Petrol Savaşlarında Türkiye Üzerindeki
Hesaplar, Petropolitik Cinayetler
"1920 yılında, Amerika Birleşik Devletleri'nde
Cumhuriyetçi Parti iktidarda idi. İktidar partisinin
Reis-i Cumhur'u ise, memleket politikasını gayet
iyi bilen Mr. Harding idi. Petrol işleri ile biraz
alakadar olanlar Cumhuriyetçi Parti'nin, seçim
sıralarında masraflarının hemen tamamını
Rockfeller'in kurduğu dev petrol tröstü Standard
Oil'un karşıladığını bilirler. Standard Oil, bu
bakımdan Amerika'nın iç ve dış siyasetinde büyük
nüfuza sahiptir. (...)Seçimlerde Standard Oil'un
desteklediği Cumhuriyetçi Parti adayı Dr. Harding,
Reis-i Cumhur olur olmaz, ilk iş olarak bu tröstün
idarecilerinden ve tröst içinde geniş nüfuza sahip
olan Mr. Hugheus'u Hariciye Vekaleti (Dışişleri
Bakanlığı) müsteşarlığına getirdi. Bu tayin ile
Standard Oil, bilfiil Amerika'nın harici
siyasetinde söz sahibi oldu.
(...) Standard Oil, Reis-i Cumhur Harding'in
yaşadığı 1923 yılına kadar Amerika Birleşik
Devletleri'nde hakim-i mutlak ve Harding de bu
tröstün icra vasıtası oldu. I. Dünya Harbi'ne
Almanya tarafından adeta I. Cihan Harbi'ne girmeye
zorlanan ve meşhur Monroe doktrinini terk eden
Amerika Birleşik Devletleri, dünya siyasetinde
tesirli bir unsur, kuvvetli-kudretli bir devlet
olmak istiyor; fakat Standard Oil'un, kendi petrol
menfaatleri istikametinde yaptığı müdahaleler ile
buna muvaffak olamıyordu. (...) Nihayet öyle bir an
geldi ki Harding, Standard Oil'un müdahalelerine
rest çekti ve sırtını bu dev tröste çeviriverdi.
Ve... İşte bu andan itibaren, Amerikan Reis-i
Cumhur'u Harding kaderini bizzat kendisi tayin etmiş
oldu.
Standard Oil, büyük masraflar karşılığı iktidara
getirdiği bir zatın birdenbire kendisinden yüz
çevirmesine ve dünya petrol siyasetindeki mevkiinden
uzaklaştırılmasına göz yummak niyetinde değildi.
(...) Reis-i Cumhur Harding, Standard Oil'dan gelen
önceleri uzlaştırıcı, sonraları tehditkâr
teklifleri, Amerika Birleşik Devletleri'nin
menfaatine aykırı bulduğu için reddetmişti. Bu
vadide yapılan bütün açık ve gizli müzakereler,
bütün gayretler neticesiz kaldı. Harding, Standard'a
karşı dayatmış ve son sözünü söylemişti: Artık
petrolcülere hizmet etmeyecekti.
(...) Harding'in yeni siyaseti, İngiltere ve Avrupa
devletleri ile dostane münasebetler kurmak esasına
dayanıyordu. (...)Standard Oil, Reis-i Cumhur'un
yeni siyaseti karşısında, dünya petrol
hakimiyetinin elden çıktığını görünce, Reis-i
Cumhur'a karşı gayet sert, fakat gizli bir
mücadeleye karar verdi. Standardın açtığı bu
mücadele cidden korkunçtu. Reis-i Cumhur'un
aleyhine başlatılan neşriyat, halk efkârı üzerinde
çok geçmeden tesirini gösterdi. Harding, sanki her
taraftan çember içine alınmıştı. (...) Amerika
Reis-i Cumhur'u o hale gelmişti ki, etrafında
bulunan insanlardan sıkılıyor, onlardan kaçıyor,
adeta inzivaya çekilmek ister gibi bir tavır
takınıyordu. (...) İş o hale geldi ki, Amerika
Birleşik Devletleri'nin en büyük insanı,
VVashington'u bir müddet için terk etmeye ve bütün
tazyiklerden ve etrafındaki bütün hasım telakki
ettiği insan çemberinden kurtulmak ister gibi, hatta
hiç kimseye haber vermeden uzaklaşmaya, hiç olmazsa
bir müddet dinlenmeye karar verdi. Reis-i Cumhur'un
gittiği yeri hemen hiç kimse bilmiyordu; tabii
birkaç yakını müstesna. Bu birkaç yakından bir
tanesi Ayan azası Daughtery idi. Harding'in,
Standard Oil'un icra vasıtalarından birisi olan bu
zatın bizzat tayin ettiği bir mahalle gittiği
sonradan öğrenilmişti. Başkan Birleşik Devletler'in
kuzeyine istirahat etmeye gitmişti; fakat, bu gidiş
onun sonu oldu. Reis-i Cumhur'un yeri öğrenildikten
bir-iki gün sonra, Amerika'daki haber ajanslarının,
gazetelerin telefonları harıl harıl çalıyor,
telgraflar dünyanın en uzak memleketlerine meş'um
bir haber ulaştırıyordu. Bu haber, Amerika Reis-i
Cumhur'u Harding'in ölüm haberi idi.
