|
Modern Teknolojiye Gözümüz Kara Açığız
Dr.Asu Aksoy
Bu makalede Türkiye'de yeni teknolojilere ve bu
teknolojilerin hayatımız ile nasıl eklemlendiğine
ilişkin eleştirel bakış açılarının nasıl
marjinalleştirildiği, milli çıkarlara ihanet
mertebesinde değerlendirilerek gözardı edildiği
üzerinde duracağım. Türkiye'de teknolojik
gelişmelerin yararına ilişkin naif bir inanç hakim;
ancak yeni teknolojilerden edinmek suretiyle içinde
bulunduğumuz azgelişmişlikten kurtularak ilerleme
yönünde basamak atlayabileceğimize olan bir inanç
bu. Eline bir miktar para geçen bir çok kişinin
koşup birer cep telefonu edinmesi bu çağ atlama
merakının sembolik düzeyde teknolojide nasıl
ifadesini bulduğunu güzel anlatmakta.
Türkiye'de modern teknoloji ile ilişkimiz tamamen
bir kendini teslim etmişlik olarak tanımlanabilir;
hayatın başka hiç bir alanında olmadığı kadar
liberaliz teknolojileri kullanmak konusunda. Sanki
bunlar bir yerlerde kim olduğu önemli olmayan
birilerinin müthiş pa- ralar dökerek geliştirdikleri
fantastik ve doğru-luklan su götürmez aletlerden
ibaretmiş gibi gözümüz kapalı kendimizi teslim
edebiliyoruz teknoloji dünyasına. Bu garip durum,
zira, bir tarafta teknolojiler görünüşte birer alet
gibi bünyeye alınırken, öbür taraftan, aslında bu
teknolojileri ortaya çıkartan medeniyete ilişkin
tepeden tırnağa bir hayranlığın besleniyor olması
söz konusu. Nitekim, herhalde bu nedenledir ki bu
teknolojileri ülkemizde geliştirmeye gelince
kimseden fazla da parmak kalkmıyor, teknolojik
atılımlarda bir yer edinmek üzere ciddi kaynakların
ayrılmasına yönelik politikalar geliştirilmiyor.
Halk arasındaki yaygın 'biz onlar gibi yapamayız'
inancı herhalde dipten dibe belirleyici oluyor.
Sonuç olarak, batının geliştirdiği teknolojilere
ilişkin bir mitleştirme söz konusu. Böyle olunca da
teknolojik gelişmelerin mahiyetine ve sonuçlarına
ilişkin sorgulayıcı ve eleştirel düşünce akımları
filizlenemiyor bu ülkede. Başını gösterebilen
eleştirel yaklaşımlar hemen gerici ve aldatılmış
damgasını yemekte.
Her yeni alet çıktığında yaptığımız tek şey hızla
bundan bir adet de kendimize edinmek. Ülkenin
ilerlemesi yolunda önce tarımın verimli kılınması
amacıyla zirai teknolojileri aldık, ardından sanayi
hamlesi için sınai üretim teknolojilerinin girişini
sağladık, kütlesel enerji ihtiyacım tatmin etmek
için nükleer santrallere başvurduk, bugün ekonomik
ve sosyal gelişmenin yeni bir evresi olarak kabul
edilen "bilgi toplumu"na atlayabilmek için bilgi,
iletişim ve görüntü teknolojilerini
benimsemekteyiz, ve nihayet, gazete haberlerinden
genetik üretim tekniklerinin Türkiye'de de
kullanılmaya başlandığını öğreniyoruz. Bütün bu
teknolojileri alırken sonuçlarının ne
olabileceğini, insan-toplum ve çevre ile olan
ilişkilerde ne tür bir mantığı gündeme sokacağını
düşünmeden, modern dünyanın aletlerini sorgusuz
sualsiz bir şekilde, adaptasyon çabasında bile
bulunmadan, kabul ediyoruz. Teknolojik donanımı
edinmenin batı medeniyeti seviyesine erişmek için
kaçınılmaz olduğunu düşünerek batının aletlerine
neredeyse şovence sarılıyoruz: teknoloji konusunda
soru işaretleri ortaya atmayı medenileşme çabamızı
sekteye vuracak ve ülkemizi karanlık devirlere
götürmek isteyen güçlere malzeme olacak bir
düşmanlık gibi görerek baştan mahkum ediyoruz.
