Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Petrol Savaşlarında Türkiye Üzerindeki Hesaplar, Petropolitik Cinayetler 

"1920 yılında, Amerika Birleşik Devletleri'nde Cumhuriyetçi Parti iktidarda idi. İktidar partisinin Reis-i Cumhur'u ise, memleket politika­sını gayet iyi bilen Mr. Harding idi. Petrol işleri ile biraz alakadar olanlar Cumhuriyetçi Parti'nin, seçim sıralarında masraflarının hemen tamamını Rockfeller'in kurduğu dev petrol tröstü Standard Oil'un karşıladığını bilirler. Standard Oil, bu bakımdan Amerika'nın iç ve dış siyasetinde büyük nüfuza sahiptir. (...)Seçimlerde Standard Oil'un desteklediği Cumhuriyetçi Parti adayı Dr. Harding, Reis-i Cumhur olur olmaz, ilk iş olarak bu tröstün idarecilerinden ve tröst içinde ge­niş nüfuza sahip olan Mr. Hugheus'u Hariciye Vekaleti (Dışişleri Ba­kanlığı) müsteşarlığına getirdi. Bu tayin ile Standard Oil, bilfiil Ameri­ka'nın harici siyasetinde söz sahibi oldu.

(...) Standard Oil, Reis-i Cumhur Harding'in yaşadığı 1923 yılına kadar Amerika Birleşik Devletleri'nde hakim-i mutlak ve Harding de bu tröstün icra vasıtası oldu. I. Dünya Harbi'ne Almanya tarafından adeta I. Cihan Harbi'ne girmeye zorlanan ve meşhur Monroe doktri­nini terk eden Amerika Birleşik Devletleri, dünya siyasetinde tesirli bir unsur, kuvvetli-kudretli bir devlet olmak istiyor; fakat Standard Oil'un, kendi petrol menfaatleri istikametinde yaptığı müdahaleler ile buna muvaffak olamıyordu. (...) Nihayet öyle bir an geldi ki Harding, Standard Oil'un müdahalelerine rest çekti ve sırtını bu dev tröste çeviriverdi. Ve... İşte bu andan itibaren, Amerikan Reis-i Cumhur'u Harding kaderini bizzat kendisi tayin etmiş oldu. 

Standard Oil, büyük masraflar karşılığı iktidara getirdiği bir zatın birdenbire kendisinden yüz çevirmesine ve dünya petrol siyasetindeki mevkiinden uzaklaştırılmasına göz yummak niyetinde değildi. 

(...) Reis-i Cumhur Harding, Standard Oil'dan gelen önceleri uz­laştırıcı, sonraları tehditkâr teklifleri, Amerika Birleşik Devletleri'nin menfaatine aykırı bulduğu için reddetmişti. Bu vadide yapılan bütün açık ve gizli müzakereler, bütün gayretler neticesiz kaldı. Harding, Standard'a karşı dayatmış ve son sözünü söylemişti: Artık petrolcüle­re hizmet etmeyecekti.

(...) Harding'in yeni siyaseti, İngiltere ve Avrupa devletleri ile dostane münasebetler kurmak esasına dayanıyordu. (...)Standard Oil, Reis-i Cumhur'un yeni siyaseti karşısında, dünya petrol hakimi­yetinin elden çıktığını görünce, Reis-i Cumhur'a karşı gayet sert, fakat gizli bir mücadeleye karar verdi. Standardın açtığı bu mücadele cid­den korkunçtu. Reis-i Cumhur'un aleyhine başlatılan neşriyat, halk efkârı üzerinde çok geçmeden tesirini gösterdi. Harding, sanki her taraftan çember içine alınmıştı. (...) Amerika Reis-i Cumhur'u o hale gelmişti ki, etrafında bulunan insanlardan sıkılıyor, onlardan kaçıyor, adeta inzivaya çekilmek ister gibi bir tavır takınıyordu. (...) İş o hale geldi ki, Amerika Birleşik Devletleri'nin en büyük insanı, VVashington'u bir müddet için terk etmeye ve bütün tazyiklerden ve etrafındaki bütün hasım telakki ettiği insan çemberinden kurtulmak ister gibi, hatta hiç kimseye haber vermeden uzaklaşmaya, hiç olmaz­sa bir müddet dinlenmeye karar verdi. Reis-i Cumhur'un gittiği yeri hemen hiç kimse bilmiyordu; tabii birkaç yakını müstesna. Bu birkaç yakından bir tanesi Ayan azası Daughtery idi. Harding'in, Standard Oil'un icra vasıtalarından birisi olan bu zatın bizzat tayin ettiği bir mahalle gittiği sonradan öğrenilmişti. Başkan Birleşik Devletler'in ku­zeyine istirahat etmeye gitmişti; fakat, bu gidiş onun sonu oldu. Reis-i Cumhur'un yeri öğrenildikten bir-iki gün sonra, Amerika'daki haber ajanslarının, gazetelerin telefonları harıl harıl çalıyor, telgraflar dün­yanın en uzak memleketlerine meş'um bir haber ulaştırıyordu. Bu haber, Amerika Reis-i Cumhur'u Harding'in ölüm haberi idi. 

