Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Nükleer Enerji 

Prof. Dr. Atilla Özmen 

Ülkelerin gelişmesi enerji üretim ve tü­ketimleri ile ölçülür. Enerjinin uzun vadeli te­min edilmesinin garantili olması için kaynakla-nn güvenli ve çevre açısından temiz olması ge­rekir. Şu anda mevcut hiçbir enerji kaynağı tek başına veya birkaçı birlikte bu şartları sağlama­maktadır. Kullanılan birincil enerji kaynaklan-nın çoğu tekrar yerine konulamayacak türler­dir: Petrol, doğalgaz, kömür, linyit gibi. Öte yandan hidro güç, jeotermal kaynaklar.güneş enerjisi, rüzgar enerjisi gibi yenilenebilir kay­naklar da vardır. Ancak her enerji türünün kendine özgü ekonomik, sağlık ve çevre kirli­liği riskleri ve avantajları mevcuttur. Hükümet­lerin iç ve dış faktörler etkisi ile alacaklan ka­rarlar enerji politikalarını saptar. 

Güvenli ve sürdürülebilir enerji politi­kaları sürekli bir gelişme için esastır. Gelişmiş ülkelerde enerji kullanımında artış hızı azal­maktadır. Ancak gelişmekte olan ülkelerinde daha çok enerjiye muhtaç oldukları aşikardır. Gelişmekte olan ülkelerin enerji tüketimini sa­nayileşmiş toplumlar seviyesine çıkarmak için 2025 yılında bugünkünün 5 katı enerji üretmek gerekecektir. Eğer bu artış yenilenemez fosil yakıtlarla karşılanıcak olursa bunun getireceği ekolojik etkileri dünyamız kaldıramaz. Asit yağmurları, ormanların yok olması, az-ozon tabakasının delinmesi yer kürenin kaldıramıyacağı yükler oluşturacaktır. 

Nükleer enerji 50 yılı aşkın bir süredir Dünya kamuoyunu hep işgal eden bir konu­dur. İkinci Dünya Savaşı sırasında geliştirilen atom bombası ve takip eden soğuk savaş yılla­rı sırasında nükleer güç küresel politikaları be­lirleyen önemli bir olay olmuştur. Atom gücü­nün askeri güç yanında banşçıl amaçlarla da kullanılabileceği, özellikle de enerji üretimine büyük katkısı olabileceği anlaşılmış ve "Barış için Atom" kampanyası başlatılmıştır. Doğal olarak bu çalışmalar nükleer teknolojiye sahip ülkelerde momenttim kazanmıştır. ABD, Sov­yetler Birliği, İngiltere bu konuda öncülük yapmış; bunlan Fransa ve Çin izlemiştir. Bu ül­keler nükleer silahlara sahip ilk beş ülke ol­muştur. Siyasi felsefelerinde büyük farklılıklar olmasına rağmen nükleer silahların yayılmasını önlemek konusunda daima birlikte hareket etmişlerdir.

Nükleer gücün enerji amaçlı geliş­tirilmesi, elektrik enerjisi üretmek için kullanıl­ması, teknoloji düzeyi yüksek diğer gelişmiş ülkeler tarafından da benimsenmiştir. Alman­ya, isveç, Japonya, İsviçre, Kanada gibi ülkeler de nükleer santrallarden elektrik üretimine geçmiştir. Dünya elektrik üretiminin 15%'i nükleer enerjiden sağlanmaktadır. Nükleer enerji üretiminde artış hızı 1987'den sonra, da­ha önce öngörülenin altında kalmıştır. Bu ya­vaşlamanın sebebi her ne kadar Çernobil reak­tör kazası olarak gösteriliyorsa da kanaatimce bu zahiri bir sebeptir. 

