Pax-Europeana (Avrupa Düzeni)
Oğuz Gökmen
XX.nci asra artık veda etmek üzereyiz ; Yeni bir
yüzyılda başlamak için şunun şurasında ne kaldt ki?
Aslında insanlık âlemi sadece yeni bir yüz yıla
girmekle kalmıyor İsa takviminin üçüncü bir bin
yıllık dönemine başlıyor. Bu çok önemli bir olaydır.
Herkes sağına soluna bakarak, kendisine bir çeki
düzen vermek, üçüncü bin yıla açılan dar kapıdan
mümkün olduğu kadar derlitoplu, hazırlıklı ve
güvenceli geçebilmeyi tasarlıyor. Bu bakımdan
halen dünyamızda Politico-economico-sosyal
faaliyetlerin trafiği şimdiye kadar hiç görülmedik
ölçülerde artmıştır. Her alanda büyük değişimler
yaşanıyor. XXI. nci aşrın dar kapısından dünyamızın
hangi düzen içinde, bunca olumsuz ve lüzumsuz
problemler bagajı ile nasıl geçebileceği
tartışılıyor.
Geçmişte dünyamızın düzeni, dönemlere hükmedenlerin
adı ile anılırdı. Pax Romana vardı, Pax Christiana
geldi. Osmanlı Avru-paya çıkınca Pax Ottomana bir
süre düzeni elinde tuttu. Pax Britannica kısa sürdü.
Ardı ardına gelen ve elli milyondan fazla insanın
yaşamına mal olan iki dünya savaşından sonra Pax
Americanave Pax Sovietica adıyla iki kutuplu bir
düzen ortaya çıktı. Şimdilerde ise artık bir veya
iki devletin değil, Uluslar arası Toplulukların
hükümranlık dönemine girildi. Halen böyle bir düzen
tasarımlarının mahsup ve mütereddit denemeleri
içinde yaşıyoruz.
Henüz kurulmadı ama, eğer Uluslar üstü he-veskârlar
ellerini çabuk tutarlar ise belki de üçüncü bin
yıllık döneme Pax Europeana ile girebilmeyi hayal
edenler çoğalacak.
Henüz kapı arkalarında yarım ağızla telaffuz edilen
Pax Europeana'mn işi çok zordur. Hangi adı taşırsa
taşısın hiçbirinin dünyanın bu hali ile yeni bir
düzene, düzenli biçimde girebilmesi kolay
görülmüyor.
Pax diye başlıyan bu düzenleri tarihi gelişim içinde
özetle anlatmaya çalışacağız, ama önce dünyamızın
bugünkü en büyük derdine değinelim : Son asırdaki
aklın havsalanın alamayacağı kadar muazzam teknik,
teknolojik ilerlemelere ve gelişmelere rağmen
insanlar jeometrik ölçülerde çoğaldıkça dünyamız
giderek küçülüyor. İnsanların yaşamları için
gerekli ürünler, araç ve gereçler giderek
azalıyor. Üstelik ortalama yaşam sürelerinin
uzaması zorlukları daha da çoğaltıyor.
Dünyadaki insanların sayısı 1650 yılında 500
milyondu. Yüz yıl içinde yani 1750 de sadece yüz
milyon artabildi. 1850 de bir milyar 170 milyon,
1850 de ise ikibuçuk milyar, 1975'de 3 milyar 600
milyon,. 1990'ların başında ise beşbuçuk milyara
çıktı.
Dünya nüfusunun bir kat çoğalabilmesi için
16,50-1820 senelerinde 170 yıl beklemek gerekmiş.
Şimdilerde ise bunun için sadece 50 yıldan az bir
zaman gerekecek. Türkiye hala kendi nüfusunu
besleyebilecek onbeş ülke arasında bulunmaktadır.
