Yeni Binyılda Özgür ve Demokratik Türkiye
Rıdvan Budak
iki yıl sonra yeni bir yüzyıla gireceğiz. Sadece
yeni bir yüzyıla değil aynı zamanda yeni bir
binyıla gireceğiz. Bu yeni binyılın neler getirip
götüreceğini herkes tartışıyor. Herkes yeni binyıla
ilişkin planlar yapıyor. Gerek mensup olduğumuz
toplulukla gerekse bireysel olarak geleceğimizi
tasarlamaya çalışıyoruz.
Yapacaklarımızı tasarlarken, yaşadığımız koşulları
da çok iyi anlamamız gerekiyor. Dünyada ve ülkemizde
son yıllarda yaşananlar oldukça çarpıcı. Büyük bir
değişim sürecinin içinden geçiyoruz; deyim
yerindeyse, kartlar yeniden dağıtılıyor, roller
yeniden paylaşılıyor.
Bütün dünyada "küreselleşme" adı verilen bir süreç
yaşanıyor. Bu süreç bizim için neler getiriyor,
neler götürüyor? Bu süreçte karşımızda duran
tehlikeler ve fırsatlar nelerdir? Yaşadığımız
gezegeni ve topraklan nasıl bir gelecek bekliyor?
2000 yılı evrensel bir demokrasi ve barış çağının
kapısını mı aralayacak, yoksa evrensel bir barbarlık
dönemini mi başlatacak? Önümüzdeki sorular bunlar.
"Bu sorunlardan bana ne" diye düşünemeyiz. Çünkü
geleceğin nasıl olacağını bu soruların yanıtları
belirleyecek.
İçinde bulunduğumuz dönemde üç temel değişim
sözkonusu. Birincisi bilgi ya da elektronik devrim;
nasıl tanımlanırsa tanımlansın, ama bilgisayar ve
haberleşme teknolojisinin yol açtığı olağanüstü bir
gelişme söz konusu.
Peki bütün bunlar dünyadaki bütün insanların
demokratik katılımına olanak tanıyan evrensel bir
demokratikleşme sürecine mi yol açacak? Yoksa bilgi
teknolojisini ve bilginin kendisini egemenliği
altında tutan, böylece dünyaya hakim olan büyük
biraderler mi yaratacak?
ikinci önemli unsur, nükleer enerji. Peki bu
nükleer enerji, üretimi daim kılacak mutlak bir
enerji kaynağı mı olacak? Yoksa dünyayı defalarca
kez yokedecek silahlanmaya mı dönüşecek?
Üçüncü yenilik, biyoteknoloji; yani genetik
devrimi, buna tarımsal patlamaya yol açan ürünler
gibi kopyalanan canlılar da dahil. Bu, dünyada
açlığı ve kıtlığı yok edecek, bolluk toplumuna
imkan sağlayacak bir gelişme mi? Yoksa bu süreçte
canavarlar, frankeştayn-lar mı yaratılacak?
Bütün dünya bu soruları tartışıyor, gelecek
planlarını buna göre kuruyor. Özellikle sermaye
kendi içinde bu tartışmayı sürekli yapıyor. Bunun
için de sermayenin dünya üzerindeki egemenliği,
emekçiler, yoksullar ve ezilenler aleyhine
alabildiğine artıyor. Mali sermayenin dünya
ekonomisi üzerindeki belirleyiciliği devam ediyor.
Bir günlük mali sermaye hareketlerinin tutarı 1.5
trilyon doları buluyor.
Bugün dünya ekonomisini 200 çokuluslu şirket
kontrol ediyor. Bir çokuluslu şirketin yıllık
kazancı, pekçok azgelişmiş ülkenin milli
gelirlerinin toplamından daha fazla.
Durup düşünmek zorundayız: nereye gidiyomz? Bu
sermaye egemenliği daha ne kadar sürecek, bu
gelişmeler karşısında emek ne yapacak? Teknolojik
gelişmenin yarattığı artı değeri, sosyal devletin
kurumlaşmasna aktarabilecek miyiz? Yoksa teknoloji
sadece işsizlik mi doğuracak?