Reis-i Cumhur neden ölmüştü? Gerçi ecelin önünden hiç kimse kaçamazdı; fakat, bu zamansız ölüm de normal kabul edilemezdi. Ajanslar ve gazeteler her ne kadar Harding'in ani ölümünün zehirli bir böcek ısırmasından ileri geldiğini resmî açıklamaya uyarak bildir­miş ise de, ölüm sırasında başkanın yanında Standard Oil petrol trös­tünün ileri gelenlerinden birisi olan Daughtery'nin bulunması birçok söylentiye yol açmıştı. Bu ithamlar karşısında Daughtery susmayı ter­cih ediyordu; fakat, bu arada sesini çıkaran ve dünya efkâr-ı umumiyesine duyuran birisi vardı. Bu ses, müteveffa başkanın karısı­nın sesi idi ve itham ediyordu. Hakikaten Mrs. Harding yaptığı bir basın toplantısında, resmî makamların başkanın zehirli bir böcek tara­fından ısırılması sonucu öldüğünü teessürle bildirmiş olmalarını şid­detle reddetmişti. 

Mrs. Harding, resmi makamların bu sözlerini reddetmekle de kal­mamış, ortalığı velveleye veren bir ithamda da bulunmuştu. Bu itha­ma göre, kocası zehirli bir böcek tarafından ısırılıp ölmemiş, kendile­rine alet olmak istemediği bir takım müesseseler tarafından zehirletil­mek suretiyle öldürülmüştü. (...) Müteveffa Reis-i Cumhur'un karısı hangi müesseselerden bahsediyordu? (...) Harding'in karısının kapalı bir şekilde itham ettiği müessese, kocasına Reis-i Cumhur'luk kapıla­rını açan tröst, yani Standard Oil idi. 

(...) Resmi makamlar, Amerika Birleşik Devletleri Adliye Bakanlı­ğı sanki bu iddiayı duymazlıktan geldi ve hiçbir harekette bulunma­dı."

Bu satırların yazarı Raif Karadağ başarılı bir gazeteciydi. 28 Nisan 1920 tarihinde Yanya'da doğan Karadağ, çocukluk ve gençlik yılla­rından itibaren okumaya düşkün bir insan olarak tanındı. Rumca, Osmanlıca ve İngilizce bilen Karadağ, kendine meslek olarak gazete­ciliği meslek seçmişti. 1952 yılında Yeni Büyük Doğu gazetesinde mesleğe başlayan Karadağ, sırasıyla Son Havadis, Tercüman ve Bi­zim Anadolu gazetelerinde çalıştı. Yazılarını kitaplarda toplayarak, kalıcı olmasını sağlayan Karadağ, petrol konusuyla da özel olarak ilgileniyordu. Bu konudaki çalışmaları da dikkat çekiyordu. Milliyet­çiydi Karadağ. Petrol konusunda da önemli yazıları vardı. Bu yazılar o kadar dikkat çekti ki. Cumhurbaşkanı ve Başbakan'la görüşmek üzere Ankara'ya geldi. Ancak bir gün öncesinde son derece sıhhatli olan Karadağ, 22 Aralık 1973 tarihinde Ankara'da kaldığı otel oda­sında esrarengiz bir şekilde vefat etti. Karadağ'ın ölümü hala sırdır. Ne trajiktir ki, ABD Başkanı'nın sır ölümünü yazarken, acaba aklına "bir gün kendisinin de petrol konusunda çalışmaları sonucu öldürü-lebileceği" sorusu takılmışmıdır. Karadağ'ın ölümünün üzerinden yıl­lar geçti. Hala sırrını koruyan bu vefat (!) tartışmaları da beraberinde getiriyor. 

