Özelleştirme Uygulamalarında
Kural Hakimiyeti
Giriş
Mülkiyet
haklarının korunması, piyasa ekonomilerinde genel kabul gÖlll1ÜŞ
bir ilkedir. Mülkiyet haklarının korunması için gerekli kurumsal
yapı, sanayileşmiş ülkelerde zaman içerisinde gelişmiştir.
Gelişen ülkelerde ve geçiş ekonomilerinde ise bu süreci siyasi
irade hızlandırmaya çalışmaktadır. Bu ülkelerde kamu iktisadi
teşebbüslerinin mülkiyeti hızla özel sermayeli şirketlere
devredilmektedir. Ancak, özelleştirme süreci kural hakimiyetine
yönelik talebi de beraberinde getirmektedir. Bu süreçte
yaratılacak, uygun bir kurumsal yapı refahın yaratılmasına ve
çoğaltılmasına yardımcı olacaktır. Tersine, özelleştirme
sürecinde, kurumsal yapının kural hakimiyetine uygun bir biçimde
dönüştürülmemesi sonucunda sosyal refah zarar görecektir.
Basit bir
biçimde ifade etmek gerekirse, kural hakimiyeti, hükümetlerin ve
ilgili kurumların hukukun sınırları içerisinde faaliyet
göstermelerini, idari kararlardan mağdur olan vatandaşların da
bağımsız mahkemeler nezdinde bu kararların hukuka uygunluğunu
sorgulama haklarının bulunmasını gerektinl1ektedir. Böyle
durumlarda, mahkemeler kamu görevlisi veya kurumu tarafından
alınan kararın, karar alıcının yasal yetki sınırları içerisinde
olup olmadığını inceleyecektir. İnceleme sürecinde, idari
kararların yerine mahkemeler kendi görüşlerini ikame etmeyecek,
sadece incelenen kararların hukuki geçerliliğini
değerlendirecektir. Diğer bir deyişle, yargıçlar karar alırken
ülkeyi yönetmeyecek veya idarenin yerine geçmeyeceklerdir.
İdari Kararların Yargısal Denetimi
Nitekim,
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununa göre idari yargı
yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi
ile sınırlıdır. İdari mahkemeler; yerindelik denetimi
yapamazlar, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve
esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari
eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini
kaldıracak biçimde yargı kararı veremezler.
Özelleştirme ile beraber mal ve hizmet piyasalarında özel
sektörün ağırlığının artması ve kamunun işletmecilik
faaliyetleri yerine düzenleyici işlevlerinin ön plana çıkmasına
da bağlı olarak mahkemelerin önemi giderek artmaya başlamıştır.
Özelleştim1e öncesi ve sonrası kamu idarelerinin almış olduğu
kararlar hem genel kamu yararını hem de özel çıkarları doğrudan
ilgilendirdiğinden, kararların muhatapları mahkemelerde
haklarını daha fazla aramaya başlamıştır. Mahkemeler idari
kararlara karşı itirazları değerlendirerek, hukuka uygun
bulunmayanları iptal etmiştir.
Örneğin,
yetkisi bulunmadığı halde imar düzenlemelerinin Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından yapılmış olması nedeniyle Türkiye
Denizcilik İşletmeleri Genel Müdürlüğü'ne bağlı Galataport
ihalesinin yürütmesi Danıştay tarafından durdurulmuştur.
Tüpraş'ın % 65,76 oranındaki kamu payının Efremov Kautschuk GMBH
şirketine satışı ihalesi, ihalede şartlı teklif
verilmesi, teklif sonrası açık artırmaya gidilmemesi ve satış
bedelinin peşin veya vadeli olacağının şartnamede belirtilnıemesi
nedenleriyle hukuka aykırı bulunarak iptal edilmiştir.
Öte yandan, Sermaye Piyasası Kurulu, Tüpraş'ın Özelleştirme
İdaresi Başkanlığına (ÖİB) ait % 14,76 oranındaki hisse
senetlerinin, İMKB Toptan Satışlar Pazarında 9İB tarafından
satışının kamuya açıklanmamalı mevzuata aykırı bulmuş ve
mevzuata uyum konusunda gerekli dikkat ve özen göstermesi
konusunda ÖİB'nin bilgilendirilmesine karar vermiştir. Anılan
kararların doğruluğunu tartışmak bu çalışmanın kapsamını
aşmaktadır. Ancak, bu kararlardan, özelleştirme işlemlerine
karşı yöneltilen hukuki eleştirilerin, işlemlerin esasına değil,
usulüne yönelik olduğu görülmektedir.
