Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Neoklasik Pozitivizm ve Rasyonalite 

Giriş 

Neoklasizm, Klasiklerin 'Politik İktisat'ını yerinden oynatıp, 'Marjinal Analiz' ve 'Öznel Değer'e dayalı yeni bir yörüngeye oturttuktan bu yana İktisatta egemen paradigma olma konumunu korumaktadır. 'Üre­tim' ve 'Bölüşüm' üzerindeki Klasik ve Marksist vurguyu, 'Değişim' (piyasa ilişkileri) ve 'Etkinlik' eksenlerine kaydıran yeni "sentez"; ol­guların oluşum süreçlerini veri alıp, olgulararası ilişkileri - örneğin, pi­yasa ilişkilerini - çözümlemekle yetinen bir yöntemin (Pozitivist Yön­tem) İktisattaki uygulayıcısı oldu. Neoklasizmin 'bilim yapma' (bilimsel bilgi üretme ve organize etme) pratiğine rengini veren sözkonusu yöntem, İktisadın egemen sorunsalının yeniden belirlenmesinde etkin rol oynadı. İktisat öğretiminin dayandırıldığı "piyasa ilişkilerini, etkin­liği sağlayacak şekilleriyle kuramlaştıran çerçeve", ilgili yöntembili-min bariz izlerini taşır. 

Bu yazıda; İktisatta yöntem ile ilgili bir çalışmamızda (Kara, 1987) yer alan bazı görüşlerimizi açımlayacağız ve Pozitivist Yönteme dayalı Neoklasik kuramın İktisat öğretimindeki belirleyici ağırlığıyla tartışıl­dığı bu çalışmamıza Sayan (Sayan, 1988) tarafından getirilen eleştirile­re cevap vermeye çalışacağız. Eleştiriler, makalede sergilenen 'yön-tem'le ilgili görüşler çevresinde yoğunlaşıyor. Cevabımız ve açımla­malarımız, bu nedenle, 'yöntem' ağırlıklı olacak.

İktisatta Yöntem ve Rasyonalite 

Eleştirilerde 'anlama' ve 'çıkarsama' hatalarının dikkate değer bo­yutlarda olması, makalenin amacını ve tartıştığı sorunsalı somutlaştır­ma gereğini ortaya çıkarıyor: İlgili çalışmamızda, Neoklasizmin felsefi ard alanı hedef alınmakla birlikte, kuramın yöntem sorunlarını kapsam­lı bir biçimde tartışma amacı güdülmüyor. İşlenen merkezi tema, ku­ramın felsefi-yöntembilimsel çatısının İktisat öğretimi açısından getir­diği sorunlarla ilişkili. O nedenle, Neoklasik iktisadın içinde yer aldı­ğı felsefi söylem ve yöntembilimsel gelenek, ilgi ve çözümleme odağı­nı değil, 'öğretim sorunları' ağırlıklı tartışmanın arkaplanını oluşturu­yor. Bu kurgusuyla makalede, doğal olarak,'kavram/çerçeve' tanım ve açıklamalarına - bilindikleri varsayılarak - yer verilmedi. 

Sayan'ın ilk eleştirisi, kavram seçimi ve kullanımında 'netlik ve 'özen' sorunuyla ilgili: Bu konuda gereken özenin yeterince gösteril­diğini sanıyoruz. Sayan'ın "tahmin"lerle yetinmek durumunda kaldığı cümle de dahil, makale genelinde kavramlar literatürdeki anlamlarıyla kullanıldı. 'Anlama' sorununun kaynağı, kanaatimizce, 'net'lik sorunu değil. Kimi kavramların kullanıldıkları bağlam içinde doğru olarak anlaşılması, ait oldukları çerçevelerin ön bilgisini gerektiriyor. Sa­yan'ın örnek olarak seçtiği cümle, 'Kartezyen sistem' ve 'Pozitivizm', ait oldukları ortak düşünsel gelenek içinde kavranmadan tam olarak anlaşılamaz. Bu nedenle, ilgili görüşlerin sergilendiği zemini, seçilen örnek bağlamında belirginleştirmekte fayda görüyoruz.