Prof. Dr. Muammer Aksoy 

Karadağ olayı tek değil. Türkiye'de kim petrolle ilgili bir çalışma yapsa, ilginç bir şekilde 'sır ölümlere" kurban gidiyor. Bu tesadüf (!) ölümlerin en ünlülerinden biri de Atatürkçü Düşünce Derneği kurucu başkanı Prof. Dr. Muammer Aksoy. Kitabın, daha önceki bölümlerin­de Aksoy'un eserlerinden alıntılar yapmıştık. Petrol konusunda son derece ciddi çalışmalar yürüten ve "Petrolün millileştirilmesi" kam­panyalarının önderlerinden Aksoy, 31 Ocak 1990 tarihinde uğradığı saldırı sonucu hayatını kaybetti. 

Muammer Aksoy'un petrole ilgisinin başlangıç tarihi 1943'lere dayanıyor. O tarihlerde doktora yapmak için Zürih'e giden Aksoy, ileride Enerji Bakanı olacak İhsan Topaloğlu ile tanıştı. Topaloğlu, Hakan Yılmaz Cebi ile yaptığı bir röportajda o günleri şöyle anlatıyor:

"Muammer Aksoy'u ben 1943 yılında, ben Züric'de okurken oda doktara yapmaya gelmişti orada tanıştık ve dost olduk. 1959 yılında yapılan anlaşmalarla 1961'de Kalteks'le yapılar anlaşmalarla İPRAŞ  Rafinerisi kuruldu  %51'i TPAO'nun,  %49'u CARTES'in, bunun | yanıda ATAŞ Rafinerisi kurulmuştu. ATAŞ'taki ortaklar da Shell, Mo-bil ve BP yanında CARTEKS'ten oluşuyordu. 1962'de ATAŞ Rafine­risi faaliyete .geçtiki İpraş'tan birkaç ay sonra. Bunlar petrol ithal ede­rek çalışacak' rafinerilerdi. Halbuki Türkiye Petrollerinin Barman'da bir rafinerisi vardı.       Bu rafineri, yerli hammadde kullanıyordu. Bu rafinerinin kapasitesi 500 milyon tondu, o zaman için ülkenin ihtiyacı ise 2.5 milyon tondu. 2 milyonluk bir açık olmasına rağmen yine de çıkanları mevcut petrolü yabancı şirketler yurtdışına ihraç etmemizi istiyorlardı. Aramızda çıkan bu münakaşalar sonrası ben mevzuu bilen iyi bir hukukçu aradım. Memlekette bu konuyu bilen hukukçula­rın çoğu yabancı şirketlerin müşavirleriydi. Tam o günlerde ne yapa­cağımı düşünürken Muammer Aksoy beni ziyarete geldi. Kendisine mevzu problemleri anlatınca, verdiği dosyaları incelemek üzere gitti. Ertesi gün haklı olduğumu söyleyerek bu işi vatan meselesi adlettiğinden ücretsiz yapacağını söyledi." 

Böylelikle Muammer Aksoy, petrol konusunun içinde buldu ken­dini. Birçok makale ve aynı zamanda kitaplar yazdı. Hatta, şu an gündemde olan yeni Türk Petrol Kanunu'nun 80'li yılların sonunda da gündeme geldiği ve bu yasaya Aksoy'un çok sert eleştirileri olduğu da dile getiriliyor. Ne acı bir tesadüftür ki, Aksoy 31 Ocak 1990 tari­hinde uğradığı saldırı sonucu hayatını kaybetti. 

İhsan Güven olayı 

Petrol konusundaki cinayetler içinde gösterilen "sır" ölümlerden bir tanesi de Türkiye'nin petrol zenginlikleri konusunda yaptığı araş­tırma ve analizlerini kamuoyu ve devlet kademeleriyle paylaşan emekli kıdemli binbaşı İhsan Güven cinayeti. Türkiye'nin önemli hidrojeolog ve yeraltı suyu doktorlarından birisi olan İhsan Güven, geçtiğimiz senelerde Tuzla'daki evinde başına sıkılan tek kurşunla öldürüldü. Olay kamuoyuna "Dost Tarikatı Cinayeti" olarak yansı­mıştı. Bugün İhsan Güven'in yetiştirdiği ve petrol konusunda derin bilgilere sahip bazı isimlerin "konuşamaz" hale gelmesi de, İhsan Gü­ven cinayetinin caydırıcı etkisiyle izah edilebilir ancak. Çünkü Güven, petrol konusunda yaptığı her çalışmayı devlet kademeleriyle paylaşan ve bu yönüyle milli devlet politikasının şekillenmesine katkıda bulu­nan bir isimdi. İhsan Güven, yine petrol konusunda çeşitli çalışmalara imza atmış araştırmacı yazar Hakan Yılmaz Çebi'yle yaptığı son gö­rüşmede şu bilgileri verdi: 

