|
Neoklasik Pozitivizm ve Rasyonalite
Giriş
Neoklasizm, Klasiklerin 'Politik İktisat'ını
yerinden oynatıp, 'Marjinal Analiz' ve 'Öznel
Değer'e dayalı yeni bir yörüngeye oturttuktan bu
yana İktisatta egemen paradigma olma konumunu
korumaktadır. 'Üretim' ve 'Bölüşüm' üzerindeki
Klasik ve Marksist vurguyu, 'Değişim' (piyasa
ilişkileri) ve 'Etkinlik' eksenlerine kaydıran yeni
"sentez"; olguların oluşum süreçlerini veri alıp,
olgulararası ilişkileri - örneğin, piyasa
ilişkilerini - çözümlemekle yetinen bir yöntemin
(Pozitivist Yöntem) İktisattaki uygulayıcısı oldu.
Neoklasizmin 'bilim yapma' (bilimsel bilgi üretme ve
organize etme) pratiğine rengini veren sözkonusu
yöntem, İktisadın egemen sorunsalının yeniden
belirlenmesinde etkin rol oynadı. İktisat
öğretiminin dayandırıldığı "piyasa ilişkilerini,
etkinliği sağlayacak şekilleriyle kuramlaştıran
çerçeve", ilgili yöntembili-min bariz izlerini
taşır.
Bu yazıda; İktisatta yöntem ile ilgili bir
çalışmamızda (Kara, 1987) yer alan bazı
görüşlerimizi açımlayacağız ve Pozitivist Yönteme
dayalı Neoklasik kuramın İktisat öğretimindeki
belirleyici ağırlığıyla tartışıldığı bu çalışmamıza
Sayan (Sayan, 1988) tarafından getirilen
eleştirilere cevap vermeye çalışacağız.
Eleştiriler, makalede sergilenen 'yön-tem'le ilgili
görüşler çevresinde yoğunlaşıyor. Cevabımız ve
açımlamalarımız, bu nedenle, 'yöntem' ağırlıklı
olacak.
İktisatta Yöntem ve Rasyonalite
Eleştirilerde 'anlama' ve 'çıkarsama' hatalarının
dikkate değer boyutlarda olması, makalenin amacını
ve tartıştığı sorunsalı somutlaştırma gereğini
ortaya çıkarıyor: İlgili çalışmamızda, Neoklasizmin
felsefi ard alanı hedef alınmakla birlikte, kuramın
yöntem sorunlarını kapsamlı bir biçimde tartışma
amacı güdülmüyor. İşlenen merkezi tema, kuramın
felsefi-yöntembilimsel çatısının İktisat öğretimi
açısından getirdiği sorunlarla ilişkili. O nedenle,
Neoklasik iktisadın içinde yer aldığı felsefi
söylem ve yöntembilimsel gelenek, ilgi ve çözümleme
odağını değil, 'öğretim sorunları' ağırlıklı
tartışmanın arkaplanını oluşturuyor. Bu kurgusuyla
makalede, doğal olarak,'kavram/çerçeve' tanım ve
açıklamalarına - bilindikleri varsayılarak - yer
verilmedi.
Sayan'ın ilk eleştirisi, kavram seçimi ve
kullanımında 'netlik ve 'özen' sorunuyla ilgili: Bu
konuda gereken özenin yeterince gösterildiğini
sanıyoruz. Sayan'ın "tahmin"lerle yetinmek durumunda
kaldığı cümle de dahil, makale genelinde kavramlar
literatürdeki anlamlarıyla kullanıldı. 'Anlama'
sorununun kaynağı, kanaatimizce, 'net'lik sorunu
değil. Kimi kavramların kullanıldıkları bağlam
içinde doğru olarak anlaşılması, ait oldukları
çerçevelerin ön bilgisini gerektiriyor. Sayan'ın
örnek olarak seçtiği cümle, 'Kartezyen sistem' ve
'Pozitivizm', ait oldukları ortak düşünsel gelenek
içinde kavranmadan tam olarak anlaşılamaz. Bu
nedenle, ilgili görüşlerin sergilendiği zemini,
seçilen örnek bağlamında belirginleştirmekte fayda
görüyoruz.