İlkin, Kartezyen sistemin - Rönesans ard alanında - felsefi bir pano­ramasını çizelim: Geleneksel kültürlerin; gerçekliği, hiyerarşik yapı­da/farklılaşmış fakat organik birlik ve bütünlük içinde algılayan dünya perspektifleri, Rönesansla yerini parçalı, dualistik, bütünlüğünü tekbi-çimliliğine ve kimi 'tümel yasalar' varsayımına borçlu bir evren anlayı­şına bıraktı. Geometrik tasarımlı, homojen ve boyutsal öklid uzayı­nın, Galile öncesi somut ve farklılaşmış 'yer uzanımı' yerine ikamesi, Rönesans öncesi kültürlerin morfolojik evren anlayışını ortadan kaldır­dı. Gerçekte dünya Needham'ın ifadesiyle artık, sonlu ve hiyerarşik düzene sahip, nitelikçe ve ontolojik açıdan farklılaşmış bir bütün ola­rak değil; açık, sınırları belirsiz ve bütünlüğü basit temel yasalara bağlı bir varlık olarak ele alınacaktı

(Needham,1983:6l). Gerçekliğin ontolojik tasarımındaki bu değişme, epistemolojik sonuçlarını da beraberinde getirdi doğal olarak. Varoluşun bilgisini elde etmeye yöne­lik bilişsel çabaların yörüngesi, gerçekliğin anlam ve bütünselliği üze­rindeki vurgudan arıtılarak; 'madde-ruh', 'fiziksel-sosyal' ve benzeri ikilemlerle bölünmüş realitenin nedensellik ilişkilerine kaydırıldı. Fi-zikötesi çağrışımlarla yüklü 'niçin'lerin bilgisi, önemsiz - ve hatta -an­lamsızdı artık! Amaç; 'bilinebilir dünya'nın 'objektif bilgisi'ne ulaşmak di ki bunun tek doğru yöntemi ancak, olgular (fenomenler) arası iliş­kileri nesnel bir şekilde belirleyecek bir bilim olabilirdi! Rönesansal söylemin; 'olguların bilgisi'yle sınırlı bu tür bir bilim kategorisini, 'yega­ne geçerli bilgilenme biçimi', 'tek özgün doğruluk kaynağı' olarak em­poze eden versiyonuna adını koyan akım 'Pozitivizm' (Olguculuk) ol­du. Pozitivizm; Kartezyen Rasyonalizm, Anglo-Sakson Emprisizmi ve Formel Mantık sacayağı üzerine oturttuğu yöntemiyle, İktisat da da­hil, Rönesans sonrası gelişen disiplinlerin bilgi üretme ve organize et­me pratiklerini önemli ölçüde belirledi. Bilim dallarını; konu edindik­leri alanı seçip sınırlama ölçütleri ve kuram geliştirme pratiklerine de­ğin etkileyen Pozitivist Yöntem, gerçekte belirli bir ontoloji ve epistemolojiye dayalı bir felsefe kategorisinden başka bir şey değildi ve doğruluğu ancak ait olduğu felsefi gramer (açıklama biçimi) içinde sözkonusu olabilirdi. Ne ki Pozitivizm; 'bilimsel yöntem'ini, Neo-pozi-tivizm sonrası bilim felsefesi tartışmalarına değin gerçekliği açıklama­nın yegane geçerli yöntemi olarak sunmayı başardı. 