1 -Türkiye Cumhuriyeti'ne ait Anadolu'nun jeolojik haritası (1/1.000.000 ölçekli) bu konularda ilgili kişilerce anlaşılabilir. Bu hari­tanın içinde ve arkasında tektonik olayları belirleyen kırık, kıvrım, fay vs. yerler net olarak gösterilmiştir. Biraz jeoloji bilgisi olan birisi böyle bölgelerde petrol, doğalgaz ve madenlerin bolluğunu anlar.

2- a -Bu iş bilimsel akılla, akıl bilgisiyle, anlayışla olduğunda yur­dumuzun tek kurtuluşu olan petrol ve doğalgaz meselesine bütün gü­cümüzle sarılmalıyız.

b -1954 senesinde çıkan Maks Ball'ın yaptığı petrol kanunu Tür­kiye'nin kuzey doğusunda petrol aramayı yasak etmiş ve senede her şirketin 10 sondaj yapmasına müsaade etmişti. Konsül tarafından hazırlanan kanun maddesi 1960 senesinde hainlikleri ortaya konula­rak değiştirilmeye çalışıldı.

c -Petrole, yani paraya sahip olan dünyaya hükmeder. Buna da bugün konsül denmektedir.

3  -Yine bilimsel olarak 1/1.000.000 ölçekli Türkiye Jeolojisi tek­toniğine ait haritaların tetkikinde bu zenginliğin varlığı bir ön yargı olarak anlaşılır. İlk çalışmalarım 1960 -1961 senesinde fiilen başla­mıştır. Bu maksatla 10 tane 5 bin, 5 bin 500 metreye inen makinele­rin satın alınması için ABD'ye bir ekip gönderilmişse de Amerikan idaresi bu makineleri vermemiştir. Bu makinelerin Rusya'dan temini için çalışıldı ve 10 makine alımı için yaptığımız teşebbüs sonucu ma­kinelerden biri gelmiş, idarenin değişmesiyle 9 makine komünist ol­dukları için alınmamıştır.

4  -Bu işe bakan Enerji Bakanlığı'nın TPAO Genel Müdürlüğü, arama ve sondaj işlerinde yıllarca hiçbir icraat yapmamış, Türkiye'nin konsül tarafından biraz daha köleleştirilmesine yardım etmiştir. Hatta TPAO sanki Türkiye'de her görevini tamamlamış gibi yurt dışında Mısır, Libya, Azerbaycan, Cezayir ve Pakistan'da da sondajlar yap­mış, hemen hemen hiçbir şey bulamamış, bu işten devletimiz 550 milyon dolar zarar etmiştir.

5  -Vatan evladı olduğunu bildiğimiz Sayın Neşat Akmandor'u Enerji Bakanlığı'na refere ettik. O da çok maksatlı çark arasında ye­terli işlevi görememiştir.

6  -Zamanın Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a 1966 senesinde, Rus Büyükelçisi müracaat etmiş "Uzay Araştırmalarımıza göre petro­lünüz çok, beraber işletelim" teklifinde bulunmuş, maalesef Sunay anlayışsızlık göstererek bu isteği dikkate almamıştır. (Bu bilginin kay­nağı Sayın Anıl Çeçen 'dir)

7 -1972 senesinde ABD hükümeti Türk hükümetine uydu ile Tür­kiye'de petrol ve doğalgaz araması (Landsat) projesi gereği yer istas­yonu kurulması için müracaat etmiş, hükümet bu işi Türk Genelkur­mayına havale etmiştir. Yetkili kişinin ifadesine göre Türkiye'de üç tane alıcı istasyon kurulmasına müsaade edilmiştir. Müsaade şartları:

a- Her türlü yardımcı personelin Türk olması,

b- Her alınan bilginin kopyasının teslim edilmesi,

c- Her bir istasyonda ODTÜ'lü, bu hususta yetkili üç doçentin bu­lunması.