Lakin bu, yeterli bir teselli sayılmamalıdır. Nüfus
planlaması bütün dünya için olduğu kadar bizim için
de gereklidir. Geçen yıl 1994 bahannda Kahirede
Birleşmiş Milletler örgütü tarafından düzenlenmiş
olan Dünya Nüfus Konferansında yapılan çalışmalarda
XX. nci asrın ilk çeyreğinde yani 2025 yılında dünya
nüfusunun 8.5 milyar olacağı ve ancak 2150
yıllarında bu nüfusun 12 milyar civarında stabilize
olabileceği hesap-lanmıştır. Bu insanlık açısından
korkunç bir perspektiftir. Zira bu nüfusa yetecek
serveti
üretmek kadar bu servetin ve üretimin kıt'alar
bölgeler ve ülkeler arasında nasıl dağıtılabileceği
de fevkalade önemli ve her türlü anlaşmazlıklara ve
çatışmalara açık bir konudur.
Avrupa Bütünleşmesinin Kökenleri ve Bütünleşme Felsefesi
Avrupa bütünleşmesi fikri çok eskidir. Kökleri
antikite dönemlerine kadar uzanır. Eski Çin ve
Yunan Medeniyetleri kendi başlarına bir Dünya
oluşturduklarına inanırlardı. Çinliler için Dünya,
imparatorun altın tekerlekli arabasının toprakta
bıraktığı izlerin gerisinde kalandan ibaretti.
Başka bir dünya olabileceğini düşünemezlerdi.
Yunanlılar ise Delp-Ass'in dünyanın merkezini
oluşturduğuna inanırlar, Avrupanın da Salamis ve
Marathon'dan başladığını iddia ederlerdi. Hazreti
İsa'nın yer yüzündeki vekili Romada ikamete
başladıktan sonra dünyanın vahdeti fikri Katoliklik
ile öz-deşleşti. Onlara göre dünyada sadece
Hıristiyanlık vardı. Hıristiyan olmayanlara Barbar
de-niliyordu. İslam ile karşılaştıklarında
Arap-Türk farkı gözetmeksizin hepsine birden "Kâ-firler-İnfideles"
diyorlardı. Avrupa ve Avrupalılık fikri Papa ile
özdeşleşmiş gibi idi. Kralların, Prenslerin
taç'larını "Mukaddes Peder" giydiriyordu. Avrupa
siyah papaz elbiseleri içinde Tek İman, Tek
Medeniyet hayalleri güderken birden İslam ile
karşılaştı. Hıristiyanlık içinden bölündü. Çeşitli
mezheplere ayrıldı. Bu da Türklerin ve Arapların
Avrupada boy göstermeleri tarihine rastladı.
Bohemyadan İn-giltereye, İspanyadan Hollandaya kadar
bütün Avrupa birden karıştı, çalkalandı. Avrupa veya
Hıristiyanlık elden gidiyor diye feryada
başladılar. "Birleşelim, bütünleşelim..." fikri
böyle doğdu. Bu hareketin felsefesi ise şu esaslara
dayanıyordu :
1/ Bir uygarlık biçimine veya düzenine karşı
dışarıdan gelebilecek herhangi bir tehdit veya
saldırıya karşı alınabilecek en etkili tedbir
birleşmek ve bütünleşmektir. 2/ Daha sonraki
dönemlerde ekonomik
ve ticari çıkarlara karşı dışarıdan gelebilecek her
türlü tehdit veya tehlike dahi aynı şekilde
değerlendirilir oldu.
3/ Birlik veya bütünleşme, ya yukarıdan (Supra
national) bir güç tarafından sağlanır yahut ülkeler
ve devletlerin varlığından hareket edilerek
karşılıklı bir muvafakat ve mutabakat ile
kurulabilir. Tarih her ikisinin de denemeleri ile
doludur.
Avrupa Bütünleşmesinin Tarihi Gelişimi
Bugünkü anlamda ilk Avrupa bütünleşme planı 1306
yılında Dante Alighieri tarafından ortaya
atılmıştır. "La Comedie Divine-İlahi Komedya" adlı
ünlü eserine "Enfer-Ce-hennem" ile başlamış,
cehennemden ileri gidememiştir. Bu eserinde Dante,
Roma barış ve vahdetinin kaybolmasından sonra
Avrupa'nın nasıl bir cehenneme dönüştüğünü anlatır.
