Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Mevcut Yönetim Sistemi Türkiye'yi Bölünmeye ve Parçalanmaya Götürüyor! 

Ali Dinçer 

Çünkü; Türkiye'de merkezden yöneti­len "Halkın katılımına ve denetimine tam anla­mıyla kapalı bir sistem" işlemektedir. 60 mil­yonluk bir toplumun hemen tüm sorunları için mevcut tek bir karar mekanizması vardır. Her-hangibir köye tuvalet yapımından tutun, eği­timle, sağlıkla, altyapı ile hatta ve hatta inanç­larımız ve kültür yaşantımızla ilgili her türlü kararın üretilmesi için tek bir merkeze bağlı bir yapı kurmuş bulunuyoruz. Ülkenin 60 mil­yon insanına ait, 40 binin üzerindeki yerleşim yerinden 40 bin türden istek ve ihtiyacın karşı­lanması için tüm gözler Ankara'ya çevrilidir. 

40 fırın ekmek de yemiş olsa hiçkimse 40 bin karan birçırpıda alamayacaktır. Bu yüz­dendir ki, kimi seçerseniz seçin ve nasıl seçer­seniz seçin sonuçta seçilenler bu istek ve ihti­yaçlar arasında bir seçme yapmak ve onları bir sıraya koymak zorundadırlar; Çünkü ara kade­melerin hiçbirinde yani yerel ölçeklerde he­men hiçbir karar alınmamakta herşey o tek merkeze havale edilmektedir. Çünkü, her tür­lü sorumluluğu verir gözükmemize rağmen ara kademelere hiçbir yetki vermediğimiz bili­nen bir gerçektir. Bu sistem aradaki tüm yöne­tim kademelerini "iktidarsızlaştırmış" ve tüm bürokrasiyi    "robotlaştırmıştır".   Sorumluluğu taşıyanlarla, yetkiyi taşıyanlar birbirinden ayrılınca;

Yetkililer; sorumsuz oldukları için" "Sorumlular ise; yetkisiz oldukları için" Yapılmayan işlerin hesabını vermekten

kurtulabilmektedirler.

Sonuç olarak tek karar odaklı bu dev­let, kendine yakın bulduklarının istek ve ihti­yaçlarına öncelik vermeye başlamakta ve on­lardan çok daha önce yapılmış ve belki onlar­dan çok daha ivedi istek ve ihtiyaçlar 40 binli sıralara doğru itilmektedir. Bunun sonucu adil olmayan devlet imajının pekişmesidir. Bunun sonucu, halkın devletine küsmesidir, yabancı-laşmasıdır. Bunun da sonucu "devletin malı deniz yemeyen domuz" anlayışının yerleşme-sidir.

Eğer elinize bir kalem alır ve hepsi tek bir noktada biten binlerce çizgi çizmeye kal­karsanız bunun geometrisi şu gerçeği göstere­cektir; çizgiler bağlanma noktasına yakınlaş­tıkça birbirine kanşacak ve odağın etrafında karanlık bir hale oluşacaktır. İşte Türkiye'nin başını yemekte olan bu "karanlık ve dipsiz kör kuyudur."

Bu kör kuyudan kimler kovasını dol­durmayı başarır? İşte bu soruya açık yürekli­likle doğru bir cevap bulmamız gerekiyor. Türkiye'deki örgütlenme katsayısı ve örgüt­lenme yapısına baktığımızda kovasına su damlamayan kesimin "Atomize" olmuş halk kitleleri olduğunu kolayca saptayabiliriz. Bu durumda devletin elinde biriken büyük halk kaynaklarını yönlendirme işi, küçük, dar ama birbirine bağlı, yakın ve etkili çevrelere kalır. 

Bunlardan  bir  kısmı,   "akraba,   dost, hemşehrilerdir". Bir kısmı risk almaya ve bu­nun karşılığında gelecek rantı paylaşmaya ha­zır "çıkar çeteleri" dir. Bir kısmı da, azınlıkta ama,  "feodal ilişki kalıplan içinde örgütlü davranabilen"kitlelerin temsilcileridir. Bunlar da genellikle,  mezhep,  ırk ve çeşitli inanç gruplarıdır. îşte karanlığın kurtları bunlardır, O karanlık dumanlı havada bunlar at oynat-| maya başlarlar. Bu çevreler zaten siyaseti de kendi aralarında çoktan parsellemişler ve par­tiler bünyesinde oligarşik egemenliklerini kur­muşlardır.

Sonuçta, merkezde karar odağında bu­lunan kişi kim olursa olsun, (ahlaki değerleri ne olursa olsun) bulunduğu mevkiyi ancak bu çevrelerin desteği ile kazandığını ve koruyabi­leceğini anlar. Rantlar bu çevre tarafından pay edilmeye başlanır. Bunların bir kısmı, seçim harcamaları için ayrılır. Böylece etkinliğin de­vamı garantilenmeye çalışılır. 