İdare'nin her türlü zaafından istifade edilerek araştırma yapılma­mıştır. 1982 senesinde "Landsat 7 uydusu" ile konsülün sahip olduğu petrol arama şirketleri uzayda son tekniklerle bir daha arama yapmış, "Türkiye'nin güneydoğusu ve her tarafında adeta bir petrol denizi var" tabirini kullanmıştır. (Bu sıralarda Türkiye'deki Shell'in Araştır­ma Grubu Genel Müdürü Anthony Hages, gazetelere geçen beyana­tında bu ifadeyi aynen kullanmıştır.

8 -1982 senesinde Sayın Serbülent Bingöl Enerji Bakanı oldu. Bu vatanın evladı ile akıl ve gönül birliği, dolayısıyla Türkiye'nin var olan petrollerinin ortaya çıkması için Maks Ball'ın kanununun değiştirilme­si, yani kuzeydoğudaki aramanın yasaklanması kaydıyla, senede 10 delik delme kaydının sildirilmesine karar verilmiş ve yabancılar petrol bulduğu taktirde denizde %45, karada %35'inin petrolü çıkaranın olacağı kanuna konmuştur. Bu kanun gayretimizle çıkmıştır.

9  -Petrol şirketleri yüzlerce uydu ile araştırma yaparak, Türki­ye'deki petrolün çokluğu ile ilgili bilgilerini kesinleştirmiş ve dünya hakimi konsül, Türkiye petrolünü her türlü vatan hainlerini kullana­rak yedek olarak bekletmektedir.

10 -Herkesin gazetelerde ve televizyonlarda defalarca bildirilen bu bilgileri anlayacağı gibi, Türkiye'de doğalgaz yer yer doğal olarak çık­mış ve nedense Türkiye'nin başındakiler bunlara seyirci kalmışlardır. Ceyhan ve bir çokları gibi...

11  -İsrail'in resmi petrol arama şirketi gazetelerde defalarca yazı­lan beyanlarına göre, Türkiye'de 12 kişilik gruplarla petrol arama çalışmaları yaptıklarını ve bir nevi köleleştirme hedefli petrol kanunu­nun çıkmasını beklediklerini ifade etmişlerdir. Bu kanun da kabaca çıkmıştır. Maalesef üstü kapalı deyimlerle çıkmıştır. Arzu edilirse Tür­kiye'deki herkes tarafından seyredilen petrol ve doğalgaz görüntüleri­nin belgeleri geniş çapta verilebilir. Basit bir örnek, Avustralya firması Amity Oil, Trakya bölgesinde hemen sondaja başlamış ve doğalgaz üretimine geçmiştir. 

Bir başka örnek yerli firmalardan Erman petrol daha önce TPAO'nun 20 yıl evvel terk etmiş olduğu Adıyaman kuyularında zen­gin petrol bulmuş ve işletmeye başlamıştır. Aynı şirket Ceylanpmar'da 2.5 milyar varillik rezerv tespit etmiştir. 1930'lu yıllarda Mürefte'de Romenler tarafından açılan doğalgaz kuyularında elde edilen gaz ile bir çok fabrika çalışmaktadır. Ayrıca bir ABD firması Çorlu ve Tekir­dağ bölgesinde yapmış olduğu aramalar çerçevesinde bulduğu do-ğalgazı yakın çevresindeki 15 fabrikaya vermiştir. Bu konuda sayısız örnekler verilebilir. 

12 - TPAO 3 bin 915 kişilik kadrosuyla ölü uykusuna yatmış, 550 bin dolar zarar etmiş, her işi bitmiş gibi eli boş dönmüştür. Bu hususu Enerji Bakanı dahil bütün yetkililere defalarca belirttim. Türkiye'nin enerji ihtiyacının (Petrol ve doğalgaz) kendi yurdunda temin edile­meyeceği ana temasını işleyerek yurt dışında dünya piyasasına göre çok daha pahalı olarak doğalgaz santralleri kurulmuş ve milyarlarca dolar (çöpe atacak paranın olmamasına rağmen) ödenmiştir.