Avrupa çok başlı bir Ejderhaya dönmüştür. Ona göre
mevcut kralların başına bir tek büyük kral ve
imparator geçmelidir. Hakem durumunda olacak bu
imparator, krallar arasında çıkabilecek
anlaşmazlıkları halledecek ye halkların
özelliklerine de saygı gösterecekti. Bugünkü anlama
göre Dante bir federalistdir. Fransada hemen hemen
aynı tarihlerde yaşayan hem şair, hem papaz, Pierre
Du Bois, Avrupada Hıristiyanlığın savunulması için
birlikte hareket edilmesini öneriyor, Devletlerin
varlığından hareket ederek onların aynı düşünce
istikametinde hareket etmeleri fikrini savunuyordu.
Bunu bugünkü fikir akımlarına uygulamaya kalkarsak
Pierre Du Bois bir Gaıı-list olarak gözükür. De
Gaulle de "Non a l'Eu-rope departis, mais oui a
l'Europe despatries" Siyasi partiler Avrupasına
hayır, ama ülkeler, devletler Avrupasma evet.,
diyordu. Bugünkü akımlar da döndü dolaştı, bu
istikamete doğru yönelir oldu.
Bohemya Kralı Podiebrad 1470'lerde ilk defa bir
Avrupa Parlamentosu fikrini ortaya attı. Bale
şehrinde bir Avrupa Parlamentosu kurulmasını önerdi.
Şimdi Avrupa Parlamentosu hemen hemen aynı yerde
Strazburg'da mekân tuttuğuna bakılırsa Bohemya
Kralının o zamanların içine doğmuş.. Ama en büyük
hatası bu tasarının gerçekleşmesi için Kilise
gelirlerinden % 10 kesilerek bu işe tahsisini
istemek olmuş. Papaza ne istersen söyle, yap valnız
paracıklarına dokunma. Papa bunu şiddetle reddetti.
Sonunda Fransız ihtilalinin sonlarında bir Napoleon
çıktı. Avrupayı kendi üslubuna göre birleştirmek
bütünleştirmek istedi. Başaramadı. XX. nci asırda
birbiri ardından gelen iki dünya savaşının sonunda
Avrupa birliği ve bütünleşmesi fikri ve akımı bu
sefer düz ayak tabandan geldi. 1950'li yıllardan
beri bu sürecin içinde yaşıyoruz. Türkiye'nin de
başından beri iki ileri bir geri adımlarda Mehter
görüntüsü ile kanşmak kararında olduğu bu maceranın
.hikayesini, kısa da olsa yazmak-özellikle AB ile
Gümrük Birliğine girebilmek için bunca çırpındığımız
şu günlerde- bir zo-runluk olduğunu sanıyorum.
Avrupa bütünleşmesi istikametinde tarih boyunca
yapılan girişimlerden en ciddi olanı ikinci dünya
savaşından sonra hem iktisadi, hem sosyal, hem de
savunma alanlarında birden ve bir arada başladı.
Asırların hayalleri gerçeklerle sarmaş dolaş oldu.
Bu akımlara Türkiye başından beri katılmaya çalıştı.
Zaman oldu alkışlandı. Zaman oldu dışlandı..
Sebeplerini "Avrupa" ve "Avrupalı" kavramlarında
aramak gerek. Konuya bu açıdan girmek istiyorum.
Avrupa nereden başlar nerede biter? Bunun çok tarifi
yapılmıştır. Çoğu geçersizdir. Yunanistan, kendisini
antik medeniyetinin temsilcisi, beşiği sayar, hemen
doğusundaki bütün ülkeleri Barbar diye tanımlar.
Avrupalıların çoğu Sava ve Tuna nehirlerinin
gerisindeki bütün ülkeleri, Balkanlardan
başlayarak Avrupanın dışında saymak eğilimindedir.