Öte yandan,
hukuka aykırılık nedeniyle, bazı özelleştirme kararlarının yargı
tarafından iptal edilmesinin yanısıra, 1998-2004 yılları
arasında Türkiye' de, siyasi istikrarın arttığı ancak,
düzenleyici kalitenin ve kural hakimiyetine uyumun düştüğü
yönünde bulgular sağlayan çalışmalar da bulunmaktadır
1.İdari
Kararların Kalitesinin iyileştirilmesinin ilkeleri
Kural
hakimiyeti çoğu ülkede hükümetlerin faaliyetlerinin çerçevesini
belirleyen yazılı anayasalara dayanmaktadır. Ancak, kendi
güçlerini kullanmak ve etkilerini genişletmek isteyen siyasiler
ile vatandaşları keyfiyetten korumayı amaçlayan hukuki
düzenlemeler arasında kaçınılmaz bir gerilim vardır. Bu iki uç
noktanın arasında ise mahkemeler yer almaktadır. Mahkemeler
tartışmalı idari kararların hukuka uygunluğunu denetlenmektdir.
Bu kararlar genelde siyasileri kızdırmakta ve derinden
etkilemektedir. Kendilerinin halk tarafından seçildiğini öne
süren siyasiler, kararlarının meşruiyetinin kendilerini seçen
halkın iradesinden kaynaklandığını ileri sürmektedir. Ancak,
temsili demokrasilerde karar alma hakkı çoğunluğa ait olmakla
beraber, çoğunluğun da hukuka uygun davranmak sorumluluğu
bulunmaktadır. Siyasilerden farklı olarak mahkemeler, çoğunluğun
siyasi kararlarını uygulamak yerine, kural hakimiyeti ilkesi
çerçevesinde azınlık haklarını çoğunluk iradesine karşı
korumaktan da sorumludur.
Örneğin, 53
üyeden oluşan Common wealth Birliği adalet bakanları, 1992
yılında kabul ettikleri Bildirimde "dürüst, saydam ve hesap
verebilir bir yönetimin gerçekleştirilmesi için, bağımsız,
tarafsız ve yetkin yargının sahip olabileceği merkezi konuma
olan ortak inançlarını" dile getirmektedir. Kural hakimiyetine
uygun idari karar alma usulü ve yargısal denetim ise aşağıdaki
unsurları içermelidir.
1.1
Usul
İdarenin
taktir yetkilerini yöneten genel kurallar ve uygulanacak
yaptırımlar, uygun yöntemlerle ve yeterli bir zaman dilimi
içerisinde idari kararlardan etkileneceklere
duyurulmalıdır. Öncesinde kararı etkileyecek faktörler,
sonrasında da kararın dayandığı gerekçeler açıklanmalıdır. İdari
kararlardan hakları, çıkarları ve özgürlükleri olumsuz
etkilenenler, uygun bir biçimde kendilerini savunabilmeli ve
idarece dikkate alınacak deliller sunabilmelidir.
1.2.Yargısal
Denetim
Taktir
hakkı içeren her türlü idari faaliyet yargısal denetime tabi
olmalıdır. İdari taktir hakkının kullanımı sürecinde zaman
sınırlamasının bulunmaması ve idarelerin makul bir zaman dilimi
içerisinde karar almaması durumunda, ilgililer sorunlarını
yetkin bir idari kuruma (veya bağımsız mahkemelere)
taşıyabilmelidir. İdari kararları denetlerken, mahkemelerin
gerekli bilgiye ulaşım hakkı bulunmalıdır.
Sonuç
Özelleştirme uygulamalarını aksatması gerekçesiyle, özelleştirme
kararlarının yargısal denetimi ve iptali ilgili çevrelerce zaman
zaman sevimsiz bulunmaktadır. Ancak, hem özelleştirme sürecinin
meşruiyeti hem de özelleştirme sonrası piyasalarda rekabetçi
dengenin sağlanabilmesi açısından, özelleştirmeler kural
hakimiyetine uygun biçimde gerçekleştirilmelidir. Özelleştirme
sürecindeki kural hakimiyeti ise idarenin işlemlerinde hukuka
uygunluğu dahi özenli gözetmesini ve bu işlemlerdeki hukuka
uygunluk denetiminin bağımsız ve yeterli kaynaklara sahip
mahkemeler tarafından yerine getirilmesini gerektirmektedir.
Kaynak:
Uğur Emek
Pope, 1.
(2000), Transparency International Source Book,
Transparency International: London -i Lusaka Statement on
Governmcnt Dnder The Law 21.)'11 Nisan 2006.73
|