Reis-i Cumhur neden ölmüştü? Gerçi ecelin önünden
hiç kimse kaçamazdı; fakat, bu zamansız ölüm de
normal kabul edilemezdi. Ajanslar ve gazeteler her
ne kadar Harding'in ani ölümünün zehirli bir böcek
ısırmasından ileri geldiğini resmî açıklamaya uyarak
bildirmiş ise de, ölüm sırasında başkanın yanında
Standard Oil petrol tröstünün ileri gelenlerinden
birisi olan Daughtery'nin bulunması birçok
söylentiye yol açmıştı. Bu ithamlar karşısında
Daughtery susmayı tercih ediyordu; fakat, bu arada
sesini çıkaran ve dünya efkâr-ı umumiyesine duyuran
birisi vardı. Bu ses, müteveffa başkanın karısının
sesi idi ve itham ediyordu. Hakikaten Mrs. Harding
yaptığı bir basın toplantısında, resmî makamların
başkanın zehirli bir böcek tarafından ısırılması
sonucu öldüğünü teessürle bildirmiş olmalarını
şiddetle reddetmişti.
Mrs. Harding, resmi makamların bu sözlerini
reddetmekle de kalmamış, ortalığı velveleye veren
bir ithamda da bulunmuştu. Bu ithama göre, kocası
zehirli bir böcek tarafından ısırılıp ölmemiş,
kendilerine alet olmak istemediği bir takım
müesseseler tarafından zehirletilmek suretiyle
öldürülmüştü. (...) Müteveffa Reis-i Cumhur'un
karısı hangi müesseselerden bahsediyordu? (...)
Harding'in karısının kapalı bir şekilde itham ettiği
müessese, kocasına Reis-i Cumhur'luk kapılarını
açan tröst, yani Standard Oil idi.
(...) Resmi makamlar, Amerika Birleşik Devletleri
Adliye Bakanlığı sanki bu iddiayı duymazlıktan
geldi ve hiçbir harekette bulunmadı."
Bu satırların yazarı Raif Karadağ başarılı bir
gazeteciydi. 28 Nisan 1920 tarihinde Yanya'da doğan
Karadağ, çocukluk ve gençlik yıllarından itibaren
okumaya düşkün bir insan olarak tanındı. Rumca,
Osmanlıca ve İngilizce bilen Karadağ, kendine meslek
olarak gazeteciliği meslek seçmişti. 1952 yılında
Yeni Büyük Doğu gazetesinde mesleğe başlayan
Karadağ, sırasıyla Son Havadis, Tercüman ve Bizim
Anadolu gazetelerinde çalıştı. Yazılarını kitaplarda
toplayarak, kalıcı olmasını sağlayan Karadağ, petrol
konusuyla da özel olarak ilgileniyordu. Bu konudaki
çalışmaları da dikkat çekiyordu. Milliyetçiydi
Karadağ. Petrol konusunda da önemli yazıları vardı.
Bu yazılar
o kadar dikkat çekti ki.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan'la görüşmek üzere
Ankara'ya geldi. Ancak bir gün öncesinde son derece
sıhhatli olan Karadağ, 22 Aralık 1973 tarihinde
Ankara'da kaldığı otel odasında esrarengiz bir
şekilde vefat etti. Karadağ'ın ölümü hala sırdır. Ne
trajiktir ki, ABD Başkanı'nın sır ölümünü yazarken,
acaba aklına "bir gün kendisinin de petrol konusunda
çalışmaları sonucu öldürü-lebileceği" sorusu
takılmışmıdır. Karadağ'ın ölümünün üzerinden yıllar
geçti. Hala sırrını koruyan bu vefat (!)
tartışmaları da beraberinde getiriyor.
