Parmakucu Toplumu
Doç. Dr. Nurdoğan Rigel
Giriş
Enformasyon (Information) ile bilgi (knowledge)
kelimeleri arasındaki derin anlam farkına rağmen,
İngilizce'deki information society, teriminin
dilimize sürekli "bilgi toplumu" olarak çevrilmesi
konusundaki duyarsızlığı tekrarlamak istemiyorum.
Bu nedenle çalışma içerisinde, enformasyon toplumu
kavramını kullanacağım. Çünkü enformasyon, ticari-leştirilmiş
ve beyinsel etkisi yerini duygusal etkiye
bırakılmış veridir.
Kanada hükümeti için 1979 yılında hazırlanan bir
raporda da, "enformasyon toplumu, enformasyon
ekonomisine dayanan bir sosyal ilişkiler bütünüdür."
şeklinde tanımlanmaktadır^1' Bu
tanımlamadaki enformasyon ekonomisi kavramı,
ticarileşmiş bilgi deyiminin, enformasyonu
açıklarken neden anahtar sözcük olarak
kullanıldığını ortaya koymaktadır.
Daniel Bell'e göre her toplumun bütünleştirici üç
tür alt yapısı vardır: Ulaşım, enerji şebekesi ve
iletişim. Enformasyon toplumunda alt yapıların
görece önemlerinde bir değişiklik olmuş ve
telekomünikasyon, bir toplumu bir arada tutan temel
alt yapı haline gelmiştir. Telekomünikasyondan,
teknoloji olmadan söz edemeyeceğimize göre,
enformasyon toplumunun iç dinamiklerinden birini
teknolojinin oluşturduğunu kabul etmemek mümkün
değildir. Webster'a göre enformasyon toplumunun
diğer dinamikleri ise analitik olarak, ekonomik,
kültürel, mekansal ve meslekidir.'''
Biz burada enformasyon toplumunun teknolojik
dinamiklerini ele alacağız ve her türlü enformasyona
ulaşmak için sadece parmak uçlarını kullanan
bireylerden oluşan yeni bir toplumun, alt yapısını
oluşturan iletişim teknolojisinden söz edeceğiz.
İletişim şebekelerindeki hızlı gelişimi ve
gelecekteki muhtemel gelişmeleri de dikkate alarak,
yeni bir toplum yaratılmakta olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz: Parmakucu toplumu.
İnsanlar artık TV'nin bir düğmesine basarak
dünyanın herhangi bir yerindeki yayınları
alabilmekte, telefonun bir tuşuna dokunarak
kendisinden on binlerce kilometre uzakta insanlarla
konuşabilmekte, bilgisayar terminalinde yine bir
iki tuşlama ile ansiklopedi dolusu bilgilere
ulaşabilmektedir. Zaman ve yer ile ilgili
sınırlamalar ortadan kalkmış, dünyanın her yerindeki
insanlar birbirleriyle serbestçe enformasyon
alışverişinde bulunur hale gelmiştir.
Enformasyonun Dolaşımı
Bu arada haber, eğlence ve bilgi, içinde
bulunduğumuz post endüstriyel dönemin en çok ihtiyaç
duyulan (ya da ihtiyaç olarak gösterilen) ürünleri
oldu. Eğlenerek bilgilenmek için (eğlenceli bilgi;
infotainment) binlerce dergi, yüzlerce kanal
seçeneği ile kablolu TV sistemleri, düzinelerce
radyo istasyonu, binlerce kitap, basılı ve
elektronik gazete, filmler, video kasetler,
izlediğin kadar öde TV'leri (Pay per viewTV), direkt
uydu yayınları ve internet, enformasyon toplumunun
ya da Neil Postman'ın deyişiyle, eğlenerek ölen bir
toplumun bireyleri için sonsuz seçenekler sunuyor.
Japonya'da yapılan bir araştırma her 8 yılda dünyada
enformasyon yükünün iki kat arttığını ve 4 kez daha
hızlı bir şekilde enformasyon tüketildiğini
gösteriyor. Bazı düşünürler bu durumun bireyleri
"enformasyon oburu" durumuna getirdiğini, insanların
bireysel olarak bu enformasyon sağanağıyla nasıl
baş edeceklerini bilemediklerini söylüyorlar,
insanlar en kısa zamanda enformasyonu rasyonel
olarak yönetmeyi öğrenemezse, enformasyon insanı
yönetmeyi sürdürecek.