İlkin, Kartezyen sistemin - Rönesans ard alanında -
felsefi bir panoramasını çizelim: Geleneksel
kültürlerin; gerçekliği, hiyerarşik
yapıda/farklılaşmış fakat organik birlik ve
bütünlük içinde algılayan dünya perspektifleri,
Rönesansla yerini parçalı, dualistik, bütünlüğünü
tekbi-çimliliğine ve kimi 'tümel yasalar'
varsayımına borçlu bir evren anlayışına bıraktı.
Geometrik tasarımlı, homojen ve boyutsal öklid
uzayının, Galile öncesi somut ve farklılaşmış 'yer
uzanımı' yerine ikamesi, Rönesans öncesi kültürlerin
morfolojik evren anlayışını ortadan kaldırdı.
Gerçekte dünya Needham'ın ifadesiyle artık, sonlu ve
hiyerarşik düzene sahip, nitelikçe ve ontolojik
açıdan farklılaşmış bir bütün olarak değil; açık,
sınırları belirsiz ve bütünlüğü basit temel yasalara
bağlı bir varlık olarak ele alınacaktı
(Needham,1983:6l). Gerçekliğin ontolojik
tasarımındaki bu değişme, epistemolojik sonuçlarını
da beraberinde getirdi doğal olarak. Varoluşun
bilgisini elde etmeye yönelik bilişsel çabaların
yörüngesi, gerçekliğin anlam ve bütünselliği
üzerindeki vurgudan arıtılarak; 'madde-ruh',
'fiziksel-sosyal' ve benzeri ikilemlerle bölünmüş
realitenin nedensellik ilişkilerine kaydırıldı. Fi-zikötesi
çağrışımlarla yüklü 'niçin'lerin bilgisi, önemsiz -
ve hatta -anlamsızdı artık! Amaç; 'bilinebilir
dünya'nın 'objektif bilgisi'ne ulaşmak di ki bunun
tek doğru yöntemi ancak, olgular (fenomenler) arası
ilişkileri nesnel bir şekilde belirleyecek bir
bilim olabilirdi! Rönesansal söylemin; 'olguların
bilgisi'yle sınırlı bu tür bir bilim kategorisini,
'yegane geçerli bilgilenme biçimi', 'tek özgün
doğruluk kaynağı' olarak empoze eden versiyonuna
adını koyan akım 'Pozitivizm' (Olguculuk) oldu.
Pozitivizm; Kartezyen Rasyonalizm, Anglo-Sakson
Emprisizmi ve Formel Mantık sacayağı üzerine
oturttuğu yöntemiyle, İktisat da dahil, Rönesans
sonrası gelişen disiplinlerin bilgi üretme ve
organize etme pratiklerini önemli ölçüde belirledi.
Bilim dallarını; konu edindikleri alanı seçip
sınırlama ölçütleri ve kuram geliştirme pratiklerine
değin etkileyen Pozitivist Yöntem, gerçekte belirli
bir ontoloji ve epistemolojiye dayalı bir felsefe
kategorisinden başka bir şey değildi ve doğruluğu
ancak ait olduğu felsefi gramer (açıklama biçimi)
içinde sözkonusu olabilirdi. Ne ki Pozitivizm;
'bilimsel yöntem'ini, Neo-pozi-tivizm sonrası bilim
felsefesi tartışmalarına değin gerçekliği
açıklamanın yegane geçerli yöntemi olarak sunmayı
başardı.
Pozitivizmin, Rönesans-sonrası bilimsel etkinliğin
matrislerini ne yönde ve hangi boyutlarda
etkilediğinin belirlenmesi, Kartezyen temeller
ekseninde kapsamlı bir 'Pozitivizm eleştirisi'
gerektiriyor. Bir cevap yazısının sınırlarını
zorlayacak böylesi bir girişim yerine, Neoklasik
İktisatta Kartezyen kavrayışın pozitivist
izdüşümlerini örneklemekle yetineceğiz: Kartezyen
Sistem'de gerçeklik, özerk birim ya da bölümlere
ayrılabilen bir ontolojik ikilemler örüntüsüdür.
