Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Meksika Ekonomisi; Mucizesel Dram

Meksika ekonomisi, 1982 dış borç krizi ile ciddi bir deprem yaşarken, politik sistemi de temelden çatlıyordu. Meksika'nın yaşadığı bu dış borç krizi, aslında uzun yılların oluşturduğu birikimin, had safhada patlamasından başka bir şey değil idi. 

1982 yılında Meksika'nın dış borç stoğu, milli gelirinin % 54.3'üne ulaşmış idi. Aslında bu borç yükü, Latin Amerika ül­keler standardına göre fazla yüksek değil idi. Zira, aynı yılda, sadece Brezilya % 34,4 oranı, Kolombiya % 26,9 oranı ve Vene­züella % 41,4 oranı ile Meksika'dan daha geride idi. Diğer tüm ülkelerin borç yükü çok daha yüksek idi. Örneğin, aynı yılda Arjantin'in borç yükü % 83,9, Bolivya'nın % 114,8, Şili'nin ise % 76,7 idi.

Meksika nasıl böyle bir ağır borç krizine sürüklendi? Çok çe­şitli nedenler arasında, tarımda uygulanan "ejido sistemi"nden, dışarıya kapalı otarşik ekonomi uygulamasına dek çok çeşitli nedenler sayılmaktadır. Devlet, tam bir otarşi anlayışı içinde ekonomiyi yönetmeye kalkarak, hem kamu borçlarının, hem de ekonominin dış borçlarının olağanüstü boyutta artmasına neden olmuştur. Böyle bir oluşum, rant ekonomisi yaratarak, ülkede hem üretim faaliyetini tehdit etti, hem de gelir dağılımının ciddi olarak bozulmasına neden oldu. 

1982 yılı, Meksika için, Miguel de la Madrid'in işbaşına gelmesi ile önemli bir değişim yılı oldu. 1982 dönüşümü, Meksika ekonomisinin libere edilmesi karşılığında, önemli borç indiri­mi avantajı elde etmesi olarak bilinmektedir. Meksika, 1986'da GATT'a üye oldu. GATT üyelerinin, Meksika'ya imtiyaz tanı­yarak, gümrük tarifesini en yüksek % 50 olarak saptamasına olanak sağladığı halde, Meksika bunu kullanmadı ve gümrük tarifesini en yüksek % 20 olarak belirledi. Hatta çoğu mallara da % 5 gümrük tarifesi uyguladı.

Meksika'nın bu davranışı karşısında, finans çevreleri de Meksika'ya karşı olumlu davrandı ve çeşitli yöntemlerle borçla­rını hafifletmesi olanağı tanıdı. Borçlarının % 46,7'sini yeniden düzenleyen Meksika, giriştiği operasyonlar sonucunda, toplam borç yükünün, bankalara olan bölümünü % 22,6 oranında azalt­tı. Bu operasyonun, ticaretin libere edildiği Meksika'nın Batı ile ticari ilişkisini sürdürebilmesi için gerekli olduğunu Meksika halkı ve yöneticileri anlayamadı.

 

1982 yılında Meksika'da kamu yatırımları gayri safi yurtiçi hasılanın % 10'unu, özel yatırımlar ise % 13'ünü oluşturuyordu. 1982'den sonra kamu yatırımları devamlı gerileyerek, 1990'lara doğru, yaklaşık % 3 oranlarına indi. Özel yatırımlar ise, önce geriledi, daha sonra 3oikselmeye başladı, fakat 1982 düzeyi, an­cak 1990'larda tutturulabildi. Fakat, buna rağmen, toplam tasar­ruf oranı % 23'lerden % 15'lere geriledi. 

Meksika 1989-1994 dönemini kapsayan bir Ulusal Kalkınma Planı uygulamaya koydu. Bu planın amaçlan arasında, Meksi­ka'nın bağımsızlığının korunması, ülkede demokrasinin yerleşti­rilmesi, fiyat istikrarının sağlanması, ekonomik verimliliğin artı­rılması gibi kulağa hoş gelen ifadeler sayılmış idi. 

Bu arada büyük bir özelleştirme furyası başlatıldı. Öyle ki, özelleştirme gelirleri 1990'da kamu gelirlerinin % 4,5'uğuna, 1991'de ise % 14,5'uğuna ulaştı. 

1982 yılında % 100'lere varan enflâsyon, önce geriledi, fakat 1987'de % 160'a çıktı. Ancak, ondan sonra tekrar gerileyen enflâs­yon 1991'de % 20'lere kadar düştü. Kamu borçlanma gereği ise, 1982'de % 17'lerde iken, zaman içinde dalgalanarak geriledi ve 1991 yılına gelindiğinde, % 1,5 düzeyine kadar inilmiş oldu. 

İşte 1991-1992 yılları idi ki, Meksika'nın düzlüğe çıktı düşü­nüldü ve Türkiye'ye bir Meksika örneği dayatıldı. Türkiye zaten bu yolda ilerliyor; fınansal liberalizasyonu gerçekleştirdi, özel­leştirme yasası sıkı-takip altında çıktı, liberalizm rüzgârı en üst düzeyde! 