Teknoperestlik
Teknolojiye yaklaşımımızı iyimserliğin belirlediğini
bile söylemek mümkün değil. Zira, iyimser bir
yaklaşımın ortaya çıkabilmesi için kötümser veya
sorgulayıcı bir düşünsel geleneğin varlığı gerekir.
Oysa böyle bir gelenek Türkiye'de henüz yok.
Birbirine medeniyet anlayışı bakımından ters düşen
islamcı ve laik çevreler modern bilim ve
teknolojilerin benimsemesinde tipik olmayan bir
fikir ve tutum birliği sergilemekteler. Örneğin, bu
tür fikir birliğini bugün bilgi ve iletişim
teknolojilerinin neden olduğu tarihsel kalkınma
fırsatından Türkiye'nin yararlanması gerektiğini
öne süren yaklaşımlarda görüyoruz. Geçmişi
1980'lere, Turgut Özal'ın Türkiye'nin siyaset ve
zihinsel sahasına damgasını vurduğu yıllara dayanan
ve Haluk Şahin'in deyimiyle, "teknoperest"
diyebileceğimiz cephede bilgi ve iletişim
teknolojilerindeki yeniliklere karşı hep toptan bir
kabul tavrı egemen olmuştur. 1980'li yıllarda,
demekte, Haluk Şahin Türkiye'nin bilgi toplumu ile
randevusu tarihsel determinizme taş çıkaracak bir
kaçınılmazlık olarak ilan ediliyordu; Sanayi
toplumu randevusunu kaçırmış olan Türkiye bilgi
toplumu randevusuna zamanında giderek çağdaşlık
trenine atlayacaktı' (Şahin, 1993, s. 53). Bugün
bilgi toplumu hedefine erişme ve bu teknolojileri
hızla edinme fikri bütün siyasi eğilimlerin ortak
paydası haline gelmiştir. ANAP gibi sağ
partilerden, Refah partisine, sol partilere,
akademisyen çevrelere ve çeşitli sınai baskı
gruplanna kadar geniş bir çevrede bu konuda söylem
birliği oluşmuştur. Bilgi toplumuna varma hedefi
bugün Recep Tayyip Erdoğan'ın Karaköy'e
uluslararası bir elektronik merkezi kurma
planlarından, yenilikçi sosyal demokratların
Türkiye'yi bilgi toplumu yapma amaçlarına kadar bir
çok kesim tarafından ifade edilmektedir. 'Merkez sağ
partilerin inandırıcı bir gelecek vizyonu çi-zemedikleri
ortamda', demektedir Osman Ulagay, 'sosyal
demokrasinin önünde büyük bir fırsat var.' Zira,
Ulagay'a göre, '(b)ilgi toplumuna giden bir dünyada
2000'li yılların iddialı ülkelerinden biri olmak
isteyen Türkiye'ye ihtiyaç duyduğu vizyonu sosyal
demokratlar sağlayabilir' (Ulagay, 1996). Dünya
hızla bilgi toplumuna gitmektedir ve geleceğin
hatta yakın geleceğin dünyasında ancak bu gidişe
ayak uydurabilen ülkeler ve toplumlar öne
çıkacaktır. Türkiye'de Sanayileşmenin Yeni
Boyutları ve KİT'ler başlıklı derlemelerinde Korkut
Bora-tav ve Ergun Türkcan, Türkiye'nin, 'sanayi
toplumunun daha ötesine, bilgiye-dayalı ekonomi ve
topluma geçiş için son şansını kullanma durumunda'
olduğunu vurgulamaktalar (Boratav, Türkcan, 1993, s.
