Para ve Finansman Politikalarında Etkinlik
Giriş
Para ve finansman politikalarının hedeflenen
amaçlara ne nispette katkıda bulunduğu hususu
iktisatta önem arz eder ve her zaman araştırılması
gerekir.
Para politikası talebin idare
edilmesi ve iktisat politikasınca tespit edilen
hedefe tevcih edilmesi politikasıdır. Para
politikasının hedefi fiyat istikrarını muhafaza
etmek kaydıyla üretim seviyesinin en az işsizliğe
meydan verecek veya tam istihdamı sağlayacak tarzda
devamını temin etmekten ibarettir. Bu hedefe varmak
için de para politikası araçları diğer iktisat ve
maliye politikası araçları ile ahenk içinde sevk ve
idare edilir. Para politikası araçlarında zaman
içinde meydana gelen değişikliklerin hedefe ulaşmak
açısından yeterli olup olmadığı tahlil edilebileceği
gibi bizatihi hedefler elde edilen ekonomik
göstergelerle mukayese edilerek de tahlil
edilebilir. ilk tarz tahlil daha çok kantitatif bir
mahiyete sahiptir ve teknik yanı ağır basar. İkinci
tarz tahlil ise burada takip edilecek amaca daha çok
uygunluk arz eder. Ayrıca para politikası
araçlarının sevk ve idaresindeki başarısızlıkların
ekonomide ortaya çıkaracağı arzu edilmeyen doğrudan
ve dolaylı tesirlerin de müteakip safhada
uygulanacak para politikası işleyişini
ağırlaştıracağı ve etkinliğini azaltacağı hususu
gözden ırak tutulmamalıdır.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ülkemizin iktisadi
yapısında büyük değişiklikler meydana geldi. Bu
değişiklikler para piyasalarının yapılarını
değiştirdi. Mali aracıların sayı ve mahiyetindeki
değişikler de piyasaya genişlik ve derinlik
kazandırdı. Cumhuriyetin ilk yıllarına nazaran
paralı ekonomiye entegrasyonda kat edilen mesafe,
iktisadi bilgilenme ve bilgi maliyetlerinin düşmesi,
tüketici ve üreticilerin zamanla daha rasyonel
davranma alışkanlıkları kazanması bir taraftan para
politikası uygulamasını kolaylaştırırken diğer
taraftan da uygulanan para politikalarına tavır
almanın yaygınlaşması para politikasında netice elde
etmeyi güçleştirdi.
İktisadi büyüme olayı tabii olarak artan bir şekilde
borçlanma olayını ortaya çıkardı. Klasik borçlanma
yöntemleri ekonominin finansman ihtiyaçlarını
karşılamada yetersiz kaldığından yeniden bir
şekillenme gerekiyordu ve sermaye piyasaları
kuruldu.
Para hareketleri ile sermaye hareketlerinin ahenkli
sevk ve idaresi etkinlik açısından bir zarurettir.
Her iki hareketin unsurları ve işleyiş tarzları
birbirinden farklı olduğundan ekonomi üzerine
tesirleri de farklı olacaktır.
Ekonominin finansman kapasitesi ile finansman
ihtiyacının her an bilinmesi mali akımlar
tablolarına ihtiyaç hissettirir. Bu tablolar kısa
ve orta vadeli planlamalarda büyük kolaylıklar ve
faydalar sağlamaktadır. Para ve finansman
politikası ile görevli kuruluşlarımızda yol
gösterici bu tekniğin yeterince ve etkin bir şekilde
kullanılmadığını düşünüyoruz. Ayrıca ülkemizde
tüketici ve üretici olarak iktisadI ünitelerin para
ve finansman ile ilgili davranışlarına dair geniş
ve sıhhatli araştırmalar yapılmış değildir. Para
arzındaki ve finansman akımlarındaki bir
değişikliğin ne gibi değişikliklere sebep olacağının
bilinebilmesi için bu tür araştırmalara büyük
ihtiyaç vardır.
1. Para Politikası
İktisadı büyümeyi ve fiyat istikrarını kendine hedef
seçen para politikası hedefe ulaşmada acaba ne
derece başarılı olmuştur? Çok gerilere gitmeğe gerek
yok. Son dört yıllık toptan eşya fiyatı endeksi %54
ile %91 arasında dalgalanmış ve fiyat artışlarının
basit ortalaması da % 74' e yaklaşmıştır.
