların da etkisiyle
sıkı bir rasyonalizasyona mahkum olmuştur.
Kapitalizm üretim ve kar etme güdüsünü bu kurallar
çerçevesinde tatmin etmeye çalışırken insanı da bu
mekanizmanın bir parçası olarak görmeye başlamıştır.
Adeta insanın diğer özellikleri göz ardı edilerek
bir tür standartlaşmış üretim-tüketim mekanizması
oluşturulmuştur. Bir mekanizmanın parçası olan
insan, duygularından, biyolojisinden, hayallerinden,
ideallerinden uzak bir uzuv olarak çarkın işleyişine
uyum sağlamak durumundadır. Yapabileceği tek şey
hazırlanan kurallara ve seçeneklere bakarak hayatını
tanzim etmek ve yürütmektir. Bunun sınır ve kültür
ayırımı yapmadan bütün toplumlara yaygınlaştığını ve
tek çağdaş seçenek olarak sunulduğunu düşünürseniz
dünya toplumlarının tek biçimli ve tek renkli bir
tarza doğru gittiğini söyleyebilirsiniz. Bunun uzun
tartışmaları yapılmasına rağmen sadece konumuzla
ilgili olan kısımlarını buraya taşıyacak olursak,
bazı alanlarda ve bazı konularda böyle iddiaların
ilgi görebileceğini kabul etmek gerekir.
Konuyla ilgili en ilgi çekici
örneklerden birisi Amerikan 'fast food' yemek
kültürünün dünyaya yayılmasının irdelendiği George
Ritzer'in çalışmasıdır (1996-1998). Yazar toplumun
McDonaltlaştırılmasını sadece Amerikan sisteminin
ürettiği, yaşadığı ve dünyaya yaydığı bir olgu
olarak değil, Batının ürettiği modernleşme projesi
doğrultusunda akılcılaştırma, bürokratikleşme ve
biçimsel-leştirme süreciyle ilişkisinde ele alıyor.
Modernleşmenin öngördüğü akılcılaştırma ve
biçimlendirme iddiası Batıda Max Weber'in tespitiyle
'bürokratikleşme' sürecinde kendini göstermiştir.
Batı kapitalizmi özellikle sanayi toplumu
kavramıyla birlikte bunu kendi yapısında büyük
oranda sağlayabilmiştir. Böylece hayatın daha
akılcı hale getirileceği, ilerlemenin sağlanacağı
ve karlılığın maksimize edileceği varsayılmıştır.
Weber, Batının nasıl giderek daha da akılcı hale
gelmeyi başardığını, yani verimlilik,
öngörülebilirlik, hesaplanabilirlik ve insanları
denetleyen insansız teknolojilerin egemen olmasını
eserlerinde anlatır. Yazara göre McDonaltlaştırılma,
Weber'in akılcılık kuramının bir uzantısıdır ve bu
akılcılık ürünü bürokratikleşme McDonaltlaştırmanın
paradigmasıdır (Ritzer 1998: 48). Bu paradigmaya
göre bürokrasiyi oluşturan biçimsel akılcılık,
insanların amaçlar için optimum araçlar keşfedip
verimliliği sağlamayı ve bunu insansız şekilde
denetleyebilmeyi öngörüyor. Amerikan 'fast food'
kültürü de, özellikle McDodald'larda sembolleşen
biçiminde bunun tipik bir uygulama denemesini görmek
mümkündür.
Bu durum, dünyanın küreselleştiği iddialarına somut
delil olarak gösterilebilmektedir. Dünyanın her
tarafında aynı standartlarda yemek bulabilmek,
tüketimin birbirine gittikçe benzer hale geldiğini
gösterebilmek,"aynı larzın dünyanın en ücra
köşelerine kadar girdiğini ispat etmek için önem arz
etmektedir. Yemek kültürünün böylece
akılcılaştırılması ve bu oluşturulan biçimin bütün
dünyayı kapsayacak biçimde yaygınlaştırılması
kültürün homojenleşmesi ve insan topluluklarının
birbirine benzeşmesi bakımından örnek
oluşturmaktadır. Ritzer, eğlence kültürünü de buna
örnek olarak gösterir. Dünyanın değişik yerlerini
gezmek ve görmek için paket turlara katılan insanlar
aynı akılcılaştırılmış sistemle karşılaşırlar.