Gerçekliğin özerk bölünmeyi mümkün kılan bu ikili
karakteri, ona ait bilgiye de yansır. 'Madde' ve
'Ruh'un,'Fizik' ve 'Metafizik'in gerçeklik ve
bilgileri, ayrı ve özerk kategoriler oluşturur. Bu
temel dualizm, değişik form ve nüanslarıyla,
alternatif bilgi-teorik yapılar içinde yer alarak;
örneğin, 'Numen' (kendinde şey)/'Fenomen'
(olgu-görüngü) ayınmıyla (ayırım Kant'a ait),
fenomenlerin bilgisiyle sınırlı bilişsel çerçevelere
zemin hazırladı. Fakat, Kant'da ikilem oluşturan bu
kategoriler, 'kavranabilir ve
kavramsallastırılabilir olan'la (fenomen),
'kavranamaz ve bilgisi kav-ramsallastırılamaz olan'ı
(numen) temsil ediyorlardı ve her iki kategori de
gerçekliği ve bilgisiyle anlamlıydı. Oysa ayni
dualite, pozitivist in-dirgemeciliğin elinde,
'fenomenal olan'a irca edilemeyen her şeyi yok sayan
ya da agnostik bir çerçevede geçersiz ve anlamsız
kılan bir bilimciliğin aracı durumuna düşüverdi.
Anlamlı önermelere konu yegane alan, bu söyleme
göre,' bilimin fenomenlerle sınırlı 'nesnel
gerçeklik' alanıydı ve bu alan, öznel değer ve
normlardan tümüyle bağımsızdı. 'Değer- yüksüz'
pozitif bir bilim olma iddiasıyla Modern İktisat,
'marjinal devrim' sonrası içeriğiyle, Kartezyen
semantiğin Pozitivizmle kesiştiği bu tür bir söylem
içinde yer alıyordu. İktisadi gerçekliği özerk
alanlara bölen 'pozitif/ normatif ayırımı, özünde,
bilgi-teorik açmazlarıyla Kartezyen bir ikilemdi.
'Pozitifleşme' çabalarıysa, değer'den bağımsız bir
nesnelliği mümkün varsayan pozitivist illüzyonlarla
malûldü. Makalede, Sayan'ın net bir anlam
veremediği cümleyle, başlangıç düzeyinde İktisat
öğretiminde, iktisadi gerçekliği alternatiflerin
varlığına değinide bile bulunmadan Pozitivizmin
sorunlu Kartezyen ikilemleriyle öğretmenin
tehlikelerine işaret edilmek istenmişti. 'Model
bilim' Fiziğe Kartezyen Sistem dışında temeller
arandığı bir dönemde (Capra, 1975; Bohm, 1983;
Davies, 1984), Kartezyen Sistem-dışı
alternatiflerden sözetmek ve İktisadın üzerine
oturtulduğu kartezyen denklemi pozitivist içeriğiyle
sorgulamak, gereksiz bir çaba olmasa gerektir.
Nitekim literatürde, giderek belirginleşen bir
eleştirel tavır ve alternatif arayışı bariz şekilde
göze çarpıyor. Wible (Wible, 1985), İktisat
kuramının epistemik temellerinin hâlâ statik,
pozitivist, Kuhn-öncesi bir karakter taşıdığını
savunarak, Bilim Felsesindeki devrimin iktisatta da
tamamlanabilmesi için, Neoklasizmin zımnen dayandığı
bilgi kuramının köklü bir eleştirisini öneriyor.
Öneri tartışılabilir, ancak, bilgi-kuramsal aşının
iktisadın yöntem bunalımına ne denli deva olacağı
tartışmalı olsa da, epistemik temellere inebilen
bir eleştirel gözden geçirmenin, felsefi-teorik bir
'yeniden inşa' için özgün ipuçları sağlayacağı
düşünülebilir.
