Petrolün Ortaya Çıkışı ve Türkiye’nin Petrol Politikası
İnsanoğlunun petrolle ilk tanışması M.Ö. 2000'lere
kadar uzanıyor. Söylentilerle oluşan tarihin
dışında yazılı tarih de petrolün sebep olduğu
savaşlar, sorunlar güç çekişmeleri ile örülüdür. M.Ö.
2000 yılında Babil tabletlerinde, petrolden 'naptu'
adıyla söz ediliyor. Sümer, Asur ve Babil
uygarlıkları petrolü stratejik bir ham madde olarak
tanımlıyor. Bilinen ilk petrol savaşının da tarihi
oldukça eskilere dayanıyor. Babil ve Asurlular
arasında Hit petrolleri için çıkan savaş, ilk petrol
savaşı olarak biliniyor.
Petrol, gerek ekonomi, gerekse milli güvenlik
açısından tüm devletler için son derece önemli
stratejik bir madde. ABD'nin Pennslyvania eyaletinde
ilk olarak 1859 yılında güçlü bir kaynak bulundu. O
tarihten bu yana da birçok önemli savaşın gizli
gündemiydi petrol. Ekonominin temel dallarında
tarımda, sanayide, ulaşımda, ısıtmada en önemli
enerji kaynağı olarak kullanılıyor. Hayatımıza
uygulayacak olursak, petrol fiyatlarının fırlaması,
benzine zam anlamı geliyor. Benzinin fiyatındaki bir
artış da hayatımıza giren her ürünün (yiyecek,
içecek, kıyafet vs.) zamlanması demek oluyor. Ayrıca
petro-kimya da, önemli bir endüstri alanı olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bu alanda, petrolden her
türlü eşyanın yapılması sağlanmıştır.
Petrol, Milli Güvenlik alanında da çok önemli bir
yere sahip. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı'nda da
yaşandığı üzere, jet yakıtları bulmada önemli
sorunlar gündeme gelmiştir. Prof. Dr. Muammer Aksoy,
konunun önemini "Modern yurt savunmasını petrolün
yardımı olmaksızın düşünebilmeye imkân yoktur.
Kıbrıs ihtilafında bile, müdahaleyi düşündüğümüz
zaman, çözmek zorunda kaldığımız ilk mesele olarak
karşımıza 'jet uçaklarının yakıtı' meselesi
çıkmıştır. Hülâsa: Atom devri bütün dünya için
gelmedikçe çağımız 'petrol devri' hiç değilse yüz
yılımız 'petrol asrı' olarak kalacaktır" sözleriyle
açıklıyor.
Cumhuriyetin ilk
yılları
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu dönemlerde Atatürk,
sosyal hayatla ilgili devrimlerin yanı sıra
ekonomide de önemli adımlar atmak için mücadeleler
yürütüyordu. Ekonomide Türkiye'nin yeraltı
kaynakları önemli bir yer tutuyordu. Atatürk de bu
önemli konuda her zaman Türkiye'nin menfaatlerini ön
planda tutarak politika üretiyordu. Özellikle
petrol işletmeciliğini devlet tekeline alması, bu
konuda attığı önemli adımların başında geliyordu.
Hatta Atatürk'e sunulan bir rapordan bile
bahsedilir. Dr. Ümit ;Emre bu konuda, "Hassan Halet
Işıkpınar'ın raporunda Van, Erzurum, Naftik,,
Pellek, Hasankale, Zaho, Kastamonu, Gelibolu, Keşan,
Konya, İznik, Sinop, Trabzon, Antalya'da petrol
bulunduğu yazılıyor" diyor.
Atatürk dönemi düzenlemeleri
Atatürk, bu konuda millileştirmeye önem vermişti.
1926'da 792 sayılı Petrol Kanunu çıkarılmış ve
Türkiye'de petrol arama yetkisi devlete, hükümete
verilmiştir. Devlet eliyle petrol arama ve üretim
işlemlerinin yürütülebilmesi, bir teşkilatlanmayı
gerektiriyordu. Bu çerçevede 20 Mayıs 1933 tarihinde
yayımlanan "Altın ve Petrol Arama ve İşletme
İdareleri Teşkiline" dair 2189 sayılı Kanun'la, kamu
petrol sektöründe ilk organizasyon sağlandı. Bu
maksatla, İktisat Vekaletine bağlı ve hükmü
şahsiyeti haiz "Altın ve Petrol Arama ve İşletme
İdareleri" kuruldu.
