Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Petrol Krizi ve Borç Sorunu

İlk önce 1973 ve ardından 1979 petrol krizleri ile birlikte başta az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler olmak üzere pek çok ülke dış ödeme güçlükleri ile karşı karşıya kalmıştır. Petrol İhraç Eden Ülkeler Birliği (OPEC)’in petrol fiyatlarına yaptığı yüksek oranlı zamlar nedeniyle söz konusu ülkelerin ödemelerini dış borçlanma yoluyla karşılama yoluna gitmesi ve ardından borçlarını ödemede güçlüklerle karşılaşması sonucu bunalım, dış borç krizi şeklinde ortaya çıkmıştır (Bakan, 2009:119).

Petrol dışı ürünler ihraç eden gelişmekte olan ülkeler yüksek petrol fiyatları, yüksek gerçek ithalat hacimleri ve sanayileşmiş ülkelerdeki ekonomik yavaşlama sonucu, ihraç ürünlerine olan talep donukluğuna bağlı olarak dış ödemeler dengesi sorunlarından yakınmışlardır. Ödemeler dengesi açıklarını düşük düzeylerde tutmakta başarılı olan bazı gelişmekte olan ülkeler diğerlerine göre ihracata yönelik politikalara daha çabuk uyum sağlamışlardır. Her ne kadar ithal ikame politikaları yüksek büyüme oranları yaratsa da, bu ülkeler döviz kazançları ve harcamaları arasındaki farkı kapatamamışlar ve uluslararası piyasalardan artan şekilde borçlanmaya gitmişlerdir. İthal ikameci politikalar yanlış yönetimle birleşince, 1970’ler bu ülkelere dış borçlar, enflasyon ve ödemeler dengesi sorunları getirmiştir (Apak,1993:7).

Uzun bir aradan sonra, bankacılık sektöründe zora giren ülkelerin payı ilk kez 1970’lerde artmaya başlamıştır. Petrol fiyatlarındaki ani artışla birlikte, Bretton Woods’un sabit kur sisteminin çökmesi, uzun süren bir küresel resesyona yol açmıştır; bunu da bazı gelişmiş ekonomilerde finansal sektörün zor duruma düşmesine yol açmıştır. 1980’lerin başında, ABD’deki yüksek ve oynak faiz oranlarıyla birleşen küresel meta fiyatlarındaki çöküş, yükselen ekonomilerde bankacılık krizlerine ve devlet borcunu ödeyememe durumlarına katkıda bulundu; bunların en ünlüleri önce Latin Amerika ve daha sonra da Afrika’da gerçekleşmiştir. Yüksek faiz oranları, büyük borçların geri ödenmesinin maliyetini yükseltmiştir; borçlar genellikle dünya piyasalarına bağlı değişken faiz oranlarına göre bulunuyordu. Yükselen piyasaların ana ihracat kalemini oluşturan meta fiyatlarındaki düşüşler, onlar için borçlarının geri ödenmesini zorlaştırmıştır (Reinhart, Rogoff, 2010:266).

1974-75’te Batı dünyası yoğun bunalıma girdi. Petrol fiyatlarının artışı ithalatçı ülkelerde satın alma gücünün önemli bölümünü yok etmiş, diğer mallara talebi hızla azaltmıştı. Uluslararası piyasada satın alma gücü akımının paylaşımında OPEC ülkelerinin payı artıyordu (Gürsoy, 2009:84). Petrol ithal eden sanayileşmiş ülkeler petrol şokunu atlatmak için çözüm arıyorlardı. Dış ödemeler dengesi zorlanınca ithalatlarını kısmışlardır. Böylece gelişmekte olan ülkelerin ihracatları gerilemiştir (Korkmaz, 2012:137). Petrol fiyatlarının patlaması petrol ihracatçısı ülkelere (OPEC) doğru büyük gelir transferine yol açınca, petrol ihracatçısı ülkeler yoğun bir durgunluğa girmişti. Durgunluk her yerde fiyatların artışıyla birlikte gitmekteydi, dünya stagflâsyona girmişti (Kazgan, 2000:93).

1970’lerin sonlarına doğru, yaşanan petrol bunalımının da etkisiyle, gelişmekte olan ülkelerde başlayan dış borç servislerinin yerine getirilememesi olgusu yaygınlaşarak 1980’lerin başında uluslararası bir kriz haline dönüşmüştür. Azgelişmiş ülkelerin zayıf üretim yapıları ve bununla birlikte hem OPEC hem de sanayileşmiş ülkelerden kaynaklanan yüksek fiyatların yol açtığı artan giderler bu ülkeleri gitgide daha fazla cari işlemler açığı vermeye sevk ederken bir yandan da borcu borçla kapatmaya yönelmeleri nedeniyle dış borç sarmalının içine çekmiştir (Karagöz, 2007:99).