İnsanlar böyle bir turda, denetlenen bir biçimde
birçok manzara görebilir, aynı standartlardaki
otellerde kalır, tıpkı kendi ülkelerinde yaptıkları
gibi fast food restoranlarında yemek yiyebilirler,
aynı tarz müzik dinleyip eğlenebilirler (Ritzer
1998: 52). Sonuçta öngörülen hesaplanabilir,
tekbiçimli, dünyaya yaygınlaşan, kapitalizmin ve
modernizmin gerektirdiği standartlaşmanın
sağlanmasıdır. Bununla ilgili olarak, Zygmunt
Bauman'm Yahudi Soykırımını ele aldığı çalışmasında
işaret ettiği gibi, modern bürokratik akılcılığın
paradigması bir toplum mühendisliği geliştirerek,
Almanların kusursuz ve tek biçimli bir Nazi toplumu
oluşturabilmek için sistemli ve hesaplı bir biçimde
Yahudi katliamına gitmişlerdir. Akılcılığın ve
bilimin insan ve ahlak etkisinden bağımsız
kullanılması soykırım (Holoca-ust) yapılmasında
karanlık ve alçakça rolü olmuştur. "Bilim dolaylı
olarak, her türlü normatif düşüncenin özel olarak da
dinin ve ahlakın etkisini yok ederek ve bağlayıcı
gücünü sorgulayarak soykırıma giden yolu açmıştır" (Bauman
1997: 145).
Bilişim devriminin 1970'li ve 80'li yıllarda dünyada
meydana getirdiği dönüşümün sonunda düşünürler,
dünyanın yeni bir çağa geçmekte olduğunu iddia
etmeye başladılar. Amerikan sermayesinin ve
ulus-ötesi şirketlerin
ortaya çıkarıp yönlendirdiği bu devrim, hangi isimle
ad-landırılırsa adlandırılsın dünya tarihinde yeni
bir başlangıca yol açmıştır. İleride
detaylandırılacağı gibi bazıları "enformasyon çağı",
bazıları "sanayii sonrası çağ", bazıları
"emperyalizm sonrası, kapitalizm sonrası çağ"
şeklinde adlandırmışlardır. 1970 sonrası
teknolojilerin gelişmesi Amerika'da medya alanında,
üretim ve pazarlama sektöründe kendi sınırlarının
ötesine doğru açılımı artırmıştır. CNN televizyon
kanalının sahibi Ted Turner, henüz CNN'i kurmadan
önce bütün servetini yeni gelişmekte olan kablolu
TV ve iletişim uydularına yatırmış ve 1980'lerde
iflasın eşiğine gelmişti. Fakat kısa süre sonra CNN
(Cable News Netvvork) televizyon kanalını kurarak
yalnız ulusal değil uluslar arası alanda da bir güç
odağı haline gelmiştir. CNN öyle uluslar arası bir
dünya şirket oldu ki, yayınlarında yabancı
kelimesinin kullanılması yasaklandı. Çünkü dünyayı
kuşatırken CNN için hiçbir şey yabancı olamazdı. (LaFeber
2001: 9) Bunun gibi medya şirketlerinin birer
küresel dünya şirketi olmalarıyla birlikte, küresel
kapitalizmin sembolik bazı şirketleri de dünya
çapında yeni imajlar yaratarak yaygınlaşmışlardır.
Medya gücünün üretim, pazarlama ve reklam üzerinde
etkili olarak kullanılması, Amerika sınırları
dışında dünyanın bütününü kuşatmaya yönelmiştir.