Yeni binyıla doğnı sistemin iç çelişkileri durmadan
artıyor. Bugün yoksulluk evrensel bir sorun niteliği
taşıyor; yoksulluğun doğurduğu göç gibi sosyal
sorunlar dünyanın başına bela. İşsizlik başlıbaşına
bir sorun. Avrupa Bir-liği'nde 20 milyon işsiz
bulunuyor.
Bloklar arası rekabet toplumsal barışı tehdit
ediyor. Rekabeti tek düzenleyici kural olarak gören,
her tür sosyal düzenlemenin yok edilmesini savunan
yeni liberal sağ düşünce, Asya'da, Latin Amerika'da,
dünyanın diğer azgelişmiş bölgelerinde vahşi bir
emek sömürüsüne yol açıyor.
ideolojik planda bireyselleşme ve tüketim toplumu
öne çıkarılırken, toplumsal bunalımın artması
insanların en kolay ulaşılabilir ideolojilere
sapmasına neden oluyor; bu ideolojiler de,
insanları ve toplumları bölen, birbirine düşman
eden köktendincilik ye aşırı milliyetçilik olarak
öne çıkıyor.
Peki bu gelişmeler karşısında, emek ve demokrasi
güçleri, yani sendikalar, toplumsal muhalefet
hareketleri, sol siyasal partiler ne yapıyor? Oturup
olanı biteni izliyor mu? Hayır. Yeterli olmasa da
bizi umutlandıran gelişmeler var.
Dünyada emekten yana, soldan yana politikalar
yeniden gündeme geliyor. Yeniden tam istihdam,
sosyal devlet, sosyal adalet, sömürünün ortadan
kalkması, kamusal düzenlemenin ve planlamanın
yaşama geçirilmesi gibi emekten yana politikalar güç
topluyor; iktidara geliyor ya da en güçlü iktidar
adayı oluyor.
Bu yönde ciddi gelişmeler sözkonusu. Uluslararası
sendikal hareket de yeni gündemler oluşturuyor.
Sermayenin küreselleşmesi karşısında, emek
hareketlerinin de küreselleşmesi gerekliliği artık
daha iyi anlaşılıyor. Uluslararası örgütlenme,
uluslararası toplu sözleşme ve nihayet uluslararası
grev tartışmaları yaşanıyor.
Avrupa grevi ve Avrupa eylem günü dünyada sosyal
adaletin son dayanak noktalarından biri sosyal
Avrupa çekirdeğinin korunması için de çok önemli.
Gerçekten de Avrupa sosyalliğin ve kamusallığın
geliştirilmesi için önemli bir imkan ve bu imkana
sıkı sıkı sarılan kesim de Avrupa işçi sınıfı.
Avrupa Sendikalar Konfederasyonu'nun hazırladığı
Sosyal Avrupa Manifestosu'nda bu birkez daha
vurgulanıyor.
Bu manifesto'da Sosyal bir Avmpa'nın güvencesi olan
Avrupa sosyal vatandaşlığının ve kamunun rolünün
yeniden tanımlandığı ve öne çıkarıldığı Avrupa kamu
alanının yaratılması gerektiği söyleniyor. Herşeyin
özel sermayenin çıkarlarına göre düzenlenemeyeceği
gerçeği bugün toplumların büyük bir çoğunluğu
tarafından daha iyi görülüyor; buna göre tutum
alınıyor.
Bu açıdan bakıldığında, dünyadaki gelişmelerin
yarattığı fırsatlar nasıl kullanılacak sorusu da
yanıt buluyor. Dünyanın bizim istediğimiz bir yönde
evrilmesinin yolu, sermayeye evrensel bir bedelin
ödetilmesinden geçiyor; sermayenin bu bedeli,
ekonomik, politik ve ideolojik düzeylerin bütününde
ödemesi gerekiyor. Bunu yapacak güç ise uluslararası
emek ve demokrasi güçlerinden başkası değil
|