1973 ve 1979 yıllarında yaşanan iki enerji krizinin ardından dünya ekonomisinin büyük bunalımından sonraki en önemli durgunluğa sahne olmuştur. Petrol fiyatlarındaki ani artışın neden olduğu arz şokları, talep değişmezken arz eğrisini sola doğru kaydırmıştır. Böylece fiyatlar genel düzeyinde bir artış meydana gelirken aynı zamanda ekonomik bir daralma söz konusu olmuştur (Sönmezler, 2007:34). Yaşanan bu petrol şoku dünyada çeşitli negatif etkilere neden olmuştur; işsizlik, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra en yüksek noktasına ulaşmış, firmaların borç yükleri artmış, dünya ticaret hacmi daralmış, stagflasyon meydana gelmiş; yani fiyatlar artmış, istihdam artışı olmamış, tersine işsizlik artmıştır. Bu da rekabet imkânlarını daraltıyordu (Özgüven, 2001:58).

1970’lerin ilk yarısında petrol krizleri ve savaşlar nedeniyle Bretton Woods para sisteminin çökmesinden sonra, teknolojik ve finansal yeniliklere paralel olarak hızlı bir küreselleşme süreci yaşanmaya başlamıştır. 1970’li yıllarda birçok ülkede IMF’nin desteğiyle krizden çıkmak amacıyla yapısal uyum programları uygulanmaya konulmuştur. Bu programlar özellikle gelişmekte olan ülkelere tavsiye edilmekteydi. Esas olarak kamu harcamalarının azaltılması, ücret artışlarının sınırlandırılması, kambiyo rejimlerinin serbestleştirilmesi, konvertibiliteye geçiş, ekonominin dışa açılması ve rekabetçi bir yapı oluşturulması, paranın değerinin düşürülmesi ve rekabetçi olması gibi önlemler içermekteydi (Günal, 2001a:1033).

1980’lere gelindiğinde, 1970’lerdeki ekonomik gerilemeler ve yerel ekonomilerin, petrolü daha tutumlu kullanmak için çeşitli ayarlamalar yapmış olması sonucu, petrole talep kontrol altına alındı ve petrol fiyatları daha istikrarlı düzeylere dönmeye başlamıştır. Bu dönemin tüm ekonomilere etkisi aynı olmadı. Petrol bakımından Ortadoğu ülkeleri, hem fiyatlardaki artıştan hem de dünyanın diğer yerlerindeki petrol üretiminin yavaşlamasından dolayı muazzam paralar kazandırmışlardır (Balı, Büyükşalvarcı, 2011:127).

1979-1980 yıllarında ikinci petrol şokunun ortaya çıkmasıyla, petrolün ithalatçısı GOÜ’lerin dış açıkları yeniden büyümüş, uluslararası enflasyon artmış ve dünya ekonomisi bir durgunluğa girmiştir. Artan fiyatları önlemek amacıyla sanayileşmiş ülkeler anti-enflasyonist politikalar izlemeye başlamış, bu durum dünya ticaret hacmini daraltmış ve korumacılık eğilimlerini artırmıştır. Faiz oranları hızla artmış, dış ticaret hadleri GOÜ’ler aleyhine dönmüştür. Birçok GOÜ, dış çevrede meydana gelen bu olumsuz gelişmelere uyum sağlamaya çalışmış ve bu konuda ağır bir politik faturaya katlanmak zorunda kalmıştır. Güney Kore gibi bazı GOÜ’ler, ekonomilerini yeniden yapılandırmış, piyasa ekonomisi ve ihracata yönelik politikalara ağırlık vermişlerdir. Bütün bu çabaların sonucunda sadece çok az sayıda GOÜ, dış borçlarını ödeyebilecek kapasiteye imkân verecek ödemeler dengesine ve “kendi kendilerine yeterli” büyüme hızına ulaşabilmişlerdir (Sugözü, 2010:212).

Kaminsky’ye göre Asya Krizi, diğer bütün krizlerden önemli ölçüde farklıydı ve sermaye hareketleri ve kısa vadeli dış borçların bunda büyük payı vardı. Zira ülkeler, yüksek dış borç miktarlarına sahiplerse ödemeler dengesi problemleri daha da ciddileşiyordu. Borçların kısa vadede yoğunlaşması ülkenin dış kırılganlığını arttırıyor ve ülkeyi dış şoklara açık hale getiriyordu. Bu yüzden ülkelerin borç miktarı ve özellikle de kısa vadeli dış borçlar giderek daha önemli bir öncü gösterge haline geliyordu (Sarı, 2004:8).

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005