Sayan'ın tartıştığı ikinci nokta, 'Rasyonalrte'nin
Neoklasik kuramdaki işleviyle ilişkili. Sorunun
makalede konulduğu düzlemle Sayan tarafından
algılandığı düzlem arasındaki fark - okuma
hatalarıyla da birleşince - yanlış ve yer yer
ilişkisiz yorumlara neden olmuş, ilk olarak, 'kavram
kullanımı' eleştirisini ele alalım: Sayan, "teknik
açıdan varsayımların da birer önerme olduğu
doğruysa da...niçin varsayım yerine önermeyi
yeğlediği"mizi soruyor. Bunun başlıca iki nedeni
var: İlkin, 'önerme' ile kastedilen sadece
varsayımlar değil; varsayım olmayan önermeler de
sözkonusu. Örneğin; "tüketici dengesi, mallara
ilişkin marjinal fayda oranının mal fiyatları
oranına eşitlendiği noktada gerçekleşir" önermesi
bir varsayım değil bir hipotezdir, fakat kuramın
mantıksal-matematiksel çatısı içinde geçerliği
kanıtlanabildiği halde, sınanabilir olmayan bir
önermedir (Katouzian, 1980). Gerçi bu; eleştiri
konusu yapılan önsel olarak sınama alanı dışında
bırakılmış' bir önerme değil, ancak makale'de
sorgulanan 'geçerliği posteriori belirlenemez' bir
bilgi kategorisi. Makale boyunca aksiyom, varsayım
ve hipotezlerin önerme olarak alınışının ikinci
nedeni, tartışmanın bağlamının teorik değil
metodolojik olması. Teorik düzeyde veri
olarak alınan varsayım ve aksiyomlar, metodolojik
düzeyde geçerliği tartışılır önermeler olarak
çözümleme alanına dahil edilir. Bağlamı ve düzlemi
metodolojik bir tartışmada kuram; aksiyom, varsayım
ve ürettiği bilgide somutlaşan ideolojisi, konu
edindiği gerçekliğe bakışında billurlaşan
ontolojisi ve bilgi edinme-üretme araç ve
yöntemlerinde mündemiç epistemolojisine sorgulama
alanındadır. Varsayım ve aksiyomların altındaki
rasyonelin sorgulandığı bir tartışmada, Sayan'ın
"Aksiyomlar tanımları gereği ispat
gerektirmediklerinden, bunların sınama sorgulama
süreci dışında bırakılmaları kadar doğal bir şey
olamaz" ya da "Neoklasik İktisadin bunu
(rasyonalite'yi) yanlışlanabilir bir önerme olarak
alma kaygısı zaten yoktur" türünden itirazları, olsa
olsa tartışmanın mahiyetine ilişkin bir yanlış
anlamanın ürünü olabilir. Bu itirazlar, aksiyom ve
varsayımların veri alındığı teorik bir tartışmada
anlamlı olabilir; verilerin gerçeğe uygunluğu,
dahası 'Neden' ve 'Ni-çin'leriyle sorgulanabileceği
metodolojik bir tartışmada değil.
Metodolojik düzeyde getirilen "Rasyonalitenin hiç
bir zaman sınama alanı içine dahil edilmediği" türü
eleştiriler, konuyla ilgili literatürün ihmal
edildiği izlenimini uyandırmaktadır. Literatürü
serimleme-yi sonraya bırakarak, Neoklasik rasyonal-faydacı
birey tasarımı üzerine bir kaç not düşelim: İlgili
birey kategorisi, hem bilgi teorik-mantıksal bir
boyut hem de felsefı-psikolojik bir nosyon içerir.