22 Haziran 1939 tarihinde yürürlüğe giren 2804
sayılı Kanun'la da "Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü"
kurulmuş olup, bu durum karşısında "Altın ve Petrol
Arama ve İşletme İdareleri" kaldırılarak bütün görev
ve yetkileri MTA'ya devredildi. "İlk başarılı
çalışmalar raman'da sevindirici sonuçlar vermiştir.
İkinci Dünya Savaşı içinde MTA, ilk kurulan Raman
Maymune Boğazı'ndaki kamp yakınlarında açtıkları 5
numaralı kuyudan petrol çıkarmayı başarmıştır."
Raman'da petrol bulunduğu 20 Nisan 1940
tarihinin ardından, 1945'te günlük 28 ton, 1949'da
ise günlük 70 ton petrol üretilmeye başlanmıştır.
14 Şubat 1941 tarihinde, "Milli Koruma Kanunu"na
dayanılarak Halk ve Milli Müdafaa ihtiyaçları için
lazım olan her türlü petrol ve ürünlerini satın
almak, satmak ve stoklamak, imkan nispetinde
tasfiyehaneler tesis etmek ve işletmek amacıyla
Ticaret Bakanlığına bağlı olarak hükmi şahsiyeti
haiz "Petrol Ofisi" kuruldu. Bu suretle, "Kamu
Petrol Arama ve İşletmesi"nde MTA'nın üstlendiği
göreve karşılık, petrol ve ürünlerini ithal,
dağıtım, depolama, rafinaj ve satış görevleri Petrol
Ofisi'nce üstlenildi.
(Petrol Hakkında)
1954'te çıkan tartışmalı kanun
Türkiye'nin petrol politikalarını anlayabilmek için
öncelikle 1954 yılında çıkarılan 6326 sayılı Petrol
Kanunu'nu incelemek gerekiyor. Ama öncesinde 12
Kasım 1952 tarihinde, dönemin hükümeti bir
kararname yayınladı. 3/15833 sayılı kararnameyle
petrol tekelleri, "dünya petrol siyasetinin
gerektirdiği çerçeve içinde" petrol arama ve işletme
faaliyetine katılmaya çağırıldı.7
Türkiye'nin, konuyla ilgili politika değişikliğine
gideceğinin ilk işaretleriydi bunlar. Çünkü 1926
yılındaki kanuna göre, petrol konusunda tek yetkili
devletti. Ancak kararnameyle, petrol tekellerine
Türkiye'nin kapıları açılıyordu. Adı geçen
kararname şöyleydi:
"Petrol kaynaklarımızı en kısa zamanda tespit ederek
çalışır bir hale getirip kıymetlendirmek gayesiyle
aramalar yaparak bulunacak membaların dünya petrol
siyasetinin gerektirdiği çerçeve içinde askeri ve
iktisadi menfaatlerimize en uygun şartlarla işlemeyi
taahhüt veya bu hususta işbirliği yapmayı kabul
edecek sermaye sahibi hakiki ve hükmî şahısları
yurdumuza celbedip çalışmalarını mümkün kılacak ve
bunlarla hükümetimiz arasında mukaveleler
sağlayabilecek her türlü kanunî, idarî ve malî
tedbirlerin alınması ve bu maksadı tahakkuk
ettirebilmek için lüzumlu şartların tesbitinde
fikirlerinden istifade edilmek üzere dünya petrol
mevzuat ve tatbikatında bu konunun fenni, iktisadi
ve mali meselelerine vakıf mütehassısların temin ve
celbi için her türlü işlem yapılacaktır."
