Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Onuncu Yıl Marşından Bilgi Çağına 

İşadamı, Emin Şirin 

Bilgi çağı, dünyayı alışamadığı bir sürat­te koşturuyor. 

Koşma o kadar süratli ki, dünyada geniş toplumlar bırakın bu süratli değişikliğe ayak uydurmayı, ne olduğunu anlayamıyorlar bile. Bu baş döndürücü sürati anlayabilenler özel­likle ekonomileri ve bilgi alt yapıları gelişmiş ileri ülkelerdeki devlet bürokrasisi ve uluslara­rası şirketler. Bunlar dünyayı giderek etkileye­bilecek, şekillendirebilecek bir sistemi yakala­mış vaziyetteler. Bir anlamda bilgi toplumuna geçiş bilgiyi üreten ve hakim olan büyük şir­ketlere ve devlet bürokrasilerine fevkalede in­ce, kurnazca uygulayabilecekleri etki araçları yaratıyor.

Toplumlar bilgiyi ellerinde tutan dev bü­rokrasiler ve şirketlerin meydan okuması ile karşı karşıyalar. Toplumun iki ana tercihi var: Birinci tercih, her davranışı yönlendiren ve her hareketi kontrol edebilen bu bilgi toplumunun aynı zamanda da sağlamakta olduğu göreceli rahatlığı ve refahı kabul edip susup oturacaklar. İkinci tercih, bilgi toplumunun verdiği imkanla­ra aktif olarak katılmayı, her konuda şeffaflaş­mayı isteyen, değişim içinde fikri ve vicdanî zenginleşmeyi arayan, etken unsurlar olmak. 

Tabii bir üçüncü şık daha var. Rahatı arayan büyük kideler birinci şıkkı tercih eder­ken güzeli, iyiyi, doğruyu arayan bir azınlık da ikinci şıkkı tercih edecek. Muhtemelen her toplumda bu iki kitlenin karıştığı toplumlar olacak, o toplumun medeniyet seviyesindeki yerini de ikinci şıkkı tercih edenlerin oranının yüksekliği tayin edecek. 

Bu çerçevede muhtemelen devlet bü­rokrasisinin hakimiyetinin arttığı, dünya ticare­tinin küreselleştiği, dünya çapındaki bazı bü­rokratik organizasyonların ulusal devletin üze­rinde yetkilerle donatıldığı ileri teknoloji ve bilgi sahibi ülke ve şirketlerin toplumları sö-mürgeleştirdiğini göreceğiz. Buna mukabil muhtemelen moral değerler ve bazı yöresel özellikler ön plana çıkabilecek.

Bu durumdan gelişmekte olan toplum­lar nasıl etkilenir? Cevap basit, nasıl isterlerse öyle etkilenirler! Yani hiç yoktan bilgi toplu­munun araçlarını ve imkanlannı kullanarak bir nesilde dünyayı yakalayıp önlerde koşarlar ve­ya bilgi toplumunun araçlannı kitleleri uyutan kurnaz bir despotizm aracı olarak kullanılma sına müsade edip geçmişin içinde yok olmayı kabul ederler. 

Özede bilgi toplumu cihan şümul bir re­çete değildir. Çok riskli bir gelişmedir. Her top­lum bu kaçınılmaz gelişmeyi ne kadar ve nasıl kullanırsa, istikbalini ona göre şekillendirecek­tir. 

Bu gelişmeler Türkiye'ye nasıl tesir eder? Ben, Türkiye'nin bilgi çağını müspet kul­lanabileceğine inanmak isteyen iyimserlerde­nim: 

Türkiye bugün, fikri gelişme açısından 20. yüzyıldaki en karanlık günlerinden bazıla­rını yaşıyor. Topluma kaba kuvveti doğrudan uygulama yerine, bilgi toplumunun kurnaz et­ki araçlarını kullanan dayatmacı kaba kuvvet­ler Türkiye'yi fikri açıdan asrın başlarına hatta geçmiş asırlara atmaya uğraşıyorlar. Türkiye Anayasası'nın  Türkiye   Cumhuriyetini  tarifİ ederken kullandığı "Demokratik, Laik, Sosyal bir hukuk devleti" sıfatlarından demokratik ve hukuk devleti kavramlarını yok sayıyorlar. Makbul addettikleri sıfatlar "Laik" ve "Cumhu­riyet". Kendini sadece "laik cumhuriyet" şek­linde tanımlayan eski Sovyet bloku ülkeleri­nin, Saddam'ın Irak'ının paraleline düşüyorlar. Bugünün ve yarının geçerli kavramının "De­mokrasi" ve "Hukuk Devleti" kavramları oldu­ğunu idrak edemiyorlar. Bunun yanı sıra Orta Asya steplerinden gelen Türk insanının birey­ciliği geri plana atan sosyal yapısı, kanaatkar ve itaatkar olmayı, aşırı derecede ön plana çı­kartan bir görgü sistemi ve 10. yıl marşını din­lemekten ağlayacak kadar zevk alan kitleler yetiştirmiş Hasan Ali Yücel'in eğitim sisteminin etkileri de toplumun içinde. Buna mukabil, toplum uyanıyor. Kitleler iş ve aş kadar hukukun, demokrasinin önemini kavramaya başlıyorlar. Din ve vicdan hürriyetinin yemek yeme, su içmeden farkı olmadığını idrak et­meye başlıyorlar. Bu şuura varan insanların oranı yükselince, ne olur? O zaman Türkiye kültür, inanç farklılıklarının bir musibet değil, bir zenginlik olarak gören, modası geçmiş problemler yerine hakiki meselelere teksif olan, geçmişiyle barışmış, toplumun içindeki etnik ve inanç farklılığı olan insanların birbir­lerinden kopmadıkları, enerjilerinin birbir­lerini hırpalamak yerine el ele istikbale beraber koşmak için harcadıkları bir yer olur.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005