İnsanın bilgiyi nasıl edinip nasıl kullandığı
sorusuyla bilgi-teorik, amaçlara yönelik en uygun
araçların seçimi sorunuyla mantıksal, özgür atomik
birimin (insanın) bireyci-faydacı akılcılığını
ifade eden boyutuyla felsefi bir nosyon olarak
karşımıza çıkar, ilgili kategori. Aydınlanma
akılcılığıyla Bentham'cı faydacılığın,
yarışmacı-bireyciliğin egemen olduğu bir toplumsal
örüntüye özgü bileşkesidir Neoklasizmin rasyonal-faydacı
birey tasarımı, ve bu yönüyle, ancak, alternatifler
arasında bir tür oluşturur. Ne tarih dışı-tümel bir
kategoridir ne de yarışmacı-bireyci kapitalizmin
pratiğinden bağımsızdır. Makale'de üzerinde durulan
nokta da özü itibariyle budur. İktisadi faaliyet
içindeki bireyin işlevini, ilişkilerin
nesnel-marjinal analizini mümkün kılacak şekilde
belirleyen bir rasyonalite (rasyonel-faydacı birey)
anlayışıyla; insan öznesinin, kapitalizmin 'pratiko-sosyal'inden
bağımsız tarih-dışı doğal-ontik bir kategori olarak
alınışı eleştiri konusu yapılmaktadır (Kara,
1987:84). Esasen, kapitalizmin gelişmesiyle, insan
eylemlerinin ve ilişkili değerler sisteminin
'rasyonel-bireyci ilkeler doğrultusunda yeniden
düzenlenmesi süreçleri arasında eş zamanlı bir
paralelliğin varlığı bilinmektedir. Kapitalizmin
doğuşu ile ilgili alternatif (Weberci ve karşı-Weber-ci)
tezler, doğuş sürecinin 'belirleyen' ve
'belirlenenlerine' farklı açılardan örneğin,
Protestan ideolojinin belirleyiciliği temelinde ya
da üretim güçleri ve üretim ilişkilerinin evrimi
ekseninde yaklaşsalar-da; Rönesans, Reformasyon ve
Kapitalizmin eş zamanlı yükselişi ile insan
davranışlarının piyasa süreçlerine uygun
rasyonalizasyonu arasında bariz bir korelasyonun
varlığı genel olarak kabul görmektedir.
Makale'deki ilgili cümle, kapitalizmin tarihsel
pratiği ile ilişkisi bilinen bir 'birey' tasarımının
Neo-klasik kuramda tümel bir kategori olarak
alındığını ifade ediyordu özetle. Cümlede geçen,
üzerindeki makro-tarihsel vurgu belirgin
'kapitalizmin pratiko-sosyali' ibaresine Sayan'ın
kendince yüklediği anlam ve getirdiği yorumun
anlatılmak istenenle ilişkisi olmadığı açık.
Makale'de, ne Neo-klasik analiz'de çağdaş
kapitalizmin kurumlarının incelenmediği savunuluyor
ne de Neo-klasik analizin 'birey'inin
kapitalizmin politik süreçlerine kayıtsızlığından
sözediliyor. Sayan'ın anladığının aksine, Neo-
klasik birey tasarımının kapitalizmin pratiği ile
ilişkili (olmadığı değil) olduğu savunuluyor
makale'de. "Neo-klasizm insan öznesini kapitalizmin
pratiko-sosyalinden bağımsız, tarih dışı,
doğal-ontik bir kategori olarak alır" derken,
sözkonusu 'birey'in, sanki bir yönüyle kapitalizme
özgü (onun ürünü) değilmiş gibi, kapitalizmle
sınırlı kalmayarak, tüm toplumlara ve zamanlara
özgü evrensel bir kategori olarak alınması tartışma
konusu edilmektedir. 'Kapitalizmin pratiko-sosyalinden
bağımsızlık, bir terim olarak, 'kapitalizmle
ilişkisizliği değil; kapitalizmle sınırlı kalmayıp,
kapitalist olan/olmayan tüm toplumlar için geçerli
olma durumunu ifade etmektedir. İlgili birey
tasarımı, Neoklasizmin - kuramın 'yirminci yüzyıl
başı' veya sonu gelişme düzeyinden bağımsız - kalıcı
bir karakteristiğidir3. Neoklasik
rasyonalitenin 'sınır' ve 'sorun'larını tartışan
literatür, alternatif öneri ve eleştirileriyle
zengin bir spektrum oluşturmaktadır: Radikal
subjektivistler; beklentilerin mahiyeti ve geleceğin
belirsizliği nedeniyle insan davranışlarının
irrasyonel bir boyut taşıdığını, bu nedenle,
yalnızca Neo-klasik araştırma programının temel
aldığı rasyonalite üzerine bütün bir teorinin
oturtulamayacağını savunmaktadırlar (Shackle, 1972;
Langlois, 1985). H.Simon, insanın bilgi edinme ve
işleme kapasitesinin sınırlarına değinerek, Neo-klasik
anlamda tam bir rasyonalitenin mümkün olmadığını,
ancak 'sınırlı rasyonalite'den (bo-unded rationality)
sözedilebileceğini öne sürüyor (Simon, 1961, 1963).