Fiyat artışlarının böyle yüksek seviyelerde
seyrettiği bir ülkede hiç şüphesiz ki para
politikasının ilk hedefi fiyat istikrarını temin
etmektir. Bunun temini de para politikası
araçlarına müracaat etmekten geçer. Artık sokaktaki
insanımızın da bildiği gibi, adı ister emisyon olsun
isterse akademisyenlerin tarif ettikleri herhangi
bir para arzı tarifi olsun para politikası
aracındaki yıllık değişikliklerin ortalaması da
ortalama fiyat artışlarından yüksek olmuştur.
Emisyon 1995 - 1998 yılları arasında %60 ile %100
arasında dalgalanmış yıllık ortalama artış haddi de
%80 olmuştur. Rezerv para aynı dönemde yıllık
ortalama %83 civarında artmıştır. Buna mukabil M2Y
olarak tarif edilen para arzı % 80 ile % 134
arasında dalgalanma arz etmiş yıllık ortalama artış
haddi %109 olmuştur.
Para arzı artış hadlerinin, ister yıllık isterse
ortalama olsun, fiyat artış hadlerini ekonominin
büyüme hızından daha fazla aşması genişletici veya
ucuz para politikası uygulandığını işaret eder.
Böyle bir politikanın fiyat istikrarını sağlama
hedefi ile telifi mümkün değildir. Para politikası
vasıtası ile iktisadı büyüme fiyat istikrarına
tercih edilmiştir. Böyle bir tercih iktisadı
olmaktan çok siyası bir mahiyet arz etmektedir. Son
çeyrek asrın ortalama iktisadı büyüme hızı % 4. 3
olmuştur. Talep ve arz cephesi yapısal problemlerle
bloke edilmiş bir ekonominin, bu düşük büyüme hızı
için, yapısal problemlerini daha içinden çıkılmaz
bir hale sokmanın iktisadı tercih olmayacağı
açıktır. Bu ekonomi daha ehven fiyat artışları
altında daha yüksek büyüme hızları ile geçmişte
tanışmıştır. Enflasyonist birçok baskının kaynağı
ekonominin yapısından doğmaktadır. Ekonomimizin
ihtiyaç duyduğu yapısal değişiklikler muhakkak fiyat
istikrarı şartını zaruri kılar.
Kanuni karşılık nispetleri kaydı para arzını,
dolayısıyla para arzını azaltarak fiyat istikrarını
sağlayacak tarzda yüksek tutulmamıştır. Ticari
bankaların kredi yaratma imkanları azaltılmamıştır.
Mevduat bankalarının ekonomiye açtığı krediler son
dört yıl içinde %85 ile %150 arasında dalgalanma
göstermiştir. Yıllık ortalama artış haddi %
120'dir.
Reeskont hadleri de düşük tutularak Merkez
Bankası'nca ucuz para politikasına katkıda
bulunulmuştur. 1994 yılından sonra % 5-7 aralığında
düşürülen reeskont haddi kredi hacminde iki yıl
artışa sebep olmuştur. Söz konusu hadler 1997'de %
67-80 aralığına yükseltilmiş ve reeskont
kredilerinde bariz düşmeler görülmüştür.
Açık piyasa işlemleri olarak bono ve tahvil satmak
şeklinde uygulanan para politikası aracı işleyiş
olarak ekonominin likiditesini azaltacağı yerde
bilakis artırmıştır. Bütçe açıklarını kapatmak ve
kısa vadeli finansman ihtiyacını karşılamak için
Hazine'ce gerçekleştirilen borçlanmaların miktarı
veya iç borç stoku o kadar yüksek seviyelere
ulaşmıştır ki bunların faiz ödemesi söz konusu
dönem içinde konsolide bütçenin üçte birine
ulaşmıştır. 1998 de faiz ödemeleri konsolide
bütçenin %53'nü, iç borç faiz ödemeleri de % 36'sını
teşkil eder hale gelmiştir. İç borç faiz
ödemelerinin GSMH içindeki nispeti zaman içinde
artarak % 10.6'ya ulaşmıştır.
Ekonominin likiditesini massetmek için Hazine'nin
açtığı her ihaleden elde edilen kaynak, çok kısa
bir gecikme ile, faiz ödemelerine tahsis edilmek
suretiyle tekrar ekonomiye likit kaynak olarak geri
dönmüştür. Açık piyasa işlemlerine tabi tahvil ve
bono gibi araçların %90'nına yakını ticari
bankaların portföylerinde yer almaktadır. Mevduat
bankalarının portföylerinin %33'nü devlet tahvili;
%52'sini de Hazine bonosu, toplam olarak da
portföylerinin %85'ini kamu kesimi menkul
kıymetleri teşkil etmektedir. Mevduat bankaları
portföylerinde son dört yıl içinde sırası ile
0/063, % 134, %196 ve 1998'de %107'lik artışlar
sağlamışlardır. Bu da ticari bankaların
likiditesini ve kaydi para yaratma imkanlarını
artırmaktadır. Likidite olarak bu geri besleme
olayı devletin artan finansman ihtiyacı ile
birleşerek her müteakip safhada ağırlaşarak devam
etmiştir. Bu politika aracı bu işleyiş tarz ile
fiyat istikrarını sağlayıcı araç olma vasfını
kaybetmiştir. Ayrıca kamu kesimi sermaye piyasasına
arz edilen menkul kıymetlerin %97'sini ihraç etmek
suretiyle ekonominin finansmanında kaynak yaratmak
ve kullanmak hususunda mutlak hakim unsur olmuştur.