1954 yılında da "Türkiye Cumhuriyeti'nin petrol
yataklarının hususi teşebbüs ve yatırımlar eliyle
süratle, fasılasız ve verimli olarak inkişaf
ettirilmesini ve kullanılmasını sağlamak" amacıyla
6326 sayılı Petrol Kanunu hazırlandı. Demokrat Parti
Hükümeti'nin, uluslararası petrol şirketlerinin
temsilcisi olarak bilinen Max Ball'ın hazırladığı bu
kanun çok büyük tepkileri beraberinde getiriyordu.
İsmet Paşa, bu onun ile ilgili olarak "Petrol
Kanunu, bir kapitülasyon kanunudur" yorumunu
yapıyordu. Ancak İsmet Paşa daha sonra bu görüşünden
cayar ve iktidara geldiğinde bu kanuna dokunmadı.
Metin Aydoğan, 'Bitmeyen Oyun" kitabında bu kanunu
"...petrol işletmeciliğini dev-et tekelinden
çıkarıyor ve yabancı şirketlere geniş imtiyazlar
veriyordu. Şirketler, Türkiye'nin her yerinde arama
yaptılar, uzay teknolojisini de kullanarak
Türkiye'nin sahip olduğu petrol rezervlerini
saptadılar; ancak hiçbir yerde petrol çıkarmadılar,
açtıkları kuyuları petrol yok gerekçesiyle
kapattılar" şeklinde tanımlıyor. Akşam Gazetesinin
1965 yılındaki Genel Yayın Müdürü Doğan Özgüden de
bu kanunu 'Böylece Türkiye dev petrol tröstleri için
açık saha haline getirilmiştir" sözleriyle
değerlendiriyor.
Celal Bayar'ın ABD'lilere verdiği söz
Celal Bayar'ın, Ocak 1954 tarihinde yaptığı ABD
gezisinin de etkili olduğu dile getiriliyor. Hatta
bu gezide, Bayar'ın ABD'de petrol Şirketleri
temsilcileriyle yediği yemekte, "Petrol Kanunu'nun
onların istedikleri biçimde, memlekete dönmeden önce
Meclis'ten çıkacağını" söylediği de önemli
iddialardan biridir. Doğan Avcıoğlu, o dönem yaşanan
sürece ilişkin şu çarpıcı örnekleri verir:
"ABD'nin petrolcü Ankara Büyükelçisi, daha önce
haberi verir:
'Türkiye'de petrol işletmeleri devlet tekelinden
çıkarılacaktır.'
ABD sermayedarlarının organı Journal of Commerce, Mc
Ghee'nin demecini örnek alsınlar diye, milliyetçilik
sevdasındaki Bolivya'ya ve Musaddık'ın İran'ına
uyarıda bulunur:
'Türkiye, petrol sanayini örgütleyip, yürütebilecek
güçtedir. Orta Doğu'nun bu durumdaki tek ülkesi
olmasına karşın, işin gerçeğini kavramış ve petrol
işletmesini devlet tekelinden çıkarmak için tavır
almıştır. İran ve Bolivya hükümetleri, Mc Ghee'nin
demecini okuyup akıl yolundan hareket etmelidirler.
Bâzı ülkelerde sadece sözde milliyetçi olan
gruplar, yabancıların kendilerini sömürdüğünü ileri
sürüp, bunların sınır dışı edilmelerini isterken,
Türkiye, tam tersine petrollerin değerlendirilmesi
yolunda kapılarını yabancı sermayeye açmaktadır.'"
Avcıoğlu, tasarıya "Bu yasa ancak yabancı
şirketlerin izniyle değiştirilebilir" şeklinde bir
madde konulduğunu, ancak bu hükmü içeren 136.
maddenin daha sonra kanundan çıkarıldığı bilgisini
de veriyor.