Aslına bakarsanız Balkanların tümü Slovenya ve
Hırvatistanm bir bölümüne varıncaya kadar Batı ile
Doğunun arasındaki (bir ara bölge) sayılır. General
De Gaulle "Atlantikten Urallara kadar" bir Avrupa
tanımlamasını yapmıştı. Şimdikiler özellikle
Yunanistan Balkanlarda Türk kokusu sinmiş bütün
ülkeleri Avrupadan dışlar. Bu fobi giderek eskinin
Monotheiste dinler arası kavgayı yeniden
körükleyecek bir nitelik kazanmaya başlamıştır.
İslam Avnıpada
ikinci din haline gelmiştir. Buna karşı gizli bir
nazi ırkçılığı ve islam düşmanlığı başlamış ve buna
karşı İslamda da yavaş yavaş bir köktencilik akımı
başlamıştır. Her ikisi de kendi varlığını koruma
şuuru altında ve ters istikametlerde başlamış
hareketleri akımları temsil eder.
Türkiye ve Türkler bu çatışmanın dışında kalamazdı.
Bizde de "biz Doğulu muyuz? Batılımıyız? Müslüman
mıyız, Laik miyiz" tartışmaları yazık ki yanlış
başlamıştır. Hareket noktalan ayrı olduğu için bu
tartışmalara gerçekçi bir çözüm bulmak
zorlaşmaktadır. Önce Laik olmanın Müslüman olmanın
karşıtı olmadığını bilmeli, öğrenmeli,
öğretmeliyiz. Sonra Doğulu olmanın kompleksinden
kurtulmalı, ve Doğulu olmanın aynı zamanda Batılı
olmaya bir engel oluşturmadığının şuuruna
varmalıyız. İslam, Araplarda doğmuş, Türkler
müslüman olmuş fakat Araplarla asla karışmamıştır.
Avnıpa okullarında Avrupa ve Asya arasında bir
Coğrafya sınırı çizilirken genelde Karadenizin
batısından İstanbul boğazı, Marmara denizi ve
Çanakkale boğazının batı yakası Avrupa, doğusu Asya
olarak gösterilmiştir. Gerçekte bu sınır Karadenizin
Kafkas bölgesini de içine alarak Türkiyenin bugünkü
sınırlarından geçen hat olarak kabul edilmelidir.
Batı buradan başlar. 1952'de NATO'ya girişimiz
sırasında bu konu gündeme gelmiş ve Türkiye Anadolu
yakası-Avrupa yakası diye ikiye ayrılarak sadece
Avrupa yakası NATO şemsiyesi altına alınmak
istenmiştir. O tarihlerde Türkiye'nin buna karşı
reaksiyonu çok sert olmuş ve sonunda Türkiye tümü
ile NATO ve Avrupa sınırlarının içine alınmıştı. Ne
yazık ki bu ayırımı hala biz kendimiz yapmaya devam
ediyoruz. Telefon rehberlerimizden başlayarak resmi
muhaberelerimize varıncaya kadar Avrupa-Asya
ayırımını yapıyoruz. Belirli konularda daha
bilinçli ve uzak görüşlü davranmak durumundayız.
Roma Devleti vaktiyle kendinden başka inanç ve
yönetim sistemlerinin de bulunabileceğini ilk kabul
eden devlet olmuştu. Sonraları Roma İmparatorluğu
Batı-Doğu diye ikiye ayrılınca Bizans imparatorluğu
Batı ile Doğu arasında bir çevre bölgesini
oluşturdu. Daha sonraları Osmanlı İmparatorluğu da
aynı tutumu sürdürdü. Hıristiyan değil
müslümandı. Ama Arap da değildi. Doğudan çok Batıya
önem verdi. Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünden
sonra Atatürk Milli Misak'ı çizdirdi. Bu aslında bir
cerrahi ameliyattı. İmparatorluğun henüz elde
kalanı orasından burasından kesildi. İleride
iltihaplanması muhtemel yöreler ve bölgeler
sınırların dışında bırakıldı. Zaten buraları
İngiliz ve Fransızların ortak gayretleriyle
ağrımaya başlamışlardı. Atatürk eski Ümmeti
Millete dönüştürdü. Milletten de Ebed-Müddet bir
Devlet oluşturdu. Bu günlerde eski sınırlarımızın
dışında kalan ülkelerden kaynaklanan bazı
sıkıntılarımız oluyorsa sebebi budur. Bazı organlar
kangren oldukları için kesilip atılsa bile vücud bu
organların ağrıdığını hissedenniş.