Prof. Dr.
Muammer Aksoy
Karadağ olayı tek değil. Türkiye'de kim petrolle
ilgili bir çalışma yapsa, ilginç bir şekilde 'sır
ölümlere" kurban gidiyor. Bu tesadüf (!) ölümlerin
en ünlülerinden biri de Atatürkçü Düşünce Derneği
kurucu başkanı Prof. Dr. Muammer Aksoy. Kitabın,
daha önceki bölümlerinde Aksoy'un eserlerinden
alıntılar yapmıştık. Petrol konusunda son derece
ciddi çalışmalar yürüten ve "Petrolün
millileştirilmesi" kampanyalarının önderlerinden
Aksoy, 31 Ocak 1990 tarihinde uğradığı saldırı
sonucu hayatını kaybetti.
Muammer Aksoy'un petrole ilgisinin başlangıç tarihi
1943'lere dayanıyor. O tarihlerde doktora yapmak
için Zürih'e giden Aksoy, ileride Enerji Bakanı
olacak İhsan Topaloğlu ile tanıştı. Topaloğlu, Hakan
Yılmaz Cebi ile yaptığı bir röportajda o günleri
şöyle anlatıyor:
"Muammer Aksoy'u ben 1943 yılında, ben Züric'de
okurken oda doktara yapmaya gelmişti orada tanıştık
ve dost olduk. 1959 yılında yapılan anlaşmalarla
1961'de Kalteks'le yapılar anlaşmalarla İPRAŞ
Rafinerisi kuruldu %51'i TPAO'nun, %49'u CARTES'in,
bunun | yanıda ATAŞ Rafinerisi kurulmuştu. ATAŞ'taki
ortaklar da Shell, Mo-bil ve BP yanında CARTEKS'ten
oluşuyordu. 1962'de ATAŞ Rafinerisi faaliyete .geçtiki
İpraş'tan birkaç ay sonra. Bunlar petrol ithal
ederek çalışacak' rafinerilerdi. Halbuki Türkiye
Petrollerinin Barman'da bir rafinerisi vardı.
Bu rafineri, yerli hammadde kullanıyordu. Bu
rafinerinin kapasitesi 500 milyon tondu, o zaman
için ülkenin ihtiyacı ise 2.5 milyon tondu. 2
milyonluk bir açık olmasına rağmen yine de çıkanları
mevcut petrolü yabancı şirketler yurtdışına ihraç
etmemizi istiyorlardı. Aramızda çıkan bu münakaşalar
sonrası ben mevzuu bilen iyi bir hukukçu aradım.
Memlekette bu konuyu bilen hukukçuların çoğu
yabancı şirketlerin müşavirleriydi. Tam o günlerde
ne yapacağımı düşünürken Muammer Aksoy beni
ziyarete geldi. Kendisine mevzu problemleri
anlatınca, verdiği dosyaları incelemek üzere gitti.
Ertesi gün haklı olduğumu söyleyerek bu işi vatan
meselesi adlettiğinden ücretsiz yapacağını söyledi."
Böylelikle Muammer Aksoy, petrol konusunun içinde
buldu kendini. Birçok makale ve aynı zamanda
kitaplar yazdı. Hatta, şu an gündemde olan yeni Türk
Petrol Kanunu'nun 80'li yılların sonunda da gündeme
geldiği ve bu yasaya Aksoy'un çok sert eleştirileri
olduğu da dile getiriliyor. Ne acı bir tesadüftür
ki, Aksoy 31 Ocak 1990 tarihinde uğradığı saldırı
sonucu hayatını kaybetti.