Elektronik teknolojisindeki gelişmelerin yarattığı
bilişim devrimi ile beraber Amerikan merkezli bir
medya emperyalizminden bahsetmek mümkündür. Buna
dikkat çeken Tomlinson (1999: 57), çağdaş popüler
Batı kültürünün güçlü medya araçlarıyla dünyaya
sunulmasının kültür emperyalizminin önemli bir
boyutu olduğunu belirtir. Kapitalist Batı kültürü
geleneksel modernleşmeci yaklaşımından dolayı
sürekli kendi dışındaki toplumlara ve kültürlere
dayatmacı bir tarzda yönelmiştir. Ulus-ötesi medya
şirketlerinin bu alanda egemenlik kurmaları hem
kültürel, hem de ekonomik anlamda dünyanın diğer
kısımları üzerinde etki oluşturmaktadır. Televizyon
"programları, reklamlar, haberler, filmler gibi
medya ürünleri ve araçları yoluyla Batının tüketim
kültürü yayılmaktadır. Yeni kapitalizmin vazgeçilmez
unsurlarından birisi olarak medya egemenliği,
teknolojik altyapının gücüyle çok uluslu şirketlerin
eliyle ve onların hizmetinde dünya kapitalizminin
merkezine oturmuş durumdadır. Bu şirketler her ne
kadar bir ulusa mensubiyet duymasalar da çıkış
merkezleri olarak Amerika'ya bağlı oldukları için
Amerikan hayat tarzını, değerlerini ve
tüketiciliğini teşhir etmekte ve özendirmektedir. (Tomlinson
1999: 60-67) Bu alanda kullanılan pek çok simge ve
tiplemeler vardır.
Dünyayı bir bütün olarak kendilerine piyasa alanı
yapan Amerika kaynaklı uluslar arası şirketler
için, herhangi bir milli çıkar fikrini aştıklarını
beyan etmek temel bir prensip ve övünç kaynağı
halini almıştır. Bu konuda şirketlerin başkanları
tarafından yapılan tipik açıklamalar: "IBM belli bir
dereceye kadar, başarı ile Amerikan kimliğini
kaybetmiş bulunmaktadır", "National Cash Register
artık bir Amerikan şirketi değildir, sadece merkez
ofisi tesadüfen Amerika'da bulunan bir şirkettir."
şeklinde olmaktadır." (Taviloğlu 2001: 2) Milli
kimliklerini özellikle göz ardı eden Ulus-ötesi
Amerikan şirketleri "üretim-reklam-imaj" üzerinden
Amerikan popüler kültürünü bütün dünyaya taşımaya
başladılar. Bunda en büyük destekleri iletişim
teknolojisinin yarattığı bilişim devrimi ve bunun
medya gücü olarak yansıması olmuştur, bilişim
alanındaki gelişmeler adeta dünyayı küçültmüş,
uzaklık ve yabancı kavramını değiştirmiş, ekonomiye
ayrı bir şekil vermeye başlamıştır. Bunun sonucu
ulus-ötesi şirketler çok kolay bir şekilde, birden
bire hayal bile edilemeyen bir kolaylıkla geniş
kitlelere ulaşmanın gücünü tattılar. Yüzyıllar
boyunca bilginin sadece kısıtlı elit bir kesim
ta-rafından kullanılması ve ulaştırılması söz konusu
iken, 1970'lerdeki dönüşümden sonra güç merkezleri
değişti ve bilginin yeni ve hızlı iletişim araçları
yoluyla bütün kitlelere sunulması imkanı doğdu.
Kültür ve bilgi ses hızıyla taşmıyor ve yalnızca
seçkinlere değil, milyarlarca insana anmda
yayılabiliyordu (LaFeber 2001: 11). Dünya çapında
uydu sistemlerinin ve telekomünikasyon ağlarının
ortaya çıkışıyla, ulus-ötesi şirketlerin imaj
yaratmaya ve tüketimi artırmaya yönelik mesajları
anında dünyaya duyurma ve kendilerini tanıtma
fırsatları çoğaldı.