Belki şans, belki değil, bilemiyorum, ama şu anda Meksika içler acısı. İşsizlik % 40'lara varmış, pesonun değeri, yüksek faize ve dövizlerin eritilmesine rağmen tutulamıyor, dış ticaret açığı ise, giderek büyüyor. Peki niçin Meksika böyle oldu? Bu­nun nedenleri çok ve karmaşık. Bu nedenler arasında Lâtin Ame­rika halkının dokusundan, kuzeydeki ABD komşuluğuna, hatta NAFTA içindeki ortaklığa dek açılan çok geniş bir yelpaze söz konusudur. Ancak, ülkeden ülkeye değişebilecek, tarihsel, sos­yolojik vb. nedenleri bir tarafa bırakıp, günümüzdeki oluşumları, hem de oldukça çok sayıdaki örneklerde geçerli olarak açıklayan ekonomik görüşleri burada gündeme getirmek istiyorum. Bu görüşün özü ise, fınans-kapital aşamasındaki hakim dokunun, etrafındaki ekonomilerin sağlıklı bir ekonomik yapıya kavuşma­dan, fınansal liberalizasyona gitmesinin hazin öyküsüdür! 

Bugün dünyada hakim unsur olan fınans kapital, çok gelişmiş iletişim ağı yardımı ile sonsuz hareket kabiliyetine ulaşmış ola­rak, globalleşme ideolojisi içinde, çevresel ekonomileri birer ekonomik sömürge haline getirmektedir. Finans kapital bu ülke­lere nakit olarak girdiğinde, o ülkeyi hem faiz geliri elde ederek, hem de üretici olmaktan uzaklaştırıp, ithalatçı konumun iterek, sömürmektedir. Meksika'ya yabancı sermaye de girmiştir, ama yabancı holdingler ekonomiyi teslim almıştır. Bu holdinglerin işlettiği işletmeler kâr da etmektedir. Ama bu kârlar, sermayenin merkez ülkesine transfer edilmektedir. Bunun anlamı; ülkenin ödemeler dengesinin bunalımına itilmesidir. İşte, Meksika şimdi tekrar IMF ve Dünya Bankası'nın kapısındadır. 

Finans kapital dünyada yüzerken, ülke içindeki sorunların da geçici olarak çözülüyor görüntüsü kazandırdığından, politik çev­reler, bu sihirli habis aleti günü kurtarıcısı olarak görmekte ve kullanmaktadır. Ne var ki, işler ters döndüğünde ya da başka bir nedenle sıcak para ülkeden çıkmaya başladığında, bunun etkisi derin bir kriz olarak algılanmaktadır. 

İşte hikaye kısaca bu. İşin acı yanı, Türkiye de aynı rayda ilerliyor. Liberal görüş çığlıkları arasında, fınansal liberalizasyon ve özelleştirme gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Kamu ya­tırımları geriletilmektedir. Sonuçlar, Latin Amerika modelini çağrıştırmaktadır. Yatırımlar azalmakta, kamu borçlanma gereği artmakta, insanlar finans alemine yönelmekte, büyüme hızı ge­rilemekte, işsizlik inanılmaz boyutlara çıkmaktadır. 

Kapitalizmin ulaşmış olduğu finans kapital aşamasında iki olgu yan yana yürümektedir. Bunlardan biri, giderek derinleşen dış borçluluk olgusu, diğeri ise globalleşme cereyanı ile bulandırılarak sürdürülen özelleştirme yabancılaştırma olgusudur. Bu olgular, birbirini tamamlayan süreçler içinde çalışırken, merkez ekonomilere kaynak aktarıp, çevre ekonomileri çökertmektedir. Yoğun dış borçluluk hem ülke içinde hem de dünyada faiz hadle­rini yüksek tutmaktadır. Yüksek faiz finans kapitale kaynak aktarmaktadır. Ancak borçlu ülkeler bir yandan ücret bastırması, diğer yandan devlet teşvikleri ile ihracata yöneldiğinde, kendisi dış ticaret yolu ile fakirleşirken, gelişmiş merkezlerin ihracat pazarlarını tıkamakta, ekonomilerini durgunluğa sürüklemekte­dir. O zaman da, gelişmiş merkezlerin, gelişmekte olan çevre ekonomilerin gözde üretim ünitelerini, globalleştirme özelleştirme sloganları altında devralmaları gündeme gelmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin hakim güçleri de, geçici parıltılar uğruna, ülkenin yarınını satarak, bu talepleri halka dayatmaktadır. Fakat, bu devredilen işletmeler kâr etmeye başlayıp, bu kârlar merkez eko­nomilere transfer edilmeye başladığında işler ters dönmektedir. Bu süreç, çevresel ekonomileri fakirleştirme sürecidir. 

Finans kapital aşaması ile gelişen uluslararası sermaye hare­ketleri, merkez ülkelerin ekonomik sorunlarını çevresel ekono­milere hızla taşırken, çevresel ekonomilerde ciddi bir perdeleme işlevi de görmektedir. Bu perdeleme işlevi, çevresel ekonomilerde sorunları büyüterek ertelemektedir. Bu nedenle, çevresel ekono­milerde yaşanan şoklar giderek derinleşmektedir. Bu oluşumların arkasında gelir dağılımı hızla bozulmakta, sosyal sorunlar bü­yümekte, en önemlisi de ekonomi üretici niteliğini kaybederken, dışarıya kaynak aktarım hızı artmaktadır. 

Bu sorunların çözümü; iç ve dış hakim çevrelere karşıt güç oluşturabilecek, halktır. Ama o halkın, Karabük yanılgısına izin vermemesi, gözyaşı sömürülerine geçit vermemesi şarttır! 

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005