Birinci dünya savaşı sona erdikten ve mütareke
imzalandıktan sonra Osmanlı orduları 15.nci
Kolordunun Alman Komutanı Liman Van Sanders
Adana'daki karargâhında emir ve ko'mutayı Mustafa
Kemale devrederken şöyle diyordu: "Ekselans artık
savaş bitti. Biz askerlerin de görevi sonaermiş
oluyor. Kolordunun komutanlığını size
devrediyorum." Atatürk'ün cevabı şöyle olmuştu:
"Ekselans savaş belki sizin için bitti. Ama bizim
için henüz yeni başlıyor. Lütfen Medineden
komutanız altındaki Türk Birliklerine karargâh
mahalline dönmeleri emrini veriniz." Liman Van
Sanders bunu yapamayacağın söyleyince bu emri bizzat
Mustafa Kemal vermişti. Bu Birliklerin komutanı
Fahreddin Paşa bir kısım askerler ve Mehter takımı
ile orada kalmayı tercih etmişti. Sonraları bu
yörelerde Mandat yönetimi altında İngiliz hardalı,
Fransız salçası ile mantar gibi üreyen ülkelerde
yaşayan ailelerde "Asalet" nisbeti, şecerelerindeki
Türke yakınlık ile ölçülür oldu. Herkes Fahreddin
Paşa ve askerlerine A ile nisbeti ile öğünür oldu.
AB, 1957nin Roma anlaşması ile önce bütünleşmeyi
ekonomik alanda gerçekleştirmeyi sonra da siyasi
bütünleşmeye gidebilmeyi hedef almıştı.
Maastrich'den sonra Birliğin iki ana temel üzerinde
gerçekleştirme amacı billurlaştı. Birincisi Avrupa
ortak güvenlik ve
dış politika temeli, ikincisi ise ortak ekonomik ve
parasal politikalar. Ortak dış politika ve güvenlik
konularındaki işbirliği dayanışmadan çok danışma
aşamasında kalmaya mahkum görünüyor. Henüz Milli
Hakimiyet kavramından bu ölçüde feragat ve
fedakarlığa yanaşan çok değil. Örnekleri
Yugoslavyanın dağılmasında, Bosna Hersek faciasında
görüldü. Büyük Avrupa Devletlerinin zamiri meydana
çıktı. ABD ise kendini boşlukta hissederek daha
fazla angaje olmamayı tercih etti. Kafkaslarda durum
biraz değişiktir. Burada Avrupa Güvenlik ve
İşbirliği örgütünün gerisine gizlenerek bir
çekingenlik içindedirler. ABD nin durumu daha
farklıdır. Bölgede nükleer silahlar konusu nihai bir
sonuca varmadan önce Ruslara ters düşecek bir tutum
içinde girmek istemiyorlar. ABD Dünyayı eskisi gibi
kutuplaşmadan, zıtlaşmadan Rusya federasyonu ile
birlikte, tek dümenli aynı bisiklette yönetmeyi
hayal ediyor.
Avrupa Birliğinin Doğuşu
Avnıpanın bütünleşmesi Avrupanın tarihi kadar
eskidir. Ama bunun ne kadar zorunlu ve kaçınılmaz
olduğu milli şuurlarda ancak ikinci dünya savaşı
sonlannda anlaşıldı. Hikâyesi uzundur, bilenlerce
bilinir, ama yine de kısaca özetlemeye çalışalım. XX.nci
asırda korkunç iki dünya savaşının sonunda
anlaşıldı ki suçlu olan bölünmüşlük ve
kıskançlıktır. İlk suçlu sınırlar ve gümrük kapıları
idi. Kömür ve çelik'in kullanılmasındaki
sorumsuzluktu. Savaş bu suçlulara bir de Atomu
ekledi. Savaş sonrasında Avrupadaki insanların ilk
reaksiyonu sınır kapılarına saldırmak, sınır
taşlarını kaldırmaya çalışmak oldu. Sınır
nöbetçileri ve gümrükçüler taşlandılar, dövüldüler.