Nükleer enerji kullanan ülkeler çoğun­lukla ekonomisi güçlü olan Batı ülkeleri ile çok hızlı gelişme aşamasındaki Taiwan ve Gü­ney Kore'dir. Gelişmiş ülkeler özellikle de Av­rupa'ya baktığımızda bu ülkelerde sanayileş­me maksimum düzeye erişmiş, nüfus artışı mi­nimum düzeye inmiştir. Enerji üreüm tüketim dengesi sağlanmıştır. Kısa zamanda yeni ener­ji kaynakları gereksinimleri yoktur. Eski Sov­yetler Birliği devletlerinden ve Kuzey Denizin­den büyük miktarlarda petrol ve doğalgaz te­min edebilme imkanına sahiptir. Öte yandan kurulu nükleer güç santralleri enterkonnekte sistemde bütün Avrupa'yı kapsamaktadır. Fransa elektrik üretiminin 80%'ini nükleer santrallerden elde etmekte ve fazla üretimini de diğer ülkelere satabilmektedir. İsveç 50%, Almanya 30% nükleer enerji kullanmaktadır. Özetle Baü Avrupa'nın mevcut elektrik enerji si üretim kapasitesini arttırmaya ihtiyacı yok­tur. Çevrecilerin Çernobil kazasından soma yarattıkları kamuoyu baskısının da etkisi altında nükleer enerjiye mesafeli bir politika izlediği görülmektedir. Ancak Avrupa'da hiçbir nükle­er santral kapatılmamış ve çalışan santrallerin ömürlerini uzatmak için araştırmalar hızlandırılmıştır. 

Nükleer enerji, doğası nedeniyle, sürek­li bilimsel ve teknolojik araştırmalar gerektiren bir konudur. Nükleer araştırmalar bu gerçeği kavrayan ülkelerde, lokomotif görevi görmüş, teknolojilerini en üst düzeye yükseltmiş; dola­yısıyla da endüstrilerini dünyada öncü yapmış­tır. Nükleer enerji üreten ülkeler politik ve ekonomik yönden Dünya'yı yöneten ülkeler­dir. Dünya'da belli güç olmak isteyen ülkeler yüksek teknolojiye geçmek zorundadır. Nük­leer teknoloji ise yüksek teknolojinin kullanıl­dığı en geniş uygulama sahasıdır. Nükleer enerjiye elektrik üretimi amacıyla başlamak hem ekonomik hem de yüksek teknolojiye ge­çiş için en önemli adım olacaktır. Türkiye'de nükleer santraller mutlaka kurulmalıdır. 

Türkiye'de kişi başına düşen elektrik yılda 1300 KW civarında iken bu rakam Yuna­nistan'da 4000 KW, Bulgaristan'da 4500 KW, Batı Avrupa ülkelerinde 7000 KW mertebesin­dedir. Kendisine Avrupa birliğine girmeyi he­def seçen ülkemizin bu tüketim seviyesine ulaşması amaçlanmalıdır. Türkiye, elektrik üretimini hidrolik, termik ve doğalgaz satrallerinden sağlamaktadır. Bu enerji kaynaklarını tek tek inceleyelim. 

Hidroelektrik, akarsuların barajlarla tu­tulması sonucu biriken suyun elektrik enerjisi­ne dönüştürülmesidir. İlk bakışta en ucuz enerji gibi gözüküyorsa da derinlemesine bir analiz hidro enerjinin gerçekten böyle olmadı­ğını gösterir. Türkiye; Fırat, Dicle, Seyhan, Ceyhan.Kızılırmak, Yeşilırmak, Sakarya nehir­leri üzerine yaptığı barajlar ve hidroelektrik santrallerle hidrolik enerji potansiyelinin bü­yük kısmını devreye sokmuştur. İnşaatı devam eden ve planlanan diğer santraller ile de bu ka­pasiteyi maksimum düzeyde kullanacaktır. GAP Projesi Cumhuriyetin en büyük projesi olarak hepimize gurur vermektedir. Ancak ge­tirdiklerini ve götürdüklerini akıllı bir analize tabi tutmakda zorunludur. Binlerce kilometre kare bereketli toprak sular altında kalmış, in­sanlığın en eski uygarlıkları gömülmüştür. GAP'a yapılan harcamaların kronik enflasyo­nun sebeplerinden biri olduğu da bazı ekono-, mistler tarafından dile getirilmektedir. Düri-ya'nın bir yerinde ortalama yılda bir baraj pat­lamaktadır ve büyük can ve mal kaybına ne­den olmaktadır. Yani hidrolik kaynaklarda da bir risk her zaman mevcuttur. 