Bu çerçevede, bizlere bir parmakucu uzaklıkta olan
enformasyonun, iletişim teknolojisi alt yapısı ile
gelişini hızlandıran sistemlerin bir bölümünü, bu
bağlamda da TV teknolojisini; kablolu yayın, fiber
optik sistem, pay per view TV, interaktif yayın,
uydu yayın teknolojisi ve direkt yayın uyduları
şeklinde ele alacağız. Daha sonra da bu enformasyon
ağının ekonomik, sosyolojik ve psikolojik etkilerine
değineceğiz.
Kablolu Yayın Teknolojisi
Kablo ile TV yayını, vericilerden uzakta bulunan
veya dağlık, yüksek binaların bulunduğu yerlerde
görüntünün daha iyi alınmasını sağladı. Öyle ki
yüksek binalar TV dalgalarını yansıttıkları için
ekranda "hayalet görüntü" denilen gölgeli resimler
oluşmaktadır. Söz konusu sistemde bütün aboneler
belli bir bölge içinde, bir merkeze kablo
aracılığıyla bağlanmaktadır. Ulusal ve uluslararası
TV ağından alman yayınlar, kablolar aracılığıyla her
bir aboneye sanki telefon hattı bağlanıyormuş gibi
verilir.
Sık sık kablolu yayın teknolojisi ile uydu yayın
teknolojisinin karşı karşıya getirildiğini görürüz.
Oysa, bu iki teknoloji de birbirinin
tamamlayıcısıdır.
Kablolu yayın teknolojisinin tarihsel gelişimine
baktığımız zaman, ilk kablolu TV sisteminin ABD'nin
Pennsylvania eyaletinde Mahanoy kasabasında 1948
yılında başladığını görürüz. Bu kasabada TV
yayınlarını iyi alamayan bir mühendis, kenti gören
bir yüksekliğe yerleştirdiği antenini, TV'sine bir
kablo şebekesi ile bağlamayı düşündü. Böylece
kablolu yayın ağı fikri doğdu. Mahanoy'deki ilk
kablolu TV sistemini 1949 yılında California ve Ore-gon
izlemiştir. Çok geçmeden kendi TV sistemleri
olmayan kasabalar da, ortak antenlerini kurmaya
başlamıştır.
Kablolu sistemler, ilk olarak TV hizmetlerinden
yoksun olan bölgelere çevredeki sinyallerin
getirilmesini, bölgeye ulaşan zayıf sinyallerin
güçlendirilmesini ve yeni kurulan kentlerde bina
tepelerindeki çirkin anten görüntülerinin
giderilmesini sağlayacak şekilde geliştirilmiştir,
ikinci aşamada en az bir TV istasyonunu nitelikli
olarak alan bölgelere, uzak istasyonların sinyalleri
getirilerek, izlenen kanal sayısı artırılmış ve
abonelere yeni seçenekler sunulmuştur. Uygulama
sadece kentlerle sınırlı kalmamış, yayın olanakları
sınırlı olan ülkeler, aynı dili konuşan
komşularından yayın alarak, kablo ile
dağıtmışlardır, ikinci aşamada ise kablonun
yarattığı sayısız kanal kapasitesinden ve
geleneksel TV yayınlarında görülmeyen, konulu
(tematik) yayın anlayışından yararlanılmıştır.
Özünde ortak eksenli bakır kablodan geliştirilen ve
yüze yakın TV kanalının taşınmasını sağlayan bu
sistem giderek yerini fiber optik (cam elyaf) kablo
kullanan sistemlere bırakmaktadır.
Fiber Optik Kablo (Cam Elyaf)
Diğer adıyla cam elyaf kablo, yaklaşık bir saç teli
kalınlığında, saydam camdan yapılmış bir kablodur.