Prof. Dr. Muammer Aksoy'un dikkat çektiği noktalar
1954 Petrol Kanunu'na karşı 1960'lı yıllarda da
tepkiler devam etti. "Petrolümüzü Millileştirelim"
kampanyasının bayraktarlığını da bir suikaste kurban
giden Prof. Dr. Muammer Aksoy yapıyordu. 1965
yılında Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF)'nun
düzenlediği bir panele katılan Aksoy, kanunla ilgili
şunları vurgulamıştı:
"Petrol Kanunu, yeraltı servetlerimizin işletilmesi
yolunu yabancı şirketlere açarken, iki faraziyeden
hareket etmiştir:
A) Türkler kendi güçleri ile petrolcülüğü
başaramaz,
B) Yurdumuzu gelecek büyük yabancı petrol
şirketleri, çok kısa zamanda memleketimizin ihtiyacı
olan bütün ham petrolü kendi kaynaklarımızdan
çıkaracaklar, hatta dışarıya geniş ölçüde petrol
ihraç etmek suretiyle -petrol yüzünden döviz ödemek
şöyle dursun -petrol sayesinde memlekete döviz
kazandırma imkanını sağlayacaklardır.
İşte bu iki faraziyenin ikisi de, geçen 10 sene
içinde iflas etmiştir. Zira:
a) Türklerin petrolcülüğü başarı ile yapabildiği,
petrol ameliyeliğinin her alanında iktisadi değere
sahip miktarda üretim, tasfiye, nakil ve dağıtım
işlerini başarmaları ile ortaya çıkmıştır.
b) Büyük yabancı petrol şirketleri, memleketimize
döviz gelmesini sağlayacak derecede (yani ihracat
için) petrol üretimini değil, sadece memleketimizin
ihtiyacını karşılayacak bütün ham petrolü kendi
kaynaklarımızdan çıkarma işini dahi
başaramamışlardır. Kendi petrol ihtiyacımızın hâlâ
büyük kısmı, dışarıdan 100 milyonlarca liralık
döviz ödememiz karşılığında elde edilmektedir.
(Petrol Forum)
c) TP ile kıyaslanamayacak kadar arama
ruhsatnamesine (yani inhisarı hakka) sahip yabancı
şirketlerin tümünün toplam üretimi, henüz kendi
yerli müessesemizin üretim seviyesine bile
ulaşamamıştır.
d) Yabancı şirketlerin, Türkiye'de son zamanlarda
bulmaya başladıkları (veya bulduklarını artık
bildirmeğe başladıkları) yerli ham petrol
kaynaklarının işletilmesi sayesinde dışarıya
transfer ettikleri dövizin miktarı o kadar
yüksektir ki, Türkiye'de ham petrol bulunması ile
bulunmaması arasında memleketimizin yararı
bakımından hemen hemen fark yoktur.
e) Yabancı şirketler birçok bölgede ele
geçirdikleri arama ve işletme ruhsatnameleri
sayesinde, bu yerlerde kendi müessesemizin (Türkiye
Petrollerinin) üretimde bulunmasına engel
olduklarından ve kendileri ise, petrol arayıp
bulmayı ve halen bulunan kaynakları işletmeyi
ciddiye almadıklarından; onların Türkiye'ye gelmesi,
petrol üretimimizin artmasına değil, - yerli
müessesemizin kolayca bulup işletebileceği
kaynakların âtıl kalması yüzünden -petrol
üretimimizin artmamasına sebep olmuştur.
f) Petrol ihtiyacımızın, kendi kaynaklarımızdan
karşılayamadığımız kısmını dışarıdan elde ederken
de Milletlerarası tröstü kuran büyük petrol
şirketlerinin, memleketimizde elde ettiği belgeler
ve inhisarı petrol haklan (ve bunların, kanunun
amacına uygun olarak uygulanmaması) yüzünden, bu
şirketlerin dikte ettiği (ve dünya serbest rekabet
piyasasının çok üstündeki) fiyatlardan hem petrol
satın almaktayız. Bu da, her yıl yüz milyonlarca
lira fazla para (ve hem de döviz) ödememize sebep
olmaktadır."
