Mevcut Yönetim Sistemi Türkiye'yi Bölünmeye ve Parçalanmaya
Götürüyor!
Ali Dinçer
Çünkü; Türkiye'de merkezden
yönetilen "Halkın katılımına ve denetimine tam
anlamıyla kapalı bir sistem" işlemektedir. 60
milyonluk bir toplumun hemen tüm sorunları için
mevcut tek bir karar mekanizması vardır. Her-hangibir
köye tuvalet yapımından tutun, eğitimle, sağlıkla,
altyapı ile hatta ve hatta inançlarımız ve kültür
yaşantımızla ilgili her türlü kararın üretilmesi
için tek bir merkeze bağlı bir yapı kurmuş
bulunuyoruz. Ülkenin 60 milyon insanına ait, 40
binin üzerindeki yerleşim yerinden 40 bin türden
istek ve ihtiyacın karşılanması için tüm gözler
Ankara'ya çevrilidir.
40 fırın ekmek de yemiş olsa hiçkimse 40 bin karan
birçırpıda alamayacaktır. Bu yüzdendir ki, kimi
seçerseniz seçin ve nasıl seçerseniz seçin sonuçta
seçilenler bu istek ve ihtiyaçlar arasında bir
seçme yapmak ve onları bir sıraya koymak
zorundadırlar; Çünkü ara kademelerin hiçbirinde
yani yerel ölçeklerde hemen hiçbir karar
alınmamakta herşey o tek merkeze havale
edilmektedir. Çünkü, her türlü sorumluluğu verir
gözükmemize rağmen ara kademelere hiçbir yetki
vermediğimiz bilinen bir gerçektir. Bu sistem
aradaki tüm yönetim kademelerini
"iktidarsızlaştırmış" ve tüm bürokrasiyi
"robotlaştırmıştır". Sorumluluğu taşıyanlarla,
yetkiyi taşıyanlar birbirinden ayrılınca;
Yetkililer; sorumsuz oldukları için" "Sorumlular
ise; yetkisiz oldukları için" Yapılmayan işlerin
hesabını vermekten
kurtulabilmektedirler.
Sonuç olarak tek karar odaklı bu devlet, kendine
yakın bulduklarının istek ve ihtiyaçlarına öncelik
vermeye başlamakta ve onlardan çok daha önce
yapılmış ve belki onlardan çok daha ivedi istek ve
ihtiyaçlar 40 binli sıralara doğru itilmektedir.
Bunun sonucu adil olmayan devlet imajının
pekişmesidir. Bunun sonucu, halkın devletine
küsmesidir, yabancı-laşmasıdır. Bunun da sonucu
"devletin malı deniz yemeyen domuz" anlayışının
yerleşme-sidir.
Eğer elinize bir kalem alır ve hepsi tek bir noktada
biten binlerce çizgi çizmeye kalkarsanız bunun
geometrisi şu gerçeği gösterecektir; çizgiler
bağlanma noktasına yakınlaştıkça birbirine kanşacak
ve odağın etrafında karanlık bir hale oluşacaktır.
İşte Türkiye'nin başını yemekte olan bu "karanlık ve
dipsiz kör kuyudur."
Bu kör kuyudan kimler kovasını doldurmayı başarır?
İşte bu soruya açık yüreklilikle doğru bir cevap
bulmamız gerekiyor. Türkiye'deki örgütlenme
katsayısı ve örgütlenme yapısına baktığımızda
kovasına su damlamayan kesimin "Atomize" olmuş halk
kitleleri olduğunu kolayca saptayabiliriz. Bu
durumda devletin elinde biriken büyük halk
kaynaklarını yönlendirme işi, küçük, dar ama
birbirine bağlı, yakın ve etkili çevrelere kalır.
Bunlardan bir kısmı, "akraba, dost,
hemşehrilerdir". Bir kısmı risk almaya ve bunun
karşılığında gelecek rantı paylaşmaya hazır "çıkar
çeteleri" dir. Bir kısmı da, azınlıkta ama, "feodal
ilişki kalıplan içinde örgütlü
davranabilen"kitlelerin temsilcileridir. Bunlar da
genellikle, mezhep, ırk ve çeşitli inanç
gruplarıdır. îşte karanlığın kurtları bunlardır, O
karanlık dumanlı havada bunlar at oynat-| maya
başlarlar. Bu çevreler zaten siyaseti de kendi
aralarında çoktan parsellemişler ve partiler
bünyesinde oligarşik egemenliklerini kurmuşlardır.
Sonuçta, merkezde karar odağında bulunan kişi kim
olursa olsun, (ahlaki değerleri ne olursa olsun)
bulunduğu mevkiyi ancak bu çevrelerin desteği ile
kazandığını ve koruyabileceğini anlar. Rantlar bu
çevre tarafından pay edilmeye başlanır. Bunların bir
kısmı, seçim harcamaları için ayrılır. Böylece
etkinliğin devamı garantilenmeye çalışılır.
