Onuncu Yıl Marşından Bilgi Çağına
İşadamı, Emin Şirin
Bilgi çağı, dünyayı alışamadığı bir süratte
koşturuyor.
Koşma o kadar süratli ki, dünyada
geniş toplumlar bırakın bu süratli değişikliğe ayak
uydurmayı, ne olduğunu anlayamıyorlar bile. Bu baş
döndürücü sürati anlayabilenler özellikle
ekonomileri ve bilgi alt yapıları gelişmiş ileri
ülkelerdeki devlet bürokrasisi ve uluslararası
şirketler. Bunlar dünyayı giderek etkileyebilecek,
şekillendirebilecek bir sistemi yakalamış
vaziyetteler. Bir anlamda bilgi toplumuna geçiş
bilgiyi üreten ve hakim olan büyük şirketlere ve
devlet bürokrasilerine fevkalede ince, kurnazca
uygulayabilecekleri etki araçları yaratıyor.
Toplumlar bilgiyi ellerinde tutan dev bürokrasiler
ve şirketlerin meydan okuması ile karşı karşıyalar.
Toplumun iki ana tercihi var: Birinci tercih, her
davranışı yönlendiren ve her hareketi kontrol
edebilen bu bilgi toplumunun aynı zamanda da
sağlamakta olduğu göreceli rahatlığı ve refahı kabul
edip susup oturacaklar. İkinci tercih, bilgi
toplumunun verdiği imkanlara aktif olarak
katılmayı, her konuda şeffaflaşmayı isteyen,
değişim içinde fikri ve vicdanî zenginleşmeyi
arayan, etken unsurlar olmak.
Tabii bir üçüncü şık daha var. Rahatı arayan büyük
kideler birinci şıkkı tercih ederken güzeli, iyiyi,
doğruyu arayan bir azınlık da ikinci şıkkı tercih
edecek. Muhtemelen her toplumda bu iki kitlenin
karıştığı toplumlar olacak, o toplumun medeniyet
seviyesindeki yerini de ikinci şıkkı tercih
edenlerin oranının yüksekliği tayin edecek.
Bu çerçevede muhtemelen devlet bürokrasisinin
hakimiyetinin arttığı, dünya ticaretinin
küreselleştiği, dünya çapındaki bazı bürokratik
organizasyonların ulusal devletin üzerinde
yetkilerle donatıldığı ileri teknoloji ve bilgi
sahibi ülke ve şirketlerin toplumları sö-mürgeleştirdiğini
göreceğiz. Buna mukabil muhtemelen moral değerler ve
bazı yöresel özellikler ön plana çıkabilecek.
Bu durumdan gelişmekte olan toplumlar nasıl
etkilenir? Cevap basit, nasıl isterlerse öyle
etkilenirler! Yani hiç yoktan bilgi toplumunun
araçlarını ve imkanlannı kullanarak bir nesilde
dünyayı yakalayıp önlerde koşarlar veya bilgi
toplumunun araçlannı kitleleri uyutan kurnaz bir
despotizm aracı olarak kullanılma sına müsade edip
geçmişin içinde yok olmayı kabul ederler.
Özede bilgi toplumu cihan şümul bir reçete
değildir. Çok riskli bir gelişmedir. Her toplum bu
kaçınılmaz gelişmeyi ne kadar ve nasıl kullanırsa,
istikbalini ona göre şekillendirecektir.
Bu gelişmeler Türkiye'ye nasıl tesir eder? Ben,
Türkiye'nin bilgi çağını müspet kullanabileceğine
inanmak isteyen iyimserlerdenim:
Türkiye bugün, fikri gelişme açısından 20.
yüzyıldaki en karanlık günlerinden bazılarını
yaşıyor. Topluma kaba kuvveti doğrudan uygulama
yerine, bilgi toplumunun kurnaz etki araçlarını
kullanan dayatmacı kaba kuvvetler Türkiye'yi fikri
açıdan asrın başlarına hatta geçmiş asırlara atmaya
uğraşıyorlar. Türkiye Anayasası'nın Türkiye
Cumhuriyetini tarifİ ederken kullandığı
"Demokratik, Laik, Sosyal
bir hukuk devleti" sıfatlarından demokratik ve hukuk
devleti kavramlarını yok sayıyorlar. Makbul
addettikleri sıfatlar "Laik" ve "Cumhuriyet".
Kendini sadece "laik cumhuriyet" şeklinde
tanımlayan eski Sovyet bloku ülkelerinin, Saddam'ın
Irak'ının paraleline düşüyorlar. Bugünün ve yarının
geçerli kavramının "Demokrasi" ve "Hukuk Devleti"
kavramları olduğunu idrak edemiyorlar. Bunun yanı
sıra Orta Asya steplerinden gelen Türk insanının
bireyciliği geri plana atan sosyal yapısı,
kanaatkar ve itaatkar olmayı, aşırı derecede ön
plana çıkartan bir görgü sistemi ve 10. yıl marşını
dinlemekten ağlayacak kadar zevk alan kitleler
yetiştirmiş Hasan Ali Yücel'in eğitim sisteminin
etkileri de toplumun içinde. Buna mukabil, toplum
uyanıyor. Kitleler iş ve aş kadar hukukun,
demokrasinin önemini kavramaya başlıyorlar. Din ve
vicdan hürriyetinin yemek yeme, su içmeden farkı
olmadığını idrak etmeye başlıyorlar. Bu şuura varan
insanların oranı yükselince, ne olur? O zaman
Türkiye kültür, inanç farklılıklarının bir musibet
değil, bir zenginlik olarak gören, modası geçmiş
problemler yerine hakiki meselelere teksif olan,
geçmişiyle barışmış, toplumun içindeki etnik ve
inanç farklılığı olan insanların birbirlerinden
kopmadıkları, enerjilerinin birbirlerini hırpalamak
yerine el ele istikbale beraber koşmak için
harcadıkları bir yer olur.
|