Faiz hadleri fiyat istikrarını sağlamada diğer
araçlar kadar müessir değildir. Tesirleri dolaylı
yoldan ve daha uzun süre içinde ortaya çıkar. Başta
fiyatlar ve diğer unsurların tesirleriyle son dört
yıl içinde yıllık mevduat faiz haddi % 92 ile %96
arasında dalgalanmış, buna mukabil aynı dönemde
azami kredi faiz hadleri kısa vadeliler % 215 ile
%253 arasında orta vadeliler de % 188 ile % 230
arasında dalgalanma göstermiştir.
Enflasyonun yüksek olması mevduat ve kredi faiz
hadlerinin de yükselmesine sebep olmuştur. Yüksek
mevduat faiz hadlerinin tasarnıf1arı artırıcı
tesiri bir seviyeden sonra yavaşladığından, dolaylı
yoldan fıyat istikrarına katkısı ihmal edilebilir.
Enflasyonla mücadelede uygulanan para politikası
yurt içi talebi azaltmakta yetersiz kalmıştır.
Rusya'da ortaya çıkan krizin ekonomimiz üzerinde
ortaya çıkardığı menfi tesirler diğer tesirlerle
birleşerek son yılda talep Üzerinde azaltıcı
tesirler meydana getirmiştir.
Yüksek faiz hadleri yabancı sermaye girişini diğer
şartların tahakkuk etmemesinden dolayı artırmada
yetersiz kalmıştır. Dış finansman imkanlarının
daralması bir taraftan kamu borçlanma gereğinden
doğan baskılar diğer taraftan para piyasaları
üzerine baskı yaparak faizlerin düşmesini
engellemiştir. Son dönemde reel faizlerdeki
dalgalanmanın sebebi bu olmuştur.
Hazinenin kısa vadeli finansman ihtiyacının şiddeti
kısa vadeli kredi faiz hadlerini 5 Nisan Kararları
arifesinde çok yüksek seviyelere çıkmasına sebep
olmuştur. Kredi faiz hadlerindeki yükseliş para
piyasalarına kısa vadeli ihbarlı yeni teknik araçlar
hediye etmiştir. Yüksek kredi faiz hadlerinin
tahvil ve bono piyasasında hüküm sürmesi kısa vadeli
plâsman kazançlarını artırmış ve kaynakların
verimsiz sahalara yönelmesine sebep olmuştur.
2. Sermaye Piyasası
Ciddi düzenlemesi 1986'da yapılan sermaye
piyasaları ekonomiye entegre olma ve derinlik
kazanma için mücadele etmektedirler. Kısa zamanda
gerçekleştirilebilecek bir hedef değildir. Menkul
kıymetler borsası gelişen bir borsa durumundadır.
Hisse
senetleri piyasasına kote olan şirketlerin sayısında
1986 yılından itibaren 1993 kadar devamlı bir artış
meydana gelmiş, piyasa işleyişine ve mevzuata ayak
uydurmakta zorlanan şirketler kote dışı
bırakılmışlardır.