Sinyal kablo üzerinde özel bir ışıkla taşınır. Işık
kaynağı çoğunlukla lazerdir. Sinyal zayıflamasının
en aza indirilmesinin ve çok sayıda kanal imkanı
yaratmasının yanı sıra (500 kanala kadar), cam elyaf
sistemleri koaksiyel kablo ile karşılaştırıldığında
şu üs tünlüklere sahiptir: Girişim ve sızma sorunu
yoktur. Kaçak sinyal almak çok zordur. Hafif ince ve
esnektir. Alüminyum ve bakır, camdan pahalı olduğu
için, yoğun üretime geçildiğinde canı elyaf,
koaksiyel kablodan daha ucuz olacaktır, ilk olarak
1976'da ABD'de cam elyaf kablo projesini geliştiren
Teleprompter adlı şirket, bu kablo üzerinde 167 TV
kanalını taşımayı başarmıştır. Birkaç yıllık bir
gelecek içinde TV kanal kapasitesinin 1000'e kadar
çıkmasını sağlayacak olan iletişim teknolojisinin
alt yapısını da fiber optik kablo sistemi
oluşturacaktır.
Pay Per View TV (izlediğin Kadar Öde)
Kablolu TV'nin karlı bir çeşididir. Özel programlar
canlı yayında izleyiciye sunulur. Aboneler belli bir
ücret karşılığı bu sunulan özel programlar arasından
seçim yaparak programlan izlerler. Bu programlar;
şampiyonalar, önemli spor karşılaşmaları,
konserler, müzikaller gibi geniş bir yelpazeyi
kapsar.
Ancak Pay Per View TV, bazı teknik ve sosyal
sorunlarla karşı karşıyadır: Birincisi, in-teraktif
(etkileşimli) bir kablo sistemi gerektirir. Müşteri
tek tek seçim yapabilmeli ve bedelini ödemelidir.
Milyonlarca aboneyi tek tek değerlendirmek, teknik
açıdan oldukça güçtür. İkincisi, belki de en
önemlisi, aboneyi ödediği bedelin karşılığında
tatmin edici bir program sunduğuna ikna etmektir.
Yıllar, seyircinin TV'yi hep bedava izlemeye
alıştığını göstermiştir. Bu duaımda halkın hangi
programa para ödemeye razı olduğuna karar vermek,
pay per view TV girişimcilerine kalmıştır. Abone
izlediği programa para ödemeye istekli midir?
Programlara devamlı ödeme yapmak isteyecek midir? Ne
zaman paralı program izleyecektir?
Tüm bu soruların tam karşılığının bulunması
gerekir. Kablolu TV alt yapısı ile oluşturulan Pay
Per View TV sistemi, TV program-cılannın hedeflerini
değiştirmiştir. Eskiden daha çok izleyiciye, çok
çeşitli programlarla ulaşmak hedef iken, pay per
view TV'de amaç, te-matik yayınlarla daha fazla
izleyicinin dikkatini çekmek olmuştur.
İnteraktif Yayın Sistemi
Interaktiflik (etkileşimli) yeni medya çağının
üzerinde en fazla konuşulan hedefi oldu. İnteraktif
yayın düşüncesi 1950'lere kadar uzanır. Ancak
interaktif yayın bilgi otoyolunun oluşturulmasında
önemli bir köşe taşı olmuştur. Fakat halen gerçek
interaktifliğin ne olduğu konusunda bir anlaşma,
tek bir görüş yoktur. Bir çok yayın interaktifliği,
bir mönü içindeki seçeneklerden izleyicinin kendi
ilgi alanlarına göre onları seçebilme yeteneği
olarak tanımlar. Telekomünikasyonun, TV'nin ve
bilgisayarların gelişimi sayesinde süper bilgi
otoyollarına hem bir kaynak, hem de alıcı olarak
katılacağı fikri ileri sürülüyor. Telefon hattı olan
herkes bu otoyola çıkabilir. Telekomünikasyonun
içeriğinde interaktivitenin anlamı, kaynakla alıcı
arasındaki çift yönlü iletişimdir. Ya da daha geniş
anlamı ile çok yönlü iletişimdir.
Yeni medya sistemi, alıcıları daha aktif hale
getirmek istemektedir. Bu nedenle seçeneklerini
artınrken, alıcılan ilgi alanlarına, ihtiyaç
duydukları verilere göre seçim yapabilme hakkı
tanımaktadır. Ancak şimdiye kadar pasif alıcı
durumunda olan medya tüketicinin kısa sürede aktif
alıcı haline gelip, kendisine yeni bir medya tüketim
ya da bilgi tüketim mönüsü çıkarması şimdilik güç
görünmektedir. En azından interaktif yayının kısa
sürede kitlesel-leşmesi zordur. Ancak interaktiflik
izleyiciye seçme özgürlüğü tanıdığı gibi, bir
kontrol duygusu da verir.