Bunun halka yansıyan yüzü çok açıktır. Vatandaş, "hemşehricilik"
yapmazsa, belli bir inanç grubu içinde yer almazsa,
"dincilik, mezhepçilik" yapmazsa ve hatta belli
"etnik farklılıklarını" kullanmazsa devletin
elindeki imkanlardan hakkı olan bir şeyi istemek ve
almak şansına sahip olmadığını görür. Kendisi ve
çevresi için milyonlar mertebesindeki paralarla
getirilebilecek hizmetler dururken kişilere
trilyonların peşkeş çekildiğini seyretmekle
yetinir.
Yaşam modelimiz budur ve ister istemez tüm
davranışlarımız da buna göre biçimlenmektedir.
Böyle bir model içinde insanlarımızın giderek artan
ölçülerde, feodal nitelikli bağlılıklara yönelmekte
ve bunların açtığı yaralarla giderek artan
ölçülerde bir öfke ve düşmanlıklar ortamına
sürüklenmekteyiz. Türkiye hızla, ırk, mezhep ve din
temelli bir parçalanmaya doğru gidiyorsa bunun
altında; insanlan adeta zorla böyle davranmaya iten
yönetim modeli vardır.
Çözümsüz Müyüz?
Hayır/,. O halde nedir Çözüm?
Çözüm; bugünkü yapının tam tersini kurmaktır. Yani,
Merkezde toplanmış tekelci yetkileri bölmek, atomize
yapıdaki halkı birleştirip yetki ve kaynak kullanır
hale getirmektir. Bunun diğer adı "çağdaş
demokrasidir"...
Halkı Birleştir, Yetkiyi Böl! diye adlan-
dırılabilecek böyle bir model bazılarımızın
tüylerini diken diken ediyor. Bunu anlayışla ve
hatta saygıyla karşılamak gerekir. Tabi o kisiler
mevcut sistemin rantiyeleri değilseler. Ama çok kişi
bu önerinin arkasında "federatif' bir yapı görüyor.
"Özerklik" talepleri ile canlanacak çatışmalar
algılıyor. Ülkenin "bölünmez bütünlüğüne" karşı
duyarlı olmak kuşkusuz çok saygıdeğer bir tavırdır.
Ancak bu duyarlılığı hastalığın teşhisinde de
göstermek gerek. Şunu açık yüreklilikle ve tam bir
yansızlıkla cevaplamamız gerekiyor; "Bu hastalıklı
yapı Türkiye'yi nereye götürüyor? Bizce bunun
cevabı belli; kuzey komşumuz, dünya devi Sovyetlerin
gittiği yere...
Bu teşhiste anlaşıyorsak, öncelikle yapmamız
gereken şey; yönetim yapımızı nasıl demokrasiyi ve
etkenliği bir arada sağlayacak biçimde
değiştirebiliriz sorusunu tartışmaktır. Bu çok ciddi
ve zorlu bir sorudur. Ama hayati bir zorunluluktur.
Bize soracak olursanız, Türkiye'de yaklaşık her
1000 seçmene bir tane düşmek üzere, kendi sınırlan
içine belirli "kaynak kullanma hak ve yetkisine
sahip" 30 bin Muhtarlık birimi kurulmalıdır. (Seçmen
sayımız yaklaşık 30 milyondur.) Bu da yaklaşık
2500-3000 kişiye çok yakın çevre içinde kendini
yönetme hakkı vermek demektir.
Bunun hemen üzerine, yaklaşık 10 bin seçmenli (25-30
bin nüfusa) bir yöre için yine belirli "kaynak
yaratma ve kullanma yetkisine sahip" bit Îlçe-Semt
Yönetim birimi yerleştirilmelidir. Böylece tüm
ülkede her 25-30 bin kişinin yakın çevresinin
yönetimine katılabileceği 3000 adet karar merkezi
oluşacaktır.
Bundan sonra her 10 ilçe-sernti birleştirip,
yaklaşık 250/300 bin nüfuslu bir Kent Yönetimi ve
her 10 kenti ya da belirli bir bölge içinde yer
alanları birleşitirp bir Anakent Yönetimi
oluşturabiliriz.
Böylece Türkiye; 30 bin muhtarlık, 3000 semt-ilçe,
300 kent ve 30 dolayında Anakentten oluşan bir
yerinden yönetim modeline kavuşur. Türk halkı 33
bin 330 noktadan kendi çevrelerinin yönetimine
katılıp denetle me şansını elde eder. Tek merkezde
yığılıp, kurda kuşa yem olan ülke kaynaklan
öncelikle kendi yörelerinde işe, hizmete dönüşmeye
başlar.
|