Bunun halka yansıyan yüzü çok açıktır. Vatandaş, "hemşehricilik" yapmazsa, belli bir inanç grubu içinde yer almazsa, "dincilik, mezhepçilik" yapmazsa ve hatta belli "etnik farklılıklarını" kullanmazsa devletin elindeki imkanlardan hakkı olan bir şeyi istemek ve al­mak şansına sahip olmadığını görür. Kendisi ve çevresi için milyonlar mertebesindeki para­larla getirilebilecek hizmetler dururken kişile­re trilyonların peşkeş çekildiğini seyretmekle  yetinir. 

Yaşam modelimiz budur ve ister iste­mez tüm davranışlarımız da buna göre biçim­lenmektedir. Böyle bir model içinde insanları­mızın giderek artan ölçülerde, feodal nitelikli bağlılıklara yönelmekte ve bunların açtığı ya­ralarla giderek artan ölçülerde bir öfke ve düş­manlıklar ortamına sürüklenmekteyiz. Türkiye hızla, ırk, mezhep ve din temelli bir parçalan­maya doğru gidiyorsa bunun altında; insanlan adeta zorla böyle davranmaya iten yönetim modeli vardır. 

Çözümsüz Müyüz?

Hayır/,. O halde nedir Çözüm?

Çözüm; bugünkü yapının tam tersini kurmaktır. Yani, Merkezde toplanmış tekelci yetkileri bölmek, atomize yapıdaki halkı bir­leştirip yetki ve kaynak kullanır hale getirmek­tir. Bunun diğer adı "çağdaş demokrasidir"...

Halkı Birleştir, Yetkiyi Böl! diye adlan-

dırılabilecek  böyle  bir  model  bazılarımızın tüylerini diken diken ediyor. Bunu anlayışla ve hatta saygıyla karşılamak gerekir. Tabi o kisiler mevcut sistemin rantiyeleri değilseler. Ama çok kişi bu önerinin arkasında "federatif' bir yapı görüyor. "Özerklik" talepleri ile canla­nacak çatışmalar algılıyor. Ülkenin "bölün­mez bütünlüğüne" karşı duyarlı olmak kuş­kusuz çok saygıdeğer bir tavırdır. Ancak bu duyarlılığı hastalığın teşhisinde de göstermek gerek. Şunu açık yüreklilikle ve tam bir yan­sızlıkla cevaplamamız gerekiyor; "Bu hastalıklı yapı Türkiye'yi nereye götürüyor? Bizce bu­nun cevabı belli; kuzey komşumuz, dünya devi Sovyetlerin gittiği yere... 

Bu teşhiste anlaşıyorsak, öncelikle yap­mamız gereken şey; yönetim yapımızı nasıl demokrasiyi ve etkenliği bir arada sağlayacak biçimde değiştirebiliriz sorusunu tartışmaktır. Bu çok ciddi ve zorlu bir sorudur. Ama hayati bir zorunluluktur.

Bize soracak olursanız, Türkiye'de yak­laşık her 1000 seçmene bir tane düşmek üze­re, kendi sınırlan içine belirli "kaynak kullan­ma hak ve yetkisine sahip" 30 bin Muhtarlık birimi kurulmalıdır. (Seçmen sayımız yaklaşık 30 milyondur.) Bu da yaklaşık 2500-3000 kişi­ye çok yakın çevre içinde kendini yönetme hakkı vermek demektir.

Bunun hemen üzerine, yaklaşık 10 bin seçmenli (25-30 bin nüfusa) bir yöre için yine belirli "kaynak yaratma ve kullanma yetkisi­ne sahip" bit Îlçe-Semt Yönetim birimi yerleş­tirilmelidir. Böylece tüm ülkede her 25-30 bin kişinin yakın çevresinin yönetimine katılabile­ceği 3000 adet karar merkezi oluşacaktır. 

Bundan sonra her 10 ilçe-sernti birleşti­rip, yaklaşık 250/300 bin nüfuslu bir Kent Yö­netimi ve her 10 kenti ya da belirli bir bölge içinde yer alanları birleşitirp bir Anakent Yö­netimi oluşturabiliriz. 

Böylece Türkiye; 30 bin muhtarlık, 3000 semt-ilçe, 300 kent ve 30 dolayında Ana­kentten oluşan bir yerinden yönetim modeli­ne kavuşur. Türk halkı 33 bin 330 noktadan kendi çevrelerinin yönetimine katılıp denetle me şansını elde eder. Tek merkezde yığılıp, kurda kuşa yem olan ülke kaynaklan öncelik­le kendi yörelerinde işe, hizmete dönüşmeye başlar.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005