Pozitivizmin, Rönesans-sonrası bilimsel etkinliğin matrislerini ne yönde ve hangi boyutlarda etkilediğinin belirlenmesi, Kartezyen te­meller ekseninde kapsamlı bir 'Pozitivizm eleştirisi' gerektiriyor. Bir cevap yazısının sınırlarını zorlayacak böylesi bir girişim yerine, Neokla­sik İktisatta Kartezyen kavrayışın pozitivist izdüşümlerini örneklemek­le yetineceğiz: Kartezyen Sistem'de gerçeklik, özerk birim ya da bö­lümlere ayrılabilen bir ontolojik ikilemler örüntüsüdür. Gerçekliğin özerk bölünmeyi mümkün kılan bu ikili karakteri, ona ait bilgiye de yansır. 'Madde' ve 'Ruh'un,'Fizik' ve 'Metafizik'in gerçeklik ve bilgileri, ayrı ve özerk kategoriler oluşturur. Bu temel dualizm, değişik form ve nüanslarıyla, alternatif bilgi-teorik yapılar içinde yer alarak; örneğin, 'Numen' (kendinde şey)/'Fenomen' (olgu-görüngü) ayınmıyla (ayırım Kant'a ait), fenomenlerin bilgisiyle sınırlı bilişsel çerçevelere zemin ha­zırladı. Fakat, Kant'da ikilem oluşturan bu kategoriler, 'kavranabilir ve kavramsallastırılabilir olan'la (fenomen), 'kavranamaz ve bilgisi kav-ramsallastırılamaz olan'ı (numen) temsil ediyorlardı ve her iki kategori de gerçekliği ve bilgisiyle anlamlıydı. Oysa ayni dualite, pozitivist in-dirgemeciliğin elinde, 'fenomenal olan'a irca edilemeyen her şeyi yok sayan ya da agnostik bir çerçevede geçersiz ve anlamsız kılan bir bilim­ciliğin aracı durumuna düşüverdi. Anlamlı önermelere konu yegane alan, bu söyleme göre,' bilimin fenomenlerle sınırlı 'nesnel gerçeklik' alanıydı ve bu alan, öznel değer ve normlardan tümüyle bağımsızdı. 'Değer- yüksüz' pozitif bir bilim olma iddiasıyla Modern İkti­sat, 'marjinal devrim' sonrası içeriğiyle, Kartezyen semantiğin Pozitivizmle kesiştiği bu tür bir söylem içinde yer alıyordu. İktisadi gerçekliği özerk alanlara bölen 'pozitif/ normatif ayırımı, özünde, bilgi-teorik açmazlarıyla Kartezyen bir ikilemdi. 'Pozitifleşme' çabalarıysa, değer'den bağımsız bir nesnelliği mümkün varsayan po­zitivist illüzyonlarla malûldü. Makalede, Sayan'ın net bir anlam vereme­diği cümleyle, başlangıç düzeyinde İktisat öğretiminde, iktisadi ger­çekliği alternatiflerin varlığına değinide bile bulunmadan Pozitiviz­min sorunlu Kartezyen ikilemleriyle öğretmenin tehlikelerine işaret edilmek istenmişti. 'Model bilim' Fiziğe Kartezyen Sistem dışında te­meller arandığı bir dönemde (Capra, 1975; Bohm, 1983; Davies, 1984), Kartezyen Sistem-dışı alternatiflerden sözetmek ve İktisadın üzerine oturtulduğu kartezyen denklemi pozitivist içeriğiyle sorgula­mak, gereksiz bir çaba olmasa gerektir. Nitekim literatürde, giderek belirginleşen bir eleştirel tavır ve alternatif arayışı bariz şekilde göze çarpıyor. Wible (Wible, 1985), İktisat kuramının epistemik temelleri­nin hâlâ statik, pozitivist, Kuhn-öncesi bir karakter taşıdığını savuna­rak, Bilim Felsesindeki devrimin iktisatta da tamamlanabilmesi için, Neoklasizmin zımnen dayandığı bilgi kuramının köklü bir eleştirisini öneriyor. Öneri tartışılabilir, ancak, bilgi-kuramsal aşının iktisadın yön­tem bunalımına ne denli deva olacağı tartışmalı olsa da, epistemik te­mellere inebilen bir eleştirel gözden geçirmenin, felsefi-teorik bir 'ye­niden inşa' için özgün ipuçları sağlayacağı düşünülebilir. 