İhsan Güven olayı
Petrol konusundaki cinayetler içinde gösterilen
"sır" ölümlerden bir tanesi de Türkiye'nin petrol
zenginlikleri konusunda yaptığı araştırma ve
analizlerini kamuoyu ve devlet kademeleriyle
paylaşan emekli kıdemli binbaşı İhsan Güven
cinayeti. Türkiye'nin önemli hidrojeolog ve yeraltı
suyu doktorlarından birisi olan İhsan Güven,
geçtiğimiz senelerde Tuzla'daki evinde başına
sıkılan tek kurşunla öldürüldü. Olay kamuoyuna "Dost
Tarikatı Cinayeti" olarak yansımıştı. Bugün İhsan
Güven'in yetiştirdiği ve petrol konusunda derin
bilgilere sahip bazı isimlerin "konuşamaz" hale
gelmesi de, İhsan Güven cinayetinin caydırıcı
etkisiyle izah edilebilir ancak. Çünkü Güven, petrol
konusunda yaptığı her çalışmayı devlet kademeleriyle
paylaşan ve bu yönüyle milli devlet politikasının
şekillenmesine katkıda bulunan bir isimdi. İhsan
Güven, yine petrol konusunda çeşitli çalışmalara
imza atmış araştırmacı yazar Hakan Yılmaz Çebi'yle
yaptığı son görüşmede şu bilgileri verdi:
1 -Türkiye Cumhuriyeti'ne ait Anadolu'nun jeolojik
haritası (1/1.000.000 ölçekli) bu konularda ilgili
kişilerce anlaşılabilir. Bu haritanın içinde ve
arkasında tektonik olayları belirleyen kırık,
kıvrım, fay vs. yerler net olarak gösterilmiştir.
Biraz jeoloji bilgisi olan birisi böyle bölgelerde
petrol, doğalgaz ve madenlerin bolluğunu anlar.
2- a -Bu iş bilimsel akılla, akıl bilgisiyle,
anlayışla olduğunda yurdumuzun tek kurtuluşu olan
petrol ve doğalgaz meselesine bütün gücümüzle
sarılmalıyız.
b -1954 senesinde çıkan Maks Ball'ın yaptığı petrol
kanunu Türkiye'nin kuzey doğusunda petrol aramayı
yasak etmiş ve senede her şirketin 10 sondaj
yapmasına müsaade etmişti. Konsül tarafından
hazırlanan kanun maddesi 1960 senesinde hainlikleri
ortaya konularak değiştirilmeye çalışıldı.
c -Petrole, yani paraya sahip olan dünyaya hükmeder.
Buna da bugün konsül denmektedir.
3 -Yine bilimsel olarak 1/1.000.000 ölçekli Türkiye
Jeolojisi tektoniğine ait haritaların tetkikinde bu
zenginliğin varlığı bir ön yargı olarak anlaşılır.
İlk çalışmalarım 1960 -1961 senesinde fiilen
başlamıştır. Bu maksatla 10 tane 5 bin, 5 bin 500
metreye inen makinelerin satın alınması için ABD'ye
bir ekip gönderilmişse de Amerikan idaresi bu
makineleri vermemiştir. Bu makinelerin Rusya'dan
temini için çalışıldı ve 10 makine alımı için
yaptığımız teşebbüs sonucu makinelerden biri
gelmiş, idarenin değişmesiyle 9 makine komünist
oldukları için alınmamıştır.
4 -Bu işe bakan Enerji Bakanlığı'nın TPAO Genel
Müdürlüğü, arama ve sondaj işlerinde yıllarca hiçbir
icraat yapmamış, Türkiye'nin konsül tarafından biraz
daha köleleştirilmesine yardım etmiştir. Hatta TPAO
sanki Türkiye'de her görevini tamamlamış gibi yurt
dışında Mısır, Libya, Azerbaycan, Cezayir ve
Pakistan'da da sondajlar yapmış, hemen hemen hiçbir
şey bulamamış, bu işten devletimiz 550 milyon dolar
zarar etmiştir.
5 -Vatan evladı olduğunu bildiğimiz Sayın Neşat
Akmandor'u Enerji Bakanlığı'na refere ettik. O da
çok maksatlı çark arasında yeterli işlevi
görememiştir.
6 -Zamanın Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a 1966
senesinde, Rus Büyükelçisi müracaat etmiş "Uzay
Araştırmalarımıza göre petrolünüz çok, beraber
işletelim" teklifinde bulunmuş, maalesef Sunay
anlayışsızlık göstererek bu isteği dikkate
almamıştır. (Bu bilginin kaynağı Sayın Anıl Çeçen 'dir)
7 -1972 senesinde ABD hükümeti Türk hükümetine uydu
ile Türkiye'de petrol ve doğalgaz araması (Landsat)
projesi gereği yer istasyonu kurulması için
müracaat etmiş, hükümet bu işi Türk Genelkurmayına
havale etmiştir. Yetkili kişinin ifadesine göre
Türkiye'de üç tane alıcı istasyon kurulmasına
müsaade edilmiştir. Müsaade şartları:
a- Her türlü yardımcı personelin Türk olması,
b- Her alınan bilginin kopyasının teslim edilmesi,
c- Her bir istasyonda ODTÜ'lü, bu hususta yetkili üç
doçentin bulunması.
