|
Ne Kadar Ticaret; O Kadar Özgürlük
Doç. Dr. Sami Karahan
"Ticaret, İngilizleri zenginleştirirken, onları
özgürleştirdi de. Bu özgürlük, ticareti yaygın hale
getirdi; ticaret de devletin
büyümesini sağladı."
Voltaire'ye ait bu söz son zamanlarda Türkiye'de
yaşanan birçok olayın, aslında tek cümle ile özeti
anlamını taşıyor. Touchard'ın da "Ticaret
zenginliğin, zenginlik de özgürlüğün unsurudur.
Özgürlük, ticareti güçlendirir, ticaret de devletin
büyümesini sağlar" dediği gibi, son yüzyüzelli
yıldır çeşitli isimler altında kavgaların yaşandığı
ülkemizde, kavganın gerçek sebebi aslında ticaret
(para), bununla bağlantılı olarak özgürlük, siyasi
iktidarın ele geçirilmesi ve devlet yönetimi ile
ilgilidir.
Bilindiği üzere Osmanlı'nın ilk zamanlardan itibaren
ticaretle uğraşmak milletimizde çok makbul bir
uğraşı olarak görülmemiştir. Bu nedenledir ki,
ticari hayat daima azınlıkların hakimiyetinde
olmuş, fetih dönemlerinin sona ererek dış
zenginliklerin ülkeye intikalinde de duraklamalar
yaşanmaya başlayınca, ülkenin kaderi, ticarete ve
dolayısıyla paraya hakim olan grup, kişi ve
zümrelerin eline geçmiştir. Bu andan itibaren,
devlet makamları ve hatta dini makam ve mansıplar
dahi rüşvet karşılığı el değiştirmeye başlamış,
şairin "selam verdini rüşvet değildir diye
almadılar" dediği gibi, bu ve benzeri illetler
toplum içerisinde bir afet halinde neşvünema
bulmuştur.
Hatta, birinci dünya harbinde ordunun ihtiyacı olan
lastikler, şu anda bir firmanın reklam filmine konu
olduğu gibi ancak ticareti elinde bulunduran bir
azınlık mensubundan değişik bir yolla temin
edilebilmiştir.
Bu durum, Cumhuriyet'in ilk yıllarında da aynen
devam etmiştir. Bu durumun farkında olan ilk
yöneticilerimiz de ülke ticaretinde hakimiyetin Türk
Milleti'ne ait olabilmesi için özel gayretler
sarfetmişlerdir. Ancak, bunda çok fazla başarılı
olunduğu maalesef söylenemez. Gerçekten,
azınlıkların elinde olan ticari hakimiyet
kınlamadığı gibi, Türk Milleti'ne kazandırılmak
istenilen ticari hakimiyet de yabancılarla
bağlantılı çok dar bir çevrenin dışına
taşınamamıştır.
Bugün dahi durumun çok farklı olduğu söylenemez.
2000'li yıllarla kucaklaştığımız bugünlerde, ülke
gelirinin yansını, ülke nüfusunun % 1,5'i
tüketiyorsa, durumda farklılık olmadığı rahatlıkla
anlaşılabilir.
Ancak, son on yıllarda yaşanan gelişmeler durumun
değişmeye başladığının bazı emarelerini göstermeye
başlamıştır. Önceleri, kendi dar çevresinde
ticaretle uğraşan ve ancak İstanbul dukalığının
ürettiklerini Anadolu'nun muhtelif yerlerinde
satmayı ticaret bilen ve kazandığı üç beş kuruşun
çok büyük bir kazanç olduğu kanaatinde olan
insanlar, tahsil seviyeleri yükselip, ticaretle de
profesyonelce uğraşmaya başladıklarında, şimdiye
kadar yaptıkları ticaretin çok küçük olduğunu ve bu
işin daha büyük çapta yapılması gerektiğini
anlamışlar ve bu andan itibaren de sermaye birimi
hızlanmaya ve zenginlik Anadolu'nun muhtelif
köşelerine doğru yayılmaya başlamıştır. Şüphesiz bu
oluşumun meydana gelmesin-de Anadolulu müteşebbisin
önünü ve ufkunu açan rahmetli Özal'ın büyük katkısı
vardır.
Bu durum, yüzyıllardır tatlı kazanç elde etme
imkanını elinde tutan ve böylelikle siyasi iktidarı
da istediği gibi yönlendiren kişi ve zümreleri
endişeye sevk etmiştir. Bunlar liberalizmin
doğumunda olduğu gibi, ekonomik güce sahip olan bu
yeni sınıfın, siyasi iktidardan pay almak
isteyeceği, zira zenginliğin böylesine yeniden
dağılmasının iktidarın da yeniden düzenlenmesine
sebep olacağı düşüncesiyle, bu gelişinin önünü
kesebilmek için ahlaka ay-km değişik yollara
başvurmakta beis görmemişlerdir. Bu insanlar, bu
çabalarında, zenginlik aynı zamanda devletin de
zenginleşmesine sebep olacağından, Türkiye'nin
zenginleşmesini ve güçlenmesini istemeyen yabancı
kişi, kurum ve devletlerden de önemli destekler
elde etmişler, Anadolu sermayesi olarak
adlandırılan bu sermayeyi yok edebilmek için
öncelikle sermayeleri değişik renkler altında
isimlendirmiş ve istenmeyen renkteki sermayenin,
ülke içerisinde ve dışarısında ticaretini
zorlaştırmayı kendileri için büyük bir basan
addetmişlerdir. Hatta, bu ticari rekabetlerine,
ülkenin tüm siyasi, dini ve askeri kurumlannı alet
etmekte de bir beis görmemiş, sahip oldukları güç
sayesinde, yaptıkları bu gaynahlaki mücadeleyi
önceleri sağ-sol, alevi-sünnî ve son zamanlarda
laik-antilaik mücadelesi gibi sunmuş ve milletin
değer verdiği kişi ve kurumlan suiistimal etmekten
ve kaygısızca kullanmaktan çekinmemişlerdir.
