Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Meksika Ekonomisi ve Düşündürdükleri

Meksika, büyük ekonomik ve sosyal dalgalarla boğuşurken, tarihsel bir süreci tamamlamakta ve tarihsel bir olguyu kanıtla­maktadır. Kapitalist düzen küçük üretimden kitle üretimine geç­tiği aşamada, ticaret kanallarının açılabilmesi için emperyalist mücadelelere girişti. Yeni pazarlar oluşturan güçlü ekonomiler, hızla artan üretimlerini bu pazarlara sattılar. Bu aşamada çevre­sel ekonomilerde, ithalat faaliyetleri güçlendi ve bu tür faaliyet­lerle uğraşanlar, güçlü gruplar olarak, gerek kendi ülke hükü­metleri, gerek dış çevrelerce avantajlı işleme tabi tutuldular. Bu aşama, mal hareketlerinin uluslararasılaşmasını oluşturmaktadır. 

Bugün varılmış olan aşama ise, sermaye hareketlerinin uluslararasılaşması olarak niteliyor. Bir adı ile globalleşme olarak bilinen bu aşamada, üretim merkezleri yer değiştirmektedir. Yeni teknoloji uygulama katsayısı çok yüksek olan üretim alanları teknolojik katsayısı düşük olanlar kadar hızlı yayılmamaktadır. Bunun nedeni, emek ve çevre kullanma oranının küçülmesine bağlı olarak, çevreye açılma gereksiniminin azalmasıdır. Yoğun teknoloji kullanan üretim alanları, katma değerin çok büyük bölümünü kâr olarak sağladığı zaman, emekten tasarruf etmek amacı ile, üretim merkezinin kaydırılmasına gerek kalmamakta­dır. Bu tür üretimlerde ise, üretimin yoğun emek kullanan bir bölümü başka merkezlere kaydırılabilmektedir. 

Anlaşılır olabilmek için, soruna biraz köşeli ve kategorik yaklaş­tığımızda, gelişmekte olan ülkelerin yabancı sermaye girişi aldığında da biraz şanssız konumda olduğu görülmektedir. Zira bu giriş, geri teknoloji getirdiğinde, emek payına düşen katma değer dışında ülke­ye fazla bir şey bırakmaz, yüksek teknolojiyi getirdiğinde ise, katma değerin çok büyük bölümü sermaye getirişi olarak gerçekleşeceğin­den, ilk aşamada gelen kaynak, büyümüş olarak ülkesine geri döne­cektir. Böylece, gelen yabancı sermaye üzerinden ödediğimiz faiz anlamına gelecek olan kâr payı transferi, ihracat vb. şekilde kazanılmadıkça, sadece günlük işler biraz döndürülmüş, ama ülke uzun dönemde kârlı çıkmamış olur. 

O zaman, yabancı sermaye girişi olgusuna çok dikkatli yakla­şım yapmak gereklidir. Bunlardan birincisi, teknolojisi aktarımı ve bu teknolojinin ülke ekonomisinde ileri-geri bağlantılarının oluşturulması konusudur. Bir ülkeye çok ileri teknoloji gelebilir. Kapalı bir ünite olarak, hatta bizzat merkez ülke elemanlarınca kullanılan bu teknoloji, ülkeye fazla bir şey katmadan, büyük kâr transferleri gerçekleştirir, 3-5 yıl içinde demode olur ve bitebilir. Bu faaliyetten ülke fazla bir şey kazanmamış olacağı gibi, ö-nemli kayıplara da uğrayabilir.

Yabancı sermaye ile ilgili ikinci konu, yabancı yatırım ürün­lerinin ya da bu ürünlerle desteklenen başka ürünlerin mutlaka ihracata yöneltilmesi gereğidir. Yabancı sermaye kâr transferi yapacağı için, bu kaynağın mutlaka yaratılması gerekmektedir. Diğer bir ifade ile, yabancı sermaye doğrudan ya da dolaylı ola­rak ekonomiye döviz girişi ya da döviz tasarrufu sağlamalıdır. 

Makul düşününce tüm bu savlar doğru gibi gözükmektedir. Pekiyi, öyle ise niçin ülkeler başka yönde kararlar alıp da, gele­ceklerini karartmaktadırlar? Bu konuda suçlanması gereken ha­kim ekonomiler midir? Hayır, ben o kanıda değilim. Hakim eko­nomiler, doğal olarak, kendi çıkarlarını güder. Önemli olan bizim şu veya bu nedenle oluşturduğumuz taleplerdir. Yabancı serma­ye, yerli sermayeye rakip olmakla beraber, faaliyet alanları çeşitlendirilip, ülkede yeni faktör gelirleri yarattığı sürece, ekono­miyi canlandıracağından dolayı, dışa açılmayan yerli sanayiye de pazar oluşturacaktır. Bundan daha farklı bir neden ise, yetersiz iç kaynakları desteklemek amacı ile dış kaynak arzulanabilir. İç dengesizliği gidermede dış kaynağa başvurmak, bir ülkenin kendi sonunu hazırlaması anlamına gelir. Zira iç dengesizlik, tüketimin üretimi aşaması sonucunda oluşacağından dolayı, dış kaynak tüketime gidiyor, fakat dönem sonunda buna bir de faiz ödeniyor demektir. Böyle bir dış kaynak, hem içeride tüketimi besler, hem de ekonomiyi kanatır. Bunlar ekonominin sorunudur, ama ser­mayenin sorunu değildir! 

İşte işin can alıcı noktası da burasıdır. Yerli sermaye tekkelleştikçe üretimde verimi düşürür ve piyasaları daraltır. Bu bağlamda yabancı sermaye iç monopolleri kırmada fazla etkili olamayacağı gibi, olmaz da! Zira, o da iç ekonomiyi sömürür. Bu arada piyasalar bir müddet için de olsa, canlı tutulmuş ve tüm firmalar kâr etmiş olabilir. Fakat sonucunda ülke ve o ülkenin insanları kaybeder. 

Bu nedenle sorun, sermaye mülkiyeti biçimi ve böylece top­luma hakim olan karar süreçleridir. Sermaye mülkiyetinin top­lumda yaygın olması ile üretici ünitelerin tekelleşme konularını da birbirinden ayırmak gereklidir. Üretici ünitelerin tekelleşmesi halinde kamuoyuna dayatılanlar ve devlet aygıtının şekillenmesi de ona göre belirlenir. Kısacası işin özü ve oldukça önemli dü­zeyde belirleyici faktör, sermaye mülkiyetinin, biçimidir. Üretici firmaların tekelleştiği bir konumda sermaye mülkiyeti çok yaygın olamayacağı gibi, biran için yaygın olduğunu düşünsek dahi, sosyo-ekonomik kararlar toplum doğrultusunda olamaz. Meksika bize tüm bunları düşündürdü. Kendisine, yolunda başarılar dilememekle beraber, sonsuz teşekkürler!

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005