İdare'nin her türlü zaafından istifade edilerek
araştırma yapılmamıştır. 1982 senesinde "Landsat 7
uydusu" ile konsülün sahip olduğu petrol arama
şirketleri uzayda son tekniklerle bir daha arama
yapmış, "Türkiye'nin güneydoğusu ve her tarafında
adeta bir petrol denizi var" tabirini kullanmıştır.
(Bu sıralarda Türkiye'deki Shell'in Araştırma Grubu
Genel Müdürü Anthony Hages, gazetelere geçen
beyanatında bu ifadeyi aynen kullanmıştır.
8 -1982 senesinde Sayın Serbülent Bingöl Enerji
Bakanı oldu. Bu vatanın evladı ile akıl ve gönül
birliği, dolayısıyla Türkiye'nin var olan
petrollerinin ortaya çıkması için Maks Ball'ın
kanununun değiştirilmesi, yani kuzeydoğudaki
aramanın yasaklanması kaydıyla, senede 10 delik
delme kaydının sildirilmesine karar verilmiş ve
yabancılar petrol bulduğu taktirde denizde %45,
karada %35'inin petrolü çıkaranın olacağı kanuna
konmuştur. Bu kanun gayretimizle çıkmıştır.
9 -Petrol şirketleri yüzlerce uydu ile araştırma
yaparak, Türkiye'deki petrolün çokluğu ile ilgili
bilgilerini kesinleştirmiş ve dünya hakimi konsül,
Türkiye petrolünü her türlü vatan hainlerini
kullanarak yedek olarak bekletmektedir.
10 -Herkesin gazetelerde ve televizyonlarda
defalarca bildirilen bu bilgileri anlayacağı gibi,
Türkiye'de doğalgaz yer yer doğal olarak çıkmış ve
nedense Türkiye'nin başındakiler bunlara seyirci
kalmışlardır. Ceyhan ve bir çokları gibi...
11 -İsrail'in resmi petrol arama şirketi
gazetelerde defalarca yazılan beyanlarına göre,
Türkiye'de 12 kişilik gruplarla petrol arama
çalışmaları yaptıklarını ve bir nevi köleleştirme
hedefli petrol kanununun çıkmasını beklediklerini
ifade etmişlerdir. Bu kanun da kabaca çıkmıştır.
Maalesef üstü kapalı deyimlerle çıkmıştır. Arzu
edilirse Türkiye'deki herkes tarafından seyredilen
petrol ve doğalgaz görüntülerinin belgeleri geniş
çapta verilebilir. Basit bir örnek, Avustralya
firması Amity Oil, Trakya bölgesinde hemen sondaja
başlamış ve doğalgaz üretimine geçmiştir.
Bir başka örnek yerli firmalardan Erman petrol daha
önce TPAO'nun 20 yıl evvel terk etmiş olduğu
Adıyaman kuyularında zengin petrol bulmuş ve
işletmeye başlamıştır. Aynı şirket Ceylanpmar'da 2.5
milyar varillik rezerv tespit etmiştir. 1930'lu
yıllarda Mürefte'de Romenler tarafından açılan
doğalgaz kuyularında elde edilen gaz ile bir çok
fabrika çalışmaktadır. Ayrıca bir ABD firması Çorlu
ve Tekirdağ bölgesinde yapmış olduğu aramalar
çerçevesinde bulduğu do-ğalgazı yakın çevresindeki
15 fabrikaya vermiştir. Bu konuda sayısız örnekler
verilebilir.
12 - TPAO 3 bin 915 kişilik kadrosuyla ölü uykusuna
yatmış, 550 bin dolar zarar etmiş, her işi bitmiş
gibi eli boş dönmüştür. Bu hususu Enerji Bakanı
dahil bütün yetkililere defalarca belirttim.
Türkiye'nin enerji ihtiyacının (Petrol ve doğalgaz)
kendi yurdunda temin edilemeyeceği ana temasını
işleyerek yurt dışında dünya piyasasına göre çok
daha pahalı olarak doğalgaz santralleri kurulmuş ve
milyarlarca dolar (çöpe atacak paranın olmamasına
rağmen) ödenmiştir.
13 -Bu bilgileri özet ve belgesel olarak yetkililere
sunuluşu, zamanın Milli Güvenlik Kurulu Genel
Sekreteri Cumhur Asparuk'un dikkatini çekmiş,
şahsımı arayarak bizzat tespit ettiği bir olayı
sonsuz vatan- severlik ve heyecanla bildirmişti.