Nike ayakkabı firması bu anlamda kendisine NBA
basketbol takımının ünlü oyuncusu Michael Jordon'u
tanıtım yıldızı olarak seçti. Walter LaFeber,
'Michael Jor-don ve Yeni Küresel Kapitalizm' (1999)
adını verdiği çalışmasında Nike firmasının spor
ayakkabı üreten bir şirket olarak efsanevi
basketbolcuyu üretim ve satışının bütün dünyayı
kapsayarak artması için önemli bir medya imajı
olarak kullanmış olduğunu anlatır. Yeni medya
basketbol sporunun ve en önemli yıldızının imajı
ile dünyanın her tarafına Nike ayakkabılarının
satışı için Pazar yaratmıştır. Michael Jordon, Nike,
CNN gibi isimlerle simgelenen yeni küresel ticaret
gücü, elektronik iletişim imkanlarıyla aynı zamanda
kendi popüler tüketim kültürlerini de
yaymaktadırlar. Bu durum bazı Amerikalıları
rahatsız etse de genelde taraftar bulan ve takip
edilen bir strateji halini almıştır. Artık dünyanın
diğer halkları da Amerikalılar gibi yiyip içmeye,
giyinmeye, eğlenmeye ve hatta konuşmaya-yazmaya
meyletmektedirler (LaFeber 2001: 13). Artık Amerika
küreselleşmenin merkezi konumuna yükseliyor ve
yaşanmakta olan çağ Amerikan Çağı olarak anılmaya
başlıyor. Michael Jordon'un sembol olarak
küreselleşmesi ve bu imaja dayanarak reklam ve satış
yapılması eski kapitalizme göre tamamen farklı ve
tüketim kültürüne dayanan bir yeni kapitalizm
ortaya çıkarmaktadır. LaFeber, Amerikan kültürünün
dünyaya ya-yılmasındaki en büyük gücün, Michael
Jordon'tm ikbnik imajı, spor faaliyetleri, tüketim
kültürü, kurumsallaşmış medya kapitalizmi olduğunu
iddia eder. (Dirlik 2002b: 6)
Pazarın küreselleşmesinde dünyadaki güç
merkezlerinin etkisi büyüktür. Kuzey Amerika,
Avrupa Birliği ve Doğu Asya küreselleşen pazarda
dünya ekonomilerinin büyük akışlarının ulaştığı
belli başlı merkezlerde örgütlenerek dünyanın diğer
kesimlerine yayılırlar. Bu merkezler küresel
ekonominin soyut alanları olarak bu süreçte
üstlendikleri rolleri yerine getirirler. İletişim
alanında ve ekonomik süreçte devlet ve bölge sınırı
tanımadan ilişkileri ülkesizleştirmek suretiyle
çeşitli dış baskılardan kurtulma eğilimi
gösterirler. İletişim ve ekonomideki bu küresel akış
milli kimlikler ve kültürler üzerinde melez-leştirme
etkisi gösterir. Küreselleşmenin yapısını kuran
ağlara (netvvork) yapılan sayısız bağlantılar her
topluluğu ve kültürü çeşitli oranlarda etkiler. (Mattelart
1998; 135) Etkilenme oranına göre o toplulukların
ve kültürlerin kimliklerinde zayıflama görülür.
İstenen ve beklenen şey ise tüketim toplumunu
oluşturacak ortak bir "tüketici kimliği" inşa
etmektir. Merkezde bütün dünya piyasasına sunulmak
üzere üretim yapan büyük ulus-ötesi şirketler, sınır
ve ülke ayırımı yapmadan ürünlerinin aynı tarzda
tüketilmesini ve talep görmesini beklerler veya
talep yaratırlar.
Bauman yeni küresel toplumun en önemli özelliği
olarak bu "tüketim toplumu" kavramını görür. Ona
göre "Atalarımızın toplumu, kuruluş aşamasındaki
modern toplum, endüstriyel çağ nasıl bir üreticiler
toplumu ise aynı derin ve temel anlamda bizim
toplumumuz da bir tüketiciler toplumudur." (Bauman
1999a: 92) Günümüz toplumunun üyelerini
biçimlendirme tarzı her şeyden önce tüketici rolünü
oynama görevlerine göre belirleniyor. Bir
tüketim toplumunun tüketicisi bu zamana kadar
görülen herhangi bir başka toplumdaki tüketicilerden
tamamen farklı bir yaratıktır. Bu tüketim toplumunun
üyesi olan birey, iletişim ve medya sektörünün
etkisi altında karşı konulamaz bir reklam
bombardımanı altında kalmaktadır. Çağı değiştiren
bilişim sektörünün etkilerinden birisi de bu alanda
görülmektedir. İnsanlar artık kalıcı
bağlılıklardan, sağlam kimliklerden, kendine
özgülüklerden uzaklaşmakta ve gittikçe karşımıza
kendi karakteristiğinden kopmuş, kimliği silinmiş
bireyler çıkmaktadır. Tüketim toplumu için önemli
olan arzu edilir olanın anında tüketilmesi,
ihtiyaçtan çok tatmin isteği ve umudu, sürekli
heyecan ve asla sönmeyen coşkunluk, pazarın ve
reklamın çekiciliği, tüketim mallarının geçiciliği
ve yok edilmesi esasıdır. "Bir tüketim toplumu bir
tasarruf cüzdanı değil, kredi kartları toplumudur.