64). 'Yarının dünyasını' demektedir Elektronik
Sanayiciler Derneği raporu, 'dış görünümü ile, pek
de kötü olmayan bir gelir dağılımının sağlandığı,
Bilgi Devriminin getirdiği olanakların geniş
tabanlara yayılarak kullandığı mutlu bir dünya
olarak düşleyebili-riz' (ESD-1992). 'Eğer yakın
gelecekte Türkiye bilgi teknolojileri üreten ve
bunları diğer sektörlerde kullanan bir ülke haline
gelirse Avm-pa ve Dünya ile olan ilişkiler bugün
olduğundan çok daha tatmin edici seviyeye erişir'
(a.g.e., s. 10).
Eleştirel Bilim ve Teknoloji Yaklaşımları
Bu tür mutlu dünya tasvirleri karşısında ve Türk
insanının ilerlemek için teknolojiye yaptığı manevi
yatırımın boyutları düşünüldüğünde Türkiye'de çok
cılız da olsa varolan eleştirel teknoloji
yaklaşımlannı, nereye gittiğimizi, kendimizi ne tür
bir manüğın içine hapsettiğimizi anlamak açısından
duymaya ve buradan hareketle modern teknolojilerle
ilişkimiz konusunda düşünmeye başlamamızda yarar
var.
Eleştirel bilim ve teknoloji yaklaşımları başlığı
altında sayılabilecek ve farklı konumlardan gelen
iki temel yaklaşım bulunmakta
Türkiye'de. Bunlar radikal islami perspektif ve
radikal çevreci olarak nitelenen yaklaşımlar.
Her ikisinde de modern batı medeniyetinin doğa-insan
ilişkisinde insanın doğa üzerindeki tahakkümüne
dayalı mantığının temelden eleştirisi yapılmakta.
Bunlardan birincisi, ismet Özel'in Üç Mesele
başlıklı kitabında sözcülük ettiği düşüncelerdir.
Kısaca özetleyecek olursak, 1970'li yıllarda yazan
Özel'e göre, 'günümüzde hakim olan bilim ve teknik,
Batı'da belirli bir dönemde belirmiş bir kafa
yapısının uzantısıdır'. Sosyalist ve milliyetçi
yaklaşımlar tekniği ancak maddi bir araç, bir
egemenlik aracı olarak görme konusunda
birleşmektedir. Her iki görüş de, demekte, Özel,
'bilim ve teknolojinin sahip olduğu yer ve elinde
tuttuğu kuvvet hakkında özde birbirine yakın
görüşlere sahiptirler. Onlar, insani tabiatın bir
ürünü olmakla birlikte tabiatı egemenliği altına
alabilen, bağımsız karar alma gücüne sahip bir
varlık olarak görüyorlar. Bu durumda da teknik,
işte bu tabiatı egemenlik altına alma niyetinin bir
usulünden başka bir şey olmuyor. Anlaşılacağı gibi
teknik insanın mutlak egemenliği düşüncesinin bir
uzantısıdır' (Özel, Dördüncü baskı, 1992, s. 145).
Özel'e göre teknik, 'bir makinanın kendisi veya onun
işleyiş kurallarından ibaret değildir'; teknik,
teknoloji, 'sanıldığı kadar masum değildir' (a.g.e.,
s. 124-5). İsmet Özel, Batı medeniyetinin bağrında
büyüyüp gelişmiş olan bu teknolojiyi 'egemenlik
hakkım seçen ahlakın somutlanmış biçimi olarak'
görmektedir (a.g.e., s. 145).