Termik enerji; linyit, petrol, doğalgaz yakılarak elde edilmektedir. Petrol ve doğal­gaz özkaynaklarımızdan karşılanamadığı için dışa bağımlılık zorunluluğu vardır. Her zaman kaynakların kesilme durumu ile karşılaşılabilir. Linyit yatakları çok düşük enerjili olduğundan ancak elektrik üretimi için çıktığı bölgede ya­kılınca ekonomik olabilmektedir. Afşin-Elbistan Termik Santrali bu mantıkla planlanmıştır. Termik santrallerin çevreye olumsuz etkileri ise aşikardır. Afşin-Elbistan Santrali civannda ekolojik denge şimdiden bozulmaya başlamış; bir çok bitki türü yok olmak üzeredir. Gökova Santrali ile ilgili yaşananlar ise halen hafızalanmızdadır. 

Rüzgar ve Güneş enerjisi ise henüz araş­tırma aşamasında olup ancak sınırlı bir katkı sağlamaktadır. Büyük çapta kullanılabilmeleri kısa vadede öngörülmemektedir. 

Türkiye enerji ihtiyacını karşılayacak özkaynak rezervine sahip değildir. Zaman za­man enerji kısıntısına gidildiğini görüyoruz. Elektrik üretimi çok hızlı şekilde devreye so­kulan doğalgaz santralleri ve gecikmeli olsa da devreye sokulan hidrolik ve termik santrallerle karşılanmaktadır. Bir siyasi krizin dogalgaz kaynaklanm kesebileceği, kurak geçen bir yıl barajlardaki su seviyesinin düşerek hidro­elektrik santrallerin devre dışı kalabileceğini düşünürsek Türkiye'nin enerji güvenliği sağ­lanmıştır diyemeyiz. 

Yılda 300 gün süreyle devamlı enerji üretebilen nükleer santraller Türkiye'nin gelecekteki enerji güvenliğini sağlayacaktır. Global baktığımız zaman da Dünya'nm gele­cek yıllarda kullanacağı^enerji de artan bir hız­la nükleer kökenli olacaktır. Mevcut nükleer santraller halen 40 yıl önceki ilk teknolojileri kullanmaktadır. Yeni nesil reaktörler 20 yıldır geliştirilmektedir. Mevcut reaktörlerin bakımı sırasında "yeni nesil reaktör" dizayn ilkeleri kullanılmaktadır. Bir reaktörün ömrü 25 yıl olarak hesaplanırken şimdi 40 yıla çıkanlmış-tır. Füzyon enerjisini kullanabilme araştır-malan ABD, Rusya, Almanya, Japonya ve İngil­tere'nin öncülüğünde Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) şemsiyesi altında yürütül­mektedir. Gelecekte bu enerjinin kul­lanılacağına kesin gözle bakılmaktadır. Hızlı üretken reaktörlerle nükleer yakıü daha verim­li yakarak atık problemini asgariye indiren prototip reaktör Fransa'da Avrupa Atom Birliği tarafından işletilmektedir. Gelişmiş ülkeler nükleer enerji kullanarak enerji ihtiyacını kar­şılayabilmek teknolojiye sahiptir. Şimdi basiretli bir tüccar gibi Üçüncü Dünya Ül­kelerinin petrol ve dogalgaz kaynaklanm kul­lanmayı daha kazançlı bulmaktadır.

Nükleer enerji güvenli ve temizdir. Güvenlik kriterleri olağanüstü sıkıdır. Batı tipi reaktörlerde Çernobil türü kaza olması ihtimali yoktur. Bir nükleer santralden çevreye salınan su ve hava sürekli izlenerek belli düzeyin üzerinde radyoaktif madde salınmasına izin verilmez.

Nükleer enerjiye geçiş Türkiye'nin hem enerji güvenliği hem de bilim ve teknolojide büyük bir hamle yapması için gereklidir.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005