13 -Bu bilgileri özet ve belgesel olarak yetkililere sunuluşu, zama­nın Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Cumhur Asparuk'un dikkatini çekmiş, şahsımı arayarak bizzat tespit ettiği bir olayı sonsuz vatan-    severlik ve heyecanla bildirmişti. Hindistan'daki ABD üssünde bir brifingte en yetkili kişinin belirttiğine göre Türkiye (Bilhassa doğusuy­la ve bütünüyle) bir petrol denizi üzerindedir. (Derinlik 5 bin 500 -6 bin metre) 

14 -Çok önemli bir tespit : A) Çıkarılan petrol ve doğalgaz kanu­nu, Türkiye Cumhuriyeti ulus devletinin köleleşmesine hizmet eden bir kanun hüviyetindedir. B) Türkiyemizin kurtuluşu acilen paraya yani petrole kavuşarak sağlanabilir. Bunu en basit ve bilgili kişi net bir şekilde anlar eğer hain değilse. 

Altan Duransoy 

Aslında İhsan Güven olayı da tam olarak aralandı sayılmaz ama petrol cinayetleri olarak tanımlanan olaylar zincirinde liste hayli kaba­rık. Ayrıca Altan Duransoy'da petrol cinayeti olarak tanımlanan bir olayın kurbanı oluyordu. "Dahi bir petrol mühendisi olan Duransoy, uzmanlığını ülkesinde değerlendirmek istedi ve Karadeniz Bölgesi'nde araştırmalarına başladı. Karadeniz'de çok zengin petrol yatakları bul­duğuna dair haberi dostlarına, bu arada 27 Mayıs'ın önemli isimle­rinden, gençlik lideri Doktor Memduh Eren'e ulaştırdı. Ancak bir süre sonra hasta olduğu haberi duyuldu. Bunun üzerine Doktor Eren, Duransoy'u tedavi etmek üzere yola çıktı. Hastaya ilk müdahaleyi yaptı ve İstanbul'a getirdi. Doktor Eren'e göre 'Mescalin' adlı uyuştu­rucu ile zehirlenen Duransoy'un, başka hiçbir rahatsızlığı yoktu. Milli Birlik Komitesi üyelerinden Mucip Ataklı ile görüşen Doktor Eren, Duransoy'a sahip çıkılmasını istedi. Duransoy MBK'nm güvencesiyle çalışmalarına devam etmek üzere Ankara'ya gitti; ancak bir ay sonra, 1965 yılı yazında ortadan kayboldu. Cesedi boğazı kesilmiş bir du­rumda, Çubuk Barajı yakınlarında bulundu." 

Petrol konusunda bireysel olayların dışında, adı sanı şimdilerde artık hatırlanmayan birçok isimsiz kahraman mühendisimiz de PKK terörüne kurban verildi. Terör örgütü, Türkiye'nin petrol davasına zarar vermek için elinden geleni yaptı. 

Terör örgütünün katlettiği mühendislerimiz 

"1992'de Batman'da TPAO ve Mobil tesislerini basarak üç mü­hendisi öldüren bölücü örgüt militanları o tarihten bu yana stratejik öneme haiz petrol kuyuları, rafineri ve şantiyeleri devamlı olarak teh­dit ediyor. Sorunun büyüklüğünü TPAO Yönetim Kurulu eski Başka­nı Ali Türkoğlu şu sözlerle dile getiriyor: 'Şirketimizin ana bölgesi ve en fazla petrol üretimi yaptığımız yer olan Güneydoğu'da son on yıl­da terörist faaliyetlerden ötürü yeterince çalışma yapamadık. Çünkü bazı alanlar güvenlik nedeniyle çalışmalara kapatıldı.'" 

Petrol cinayetleri, bu bölümün girişinde anlattığımız üzere sadece Türkiye ile ilgili sınırlı değil. İtalya'da ENİ şirketinden Enrico Mete'nin bir uçak kazasında hayatını kaybetmesi bu tesadüflerden (!) sadece biri. 

Petrol mücadelesi, 1894 yılında da İran Şahı'nın başını yedi. Bir Türk Kaçar Hanedanı'ndan olan Şah Nasiruddin, Cülus gününe denk gelen Pazar öncesindeki Cuma günü, Cuma namazı çıkışında, hiç beklenmedik bir anda, Molla Rıza adındaki biri tarafından bıçaklana­rak hayatını kaybetmişti. Bu cinayetin, Rusya ve İngiltere'nin, İran | petrolleri kapışmasının bir sonucu olduğunu hiç kimse artık konuş­muyor. 

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005