Özel'in bu görüşlerine benzer bakış açıları batı'da
özellikle feminist yazarlar tarafından uzun
zamandır dile getirilmekte. Feminist yazarlar
teknolojik ilerleme ile doğal ve sosyal düzenlerin,
üzerinde egemenlik kurma sürecinin paralelliğine
işaret etmekte ve bu olguyu erkekliğin patolojisi
ile açıklamakta. Modern toplumlarda, erkek kendi
kimliğini koaıyabil-mek için diğerleri üzerinde
egemenlik kurmak ya da bastırmak gibi çocuksu bir
korunma ihtiyacının içine sıkışmış kalmıştır
(Bakınız, Har-ding, 1986). Batı medeniyetinin
doğa-insan ilişkisine ilişkin temel mantığı üzerine
yapılan eleştirel analizlerde olayın nedenlerine
inilmekte ve değişik açılardan konu tartışmaya
açılmaktadır. İsmet Özel'in yaklaşımında ise
nedenler üzerinde fazla dumlmamakta ve bu mantığın
toptan reddi ile işin içinden çıkılmaktadır. Ortaya
çıkan boşluğu dolduracak reçete ise hazırdır İsmet
Özel'in yaklaşımında: Batı medeniyetinin doğurduğu
bilim ve teknoloji anlayışı 'tekniğe insan
aıbubiyetinin bir iktidar aracı olarak bakarken'
demekte ismet Özel, 'müslüman gözüyle biz tekniği
kulluk haddi-nin aşılmasının bir belirtisi (deyim
yerinde olursa bir tagut) olarak görüyoruz' (a.g.e.,
s. 145)- Bu düşüncenin doğal sonucu olarak, Özel,
'mevcut haliyle batı tekniğinin islami yaşayış
örgüsüne girmesinin mümkün olamayacağını' ileri
sürmektedir (a.g.e., s. 146). ismet Özel'in
yaklaşımında teknoloji ve batı medeniyeti bir
bütündür. Dolayısıyla, müslümanlann hem batı
medeniyetini reddedip hem de bu medeniyetin ürünü
olan teknik ve bilimsel yapıyı kendi hayatlarına
adapte etmeleri söz konusu olamaz. 'Açıkça ve
şuurla kavramamız gereken nokta', demekte, Özel,
'Batı'nın inancı, felsefesi, bilimi ve tekniğiyle
bir bütün olduğu ve reddedilecekse tümden, kabul
edilecekse yine tümden kabul edilmesi
gerekeceğidir' (a.g.e., s. 46).
İsmet Özel'in görüşlerinin benzerini Ali Bulaç da
çeşitli çalışmalarında ifade etmekte. 'Çevre
Sorununa Alternatif Arayışlar' başlıklı
çalışmasında, örneğin, Ali Bulaç batı medeniyetinin
ürettiği araçlarla tabiatı nasıl fethetmeye
çalıştığını ve bu sürecin "çevre kirliliği" diye
adlandırılan kriz ile nasıl sonuçlandığını
anlatmakta. 'Bilim ve teknoloji aracılığıyla
tabiata karşı başlattığımız bu dehşet verici savaşın
durdurulabilmesi için', demekte Bulaç, 'tabiata
bakışımızı belirleyen modern yaklaşımın özünü
gözden geçirmek' gerekmektedir (Bulaç, 1994, s. 33).
Bulaç'm ve Özel'in yaklaşımlarında bilim ve
teknoloji batı medeniyetinde insanın tabiat
karşısında kurmuş olduğu egemenlik ilişkisinin bir
tezahürüdür. Bu bakımdan bilim ve teknolojinin
sorgusuz bir şekilde kabuğu içinden çıktığı
medeniyetin de kabulü anlamına gelecektir.
'Kapıldığımız fiziksel büyüme çılgınlığı bütün
limitlerimizi tüketmeden' demekte Bulaç, 'farklı
alternatif arayışlara yönelmeli ve bunu "global
ahlaki bir sorumluluğun" parçası olarak
sürdürmeliyiz. Unutmamak lazım ki, modernitenin
kendisi insan zihninin ürünü bir inşadır. Eğer insan
zihni bütün yetenek ve melekelerini kaybetmemişse
yepyeni bir inşa da mümkündür' (a.g.e., s. 34).
Teknolojiye ilişkin temelden eleştiri yapan ikinci
bakış açısı Türkiye'de Ağaçkakan dergisinde
ifadesini bulan bağımsız yeşillerden gelmektedir.
Burada da sanayinin beraberinde getirdiği teknoloji
ve ilerlemeye kökten bir karşı çıkış söz konusudur.