Sermaye piyasasının araç cinsinden işlem hacmine
göre 1994-1997 yılları arasındaki yapısına bakılacak
olursa; hisse senetleri $ cinsinden toplam işlem
hacmi içinde yıllar itibari ile sırasıyla % 42, %27,
%13 ve % 12 lik bir yer tutmuştur. Tahvil ve bononun
işlem hacmi içindeki yeri %8 ile %11 arasında
dalgalanmıştır. Buna mukabil, yeni bir finansman
tekniği olarak takdim edilen repo ve ters repo
işlemlerinin toplam işlem hacmi içindeki payı %
49'dan %80'e ulaşmıştır. Klasik ödünç işlemlerini
hatırlatan repo ve ters repo işlemleri uygulama
sahasında sermaye piyasası aracından ziyade para
piyasası aracı niteliği taşımaktadır.Sermaye
piyasası sektörlere göre tahlil edilecek olursa kamu
kesiminin ağırlığının gittikçe arttığı ortaya
çıkmaktadır. 1995'de kamu kesimi menkul kıymet
ihracı piyasanın %90'nı teşkil ederken 1998'de bu
nispet %97'ye çıkmıştır. Özel sektör payının
gittikçe azaldığı sermeye piyasasında ayrıca primer
piyasaya sunulan hisse senetlerinin payı son dört
Yıl içinde % 1.5 ile %3 arasında dalgalanma
göstermiştir. Adeta sermaye piyasası kamu kesimi
için kurulmuş görünmektedir ve onun hakimiyeti
altındadır. Kamu kesimince ihraç edilen menkul
kıymetler uzun vadeli yatırımdan ziyade kısa vadeli
menkul kıymet kazancı temin etmeye matuf
araçlardır. Halbuki sermaye piyasası kaynakların
uzun vadede sabit hale getirildiği, mülkiyeti
temsil eden bir piyasadır. Sermaye piyasasından
beklenen bir diğer görev de mülkiyeti geniş halk
kütlelerine yaymak, sermayeye karşı duyulan menfi
tavırları engellemek, mülkiyet yolu ile iktisadi ve
siyasi hürriyetleri kullanarak demokratik nizamı
pekiştirmektir.
Hisse senetleri piyasasının ekonomi içindeki
büyüklüğü İMKB piyasa değerinin GSMH olan nispeti
ile tayin edilir. Bu nispet 1997 yılı için ancak
%0003 gibi çok küçük bir değerdir. Milli ekonomi
içinde ihmal edilebilir değer taşıyan bir piyasanın
etkinliğinden söz etmek mümkün değildir.
İkinci derece bir sermaye piyasası olan İMKB
gelişmiş ve gelişme halinde olan 45 ülkenin menkul
kıymetler borsaları ile mukayese edildiğinde aylık
işlem görme açısından 6. sırada; işlem hacmi
bakımından 20. sırada ve piyasa değeri açısından da
38. sırada yer almaktadır. Hem ekonomi hem de diğer
borsalar içindeki payının düşük olmasına rağmen
aylık işlem görme bakımından dünya sıralamasında 6.
sırada olması İMKB' nın ne derecede spekülasyona
açık olduğunun bir nevi göstergesidir. 1995'den
1996 kadar İMKB' de yabancı yatırımcıların işlem
payındaki artış hadleri %40 ile %60 arasında
değişirken 1996'nın ikinci ve Üçüncü çeyreğinde
%100 ile % 120 arasında dalgalanma göstermiştir.
İMKB'nin gelişmiş ve gelişen borsalar ile
mukayesesinde performans kriterleri değişiktir ve
çok tekniktir.
İMKB'nin dış yatırımcılara açılmasının borsa, uzun
vadeli yatırımcılarımız, para piyasası ve finansman
akımları Üzerindeki tesirleri müspet olmamıştır.
Piyasaya ilk defa hisse senedi ihracı ve alınıp
satılmasını mümkün kılan primer piyasa çok küçük ve
yetersiz kaldığından kendisinden beklenen
fonksiyonu ve etkinliği gösterememiştir.
3. Finansman Politikası
Ekonominin yapısından doğan problemler finansman
sahasına da yansıtılmıştır. Bu yansımaları ve
neticelerini sektörlere göre tahlil etmek gerekir.
Özel sektörün finansmanı uzun zaman para
piyasalarına havale;: edilmiştir. Para politikaları
sayesinde mevduat sahipleri aleyhine reel faiz
uygulamaları ve enflasyonlarla büyütülen özel
sektör bir kolaylık ve alışkanlık içine girmiştir.
Bu alışkanlık sayesinde özel sektör sabit sermaye
yatırım ihtiyaçları kısa vadeli para piyasalarınca
karşılanmıştır. Bu tarz finansman maliyetleri
artırmış ve sektörün yapısını faiz ve kur
politikalarına karşı aşırı hassas hale getirmiştir.
Uzun zaman şirketlerin mülkiyet yapıları
değiştirilmek istenmemiştir.
1986 yılında gerçekleştirilen sermaye piyasalarını
yeniden tanzim etme faaliyeti ve o tarihten itibaren
sürdürülen yapı değişiklikleri özel sektörü kısmi de
olsa uzun vadeli finansmanda sermaye piyasasına
yönlendirmiştir. Şirketlerin hukuki yapılarını
değiştirmelerindeki güçlükler, Sermaye Piyasası
mevzuatının uzun ve ağır işleyen sermayenin halka
açılma süreci, Sermaye Piyasası Kurulu'nun piyasayı
tanzim ve denetleme görevi ve özellikle kamu
sektörünün borçlanma araçlarının kazanç hadlerini
artırmak suretiyle piyasada yarattığı haksız
rekabet bu yönelmedeki başarıyı ve etkinliği
azaltan unsurlar olmuştur. Bunlar aynı zamanda
sermaye piyasasındaki primer piyasanın küçük ve
yetersiz kalma sebebi de olmuştur.