Bir şimdi toplumudur. İsteyen bir toplumdur,
bekleyen değil." (Bauman 199%: 40-50) Bu imkanları
sunan en önemli gelişme de tabii ki bilişim
devriminin getirdikleridir.
Bilişim devriminin dünyayı kablolu veya kablosuz
elektronik ağlarla örmesi ve anında iletişim imkanı
sunması dünyanın küreselleşmesi bakımından çok
etkili olmuştur. Günümüzün küreselleşmesini yeni
kapitalizm olarak da isimlendiren yazarların genel
kanaati, bu sürecin önemli yeni teknolojiler, yeni
ekonomik modeller, pazara oranla sosyal hayatın
azalması üzerine yeniden yapılandırıldığı
şeklindedir. 'Enformasyon ekonomisi', 'bilgi temelli
ekonomi', 'küreselleşme', 'esneklik', Hvorkfare',
'öğrenen ekonomi', 'eğlence kültürü' kavramları bu
süreçte ön plana çıkmıştır. Küreselleşmenin bu
anlamda belli bir mantığı ve dili vardır. (Fairclough
2001: 1) Bilişim alanındaki gelişmelerin toplumsal
yapıları ne kadar etkilediği ortadadır. Sanayi
toplumlarının kendine özgü birtakım özellikler
kazandıkları gibi bilişim veya bilgi toplumlarının
da bu anlamda kendine özgü bazı özellikleri ortaya
çıkmıştır, bilgi toplumunda, bilgi ve iletişim
teknolojisinin yarattığı ortam içinde ekonomik
faaliyet ve kültürel yapıları küreselleştirme
eğilimine girdiği birçok düşünür ve bilim adamı
tarafından kabul edilmektedir. İletişim
sistemlerinin ülke sınırlarını küçültmesi, bölgesel
gruplaşmalara dayalı bütünleşme eğilimlerini
beraberinde getirmiştir. Ekonomik anlamda
küreselleşme süreci girdilerin temini ve çıktıların
pazarlanması için gündeme gelen piyasalar artık
dünya çapında düşünülmektedir. (Erkan 1998:98)
Küreselleşme sürecinin bir sosyal olgu olarak ne
olduğunu veya olmadığını ortaya koymak için dünyada
meydana gelen toplumsal gelişmeleri iyi tahlil
etmek gerekir. Yirmi birinci yüzyıldaki
küreselleşmenin nereden geldiğine baktığımızda ilk
önemli kaynağı olduğu söylenebilir. Bunlardan birisi
sanayi sonrası toplum veya bilgi toplumu olarak
ortaya çıkan dönüşümün temel dinamiği olan bilişim
devrimidir. İkincisi siyasal anlamda iki kutuplu bir
denge üzerine inşa edilmiş ve bölünmüş bir dünyanın,
Berlin Duvarının yıkılması ve komünist sistemin
çökmesiyle tek kutuplu yeni dünya düzeni kurmaya
başlamasıdır. Bu konudaki en radikal iddia
bilindiği gibi Francis Fu-kuyama'nın 'Tarihin Sonu
ve Son İnsan' teorisidir. Siyasal olarak liberal
kapitalist sistemin artık insanlığın varabileceği
en son nokta olduğunu, tıpkı on dokuzuncu yüzyılın
ilerlemeci sosyal gelişme teorilerindeki gibi ileri
süren Fukuyama, bu anlamda yeryüzünde bir
siyasal-ekonomik küreselleşmenin olduğunu da
varsaymıştır.
