|
Meksika Ekonomisi ve Düşündürdükleri
Meksika, büyük ekonomik ve sosyal
dalgalarla boğuşurken, tarihsel bir süreci
tamamlamakta ve tarihsel bir olguyu
kanıtlamaktadır. Kapitalist düzen küçük üretimden
kitle üretimine geçtiği aşamada, ticaret
kanallarının açılabilmesi için emperyalist
mücadelelere girişti. Yeni pazarlar oluşturan güçlü
ekonomiler, hızla artan üretimlerini bu pazarlara
sattılar. Bu aşamada çevresel ekonomilerde, ithalat
faaliyetleri güçlendi ve bu tür faaliyetlerle
uğraşanlar, güçlü gruplar olarak, gerek kendi ülke
hükümetleri, gerek dış çevrelerce avantajlı işleme
tabi tutuldular. Bu aşama, mal hareketlerinin
uluslararasılaşmasını oluşturmaktadır.
Bugün varılmış olan aşama ise, sermaye
hareketlerinin uluslararasılaşması olarak niteliyor.
Bir adı ile globalleşme olarak bilinen bu aşamada,
üretim merkezleri yer değiştirmektedir. Yeni
teknoloji uygulama katsayısı çok yüksek olan üretim
alanları teknolojik katsayısı düşük olanlar kadar
hızlı yayılmamaktadır. Bunun nedeni, emek ve çevre
kullanma oranının küçülmesine bağlı olarak, çevreye
açılma gereksiniminin azalmasıdır. Yoğun teknoloji
kullanan üretim alanları, katma değerin çok büyük
bölümünü kâr olarak sağladığı zaman, emekten
tasarruf etmek amacı ile, üretim merkezinin
kaydırılmasına gerek kalmamaktadır. Bu tür
üretimlerde ise, üretimin yoğun emek kullanan bir
bölümü başka merkezlere kaydırılabilmektedir.
Anlaşılır olabilmek için, soruna biraz köşeli ve
kategorik yaklaştığımızda, gelişmekte olan
ülkelerin yabancı sermaye girişi aldığında da biraz
şanssız konumda olduğu görülmektedir. Zira bu giriş,
geri teknoloji getirdiğinde, emek payına düşen katma
değer dışında ülkeye fazla bir şey bırakmaz, yüksek
teknolojiyi getirdiğinde ise, katma değerin çok
büyük bölümü sermaye getirişi olarak
gerçekleşeceğinden, ilk aşamada gelen kaynak,
büyümüş olarak ülkesine geri dönecektir. Böylece,
gelen yabancı sermaye üzerinden ödediğimiz faiz
anlamına gelecek olan kâr payı transferi, ihracat
vb. şekilde kazanılmadıkça, sadece günlük işler
biraz döndürülmüş, ama ülke uzun dönemde kârlı
çıkmamış olur.
O zaman, yabancı sermaye girişi olgusuna çok
dikkatli yaklaşım yapmak gereklidir. Bunlardan
birincisi, teknolojisi aktarımı ve bu teknolojinin
ülke ekonomisinde ileri-geri bağlantılarının
oluşturulması konusudur. Bir ülkeye çok ileri
teknoloji gelebilir. Kapalı bir ünite olarak, hatta
bizzat merkez ülke elemanlarınca kullanılan bu
teknoloji, ülkeye fazla bir şey katmadan, büyük kâr
transferleri gerçekleştirir, 3-5 yıl içinde demode
olur ve bitebilir. Bu faaliyetten ülke fazla bir şey
kazanmamış olacağı gibi, ö-nemli kayıplara da
uğrayabilir.
Yabancı sermaye ile ilgili ikinci konu, yabancı
yatırım ürünlerinin ya da bu ürünlerle desteklenen
başka ürünlerin mutlaka ihracata yöneltilmesi
gereğidir. Yabancı sermaye kâr transferi yapacağı
için, bu kaynağın mutlaka yaratılması gerekmektedir.
Diğer bir ifade ile, yabancı sermaye doğrudan ya da
dolaylı olarak ekonomiye döviz girişi ya da döviz
tasarrufu sağlamalıdır.
Makul düşününce tüm bu savlar doğru gibi
gözükmektedir. Pekiyi, öyle ise niçin ülkeler başka
yönde kararlar alıp da, geleceklerini
karartmaktadırlar? Bu konuda suçlanması gereken
hakim ekonomiler midir? Hayır, ben o kanıda
değilim. Hakim ekonomiler, doğal olarak, kendi
çıkarlarını güder. Önemli olan bizim şu veya bu
nedenle oluşturduğumuz taleplerdir. Yabancı
sermaye, yerli sermayeye rakip olmakla beraber,
faaliyet alanları çeşitlendirilip, ülkede yeni
faktör gelirleri yarattığı sürece, ekonomiyi
canlandıracağından dolayı, dışa açılmayan yerli
sanayiye de pazar oluşturacaktır. Bundan daha farklı
bir neden ise, yetersiz iç kaynakları desteklemek
amacı ile dış kaynak arzulanabilir. İç dengesizliği
gidermede dış kaynağa başvurmak, bir ülkenin kendi
sonunu hazırlaması anlamına gelir. Zira iç
dengesizlik, tüketimin üretimi aşaması sonucunda
oluşacağından dolayı, dış kaynak tüketime gidiyor,
fakat dönem sonunda buna bir de faiz ödeniyor
demektir. Böyle bir dış kaynak, hem içeride tüketimi
besler, hem de ekonomiyi kanatır. Bunlar ekonominin
sorunudur, ama sermayenin sorunu değildir!
İşte işin can alıcı noktası da burasıdır. Yerli
sermaye tekkelleştikçe üretimde verimi düşürür ve
piyasaları daraltır. Bu bağlamda yabancı sermaye iç
monopolleri kırmada fazla etkili olamayacağı gibi,
olmaz da! Zira, o da iç ekonomiyi sömürür. Bu arada
piyasalar bir müddet için de olsa, canlı tutulmuş ve
tüm firmalar kâr etmiş olabilir. Fakat sonucunda
ülke ve o ülkenin insanları kaybeder.
Bu nedenle sorun, sermaye mülkiyeti biçimi ve
böylece topluma hakim olan karar süreçleridir.
Sermaye mülkiyetinin toplumda yaygın olması ile
üretici ünitelerin tekelleşme konularını da
birbirinden ayırmak gereklidir. Üretici ünitelerin
tekelleşmesi halinde kamuoyuna dayatılanlar ve
devlet aygıtının şekillenmesi de ona göre
belirlenir. Kısacası işin özü ve oldukça önemli
düzeyde belirleyici faktör, sermaye mülkiyetinin,
biçimidir. Üretici firmaların tekelleştiği bir
konumda sermaye mülkiyeti çok yaygın olamayacağı
gibi, biran için yaygın olduğunu düşünsek dahi,
sosyo-ekonomik kararlar toplum doğrultusunda olamaz.
Meksika bize tüm bunları düşündürdü. Kendisine,
yolunda başarılar dilememekle beraber, sonsuz
teşekkürler!
|