1954 tarihli yasa petrol bolluğunda çıktı
Petrolle ilgili çalışmalarıyla bilinen Devlet eski
Bakanı Hikmet Uluğbay da, o yılları petrol
bolluğunun yaşandığı yıllar olarak tanımlıyor:
"1954 tarihli Petrol Kanunu çıkarıldığında dünyada
tam anlamı ile bir petrol bolluğu yaşanmaktaydı. Bu
yıllar, petrol üretimindeki artışın talep
büyümesinden çok daha hızlı olduğu dönemdir. Bu
dönemde Suudi Arabistan'ın petrol yataklarının
işletilmesi ivme kazanmaya başlamış, İran'da
Başbakan Musaddık'm petrolleri millileştirme
girişimini baltalamak için alınan diğer önlemlerin
yanında Irak'ın petrol yataklarının işletilmesine
hız verilmiştir. Bu yıllar aynı zamanda, dünyanın 7
dev petrol şirketinin Suudi Arabistan, Kuveyt,
Bahreyn, Katar, Venezuela, Meksika ve daha bir çok
ülkenin düşük maliyetli ve yüksek kâr marjlı petrol
varlıklarını işletme hakkını ellerinde tuttukları
bir dönemdir. Dolayısı ile bu dönem 7 dev petrol
şirketinin yeni ülkelerde petrol araması yapmak
için nazlı davrandıkları ve yasal kuralları geniş
ölçüde dikte ettikleri bir zaman dilimidir. İşte
Türkiye, 1954 tarihli Petrol Kanunu'nu böyle bir
petrol dünyası gerçekleri ortamında çıkarmıştır ve o
dönemde yasanın ABD'li uzmanlarca hazırlandığı
yönünde eleştiriler yapılmıştır."
Kanun neleri öngörüyordu
Kanunun en önemli özelliği, yabancı şirketlere
işletme ruhsatı verilmesiydi. Ancak 53. maddede
arama sahalarına sınırlama getirilmişti. Maddeye
göre, bir arama sahasının 50 bin hektardan fazla
olamayacağı ve bir bölgede bir tüzel kişiye aynı
zamanda sekiz arama ruhsatı verilebileceği
sınırlarını da getirmişti. Bu sınırlamalar Türkiye
Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) için daha geniş
tutulmuştu.
64. maddede, Petrol İşleri Genel Müdürlüğü'ne yeni
petrol saha-arını açık arttırmaya çıkarmadan önce
TPAO'na bu sahaları işletmek isteyip istemediğini
sorma ve talep etmesi halinde de o sahaları bu kamu
şirketine tahsis etme yükümlülüğünü getirmişti.
Petrol sahaları için verilecek işletme ruhsatlarının
süresi 20 yıl idi ve 10'ar yılı geç-nemek üzere en
fazla iki defa uzatılabilirdi.
Sıkıntılardan
sonra yapılan düzenlemeler ve "Milli menfaat"
vurgusu
"Kapitülasyon" olarak tanımlanan Petrol Kanunu'na,
özellikle kıbrıs Barış Harekatı sonrasında yaşanan
ambargo ile baş gösteren sıkıntılar nedeniyle bazı
eklemeler yapıldı. Kanunun 2. maddesi, milli menfaat
vurgusu yapıyordu. Maddede şu hüküm yer alıyordu:
"Bu kanunun amacı, Türkiye Cumhuriyeti petrol
kaynaklarının milli menfaatlere uygun olarak, hızla,
sürekli ve etkili biçimde aranmasını,
geliştirilmesini ve değerlendirilmesini
sağlamaktır."
Aslında "milli menfaat vurgusu, yapılan
eleştirilerden sonra ek-enmişti. Ancak sonuçta milli
menfaat vurgusu yapılıyordu. Kim derdi d, Türkiye,
bu düzenlemeden 53 sene sonra, bu "kapitülasyon"
olarak nitelenen kanunu arayacaktı. Öyle de oldu.
Tekrar 1954 tarihli kanuna dönecek olursak, kanunun
5. maddesi de "Milli Menfaatin Korunması"na ilişkin
kuralları belirlemişti.
Kanunun 5. Bölümü "Milli Menfaatin Korunması"na
ilişkin kuralları belirlemişti. Bu bağlamda 13.
maddenin birinci fıkrası şu hükmü içermekteydi:
- "Petrol hakkı sahipleri, 1 Ocak 1980 tarihinden
sonra keşfettikleri {petrol sahalarında ürettikleri
ham petrol ve tabiî gazın tamamı üzerinden, kara
sahalarında % 35'ini ve deniz sahalarında % 45'ini
ham veya mahsul olarak ihraç etme hakkına
sahiptirler, geri kalan kısım ise 1 Ocak 1980
tarihinden önce bulunmuş sahalardan üretilen ham
petrol ve tabiî gazın tamamı ve bunlardan elde
edilen petrol mahsulleri memleket ihtiyacına
ayrılır."