Yeşiller çalışmalarıyla 'endüstriyalist uygarlığın
temel dayanaklarını sorgulamaya' çalışmaktadır
(Aktaran Nohl, 1994, p. 24). Onlara göre teknoloji,
ekolojik bunalımla savaşmakta uygun bir araç
teşkil etmez; Yeşillere göre temiz teknoloji
yoktur, her zaman anında ortaya çıkmasa da
teknoloji hayatın doğal temel dayanaklarının yok
edilmesini içine alır. (a.g.e., s. 24) Kaynağını
daha çok batı ülkelerinde geliştirilen eleştirel
gelenekten alan bu hareketin de modern mantığı
topyekûn reddederek insan-doğa ilişkisini dengeli
bir alışverişe oturtan alternatif bir arayış içinde
olduğunu gömlekteyiz.
Gerek islami gerekse de yeşillerden gelen bu
radikal eleştirel yaklaşımların görmezden
gelindiğini ya da sistemi tehdit edici radikallik
veya aldatılmışlık ile özdeşleştirildikleri-ni
görüyoruz. Bergama'da siyanür ile altın aramaya
ilişkin gelişen tepki hareketine ilişkin en çok
söylenen şey hareketin başını çekenlerin farklı
çıkar grupları tarafından aldatılmış olduklarıydı.
Kimse tepkinin gerekçelerini ve uygulamaya sokulmak
istenen teknolojiye ilişkin duyulan itirazı duymak
istemedi. Benzeri bir şekilde, ismet Özel'in
sözcülüğünü yaptığı islami görüşe karşı tepki,
örneğin sadece laik kesimler arasında değil fakat
Refah Partisi'nin kendisinden de gelmekte. Refah
Partisi'nin sı-naileşme ve teknoloji transferi
doğrultusundaki resmi görüşleri ile ismet Özel'in
ifade ettiği radikal duruşun arasında paralellik
bulunmamakta ve Refah Partisi'nin bakışı bugün
hakim konumda olan görüş ile benzeşmektedir.
Nitekim, bugün başı sarıklı kişilerin cep telefonu
kullanma ya da başörtülü kadınların araba kullanma
konusundaki atılımcı yaklaşımları toplumun her
kesimde yaygın olan teknoloji hayranlığının
ideolojik sınırları aşan konumuna işaret etmekte ve
Özel'in ifade ettiği fikirlerin ne kadar marjinal
olduğunu göstermekte.
Bu tür radikal duruşların baştan mahkum edildiği
toplumda bilim ve teknolojiye ilişkin yaygın olarak
ileri sürülen bakış açılarını ise üç başlık altında
toplamak mümkün. Teknoloji kültür ayrımı yaparak
bilim ve teknolojinin birer alet gibi transferinin
yapılabileceğini savunan bakış açısı bunların
içinde en kabul göreni. Teknoloji transferine
ilişkin eleştiri yapıldığında öne çıkan konu
teknolojileri uyarlama, benimseme ve geliştirme
konusunda atılan adımların yetersizliği olmaktadır.
Örneğin, Türkiye'nin neden bilgi toplumu haline
gelemediğine ilişkin yapılan yorumlarda
karşılaştığımız en kabul gören eleştiri türü
Türkiye'nin bilgi toplumu olmak doğrultusundaki
adımlarının yetersizliği konusunda olmaktadır.
"Toplumda dış dünyaya ilişkin sistematik merak,
veri araştırma olmadığı, eğitim sistemi de bu zaafı
boyuna yeniden ürettiği sürece" demektedir Haluk
Şahin, "Türkiye'nin salt bilgisayar edinmekle
'bilgi' üretiminde harikalar yaratarak Enformasyon
Toplumu'na sıçramasını beklemek safdillik olur"
(Şahin, 1993, s. 55). Burada aslında teknoloji
kültür ayırımına ilişkin bir som işareti gizlidir;
salt aletleri edinerek medeniyet seviyesine maalesef
erişilememekte ve batı medeniyetine damgasını vuran
prensiplerin de alınması gerektiği ima
edilmektedir.