Uydu Yayın Teknolojisi
Yapay uydularla ilgili fikir, 1869 yılında ortaya
atılmıştır. Amerikalı rahip yazar Edward Everett
Hale, "The Brick Moon" adlı eserinde gökyüzüne
yerleştirilen bir yörüngedeki uzay
gemisinin okyanuslarda seyir halindeki gemilere
yardımcı olacağını anlatmıştır.
Uyduya sürekli izleyebileceği bir yol, bir yörünge
bulabilmek ve dünyaya düşmemesi için de saniyede 8
kilometre gibi bir hızla ona yol aldırabilmek,
oldukça güç ve karmaşık bir dizi işlemi gerektirir.
En uygun yörünge dünyanın kaç kilometre uzağından
geçenidir. Bu sonınun yanıtını bir radyo mühendisi,
bilim kurgu yazarı Arthur Clarke bulmuştur. Clarke
1945 yılında dünyadan 36 bin 500 kilometre uzaklıkta
bir yörüngede uyduların saniyede 3 kilometre hızla
hareket edebilmelerinin yeterli olabileceğini,
böylece bir tam turunu, dünyanın dönüş hızına eşit
sürede tamamlayacağını hesaplamıştır. Günümüzde bu
yörüngeye de "Clarke Yörüngesi" adı verilmiştir.
Clarke yörüngesine yerleştirilen bir uydu dünya ile
aynı hızda döndüğünden uydunun dünyaya göre yeri
devamlı sabit kalmaktadır. Clarke yörüngesindeki
uydular, havada asılı gibi göründüğünden,
yeryüzünde yüksek dağların engel olduğu haberleşme
işini rahatlıkla yerine getirebilmektedir. Mesaj
iletimi için ideal nakil araçları olmaktadır.
Uzayda yapay uydu sayfası Sputnik l'in SSCB
tarafından 4 Ekim 1957'de fırlatılmasıyla
başlamıştır. ABD ise ilk uydusu Explorer l'i, 31
Ocak 1958 tarihinde uzaya fırlatmıştır. Yine ABD'nin
fırlattığı Early Bird ise kıtalararası ve
ülkelerarası yayını gerçekleştiren ilk iletişim
uydusu olmuştur.
1960'larda tamamen boş olan Clarke yörüngesinde
günümüzde onlarca iletişim uydusu yer almaktadır.
1988 yılında bu yörüngedeki uydu sayısı 117 iken
1990-1995 yıllan arasında 78 yeni iletişim uydusu
daha Clarke yörüngesindeki yerini almıştır.
Uydu yayınlarının temelindeki teknoloji, radyo
elektrik işaretlerini kullanma teknolojisidir.
Doğrusal yayılma nedeniyle TV yayınları doğal
engelleri aşamaz, köşe dönemez, atmosferden
yansıyamazlar. Oysa radyo yayınlarında, kıtalar,
ülkelerarası yayınlar için atmosfer bir yansıtıcı
ortam olarak kullanılır. TV yayınlarını taşıyan VHF
ve UHF bandındaki elektromanyetik titreşimler
atmosferin üst katmanlarından yansımazlar, ya
emilir ya da uzaya yönelirler. Bu durumda TV
yayınları ancak yoğun bir link ve aktarıcı ağı ile
ülke çapında ya da ülkelerarası dağıtılabilir. Ancak
iki link arasına doğal ya da yapay bir engel çıkarsa
link görevini yapamaz, iki link arasındaki uzaklık
da sinyalin zayıflamasına neden olur. Linklerin bir
sorunlarına çözüm için iletişim uyduları devreye
sokulmuştur. Uydular hem link, hem de verici görevi
üstlenmiştir.