Aslında onların bir kabahatları yoktu. Avrupa böyle
kurulmuştu. Asırlar boyu Avrupa birliği bir hayal,
bir ütopya, bir derlenip toparlanma, sil-;; kinme
hareketi olarak zaman zaman bir siyaset modası
halinde parladı söndü. İkinci dünya savaşı
sonunda bu hareketi başlatanlar aynı zamanda savaşın
da suçluları idiler. Kimileri bakanlık, başkanlık,
kimi başkaları ise komutanhk
başkomutanlık yapmış olan insan-I rdı Kendi
başarılarından zaferlerinden kendileri korktular.
Zürich'de, Harvard'da nutuk-ı r çektiler, Lahey'de
kurucu halk meclisleri önceleri mahcup ve
mütereddit, ürkek girişimlerle başladı. Önce
ekonomiden başlandı. Avrupa ekonomik işbirliği
örgütü (OECE) sonra da Avrupa Konseyi kuruldu.
Türkiye birincisinde kumcu üye, ikincisinde ise
vakit darlığından sadece ilk oturuma katılabilmiş
yarı kurucu durumunda bulunmaktadır. 1950 de ilk
cesaretli adım Fransadan geldi. Rhein nehrinin öte
yakasındaki Almanlarla yüzyıllardır savaşa savaşa
yorulmuş, gına getirmişti. İki ülke de kömür ve
çelik'in gücünü zaptedemez, başedemez olmuşlardı.
Savaşın sebebi olarak bu iki maddeyi görüyorlardı.
Bir gün Fransız dışişleri bakanı Robert Shumanın
parlamentonun karşısına çıktı bomba gibi bir nutuk
söyledi. Muhatabı daha ziyade Almanya ve Avrupa
ülkeleri idi. "Biz", diyordu, "kömür ve çelik kaynak
ve imalatımızı hükümetler üstü bir 'Yüksek
otorite'nin kontrolüne bırakmaya hazınz. Bu zatı
Fransadaki görevim zamanında tanımıştım. Büyük
Elçimiz Rahmetli Numan Menemencioğlunun yakın dostu
idi. Çok uzun boyunun üzerindeki başı omuzlarından
başlayan hafif bir kamburlaşmanın sonunda öne eğik
görünürdü. Alsas'lı idi. Ömrü boyunca sinir
değişiklikleri yüzünden üç defa tabiiyet değiştirmek
durumunda kalmıştı. Artık yetmişti. Rhein nehrinin
iki yakasındaki Franklarla Germenlerin barış içinde
yaşamasını özlü-yordu. Pariemento'da söylediği
nutkun cevabı ertesi gün Almanya'dan geldi. Çekik
gözlü, bir Almandan ziyade mongol tipli Federal
Almanya'nın ik Şansölıyesi Conrad Adenauer hemen
hemen kelimesi kelimesine aynı şeyleri söyledi.
Avrupa kömür ve çelik topluluğu İtalya ve Benelüks
devletlerinin de katılımı ile tamamlanmış oldu. Tam
yedi sene sonra aynı devletler 1957 yılında Romada
bu şehrin adı ile anılacak andlaşmayı imzaladılar.
AET böyle doğdu. Aynı yerde ve tarihte Avnıpa Atom
enerjisi topluluğu anlaşması imzalanınca Avnı-pa
Topulukları tamamlandı. Üç Avrupa topluluğu, AET-CEC-EURATOM,
zamanla tek kazanda kaynatılarak birleşti. Avrupa
Toplulukları tanımlaması böyle doğdu (AT). Önceleri
bu topluluğu pek ciddiye almayan İngiltere katılmak
isteyince bu sefer De Gaulle'ün en-gelenmesi
yüzünden çok zorlanarak ve bekletilerek Topluluğa
girebildi. Avrupa Toplulukları önce yedi, sonra
dokuz, Yunanistanla on, İspanya Portekizle oniki ve
nihayet Avusturya, İsveç ve Finlandiyanın da
katılması ile 15'ler Avrupasına dönüştü.
