|
Türkiye'de
Para Akımı Yönetimi ve Para Politikası Uygulaması
Üzerine Bir Değerlendirme
Türkiye'de para akımı yönetimi konusunda üzerinde
ilk durulacak husus bu yönetimin temel taşını
oluşturan Tek Hazine Hesabı yönteminin ne ölçüde
etkinlikle işlediği sorunudur. Yukarıda yapılan
açıklamalar bu yöntemin taşra ödemeleri için
oldukça başarılı işlemesine karşılık, merkez
ödemeleri açısından genel nakit yetersizliği
nedeniyle işletilemediği sonucunu ortaya
koymaktadır. O halde taşra ile merkez arasındaki bu
farklılığın ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Bunun iki yolu olabilir. ilki merkez ödemelerinin de
Tek Hazine Hesabı yöntemine dahil edilmesi, ikincisi
ise taşra ödemelerinin de Tek Hazine Hesabı dışına
çıkarılması. ilki, bütçe açıklarının çok yüksek
miktarlara vardığı ve daha da önemlisi bu açıkların
yıl sonlarına doğru tahminlerin de ötesinde
arttığı, bir başka deyişle Hazine'nin yıl başında
bir finansman programı yapmasının imkansız olduğu
bir ortamda mümkün görülmemektedir. Bütçe açıkları,
yıl başında bir finansman programı yapmayı ve bu
programı Hazine'nin borçlanma olanaklarıyla paralel
sürdürmeyi sağlayacak düzeye indirildiği taktirde
ilk yolun denenmesi imkan dahiline girebilecektir.
ikinci yöntem ise mevcut koşullar altında
uygulanabilecek bir yöntem olmakla birlikte, pek
çok idari güçlüğü ve bazı subjektif kriterleri davet
edeceği icin makul bir yöntem olarak kabul
edilmemektedir. O halde asıl olan, öncelikle mali
disiplini sağlayıp, Hazine'nin yeteri kadar gelire
kavuşturulması ve ardından taşra ödemelerinin
yanısıra merkez ödemelerinin de bir çeşit otomatik
ödeme yöntemi olan Tek Hazine Hesabı içine dahil
edilmesidir.
Para akımı yönetiminin ikinci önemli sorunu dalgalı
ödemeler nedeniyle para politikası uygulamasının
aksatılması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Hazine,
özellikle her ay Devlet memurlarının maaşlarının
ödenmesi sırasında ve belirli dönemlerde borç
ödemeleri sırasında piyasaya büyük ölçüde para
çıkmasına neden olmaktadır. Bütçe gelirlerinin, bu
giderleri karşılamaktan uzak olması Hazine'yi bu
dönemlerde TC Merkez Bankası'ndaki kısa vadeli avans
hesabından büyük ve ani kullanımlar yapmaya
yöneltmekte, bu yöneliş para politikasının
etkinliğini bozmaktadır.
Para akımı yönetiminin etkin bir şekilde
sürdürülebilmesi ve enflasyonist baskı yaratmaması
için en önemli noktalardan birisi kamu finansmanında
disiplin sağlanması noktasında yatmaktadır. Bu
disiplinin de en önemli parçası bütçelerin gerçekçi
yapılması sorunudur. Gerçekçi olmayan, bütçeler
taahhüt edilen giderlerin yapılamamasına veya geç
ödenmesine neden olmaktadır. Bunun sonucunda
Devlete iş yapanlar paralarını zamanında ve tam
olarak alamamakta ve Devlete olan güvenleri
sarsılmaktadır. Söz konusu güvenin sarsılması,
Devlete ileride iş yapacak olanların, bu marjları
fiyatlarına eklemelerine ve işi
pahalılandırmalarına yol açmakta, böylece Devlet,
aynı işi özel kesim kuruluşlarına göre daha pahalı
yaptırma durumuna düşmektedir.