Teknolojiyi bir alet mertebesine indiren diğer bir
bakış açısı ilerlemek için, Türkiye özelinde her
teknolojinin değil fakat doğru teknolojilerin, uygun
teknolojilerin kullanılması gerektiğini ileri
sürmektedir. Uygun teknolojiler öğretisine paralel
bir diğer bakış açısında ise, teknoloji dünyasından
kaçış söz konusu değildir, dolayısıyla
teknolojilerin iyi olanını körü olanından ayırt
etmek ve iyi kullanım ile kötü kullanımı
birbirine karıştırmamaktır
önemli, denilmektedir. Mustafa Arslantuna-lı'nın
ifadesiyle, "Çare yok. Teknoloji size dokunacaktır,
siz isteseniz de, istemeseniz de. Etrafınız
sarıldı, kaçamayacaksınız. Bu dünyada, uyduların
yörüngeye bilgisayarların tarafından oturtulduğu,
okumakta olduğunuz kitabın bilgisayarda bir
kelime-işlem paketi (ıvord pro-cessor) ile yazıldığı
bu dünyada yaşayacaksınız, kaçmaya da çalışmayın.
Unutmayalım; insan iyi-kötü aletler yapan ve
bunları kullanan bir hayvan. Mutlaka korkmak mı
istiyorsunuz? Korkacaksanız, ozon tabakasındaki
delikten korkun, birbiri ardısıra yitirdiğimiz
kültürel değerlerin yerine yenilerini koyamamaktan
korkun, nükleer savaştan, bu savaşı yanlışlıkla
başlatabilecek ufak tefek hatalardan, bu yoko-luşu
yanlışlıkla değil, bile isteye hazırlayacak olan
"savunma hazırlıkları"ndan korkun: Beraberce
korkalım, (Arslantunalı, 1992, s.124). Bu analizde
tipik bir iyi-kötü ayrımına gidilerek teknolojileri
meydana getiren mantığın niteliği gözardı
edilmektedir (bu yaklaşımın eleştirisi için bakınız,
Kevin Robins, 1988).
ilerlemenin Acısız Reçetesi Olarak Teknokrasi
Türkiye'de batı medeniyetinin bilim ve teknoloji
dünyasına ilişkin eleştirel yaklaşımlar soğuk bir
zemine düşerek radikalleşiyor, marjinalleşiyor ve
sonuç olarak, iki kuruş döviz ta-sarmfuna sebep
olacak diye salatalık tohumlarının dışarıdan
alınması yerine Türkiye'de genetik mühendisliği
yöntemleriyle üretileceği haberi kimsenin kılını
kıpırdatmıyor. Teknolojiye ilişkin bu gözükaralığın
ardında yatan ve Türkiye'nin modernleşme
dinamikleriyle yakından ilgili nedenleri açmakta
yarar var.
Modern bilim ve teknolojiye ilişkin bu eleştirisiz
kabulün ve fikirbirliğinin sebeplerini şu başlıklar
altında açabiliriz.
1. Türkiye'de bilimsel ve teknolojik araştırma ve
geliştirme sahası büyük ölçüde resmi otoritelerin
kontrolünde merkezden yönlendirilen bir faaliyet
olarak gelişmiştir.