1991'de 12 Devlet ve hükümet başkanları
Maastrichtâe. toplanarak Avrupa Topluluklarını
Avrupa Birliğine dönüştürdüler. İşte şimdilerde
komşu Yunanistanın gümrük kapısından bile olsa bizi
içeriye aldırmamak için çırpındığı Avrupa Birliği
böyle doğdu. Yunanistanın şirretliği, Avrupaya ders
oldu. Herkesten tenkit ve tekdir gördü. "Tekdir ile
uslanmayanın, hakkı Kötekdir..." İnşallah o da
gerekirse bizden gelecektir.
Avrupa Birliği 4 ana temel üzerinde gelişmesini
sürdürmektedir:
l/Topluluğun esasını teşkil Ortak Pazar bazında
bir Ekonomik ve Parasal politika (P.E.M.)
politique economique et monetaire. Bu Alman
lokomotifine bağlanmış bir hızlı tren gibidir.
Vagonlar süratten sarsılıyor.
2/Avrupa ortak güvenlik ve dış politika temelidir.
Bu yavaş ve tarifesiz işleyen bir marşandiz treni
gibidir. Mal bulundukça harekete geçiyor.
3/Sosyal alanda ortak politikalar oluşturulması. Bu
üçüncü temele pragmatik İngilizlerin aklı ermemiş
ve buna katılmamışlardır. Temel bir eksiği ile
atılmıştır.
4/Adli ve hukuki işler ortak politikası. Bu, eğer AB
komisyonunun şimdiye kadar kabul edip yürürlüğe
koyduğu binlerce Tüzük, Direktif ve Talimatlar
toplanması, milli kanunların birbirlerine uyum
sağlaması gibi konuların tümünü kapsayacak bir
nitelikte olacaksa işi çok uzun olacaktır. Bilmem
AB'nin ömrü yeter mi? Zira burada tüzükler arasında
doma- tesin cinsi, ebadı, hıyarın, pırasanın boyu ve
kalınlığından tutunuz, içme suyunun cinsine, prezeı-vatiflerin
tiplerine kadar uzanan yaygın bir teferruat yığını
söz konusudur.
Avrupa Birliği Nasıl İşleyecek?
Eskisi gibi Konsey-Komisyon ikilisi tarafından
yürütülecek. Maastricht devlet ve hükümet başkanları
düzeyinde konsey toplantılarını hukukileştirmiştir.
Parleınento'nun yetkilerini arttırmıştır. Bu konuda
zaten Parlamento kendi yetkilerini Ipso-facto, oldu
bitti-lerle giderek arttırmaktadır. Komisyon
inisyatif ve icra organıdır. Karar almak yetkisi
yine Konseydedir. Veto sistemine bir kısıtlama
getirilmiştir. Son Yunan maskaralığından sonra daha
büyük ve açık kısıtlama getirileceği
anlaşılmaktadır. Nitelikli oy sistemi öne
geçirilmiştir. Her üyeye bir oy ağırlığı
tanınmıştır. Son üç katılımdan önce oy ağırlığının
tümü 76 idi. Bundan 54 oy yeterli idi. Tabii ittifak
ara-nacak konular Devlet ve Hükümet Başkanları
Konseyinde alınacaktır.
Sonuç
Herşey gösteriyor ki, Pax Eıtropeana iki binli
yılların kapısından henüz Birleşik bir Düzen olarak
geçebilecek kadar örgütlenememiştir. Her hal ve
karda kendinden önceki /torlara, Düzenlere
alternatif oluşturabilecek bir düzeye gelememiştir.