Bilgi-kuramsal perspektifli tezler ise, Neo-klasik
rasyonalitenin sorunlarının; Simonun koyduğu şekilde
sadece pragmatik bir bilgi kı-sıtı sorunu
olmadığını, bunun çok ötesinde, insana ilişkin
psişik ve bilişsel süreçlerle ilgili olduğunu
savunuyorlar (Bausor, 1985).
Neoklasik rasyonalite'den sapmalar, yalnızca bir
bilgi eksikliği sorunu değil; insanın bilişselliği
ile ilgili bu görüşe göre. Sorun, İktisat-psikoloji
ilişkisi bağlamında da oldukça tartışmalı bir
karaktere sahip. İktisadın 'karar birimi birey'
tanımlama sorununu Psikolojinin ya da bir başka
disiplinin alanına atarak çözmeye çalışanların
çoğunluğuna karşın A.J.Snow; İktisatçıları, iktisadi
karar alma sürecinin bütünselliğini göz ardı ederek,
psikolojik nosyonları marjinal analize uyduracak
şekilde değiştirmekle eleştiriyor (Snow, 1924).
Benzeri bir eleştirel çizgiyle Slovic ve
Lichtenstein, geleneksel İktisat kuramının, yeni
psikolojik bulgular doğrultusunda radikal bir
modifikasyonunu öneriyorlar (Slovic ve Lichtenstein,
1983). Bu arada, iktisadi rasyonaliteyi, sosyal
gerçekliği açıklamada yetersiz bularak; sosyal bir
yaratık olan insanın, ancak kültürel bir diyalektik
içinde kavranabileceğim ileri sürenlerin varlığını
da belirtelim (Resnick ve Wolff,1982).
Eleştiriler, Neoklasik kuramın 'rasyonalite
aksiyomu'nu, doğal olarak, bir 'hipotez' olarak
alıp tartışıyorlar. Kimi Neoklasikler için ispatı
gereksiz bir aksiyom olan rasyonalite; neo-klasik
içeriğiyle, bazı alternatif yaklaşımlarda
sınanması-sorgulanması gereken bir kategori (bir
hipotez) olarak karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda,
Sayan'ın "Bir aksiyom olarak rasyonalite ilkesi, hiç
bir zaman sınama alanı 'içine dahil' edilmemiştir"
iddiası, literatürün zengin bir bölümünü tümüyle yok
sayan yanlış bir iddiadır. Algı açısı literatürün
dar bir kesiti ile sınırlı eleştiri mercekleri,
geniş bir teorik zemine dayalı görüşleri "havada"
görme yanılgısını kaçınılmazlaştırır.
'Rasyonalite'nin bir hipotez - dolayısıyla
sınanabilir bir kategori - olarak alındığı
çalışmalara çok sayıda örnek gösterilebilir.
Örneğin, Tversky (1969), birey tercihlerinin ne
denli geçişken (rasyonel) olduğuna ilişkin doğrudan
bir sınama sunmaktadır. Rasyonalitenin İktisatta
kullanım alanı bulduğu andan itibaren ampirik
geçerliğiyle tartışma konusu edildiğini belirten
Arrow,'Ras-yonalite hipotezi' ile uyuşmayan
durumların Bilişsel Psikolojinin bulgularıyla uyumlu
olduğu, zamanlararası (intertemporal) piyasaların
rasyonalite'den sistematik sapmalar gösterdiği ve bu
sapmaların
psikolojik bulgularca da desteklendiği görüşünü
savunuyor (Arrow, 1982). Alternatif tezlerin
ampirik, teorik ve yöntembilimsel eleştirileri,
yukarıda serimi yapılan literatürden ayrıntılı
olarak izlenebilir.