Sayan'ın tartıştığı ikinci nokta, 'Rasyonalrte'nin Neoklasik kuram­daki işleviyle ilişkili. Sorunun makalede konulduğu düzlemle Sayan tarafından algılandığı düzlem arasındaki fark - okuma hatalarıyla da bir­leşince - yanlış ve yer yer ilişkisiz yorumlara neden olmuş, ilk olarak, 'kavram kullanımı' eleştirisini ele alalım: Sayan, "teknik açıdan varsa­yımların da birer önerme olduğu doğruysa da...niçin varsayım yerine önermeyi yeğlediği"mizi soruyor. Bunun başlıca iki nedeni var: İlkin, 'önerme' ile kastedilen sadece varsayımlar değil; varsayım olmayan önermeler de sözkonusu. Örneğin; "tüketici dengesi, mallara ilişkin marjinal fayda oranının mal fiyatları oranına eşitlendiği noktada ger­çekleşir" önermesi bir varsayım değil bir hipotezdir, fakat kuramın mantıksal-matematiksel çatısı içinde geçerliği kanıtlanabildiği halde, sınanabilir olmayan bir önermedir (Katouzian, 1980). Gerçi bu; eleştiri konusu yapılan önsel olarak sınama alanı dışında bırakılmış' bir önerme değil, ancak makale'de sorgulanan 'geçerliği posteriori belirlenemez' bir bilgi kategorisi. Makale boyunca aksiyom, varsayım ve hipotezlerin önerme olarak alınışının ikinci nedeni, tartışmanın bağlamının teorik değil metodolojik olması. Teorik düzeyde veri olarak alınan varsayım ve aksiyomlar, metodolojik düzeyde geçerliği tartışılır önermeler olarak çözümleme alanına dahil edilir. Bağlamı ve düzlemi metodolojik bir tartışmada kuram; aksiyom, varsayım ve üret­tiği bilgide somutlaşan ideolojisi, konu edindiği gerçekliğe bakışın­da billurlaşan ontolojisi ve bilgi edinme-üretme araç ve yöntemlerinde mündemiç epistemolojisine sorgulama alanındadır. Varsayım ve aksi­yomların altındaki rasyonelin sorgulandığı bir tartışmada, Sayan'ın "Aksiyomlar tanımları gereği ispat gerektirmediklerinden, bunların sı­nama sorgulama süreci dışında bırakılmaları kadar doğal bir şey ola­maz" ya da "Neoklasik İktisadin bunu (rasyonalite'yi) yanlışlanabilir bir önerme olarak alma kaygısı zaten yoktur" türünden itirazları, olsa olsa tartışmanın mahiyetine ilişkin bir yanlış anlamanın ürünü olabilir. Bu itirazlar, aksiyom ve varsayımların veri alındığı teorik bir tartışmada anlamlı olabilir; verilerin gerçeğe uygunluğu, dahası 'Neden' ve 'Ni-çin'leriyle sorgulanabileceği metodolojik bir tartışmada değil. 