Hindistan'daki ABD üssünde bir brifingte en yetkili
kişinin belirttiğine göre Türkiye (Bilhassa
doğusuyla ve bütünüyle) bir petrol denizi
üzerindedir. (Derinlik 5 bin 500 -6 bin metre)
14 -Çok önemli bir tespit : A) Çıkarılan petrol ve
doğalgaz kanunu, Türkiye Cumhuriyeti ulus
devletinin köleleşmesine hizmet eden bir kanun
hüviyetindedir. B) Türkiyemizin kurtuluşu acilen
paraya yani petrole kavuşarak sağlanabilir. Bunu en
basit ve bilgili kişi net bir şekilde anlar eğer
hain değilse.
Altan Duransoy
Aslında İhsan Güven olayı da tam olarak aralandı
sayılmaz ama petrol cinayetleri olarak tanımlanan
olaylar zincirinde liste hayli kabarık. Ayrıca
Altan Duransoy'da petrol cinayeti olarak tanımlanan
bir olayın kurbanı oluyordu. "Dahi bir petrol
mühendisi olan Duransoy, uzmanlığını ülkesinde
değerlendirmek istedi ve Karadeniz Bölgesi'nde
araştırmalarına başladı. Karadeniz'de çok zengin
petrol yatakları bulduğuna dair haberi dostlarına,
bu arada 27 Mayıs'ın önemli isimlerinden, gençlik
lideri Doktor Memduh Eren'e ulaştırdı. Ancak bir
süre sonra hasta olduğu haberi duyuldu. Bunun
üzerine Doktor Eren, Duransoy'u tedavi etmek üzere
yola çıktı. Hastaya ilk müdahaleyi yaptı ve
İstanbul'a getirdi. Doktor Eren'e göre 'Mescalin'
adlı uyuşturucu ile zehirlenen Duransoy'un, başka
hiçbir rahatsızlığı yoktu. Milli Birlik Komitesi
üyelerinden Mucip Ataklı ile görüşen Doktor Eren,
Duransoy'a sahip çıkılmasını istedi. Duransoy MBK'nm
güvencesiyle çalışmalarına devam etmek üzere
Ankara'ya gitti; ancak bir ay sonra, 1965 yılı
yazında ortadan kayboldu. Cesedi boğazı kesilmiş bir
durumda, Çubuk Barajı yakınlarında bulundu."
Petrol konusunda bireysel olayların dışında, adı
sanı şimdilerde artık hatırlanmayan birçok isimsiz
kahraman mühendisimiz de PKK terörüne kurban
verildi. Terör örgütü, Türkiye'nin petrol davasına
zarar vermek için elinden geleni yaptı.
Terör örgütünün katlettiği mühendislerimiz
"1992'de Batman'da TPAO ve Mobil tesislerini basarak
üç mühendisi öldüren bölücü örgüt militanları o
tarihten bu yana stratejik öneme haiz petrol
kuyuları, rafineri ve şantiyeleri devamlı olarak
tehdit ediyor. Sorunun büyüklüğünü TPAO Yönetim
Kurulu eski Başkanı Ali Türkoğlu şu sözlerle dile
getiriyor: 'Şirketimizin ana bölgesi ve en fazla
petrol üretimi yaptığımız yer olan Güneydoğu'da son
on yılda terörist faaliyetlerden ötürü yeterince
çalışma yapamadık. Çünkü bazı alanlar güvenlik
nedeniyle çalışmalara kapatıldı.'"
Petrol cinayetleri, bu bölümün girişinde
anlattığımız üzere sadece Türkiye ile ilgili sınırlı
değil. İtalya'da ENİ şirketinden Enrico Mete'nin bir
uçak kazasında hayatını kaybetmesi bu tesadüflerden
(!) sadece biri.
Petrol mücadelesi, 1894 yılında da İran Şahı'nın
başını yedi. Bir Türk Kaçar Hanedanı'ndan olan Şah
Nasiruddin, Cülus gününe denk gelen Pazar
öncesindeki Cuma günü, Cuma namazı çıkışında, hiç
beklenmedik bir anda, Molla Rıza adındaki biri
tarafından bıçaklanarak hayatını kaybetmişti. Bu
cinayetin, Rusya ve İngiltere'nin, İran | petrolleri
kapışmasının bir sonucu olduğunu hiç kimse artık
konuşmuyor.
|