Türkiye'de kamu para akımının yönetimini
değerlendirirken bütçe dışı fonların durumu özel bir
önem göstermektedir. Kamu para akımının yönetimi,
tüm Devlet ödemelerinin yönlendirilmesini içeren
geniş bir kavramdır. Bütçe dışı fonların yaygın bir
şekilde oluşturulduğu 1980'li yıllara gelinceye
kadar, Hazine'nin bütün Devlete ait para akımlarını
yönlendirme yetkisi mevcuttu.1980'li yıllarda bütçe
dışı fonların kurulmasıyla birlikte, bu fonların
yönetiminden sorumlu kurum ya da idareler, bu
fonlarla ilgili para akımlarının yönetiminin
sorumluluğunu almışlar, böylece kamu para akımı
yönetiminde Hazine'nin yanısıra yetkili diğer
idareler ortaya çıkmıştır. Daha önce Osmanlı
tarihiyle ilgili açıklamalar sırasında değinildiği
üzere Hazine'ler çoğalmış ve sonuçta kamu para akımı
yönetiminde disiplin bozulmuştur. Piyasaya fazla
para sürülmesinin ekonomiye zarar getireceğini
yalnızca Hazine'nin anlayıp disiplinli davranması ya
da Merkez Bankası'yla işbirliği içinde çalışması
yetmemektedir. Bütün bu bütçe dışı fon idarelerinin
de aynı anlayışa kavuşturulması gerekmektedir. Bu
fonların, fon yapıları muhafaza edilerek bütçenin
içine dahil edilmesi sorunu sadece bir ölçüde
çözmektedir. Fon idarelerinin en yüksek gelir ve
gidere sahip olanları, kanun veya kararnamelerle
kendilerine tanınan ayrıcalıklar gereği paralarını
Merkez Bankası dışındaki bankalarda
tutabilmektedirler. Merkez Bankası kanunu gereğince,
Banka, Hazine'nin burada bulundurduğu paraya faiz
ödememektedir. Bu, kamu kesiminin kendi kendine
faiz ödemesinin mantıksız olacağı düşüncesinden
doğmuşbir gelenektir. Buna karşılık bazı büyük
fonlar, bir çeşit vergi olarak tahsil ettikleri
gelirlerini diğer bankalarda tutarak faiz
almaktadırlar.
Sonuç olarak Hazine, fonlara terketmiş olduğu kamu
gelirlerinin yarattığı eksikliği gidermek üzere,
faizle borçlanırken, fonlar, Hazine 'nin
kendilerine terkettiği paralara piyasadan faiz
almaktadırlar. Daha da ilginç bir gelişmeyi
vurgulamak yararlı olacaktır. Hazine, bazan para
ihtiyacını bu fonlardan faiz karşılığı borçlanarak
gidermektedir. Bir başka deyişle Hazine bir kısım
gelirlerini karşılıksız olarak fonlara bırakmakta,
daha sonra ihtiyacı olduğunda faiz ödeyerek aynı
fonlardan borç almaktadır.
Devletin, yönettiği kamu iktisadi teşebbüslerine,
şirket olarak davranması ne kadar doğruysa,
Hazine'sine şirket gibi davranması da o kadar
yanlıştır. Her şeyden önce Hazine, şirketlerden
farklı olarak vergi toplayan bir kurumdur.
Dünya uygulamaları açısından geçmişte fon
uygulamaları (earmarking) konusunda oluşmuş bulunan
genel olumsuz görüş, son yıllarda bazı
değişikliklere uğramış ve iktisatçılar arasında
geçmişteki olumsuz fikir birliğinden uzaklaşmıştır.
James Buchanan'ın da dahil olduğu bazı iktisatçılar,
fonları, öncelikli bazı programların daha kolay
uygulanmasına yol açtığı ve fayda maliyet
analizlerinin bunlarda klasik bütçe programlarından
daha kolay yapılmasının mümkün olduğu gibi
gerekçelerle savunmaktadırlar.
Bununla birlikte Türkiye uygulamasını değerlendiren
Dünya Bankası uzmanları, bu yararların Türkiye'de
sağlanamadığını ve fon uygulamalarının koordinasyon
ve denetim eksiklikleri de gözönünde tutulduğunda,
kaynakların tahsisi konusunda olumsuz sonuçlar
yaratma potansiyeli taşıdığını ileri
sürmektedirler.