Özel sektörün zayıf ve kamu iktisadi kunılus_
lannın ülkenin bir çok sektörüne hakim olduğu
dönemde bilimsel ve teknolojik araştırma-geliştirme
faaliyetleri bir kaç büyük kamu kuruluşunun ve az
sayıdaki üniversitelerin bünyesinde yapılan
çalışmalarla sınırlı kalmıştır 1963 yılında kumlan
TÜBİTAK ile birlikte bilimsel ve teknolojik
araştırmaların merkezi bir kamu kuruluşu tarafından
yürütülmesinin önü açılmış ve bununla da
yetinilmeyerek, araştır-ma-geliştirme
çalışmalarındaki bizzat üstleniri konumu yanısıra,
TÜBİTAK'ın ülkenin bilim ve teknoloji
politikalarının belirlenmesinde anahtar bir kurum
olarak işlev görmesi sağlanmıştır. TÜBİTAK ikinci
beş yıllık kalkınma planından itibaren bilim ve
teknoloji alanındaki öncelikleri belirleyerek beş
yıllık kalkınma planlarının bilim ve teknolojiye
ilişkin politikalarının ana hatlarını formüle
etmiştir. TÜBİTAK'ın yanısıra bilim ve teknoloji
alanında, özellikle işin harcamalar kısmım kontrol
eden, ikinci bir merkezi teşkilat Devlet Planlama
Teşkilatı olmuştur. DPT bilimsel ve teknolojik
çalışmalar için yapılacak harcamaların kurumlara
dağılımını, miktarlarını ve öncelikli alanlarını,
beş yıllık kalkınma planlarında öngörülen
politikalar çerçevesinde belirlemektedir.
1980'ler-den bu yana uygulanan özelleştirme ve
piyasaların rekabete açılması politikaları
neticesinde bu merkezi yapılanmada izlenen değişim,
bilim ve teknoloji politikalarının belirlenmesinde
Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu'nun yetkili
kılınması olmuştur. Bilim ve Teknoloji Yüksek
Kurulu'nun üyeleri DPT, TÜBİTAK, YÖK, Türkiye Atom
Enerjisi Kuaımu ve bilim ve teknoloji ile ilgili
bakanlıklar. Başbakan'ın başkanlığında toplanan
Kurul'un sekretaryalığını TÜBİTAK yürütmektedir. Bu
yeni yapılanma ade-mî-merkeziyetçiliğe doğru bir
evrimden ziyade farklı soaımluluklar yüklenen
merkezi kamu otoriteleri arasında koordinasyonun
sağlanması girişimini ifade etmektedir. Başbakan'ın
Ku-rul'a başkan olarak katılması ve TÜBİTAK'ın
sekreterya görevini üstlenmesi, Türkiye'de bilim ve
teknoloji politikalarının belirlenmesinde halen
merkezi resmi görüşün hakimiyetine işaret
etmektedir.
2. Türkiye'de modern teknolojiye ilişkin resmi
görüşün temelleri Cumhuriyet devrimi ile birlikte
yerleşmiştir. Türkiye'nin muassır medeniyet
seviyesine erişmesinin anahtarlarından birisi
olarak akılcılık ilkesi Fransız Aydınlanma
hareketinden alınmış ve akılcılığın tezahürü olarak
modem bilim ve teknoloji dünyasının bu kurtarıcı
gibi kucaklanması ve benimsenmesi söz konusu
olmuştur. Bu durumda modern bilim ve teknolojiye
karşı gelmek ve sorgulayıcı bir tutum geliştirmek
Türkiye'nin ilerlemesinin önünü kesmeye yönelik
gerici yaklaşımlar içinde bulunmakla özdeş hale
gelmiştir. Modern bilim ve teknolojiyi mitleştiren
resmi görüş bu konudaki bakışın şekillenmesinde
tamamıyla hegemonik bir rol oynamıştır.
3. Türkiye'de birbiri ile farklı islamcı ve laik
ideolojilerin bilim ve teknoloji konusuna
geldiklerinde gösterdikleri ortak tutumun temelinde
modern bilim ve teknolojinin batı medeniyetinden
soyutlanarak ele alınmakta oluşu yatmaktadır. Gerek
laik ideoloji gerekse de islamcı yaklaşımlar
teknoloji ile kültürün birbirinden ayrılabileceği
üzerinde anlaşmaktadır. Bilim ve teknoloji sahası
ürünü olduğu sosyal sistemden ve yeniden üretimin
mantığından koparılarak tek başına varolabilir birer
nötr nesne olarak ele alınmakta ve böylelikle bilim
ve teknolojiye ilişkin sistemin işleyiş biçimine
işaret eden soru işaretleri bertaraf edilmektedir.