Metodolojik düzeyde getirilen "Rasyonalitenin hiç bir zaman sına­ma alanı içine dahil edilmediği" türü eleştiriler, konuyla ilgili literatü­rün ihmal edildiği izlenimini uyandırmaktadır. Literatürü serimleme-yi sonraya bırakarak, Neoklasik rasyonal-faydacı birey tasarımı üzerine bir kaç not düşelim: İlgili birey kategorisi, hem bilgi teorik-mantıksal bir boyut hem de felsefı-psikolojik bir nosyon içerir. İnsanın bilgiyi na­sıl edinip nasıl kullandığı sorusuyla bilgi-teorik, amaçlara yönelik en uygun araçların seçimi sorunuyla mantıksal, özgür atomik birimin (in­sanın) bireyci-faydacı akılcılığını ifade eden boyutuyla felsefi bir nos­yon olarak karşımıza çıkar, ilgili kategori. Aydınlanma akılcılığıyla Bentham'cı faydacılığın, yarışmacı-bireyciliğin egemen olduğu bir toplumsal örüntüye özgü bileşkesidir Neoklasizmin rasyonal-faydacı birey tasarımı, ve bu yönüyle, ancak, alternatifler arasında bir tür oluş­turur. Ne tarih dışı-tümel bir kategoridir ne de yarışmacı-bireyci kapi­talizmin pratiğinden bağımsızdır. Makale'de üzerinde durulan nokta da özü itibariyle budur. İktisadi faaliyet içindeki bireyin işlevini, ilişki­lerin nesnel-marjinal analizini mümkün kılacak şekilde belirleyen bir rasyonalite (rasyonel-faydacı birey) anlayışıyla; insan öznesinin, kapita­lizmin 'pratiko-sosyal'inden bağımsız tarih-dışı doğal-ontik bir kate­gori olarak alınışı eleştiri konusu yapılmaktadır (Kara, 1987:84). Esa­sen, kapitalizmin gelişmesiyle, insan eylemlerinin ve ilişkili değerler sisteminin 'rasyonel-bireyci ilkeler doğrultusunda yeniden düzenlen­mesi süreçleri arasında eş zamanlı bir paralelliğin varlığı bilinmekte­dir. Kapitalizmin doğuşu ile ilgili alternatif (Weberci ve karşı-Weber-ci) tezler, doğuş sürecinin 'belirleyen' ve 'belirlenenlerine' farklı açı­lardan örneğin, Protestan ideolojinin belirleyiciliği temelinde ya da üretim güçleri ve üretim ilişkilerinin evrimi ekseninde yaklaşsalar-da; Rönesans, Reformasyon ve Kapitalizmin eş zamanlı yükselişi ile insan davranışlarının piyasa süreçlerine uygun rasyonalizasyonu arasında ba­riz bir korelasyonun varlığı genel olarak kabul görmektedir.  

Makale'deki ilgili cümle, kapitalizmin tarihsel pratiği ile ilişkisi bilinen bir 'birey' tasarımının Neo-klasik kuramda tümel bir kategori olarak alındı­ğını ifade ediyordu özetle. Cümlede geçen, üzerindeki makro-tarihsel vurgu belirgin 'kapitalizmin pratiko-sosyali' ibaresine Sayan'ın kendin­ce yüklediği anlam ve getirdiği yorumun anlatılmak istenenle ilişkisi olmadığı açık. Makale'de, ne Neo-klasik analiz'de çağdaş kapitalizmin kurumlarının incelenmediği savunuluyor ne de Neo-klasik analizin 'birey'inin kapitalizmin politik süreçlerine kayıtsızlığından sözediliyor. Sayan'ın anladığının aksine, Neo- klasik birey tasarımının kapitalizmin pratiği ile ilişkili (olmadığı değil) olduğu savunuluyor makale'de. "Neo-klasizm insan öznesini kapitalizmin pratiko-sosyalinden bağım­sız, tarih dışı, doğal-ontik bir kategori olarak alır" derken, sözkonusu 'birey'in, sanki bir yönüyle kapitalizme özgü (onun ürünü) değilmiş gibi, kapitalizmle sınırlı kalmayarak, tüm toplumlara ve zamanlara öz­gü evrensel bir kategori olarak alınması tartışma konusu edilmektedir. 'Kapitalizmin pratiko-sosyalinden bağımsızlık, bir terim olarak, 'kapi­talizmle ilişkisizliği değil; kapitalizmle sınırlı kalmayıp, kapitalist olan/olmayan tüm toplumlar için geçerli olma durumunu ifade etmek­tedir. İlgili birey tasarımı, Neoklasizmin - kuramın 'yirminci yüzyıl başı' veya sonu gelişme düzeyinden bağımsız - kalıcı bir karakteristiğidir3. Neoklasik rasyonalitenin 'sınır' ve 'sorun'larını tartışan literatür, al­ternatif öneri ve eleştirileriyle zengin bir spektrum oluşturmaktadır: Radikal subjektivistler; beklentilerin mahiyeti ve geleceğin belirsizliği nedeniyle insan davranışlarının irrasyonel bir boyut taşıdığını, bu ne­denle, yalnızca Neo-klasik araştırma programının temel aldığı rasyona­lite üzerine bütün bir teorinin oturtulamayacağını savunmaktadırlar (Shackle, 1972; Langlois, 1985). H.Simon, insanın bilgi edinme ve iş­leme kapasitesinin sınırlarına değinerek, Neo-klasik anlamda tam bir rasyonalitenin mümkün olmadığını, ancak 'sınırlı rasyonalite'den (bo-unded rationality) sözedilebileceğini öne sürüyor (Simon, 1961, 1963). Bilgi-kuramsal perspektifli tezler ise, Neo-klasik rasyonalitenin sorunlarının; Simonun koyduğu şekilde sadece pragmatik bir bilgi kı-sıtı sorunu olmadığını, bunun çok ötesinde, insana ilişkin psişik ve bi­lişsel süreçlerle ilgili olduğunu savunuyorlar (Bausor, 1985).  