Bu hali ile "Bitmemiş bir Senfoni" gibidir. 2000 li
yıllara da bu hali ile girecektir. Sebepleri çok ve
çeşitlidir. Büyük bir ekonomik potansiyel
oluşturabilmiş, fakat bir Avrupa düzenini
oluşturabilmek için diğer boyutlar beklenenin çok
gerisinde kalmıştır. Bir Avrupa düzeni "Pax
Eurupeana" oluşturabilmek için siyasi ve askeri
boyutlar aksamaktadır. Ortak dış politika ve hareket
her zaman sağlanamıyor. Savunma konusunda Batı
Avrupa Birliği BAB, hayali ve platonik bir yaratık
olmaktan ileri gidemiyor. Şimdilik küçük bir
Fransız-Alman askeri birliğinden oluşan savunma
çekirdeği yeşillenecek ve.filiz verecek ve hele hele
NATO'nun sözüm ona yerini alabilecek durumda
değildir. İngiltere AB'ye başından beri zaten pek
sıcak değildi. De Gaulle'in reddine rağmen inat
etti, içeri girdi. Ama gönülsüz bir tutumu vardı.
Maastricht andlaşmasmda, AB'nin dayandığı esas
temellerden en önemlilerinden Sosyal
olanına
katılmadı. Bu yıl sonunda yapılacak revizyoıf
sırasında ilerlemekten çok ihtiyatlı bir gerilS
menin söz konusu olacağı şimdiden görülüyor. Her
hal ve karda İngilterenin daha fazla' angaje
olmayarak kendi adasımın işleriyle daha yakından
meşgul olmayı tercih edeceği' muhakkaktır.
Bu arada Almanyanın durumu ve tutumu çok özel bir
önem taşımaktadır. Kimse kimseden saklamasın, kimse
bilmezlikten gelmesin. Avrupa bütünleşmesinin
yaratıcı ve itici güçleri arasında hiçbir zaman
açıklanmamış bir "İç-güdü"vardı. Bu, Almanya'yı bir
üçüncü defa Avnıpa'yı karıştıracak olasılıkları kati
olarak önlemek, onun her bakımdan boyunu aşabilecek
gelişmelerden alıkoymak için sürekli kontrol
altında tutabilmekti. Olayların akışı buna imkan
vermedi. Basiretli ve deneyimli Alman yöneticilerin
bütün dikkatlerine rağmen bu durum kendiliğinden
gerçekleşti. Ekonomik bakımdan birden bir Dev haline
geldi. Politik bakımdan bir cüce idi. Bu halinden
de memnun idi ama o da olmadı. Sovyet impatorluğu
beklenmedik biçimde çöktü, dağıldı. İki Almanya
birleşiverdi. Buna rağmen Almanya hiçbirşey
istemiyor. Tam tersine Av-; rupa Birliği içinde
saklanmak, gizlenmek, onunla yuğrulmak istiyor. Pax
Europeandnm içinde izini kaybettirmek, geçmişin kötü
anılarından uzaklaşmak istiyor.
Türkiye için de durum pek farklı değildir. Avnıpa
Birliğine girebilmek için bugüne, kadar
sarfettiğimiz bütün gayretler gelecek yüzyıllara her
bakımdan güçlü bir "Bütün", içinde girebilmektir.
1950'lerde sefere çıkan "Avrupa treni" bir acaip
işler. Sürrati, durak yerleri lokomotifi yöneten
"Makinistlerin biraz da keyfine bağlıdır. Bu treni
iki defa kaçırdık. Eğer başarabilirsek "Gümrük
Birliği" sahanlığından sonuncu vagona kapağı
atabileceğiz. Sahanlıkta da seyahat edecek olsak
yine kâcdır. Bir vagondan ötekine geçmek daha
kolaydır.
Avrupa Birliğinin bütün hayalleri, emeli
dünyanın üçüncü bin yıllık döneme güçlü düzenli
biçimde, Amerika-Rusya-Çin ve Japonnya'nm ardında
Beşinci bir güç olarak girebilmektir. Üye ülkeler
için bu bir ölüm kalım Meselesidir. Eğer toplu bir
düzen oluşturamazlar ise, ufalanıp
dağılacaklar ve bir Binyıldan ötekine geçerken
kervanın tozu dumanı arasında yollarını
kaybedebileceklerdir. İşte bu DÜZEN'in adına AVRUPA
DÜZENİ "PAX EUROPEANA" denilecektir.
Başkaları isteseler de istemeseler de TÜRKİYE bu
trenin içinde seyahat edecektir.
|