Bu ayrıştırma taktiğinin geçmişi ise Cum-huriyet'in
kunıluş yıllarına, modernlik ile gelenek arasında
ne gibi bir dengenin tutturulaca-ğımn tartışıldığı
döneme uzanmaktadır. Bir tarafta sosyal yeniden
yapılanmayı Şeriat'a dönüş temelinde ele alanlar,
öbür tarafta tamamen batılılaşmayı savunanlar
karşısında Ziya Gökalp'e göre Avrupa'nın sadece
maddi medeniyeti alınmalı ve manevi yönü
alınmamalıdır (Aktaran, Kadıoğlu, 1996, s. 183).
Ziya Gö-kalp'in geliştirdiği bu üçüncü yol
formulasyo-nu Cumhuriyetçi kadroyu başından beri
rahatsız eden batı medeniyeti ile doğu kültürü
arasında ne tür bir ilişkinin kurulacağına
tatminkar bir cevap olmuştur. Bu ayrım aynı zamanda
Cumhuriyetçi kadronun teknoloji ile kültür
arasındaki ilişkiyi nasıl tanımladıklarını da
ortaya çıkarmaktadır. Batı medeniyeti sorunları
akılcı bir çerçevede çözen teknolojik bir
mekanizmaya indirgenmekte ve bu aklın ürünlerinin
kendi maneviyatımızın bünyesine alınarak
kullanılması suretiyle bu medeniyetin yörüngesine
girilebileceği öngörülmektedir. Buna göre teknoloji
aletden başka bir şey değildir ve medeniyete erişim
ya da ülkenin ilerlemesi bu aletlerin kullanımı ile,
teknolojik tamir ile sağlanabilecektir. İlerlemenin
reçetesi bu bakışa göre acısız bir şekilde
mühendis-teknokrat önderliğinde
gerçekleştirilebilir (Bakınız, Nilüfer Göle, 1993).
Bu bakış açısı farklı ideolojileri birleştiren ve
Türkiye'nin refahının şartı olarak kabul edilen bir
tabuya dönüşmüştür.
İşte bilim ve teknolojiye ilişkin böylesine bir
mitleştirmenin hakim olduğu bir düşünsel ortamda
teknolojik gelişmeye ilişkin temelden itirazlar
geliştirmek ve bunları yüksek sesle ifade etmek
radikallikle damgalanı vermektedir. Oysa batı
ülkelerinde modern teknolojik ilerlemenin temelinde
yatan mantığa ilişkin eleştiriler her geçen gün
güçleniyor, protesto hareketleri daha fazla taraftar
topluyor ve radikal yaklaşımlar gündelik hayata
giriyor. Bunun en son örneği genetik mühendislikte
sağlanan son gelişmeler çerçevesinde kopan
tartışmalar. Kamuoyu baskısı öyle bir noktaya gelmiş
durumdaki, örneğin ingiltere, genetik mühendislik
metodları ile geliştirilmiş tarımsal ürünlerin
ekimini şimdilik yasaklamış bulunmakta. Türkiye'de
ise bırakın teknolojilerin mantığını sorgulamayı,
teknolojilerin kullanımı suretiyle meydana gelen
sosyo-kültürel değişimleri bile incelememekteyiz.
Bünyemize aldığımız teknolojilerle zaman-mekan
kavrayışımız nasıl değişiyor, toplumsal
ilişkilerimiz nasıl etkileniyor, düşünce biçimimiz,
ahlaki kavramlarımız ve sosyal alışkanlıklarımız ne
tür bir değişimden geçiyor? Bu somların yanıtlarını
aramakla ise başlamadığımız taktirde bizi bekleyen
kader, mantığını bile doğru dürüst
kavrayamadığımız bir sistemin kölesi olmaktır.
Teknolojik dünyaya karşı eleştirel bir tutum
alırken, Cristopher laschin, teknoloji merakının
yani ilerleme idealinin altında geleceğinden korkan,
geleceği ile yüzleşmekten çekinen bir toplum
endişesi yaratmaktadır.
|