Neoklasik rasyonalite'den sapmalar, yalnızca bir bilgi eksikliği sorunu değil; in­sanın bilişselliği ile ilgili bu görüşe göre. Sorun, İktisat-psikoloji ilişki­si bağlamında da oldukça tartışmalı bir karaktere sahip. İktisadın 'ka­rar birimi birey' tanımlama sorununu Psikolojinin ya da bir başka disip­linin alanına atarak çözmeye çalışanların çoğunluğuna karşın A.J.Snow; İktisatçıları, iktisadi karar alma sürecinin bütünselliğini göz ardı ederek, psikolojik nosyonları marjinal analize uyduracak şekilde değiştirmekle eleştiriyor (Snow, 1924). Benzeri bir eleştirel çizgiyle Slovic ve Lichtenstein, geleneksel İktisat kuramının, yeni psikolojik bulgular doğrultusunda radikal bir modifikasyonunu öneriyorlar (Slo­vic ve Lichtenstein, 1983). Bu arada, iktisadi rasyonaliteyi, sosyal ger­çekliği açıklamada yetersiz bularak; sosyal bir yaratık olan insanın, an­cak kültürel bir diyalektik içinde kavranabileceğim ileri sürenlerin var­lığını da belirtelim (Resnick ve Wolff,1982). 

Eleştiriler, Neoklasik kuramın 'rasyonalite aksiyomu'nu, doğal ola­rak, bir 'hipotez' olarak alıp tartışıyorlar. Kimi Neoklasikler için ispatı gereksiz bir aksiyom olan rasyonalite; neo-klasik içeriğiyle, bazı alter­natif yaklaşımlarda sınanması-sorgulanması gereken bir kategori (bir hipotez) olarak karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda, Sayan'ın "Bir aksiyom olarak rasyonalite ilkesi, hiç bir zaman sınama alanı 'içine dahil' edilme­miştir" iddiası, literatürün zengin bir bölümünü tümüyle yok sayan yanlış bir iddiadır. Algı açısı literatürün dar bir kesiti ile sınırlı eleşti­ri mercekleri, geniş bir teorik zemine dayalı görüşleri "havada" görme yanılgısını kaçınılmazlaştırır. 'Rasyonalite'nin bir hipotez - dolayısıyla sınanabilir bir kategori - olarak alındığı çalışmalara çok sayıda örnek gösterilebilir. Örneğin, Tversky (1969), birey tercihlerinin ne denli geçişken (rasyonel) olduğuna ilişkin doğrudan bir sınama sunmakta­dır. Rasyonalitenin İktisatta kullanım alanı bulduğu andan itibaren ampirik geçerliğiyle tartışma konusu edildiğini belirten Arrow,'Ras-yonalite hipotezi' ile uyuşmayan durumların Bilişsel Psikolojinin bulgularıyla uyumlu olduğu, zamanlararası (intertemporal) piyasala­rın rasyonalite'den sistematik sapmalar gösterdiği ve bu sapmaların psikolojik bulgularca da desteklendiği görüşünü savunuyor (Arrow, 1982). Alternatif tezlerin ampirik, teorik ve yöntembilimsel eleştirileri, yukarıda serimi yapılan literatürden ayrıntılı olarak izlenebilir. 