Oysa, bu milletin ta kendisi olan ve değişik
renklerle adlandırılan bu insanlar, 1789 Fransız
insan ve Yurttaş Haklan Evrensel Bildirisi'nin ilk
maddesinde "insanlar özgür doğarlar ve yaşarlar,
hepsi yasalar karşısında eşittir" diyen ve liberal
ideolojinin doğuşunu temsil eden iki basit istek
dışında bir istek duymamaktaydı: Eşitlik ve
özgürlük.
Eşitlik; yani, kişi dededen ve babadan aldığı
birtakım unvanların arkasına sığınamayacağı gibi,
çeşitli makam ve rütbelerin arkasına da
sığınamamalı ve başkalarına üstünlük taslamamalıdır.
İktidar,.hiçbir kişi, aile, grup veya zümrenin
tekelinde değildir ve onlardan alınmamalıdır,
iktidarın kaynağı halk iradesidir ve toplum
üyelerinin onayına dayanılarak yani, sağlıklı bir
seçim ile elde edilmelidir.
Özgürlük; yani, kişi devlete ve diğer kişilere
karşı korunmalıdır. Kişi güvenliği sağlanmalı,
sebepsiz tutuklamalar sona ermeli, cana ve mala
saldırılara karşı kişi korunmalı; düşünme,
toplanma, dernek kurma, seçme ve seçilme, istediği
kıyafetle çalışabilme ve eğitim görebilme, sahip
olduğu din ve kanaati, başkalarının hak ve
özgürlüklerini ifade etmeden serbestçe ifade
edebilme hakkı sağlanmalıdır.
Diğer bir ifadeyle, milletin büyük çoğunluğunun
arzu ettiği şey, çifte standardı olmayan hukuksal
bir eşitlik yanında, devletin de temel hak ve
özgürlükler alanına fazla müdahale etmemesi,
kendisinin özgürlüklerini yaşayabilmesine, kendini
geliştirmesine imkan tanınmasıdır.
Üzülerek ifade etmeliyiz ki, bugün bu masum
isteklerin hiçbirinin karşılandığı kanaatinde
değiliz. Toplum, gereksiz biçimde birileri
tarafından gerilmekte ve rahatsız edici bir ortam
meydana getirilmeye çalışılmaktadır. Halkımızın, şu
veya bu inançtan olsun, inançlarıyla uğraşılmakta,
genç kızların dini inançlarından dolayı
taktıklarından şüphe olmayan türbanları siyasi bir
simge gibi görülerek zorla çıkarılmaya
çalışılmakta, belli inancı benimsemiş olanlar
belirli kurumlardan ihraç edilmeye ve hatta
ailesiyle birlikte sefalete mahkum edilmeye
çalışılmaktadır, inanması güç ama, sanki devlet, tüm
kurumlarıyla, kendi milletiyle savaşmaktadır.
O halde, özgürleşmenin, yani siyasi liberalizmin
yolu ekonomik liberalizmden geçmektedir. Daha çok
ticaret, daha çok para, daha çok özgürlük ve daha
çok yönetime katılma anlamına gelmektedir. Diğer bir
deyimle, parası olmayanın düdüğü öttürmesine imkan
tanınmamaktadır.
Türkiye'de mevcut ticari kast sisteminin
değişmesini isteyen herkesin, ticaretle daha
profesyonel anlamda uğraşmasında zaruret vardır. Bu
bağlamda, münferit ticari gayretlerle fazla bir
netice elde edilemeyeceği de artık herkesin malumu
olmuştur. Ancak, sermayelerin birikmesi
sayesindedir ki, daha büyük bir ekonomik güce ve
dolayısıyla özgürlüğe kavuşabileceği kuşkusuzdur. Bu
yolladır ki, başta özgürlük sorunu olmak üzere,
ülkenin kangren haline gelmiş tüm sorunları
(işsizlik, bilgi ve teknoloji birikimi, dış borçlar
ve iç borçlar vb.) halledebilecektir. Gerçekten,
sermaye birikimi sayesinde ülke açısından yararlı
olan mega projelere imza atılabilecek, araştırma ve
geliştirme faaliyetlerine kaynak aktarılarak bilgi
ve teknoloji birikimi sağlanabilecektir. Bu aşamadan
sonra artık takipçi ülke değil, 21. yüzyılda tüm
Türk Dünyası'na ve ezilmiş milletlerde ümit kaynağı
olabilecek yeni bir önder ülke meydana
getirilebilecektir.
Netice itibariyle, sözü baştaki cümlenin bize ve
bugüne uyarlanmış haliyle kapatmakta fayda vardır.
'Ticaret, Türk Milleti'ni zenginleştirirken, onları
özgürlestirecek de Bu özgürlük ticareti yaygın hale
getirecek, ticaret de devletin büyümesini ve tüm
Türk ve İslam Dünyası'na önder olmasını
sağlayacaktır".
|