Bilgi ve iletişim alanındaki hızlı gelişmeler
siyasetten sanata, eğitimden sağlığa, kültürden
toplumsal yapıya hemen her alanda değişimler
meydana getirdi. Küreselleşmenin iddiası olan
evrensel değerlerin-standartların oluşmasını ve
diğer toplumlara yaygınlaşmasını sağladı. Bilgi ve
iletişim teknolojisinin hızla gelişmesi, dünya
nüfusunun artması, ekonomisinin büyümesi, kırsal
alanlardan kentlere yoğun geçişlerin yaşanması,
birey başına düşen gelirin artması, yaşam
standartlarının yükselmesi, kıt kaynakların daha
hızla tüketilmesi, gelişmiş ülkelerle gelişmekte
olanlar arasındaki ekonomik dengesizliğin
keskinleşmesi gibi nedenler bu değer ve standart
sistemini belirliyor. Bu gelişmeler küresel
dünyamızın bütününü etkisi altına alıyor ve mekan
farklılaşsa bile benzer durumlar ve benzer süreçler
gözlenebiliyor. Bu bakımdan teknolojideki gelişmenin
girdiği yerde birbirine benzer dijital hayat ve
kültür diyebileceğimiz süreçler yaşanıyor. Karşımıza
benzen ticaret şekilleri, benzer bürokratik
yapılanma şekilleri, hatta benzer eğlence şekilleri
çıkmaktadır. Modernleşme ve sanayileşmenin daha
önce getirdiği aynılaştırma sürecine benzer şekilde
toplumsal hayatta gitgide evrensel kalıplar
oluşuyor ve yaygınlaşıyor. Devletler ve
devletlerarası ilişkiler artık dünyayı düzene
koymanın tek ekseni olmaktan çıkıyor. Büyük
haberleşme ve iletişim ağları 'görünmez' , 'el'e
tutulmaz' akışlarıyla artık eskimiş olan ülke
bağlamının dışında kalan 'soyut bölgeler'
oluşturmaktadırlar. Bilişim çağında kurulmakta olan
dünyadaki haberleşme ve iletişim ağı sınır tanımayan
bir ilişkiler sistemini beraberinde getiriyor. Artık
bütün ilişkiler dünya çapında sürdürülmekte ve
küreselleşme kavramı gündemde yerini almaktadır. (Mattelart
1998; 132)
Amerika'da iletişim ağlarının yetmişli yıllarda
tekel olmaktan çıkıp, ekonomik işlemlerde etkin
biçimde kullanılmaya başlamasıyla bütün dünyaya
yayılmaya başlamıştır. Bu esnada ekonominin
sınırlayıcı etkilerden kurtulması ve pazara yönelik
olarak biçimlenmesi sonucunda devlet sınırları
dışına yayılmasına bu iletişim sistemi yardımcı
olmuştur. İletişim işletmesi modeli toplumsal
ilişkileri yönetme ile
ilgili bir teknoloji gibi algılanarak, toplumu
oluşturan değişik kesimler arasındaki ilişkileri
sürdürmenin yolu olarak görüldü. Ve bu yol gittikçe
fazla kullanılarak ve dünyaya yayılarak ekonomide,
devlet kurumlarında, sosyal hayatta en önemli
iletişim modeli olarak tercih edilmeye başladı. Bu
süreç içinde 'küreselleşme', 'evrensel
tekbiçimlilik' ve sonunda 'tarihin sonu' tezleri
güçlenerek gündeme girdi. Bu anlamda Matte-lart'a
göre küreselleşme, dünya düzeninin "Soğuk Sa-vaş"sonrasında
ayakta kalan tek sistemin, Berlin duvarı yıkıldıktan
sonra tek hayat, kültür, gelişme ve demokrasi olarak
kabul görmesidir. (Mattelart 1998; 133) Bu iddia
insanlığın sonunda aşılmaz bir ufka ulaştığını
kabul eden kapsayıcı ve evrenselleştirici bir
düşünceyi tekrar gündeme getirmiştir. Bu düşünceye
göre dünya sınırlar ötesi bir küresel pazar ve bu
pazarın ilişkilerini sürdürmeyi sağlayan bir
elektronik iletişim ağı olarak yeniden
şekillenmektedir.
|