Sayan'ın 'matematikle ilgili eleştirileri, temelde 'okuma hatası' ürü­nü yanlış çıkarsamalardan oluşuyor. Okuma, anlama ve çıkarsama ha­talarının talihsiz bir bileşkesi eleştirilerle, makale'de savunulan görüş­ler arasında, olumlu anlamda, hemen hiç bir ilgi ve ilişki bulunmuyor. Yanlış yorum ve çıkarıma konu paragrafın (Kara, 1987:85, ilk paragraf), makale'deki merkezi bir temanın tüm anlam yüküyle özeJendiği tek bir cümleden oluşması; anlaşılmasını güçleştirmiş olabilir. O meyan-da, Sayan'a hak verilebilir. Okuma-çıkarsama hatalarının ilk nedeni, makalenin ve ilgili paragrafın bağlamı içinde kimi ibarelere olum­lu/olumsuz nasıl bir anlam yüklendiğinin anlaşılamamış olması. Neok­lasik hegemonyanın eleştirilip, alternatif arayışların savunulduğu bir makalede, "gökkubbe altında söylenmemiş bir şey kalmadığından" sözeden bir ibareye, doğaldır ki yazar olumlu bir anlam yüklemez. Tır­nak içinde kullanılmış bu ifadeyle - Sayanın anladığının tersine - marjinalizmin; matematiksel yetkinliğiyle her şeyi açıkladığı sanısını ve­rerek, alternatif arayışları fantezi çabalar duaımuna düşürebileceğin­den duyulan kaygı dile getirilmek istenmişti. Burada fantezi çaba durumuna düşeceğinden kaygı duyulan şey, matematik de­ğil, Neoklasizm dışı özgün arayışlardır (Dikkatli bir okumayla, il­gili paragrafta, "matematiğin fantezi bir çaba durumuna düşeceğin­den bahis" edilmediği kolayca çıkarsanabilir). Sayan'ın peşisıra getir­diği yorumlar, temelde bu okuma/anlama hatasına dayandığı için, an­latılmak istenenle büsbütün ilişkisiz bir nitelik taşıyor. Hataların ikin­ci nedeni, tartışılan sorunsalın bağlam ve düzleminin anlaşılamayıp, makale'de bulunmayan görüşlerin - yanlış bir çıkarsamayla - makale'de var zannedilmesi. Sayan'ın eleştiri konusu yaptığı noktalarla (matema­tiğin ya da optimizasyon tekniklerinin kullanımı) ilgili olumlu/olumsuz hiçbir değini yer almıyor makale'de.Ne matematik kullanımının 'meş­ruiyeti' tartışılıyor ne de bizatihi optimizasyon tekniklerine yönelik öznel/nesnel ya da eleştirel/karşı eleştirel herhangi bir tavır sözkonusu Üzerinde durulan nokta, 'matematik tekniklerin yararları/zararları' türü biçimsel bir sorun değil; çok daha temelde, "pozitivist-fizikalist söylemin matematiğe yüklediği işlev ve konum" (Kara, 1987:84) dur. Nedir bu işlev ve konum? Pozitivist-fizikalizmin matematiğe yüklediği birbiriyle bağlantılı iki tür 'işlev-konum'dan sözedilebilir: Birincisi, bir bilgi türünün bilimselliğini belirleme işlevi - ki, fizikalist söylemin bir disiplini matematikselleştiği ölçüde bilimsel sayan versiyonuna öz­güdür. Matematiğe yer vermeyen bilişsel çerçevelerin bilimselliğini tartışılır hale getiren bu işlev, bilimsel etkinliğin içerik ve alanını tüm fenomenleri formel/matematiksel modellerle açıklama çabalarıyla İkti­sadın ciddi bir biçimde fakirleştirildiğini savunan İktisatçılara (Seher, 1985:439) hak verdirtecek denli daraltıyor. İkincisi, 'bilimsellik ölçütü' olma işleviyle bağlantılı olarak, matematiğin 'araç' olmaktan öte bir konum ve 'araçsallığı' aşan bir işlev kazanması. Bilime konu gerçek­liğin tümüyle matematiksel formda ifade edilebileceği varsayımı, 'Ev­ren matematiğin diliyle yazılmıştır' diyen Galile'nin 'Gerçeklik a priori matematikseldir' hipotezini çağrıştırıyor. Bu tür bir varsayım ve hipo­tez; matematiği bir açıklama aracı olmaktan çıkarır, kuramlaştırmada zorunlu bir dil, epistemolojik bir önkoşul durumuna yükseltir. Maka­le'de eleştirilen nokta, kuramlaştırmada yararlı bir araç olan matema­tiğin, 'araçsallığı' aşan böylesi bir işlev ve konum kazanarak; 'nite-lik'ten çok 'niceliği', 'öz'den çok 'görüngü'yü ön plana alan biçimsel-ciliğin elinde, bilimsel olanı bilimsel olmayandan ayıran bir 'Demokles kılıcı'na dönüştürülme eğilimiydi. 