Sermaye piyasasının bir unsuru olan İMKB'nın
işleyişi kısa vadeli kaynakları uzun vadeli kaynak
haline dönüştürmekte yetersiz kalmıştır.
Spekülasyona ve spekülatif kazançlara mahiyeti
itibarı ile açık olan bu piyasada, işlem hacminin
yüksek olması verimli sahalara sevk edilebilecek
yüksek derecedeki likiditelerin mevcudiyetini
gösterir. Bu likiditelerin kazanç hadlerine göre
ekonomide kah bu finansman aracından diğerine
taşınması kah bu sektörden şu sektöre doğru kayması
serbest piyasa mekanizmasının tabii bir seyri ve
neticesi de olsa bunların finansman aracından diğer
bir finansman aracına dönüşmesi sektörden
sektöre geçişi para ve sermaye piyasalarımızın
derinlik yapısının kaldıramayacağı süratte ve
vüsatte olmaktadır. Bu işleyiş ekonomideki diğer
unsurlara daha sert bir şekilde intikal etmektedir.
İMKB'na yatırım yapan yabancı sermayenin Uzakdoğu
veya Rusya krizi bahanesi ile aniden piyasadan
çekilmesi finansman akımlarım besleyen dış
kaynaklarda bir daralmaya sebep olmuştur. Sığ bir
piyasada meydana gelen bu şok piyasanın kendi yapısı
ve mekanizmaları tarafından emilmeden ve
hafifletilmeden ekonominin diğer piyasalarına
intikal ettirildiğinde ilk şokun menfi tesirleri
olabileceğinden daha büyük olmuştur.
Özel sektör mevduat toplayan mali aracıları diğer
bir ifade ile bankacılık sektörü yapı ve zihniyet
itibarı ile ekonominin finansman akımlarını
daraltıcı yönde davranış gösterebilmekte, sun'i kriz
yaratabilmektedirler. Bankaların bazı ahvalde reel
sektörde sıkıntıların baş gösterdiği alanlarda
finansman imkanlarını daraltmaları işsizlik ve
Üretim Üzerinde menfi tesirler meydana
getirmektedir.
Son yıllarda bankalarımızın yeni dış kaynak
yaratmadaki başarısızlığı ve kaynak maliyetlerinin
hızlı artışı finansman akımlarının verimliliğini ve
kaynakların optimal dağılımını ve netice itibarı ile
finansman politikasının etkinliğini azaltan
unsurlar arasındadır.
Finansman politikasını kamu kesimi cephesinden
baktığımızda yine ekonomimizin yapısal
problemlerinin buraya yansıdığını açıkça görüyoruz.
Türk vergi yapısının ve vergi politikasının
yıllardır değişmeyen cepheleri vardır: Mali
teşkilatımızın vergi toplamadaki zaafı, vergi dışı
kesimin büyüklüğü, vergi gelirleri içindeki dolaylı
vergilerin yüksekliği, vergi sisteminin ekonomi ile
ahenksizliği. Bu hususların bir kısmı enflasyonu
önleyici politikaların etkinliğini azaltırken bir
kısmı da bütçe açıklarını ortaya çıkarmaktadır.
Bütçe açıklarının bütçe gelirlerine olan nispeti
son dört yıl içinde % 33'den % 65'e
yükselmiştir. Dolaylı vergilerin vergi gelirleri
içindeki nispeti hala yüksektir. Son dört yılın
ortalaması % 62'dir. Gelir vergilerinin
yaygınlaştırılamamasının bütçe açıkları Üzerine olan
baskısı da yüksektir.
Sosyal güvenlik kurumlarının muhtelif sebeplerden
doğan açıkları, sinai mahiyetteki kamu iktisadi
teşebbüslerinin faaliyet zararları ve tarım
Ürünlerinin satın alma ve stok faaliyetleri ile
ilgilenen kamu iktisadi teşebbüslerinin
faaliyetlerinin ihtiyaç duyduğu finansman bütçe
açıkları ile birleştiğinde "kamu borçlanma gereği"
ortaya çıkmaktadır. Bu gerek zaman içinde gittikçe
artmış ve GSMH'ya olan nispeti gittikçe
yükselmiştir.
Kaynak: İbrahim Kanyılmaz
|