Sayan'ın 'matematikle ilgili eleştirileri, temelde
'okuma hatası' ürünü yanlış çıkarsamalardan
oluşuyor. Okuma, anlama ve çıkarsama hatalarının
talihsiz bir bileşkesi eleştirilerle, makale'de
savunulan görüşler arasında, olumlu anlamda, hemen
hiç bir ilgi ve ilişki bulunmuyor. Yanlış yorum ve
çıkarıma konu paragrafın (Kara, 1987:85, ilk
paragraf), makale'deki merkezi bir temanın tüm anlam
yüküyle özeJendiği tek bir cümleden oluşması;
anlaşılmasını güçleştirmiş olabilir. O meyan-da,
Sayan'a hak verilebilir. Okuma-çıkarsama hatalarının
ilk nedeni, makalenin ve ilgili paragrafın bağlamı
içinde kimi ibarelere olumlu/olumsuz nasıl bir
anlam yüklendiğinin anlaşılamamış olması. Neoklasik
hegemonyanın eleştirilip, alternatif arayışların
savunulduğu bir makalede, "gökkubbe altında
söylenmemiş bir şey kalmadığından" sözeden bir
ibareye, doğaldır ki yazar olumlu bir anlam
yüklemez. Tırnak içinde kullanılmış bu ifadeyle -
Sayanın anladığının tersine - marjinalizmin;
matematiksel yetkinliğiyle her şeyi açıkladığı
sanısını vererek, alternatif arayışları fantezi
çabalar duaımuna düşürebileceğinden duyulan kaygı
dile getirilmek istenmişti. Burada fantezi çaba
durumuna düşeceğinden kaygı duyulan şey, matematik
değil, Neoklasizm dışı özgün arayışlardır
(Dikkatli bir okumayla, ilgili paragrafta,
"matematiğin fantezi bir çaba durumuna düşeceğinden
bahis" edilmediği kolayca çıkarsanabilir). Sayan'ın
peşisıra getirdiği yorumlar, temelde bu
okuma/anlama hatasına dayandığı için, anlatılmak
istenenle büsbütün ilişkisiz bir nitelik taşıyor.
Hataların ikinci nedeni, tartışılan sorunsalın
bağlam ve düzleminin anlaşılamayıp, makale'de
bulunmayan görüşlerin - yanlış bir çıkarsamayla -
makale'de var zannedilmesi. Sayan'ın eleştiri konusu
yaptığı noktalarla (matematiğin ya da optimizasyon
tekniklerinin kullanımı) ilgili olumlu/olumsuz
hiçbir değini yer almıyor makale'de.Ne matematik
kullanımının 'meşruiyeti' tartışılıyor ne de
bizatihi optimizasyon tekniklerine yönelik
öznel/nesnel ya da eleştirel/karşı eleştirel
herhangi bir tavır sözkonusu Üzerinde durulan nokta,
'matematik tekniklerin yararları/zararları' türü
biçimsel bir sorun değil; çok daha temelde,
"pozitivist-fizikalist söylemin matematiğe yüklediği
işlev ve konum" (Kara, 1987:84) dur. Nedir bu işlev
ve konum? Pozitivist-fizikalizmin matematiğe
yüklediği birbiriyle bağlantılı iki tür
'işlev-konum'dan sözedilebilir: Birincisi, bir bilgi
türünün bilimselliğini belirleme işlevi - ki,
fizikalist söylemin bir disiplini
matematikselleştiği ölçüde bilimsel sayan
versiyonuna özgüdür. Matematiğe yer vermeyen
bilişsel çerçevelerin bilimselliğini tartışılır hale
getiren bu işlev, bilimsel etkinliğin içerik ve
alanını tüm fenomenleri formel/matematiksel
modellerle açıklama çabalarıyla İktisadın ciddi bir
biçimde fakirleştirildiğini savunan İktisatçılara
(Seher, 1985:439) hak verdirtecek denli daraltıyor.