Yukarıda sürdürülebilir bir para politikasının üç
temel koşuluna değinmiştik; (i)Para otoritesinin
(Merkez Bankası) bağımsızlığı, (ii)Hazine'nin ve
kamu kesimini oluşturan diğer kuruluşların Merkez
Bankası kaynaklarına başvurmasının kaldırılması ya
da ciddi bir şekilde sınırlandırılması, (iii)Para
akımlarını yöneten tek ve merkezi bir Hazine'nin
varlığı. Türkiye' de bu koşulların üçü de mevcut
değildir. Hatta para otoritesinin Hazinemi, Merkez
Bankasımı olduğu bile tartışmalıdır. Zira her iki
kurumun kuruluş kanunlarında para politikasının
belirlenmesi ve uygulanması ile ilgili yetki
maddeleri bulunmaktadır. Bu olumsuz koşullar
altında bir para programı ilan edip ortauzun
dönemli olarak uygulamak mümkün olamamaktadır. Bu
iddiamızı doğrulamak için 1990 yılı ve sonrasından
örnekler vermek mümkündür. TC Merkez Bankası 1990
yılında ilk kez bir para programı ilan etmiş ve
uygulamaya girişmiştir. Program 1990 yılında
oldukça başarıyla sonuçlanmış ve enflasyon
oranlarında gerilemeler kaydedilmiştir. Aynı program
1991 yılında ilan edilememiş, 1992 yılında ise tam
bir başarısızlık örneği olmuştur. Program aynı
hedefleri içermesine ve koşullarda genel olarak bir
değişme olmadığına göre ilk başarının ardından
gelen başarısızlıkların nedeni nedir? 1990 yılının
başarısı büyük ölçüde Hazine'nin tutumundan
kaynaklanmıştır. Hazine, öncelikle bir maliye
politikası uygulamasına yol açacak bir mali
programın yürürlüğe konulmasını savunmasına karşın,
para politikası araçlarının daha çabuk ve kolay
yürürlüğe konulmasını mümkün gördüğü için Merkez
Bankası 'na büyük destek vermiş, yasal limitinin çok
altında bir kısa vadeli avans kullanarak Merkez
Bankası'na büyük bir hareket serbestisi tanımıştır.
Sonuçta 1990 yılında para programı hedeflerine
ulaşılmış, enflasyon yıllık bazda % 70' lerden % 50'
lere geriletilmiştir. Ancak bu uygulama sırasında
siyasal iktidar, Hazine'yi yeterli gelir kaynağına
kavuşturacak vergi reformunu yapmadığı ve/veya kamu
giderlerini kısıcı önlemler almadığı için başarıbir
yılla sınırlı kalmaya mahkum olmuştur. Siyasal
iktidarların, Merkez Bankası'na para programı
sipariş edip gerekli diğer önlemleri almamaları,
sonuçta para programını da başarısızlığa mahkum
etmektedir. Bu nedenledirki Milton Friedman, Henri
Poincare'ın bir sözüne atfen "Para Merkez
Bankacılara bırakılamayacak kadar önemli bir
konudur" demektedir. Friedman'ın, Poincare'nin
sözünü bu şekilde kullanmaktan amacı, para
politikasının kurallara bağlanmasının, bağımsız bir
merkez bankasından çok daha önemli bir husus
olduğunu vurgulamaktır. Gerçekten de Türkiye'de
siyasal iktidarın, Hazine'nin önerdiği maliye
politikası önlemlerini eş anlı olarak almaması ve
para politikasını da kurallara bağlamaması sonucu,
para programı düşüncesi ortadan kalkmıştır.
Böylelikle TC Merkez Bankası'mn son dönemlerde belki
de en çok yaklaştığı bağımsızlık statüsü en azından
bir süre için gündemden uzaklaşırken, Hazine'nin
desteği olmaksızın Türkiye'de bir para
programının uygulanamayacağı açık bir şekilde
anlaşılmıştır.
|