Bu hüküm, 1983 yılında çıkarılan bir yasa ile Petrol
Kanunu bünyesine dahil edilmişti. Çünkü Kıbrıs
Barış Harekatı'nda yaşanan sıkıntılar henüz
tazeydi. Özellikle Batı'lı ülkelerin uyguladığı
ambargo nedeniyle Türkiye, harekat sırasında
uçaklarına akaryakıt ve yedek parça bulmakta çok
zorlanmıştı. Bu deneyim, Türkiye'yi böyle bir
değişiklik yapmaya zorlamıştı.
Bu bilgileri veren Uluğbay ayrıca, şu önemli
maddelere dikkat çekiyor:
"78. maddeye göre üretilen petrolün veya doğalgazın
% 12.5'i Devlet Hissesi olarak alınacaktı. 95.
maddeye göre, petrol ve doğal-gaz sahalarını
işletenlerin ödeyecekleri gelir vergileri
kesintileri toplamı %55'i geçmeyecekti."
TPAO'nun kuruluşu ve yaptığı çalışmalar
1954 tarihli 6326 sayılı kanun çıktıktan hemen sonra
da 6327 sayılı kanunla TPAO kuruldu. TPAO'nun kendi
internet sitesinde, öncelikli amacın, petrol ve
doğalgaz rezerv ve üretimini artırmak olduğu
vurgulanıyor. TPAO'nun kendi internet sitesinde,
öncelikli amacı petrol ve doğalgaz rezerv ve
üretimini artırmaktır. 2005 yılında 558 milyon
varil petrol eşdeğeri rezerve sahip olan TPAO'nun
2010 yılındaki rezerv hedefi 1,5 milyar varil petrol
eşdeğeridir. TPAO, yurtiçi ve yurtdışında sürdürdüğü
projeler ile 2005 yılında günlük ortalama 70 bin
varil petrol eşdeğeri üretim yapmıştır. 2010 yılında
günlük ortalama 300 bin varil petrol eşdeğeri
üretime ulaşmayı hedeflemekte olduğu bilgisi
veriliyor. TPAO'nun bir diğer amacının da 2010
yılına kadar entegre bir enerji şirketi olmaktır.
Ancak yıllardır TPAO'nun çalışmadığı, daha doğrusu
çalıştırılmadığı iddiaları gündemdeki yerini
korudu. Hakan Yılmaz Çebi'nin "Türkiye'nin Petrol
Savaşları" kitabında yer alan iddiaya göre, "Milli
(!) şirket TPAO kurulduğu gündem bu yana geçen süre
içinde Türkiye'nin bir yıllık petrol tüketiminin
ancak iki misli petrol üretebildi."
Ancak, bu konuda yalnızca TPAO'yu suçlamak doğru bir
tutum olmaz. Bu konuların, Türkiye'de gelişen siyasi
gelişmelerden bağımsız tutamayız. Türkiye'nin
özellikle Soğuk Savaş döneminde ABD ile olan
ilişkileri, Batı'ya bağımlılık sürecinin tetikleyici
dönemini teşkil ediyor. Soğuk Savaş'ın son
yıllarında yaşanan bir olay, petrol arama
konularında yabancı şirketlere bağımlılığımıza
önemli bir örnektir. 1980'lerin sonlarına doğru
ABD'ye ait ARCO çok uluslu şirketi,
Diyarbakır-Karayolu sahasında incelemeler yaptı ve
"petrol olmadığı" gerekçesiyle bu sahayı kapattı.
Mart 1999'da TPAO'nun o bölgede yaptığı yeni
çalışmalar sonucunda o sahada, Doğu ve Güneydoğu
Anadolu Bölgesi'nin en zengin ve kaliteli petrol
yatağı bulundu.
|