İkincisi, 'bilimsellik ölçütü' olma işleviyle
bağlantılı olarak, matematiğin 'araç' olmaktan öte
bir konum ve 'araçsallığı' aşan bir işlev kazanması.
Bilime konu gerçekliğin tümüyle matematiksel formda
ifade edilebileceği varsayımı, 'Evren matematiğin
diliyle yazılmıştır' diyen Galile'nin 'Gerçeklik a
priori matematikseldir' hipotezini çağrıştırıyor. Bu
tür bir varsayım ve hipotez; matematiği bir
açıklama aracı olmaktan çıkarır, kuramlaştırmada
zorunlu bir dil, epistemolojik bir önkoşul durumuna
yükseltir. Makale'de eleştirilen nokta,
kuramlaştırmada yararlı bir araç olan matematiğin,
'araçsallığı' aşan böylesi bir işlev ve konum
kazanarak; 'nite-lik'ten çok 'niceliği', 'öz'den çok
'görüngü'yü ön plana alan biçimsel-ciliğin elinde,
bilimsel olanı bilimsel olmayandan ayıran bir 'Demokles
kılıcı'na dönüştürülme eğilimiydi.
Matematiğe bakış açısının irdelendiği bu bağlam
içinde, matematiksel yetkinliğiyle bilinen
'marjinal analiz'in niteliği üzerine getirilen
eleştiriye de değinelim. 'Analiz'in temel
karakteristiğinin betimlenmesi, tartışmaya açıklık
getirebilir: Marjinal analiz; değerlerin ve dengenin
marj'da gerçekleştiği, çerçevesi varsayımlarla
belirlenmiş bir süreçte mantıksal olarak olması
gerekenin analizidir. Örneğin; akılcı ekonomik
öğelerin piyasayı tümüyle bildiği, geleceğe dönük
belirsizliklerin
bulunmadığı, üretime katkısı olan etmenlerin tam ya
da kısmi hareketliliği ve benzeri varsayımlar
altında marjinal analiz, maliyetin minimize
edileceğini ve bu nokta da üretici dengesinin
gerçekleşeceğini öngörür. Açıktır ki öngörünün
doğruluğu, ilişkili varsayımlara ve dengenin
marj'da gerçekleşeceği kurgusunun - ki bu mantıksal
bir kurgudur - gerçeklik ve geçerliğine bağlıdır.
Gerçekte, Simon'in belirttiği gibi, bilgi edinme ve
işleme kısıtı4 nedeniyle, firmaların
pratikte marjinal geliri marjinal maliyete
eşitleyebilecekleri oldukça tartışmalıdır (Simon,
1961,1963,1979). Simon, gelir ve maliyetin marj'da
eşitlenebilirliği-ni gerçekçi bulmamaktadır.
Marjinal analizin ilgili öngörüsü, ampirik olarak
doğrulanmış 'ex post' bir bulgudan çok, 'ex ante'
bir kabul niteliği taşımaktadır. Makale'deki vurgu
da esas itibariyle bundan ibarettir: Marjinal
analiz, varsayımsal bir çerçeve ve
değerlerin/dengenin marj'da gerçekleşeceği mantıksal
öngörüsü altında 'olması gerekeni' belirleme işlevi
gören bir araçtır. Analizden türetilen kimi
önermelerin geçerli/sınanabilir, kimilerinin ise
geçersiz ya da sınanamaz oluşları, onun bu
niteliğini değiştirmez.
Sonuç
Neoklasik rasyonalite, ekonomik ve politik pek çok
olgu ve sürecin açıklanmasında faydalı bir işlev
görse de, istisnai aksiyomatik geçerliği tartışmalı
bir kategori. Deneysel psikoloji, toplumsal seçim
kuramı ve oyun teorisi, bireysel ve toplumsal
rasyonaliteden sapmaların örnekleriyle doludur.
Rasyonalitenin bağlam-bağımlı geçerliğinin
sınırları, yirmibirinci yüzyıl sosyal bilimcilerinin
gündeminde kalmaya aday görünmektedir.
Kaynak: Ahmet KARA
|