Doğrudan Yayın Uyduları (Direct Broadcasting Satellites-DBS)
Doğrudan uydu ile yayın, uydu ile izleyici arasında
herhangi bir röle, aktarıcı, verici olmaksızın,
kişisel antenler ile veya kollektif antenlerle TV
yayınlarının doğrudan izlenmesi yöntemidir. DBS
sistemi TV yayınlarının yanı sıra yüksek kaliteli
ses, teletex ve diğer hizmetler için de
elverişlidir. Maliyeti ve tesis sorunlarını
azaltmak için DBS yayınlarının, normal uydu
sistemlerinde kullanılan yayın gücünün yüz misline
sahip olması gerekir. DBS sistemlerinde anten
boylarında küçülme, izleyicinin alıcı set kurma
maliyetini de düşürmektedir. Ancak sinyal nakli
gücündeki artış, uydulardan yapılacak yayınların,
kanal sayısını sınırlamaktadır. DBS'nin yer yayın
istasyonlarına oranla maliyeti kilometre başına
daha düşüktür. Bununla birlikte DBS'in yer
istasyonları ve uyduları çok pahalıya mal
edilmektedir.
DBS sistemi, ulaşabildiği geniş izleyici kitlesi
nedeniyle çok büyük program avantajlarına sahiptir.
DBS sistemi işletmecileri, çeşitli konulara ilişkin
yayınların yanı sıra, uluslararası konferanslarını,
üniversite yayınlannı, elektronik oyunlarını, video
programlarını, teletex hizmetlerini ve diğer
iletişim servislerini de bu sistemle sunmaya
çalışmaktadır.
iletişim teknolojisinin, özellikle de TV yayın
teknolojisinin alt yapısını oluşturan kablolu yayın
ve uydu yayın sistemlerinin temelle-rini kısaca ele
aldıktan sonra bu teknolojik gelişmelerin kitleler
üzerinde yarattığı etkileri şu ana başlıklar altında
görelim:
1. Ekonomik Etkiler
Enformasyonun dolaşımı ve gereksinim duyana erişimi
hızlanıyor. Böylece hızla bilgilenmeye dayalı olarak
kazanılan paranın devir hızı da artıyor.
Teknolojinin yarattığı yeni yatırım alanları
beraberinde ekonomik bir canlılık getiriyor.
1950'lerde şehirlerarası otoban ağı yapımının
getirdiği ticari canlılık, iletişim teknolojisinin
altı yapısıyla oluşturulan enformasyon otoyoluyla
tekrarlanıyor.
2. Sosyal Etkileri
Global köy değil, sanal koloniler yaratılıyor.
iletişim teknolojisi, sağladığı enformasyon
selinden yararlananlarla, yararlanmayanları
ayırarak, sosyal tabakalaşmayı hızlandırıyor. (Knovvledge
Gap Hypothesis)
İletişim teknolojisinin yarattığı sanal koloniler,
kitleden aynlarak kendilerini elit ve kitleden
korunmuş pozisyonlara çekiyor.
Sosyal ve siyasi gelişmeler hızlanırken, gerçek
zamanlı iletişimle dünyada aktif bir etkileşim
başlıyor. Uluslararası alanda etki tepki mekanizması
da hız kazanıyor.
3- Psikolojik Etkileri
Enformasyon sağanağı altındaki birey, bir süre
sonra, "enformasyon oburu" haline geliyor. İhtiyacı
olmayan verilere ulaşmak için çabalıyor.
Hızla gelen her enformasyonu, takip etmek ve verimli
kullanım içine almak güçleşiyor.
ihtiyaç duyulandan çok, ihtiyaçmış gibi gösterilen
enformasyona talep artıyor.
Gereksiz enformasyon insanı yönetmeye başlıyor.
Öncelikli zamanı ve teknolojiyi verimli kullanım
disiplinini ortadan kaldırıyor.*5
Görüldüğü gibi iletişim teknolojisindeki gelişmenin
üç yönlü etkisinde olumlu yanların ağır bastığı
bölüm, ekonomik etkiler üzerinde yoğunlaşıyor.
Sosyal ve psikolojik etkiler için aynı şeyi söylemek
pek mümkün gözükmüyor. En azından şimdilik. Bu
nedenle bir ispanyol atasözünü hatırlatmakta yarar
var: "Okyanus kıyısında oturuyorsanız, suya set
çekemezsiniz, yüzmeyi öğreneceksiniz".
Teknolojinin bu debisi yüksek akıntısına kapılmış
bizlerin yapacağı da sonuçta aynı, bu ileti, bilgi,
veri, enformasyon selinin içinde, gideceğimiz yönü
bilerek yüzmeyi öğrenmek.
|