Matematiğe bakış açısının irdelendiği bu bağlam içinde, matema­tiksel yetkinliğiyle bilinen 'marjinal analiz'in niteliği üzerine getirilen eleştiriye de değinelim. 'Analiz'in temel karakteristiğinin betimlenme­si, tartışmaya açıklık getirebilir: Marjinal analiz; değerlerin ve dengenin marj'da gerçekleştiği, çerçevesi varsayımlarla belirlenmiş bir süreçte mantıksal olarak olması gerekenin analizidir. Örneğin; akılcı ekono­mik öğelerin piyasayı tümüyle bildiği, geleceğe dönük belirsizliklerin bulunmadığı, üretime katkısı olan etmenlerin tam ya da kısmi hareket­liliği ve benzeri varsayımlar altında marjinal analiz, maliyetin minimize edileceğini ve bu nokta da üretici dengesinin gerçekleşeceğini öngö­rür. Açıktır ki öngörünün doğruluğu, ilişkili varsayımlara ve denge­nin marj'da gerçekleşeceği kurgusunun - ki bu mantıksal bir kurgudur - gerçeklik ve geçerliğine bağlıdır. Gerçekte, Simon'in belirttiği gibi, bilgi edinme ve işleme kısıtı4 nedeniyle, firmaların pratikte marjinal ge­liri marjinal maliyete eşitleyebilecekleri oldukça tartışmalıdır (Simon, 1961,1963,1979). Simon, gelir ve maliyetin marj'da eşitlenebilirliği-ni gerçekçi bulmamaktadır. Marjinal analizin ilgili öngörüsü, ampirik olarak doğrulanmış 'ex post' bir bulgudan çok, 'ex ante' bir kabul ni­teliği taşımaktadır. Makale'deki vurgu da esas itibariyle bundan iba­rettir: Marjinal analiz, varsayımsal bir çerçeve ve değerlerin/dengenin marj'da gerçekleşeceği mantıksal öngörüsü altında 'olması gerekeni' belirleme işlevi gören bir araçtır. Analizden türetilen kimi önermelerin geçerli/sınanabilir, kimilerinin ise geçersiz ya da sınanamaz oluşları, onun bu niteliğini değiştirmez.

Sonuç 

Neoklasik rasyonalite, ekonomik ve politik pek çok olgu ve sürecin açıklanmasında faydalı bir işlev görse de, istisnai aksiyomatik geçerliği tartışmalı bir kategori. Deneysel psikoloji, toplumsal seçim kuramı ve oyun teorisi, bireysel ve toplumsal rasyonaliteden sapmaların örnekle­riyle doludur. Rasyonalitenin bağlam-bağımlı geçerliğinin sınırları, yirmibirinci yüzyıl sosyal bilimcilerinin gündeminde kalmaya aday gö­rünmektedir.

Kaynak: Ahmet KARA

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005