Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Ahlâk Piyasanın Neresinde? Sorumluluk ve İş Ahlakı

Piyasa-ahlâk ilişkileri ötedenberi ilgi çekmiş konulardan biridir. Her ne kadar neoklâsik iktisatçıların değerden bağımsız bilim yapma çabalan sonucu zaman za­man ahlâk-piyasa ilişkileri ikinci plana atılmış olsa da, bir sosyal bilim dalı olarak insanın iktisadî davranışını çözümlemeyi konu edinen iktisadın büsbütün ahlâkın alanı dışında kalması düşünülemez. Bu bağlamda para kazanma dürtüsünün ve ken­di menfaati peşinde koşmanın gayri ahlâkî olup olmadığı, piyasanın ahlâktan ba­ğımsız olup olmadığı, ahlâkın piyasayı, piyasanın da ahlâkı dışlayıp dışlamadığı gibi konular sosyal bilimciler ve toplumsal sorunlar üzerine kafa yoran aydınların ilgisini çekmeye devam edecektir. Son yıllarda iktisat ve ahlâk konusuna olan ilgi yeniden canlandı. Özellikle küreselleşme eksenli tartışmalarda "İslamcı" ve Mark­sist eğilimli çevrelerden gelen piyasa sisteminin eşitsizlik ve yoksulluk ürettiği, bu­nun da gayri ahlâkî olduğu yönündeki eleştirilere cevap verme gayretleri ahlâk ve piyasa ilişkilerine olan ilgiyi son zamanlarda daha da artırmış görünmektedir. Bu çerçevede bu yazıda piyasa-ahlâk ilişkileri bağlamında bir kaç önemli noktanın altı çizilmekte, ahlâkın piyasa ile uyum içinde olup olmadığı konusu irdelenmektedir. 

Ahlâk, aynen din gibi, insanlığın en eski kurumlardan biri olup, bireylerin davra­nış kodları üzerine kimi kısıtlar getirir. Davranışların hangisinin iyi, hangisinin kötü olduğu, dolayısıyla hangi davranışın yerine getirilmesi, hangi davranıştan ise uzak durulması gerektiğini bir topluma egemen olan ahlâk kuralları belirler. Ahlâktan bağımsız, ahlâkî davranışa ilişkin kodların hiç gelişmemiş olduğu bir toplum düşün­mek çok zordur. Her toplumda, birbirinin tıpatıp aynısı olmasa da, zaman içinde gelişmiş, bireylerin, davranışlarını kendilerine uydurmak zorunda hissettikleri, bunu yapmadıkları zaman ayıplanma, kınanma, hatta toplumdan dışlanma gibi yazılı olmayan yaptırımlarla karşılaştıkları kurallar manzumesi mutlaka vardır. Bu an­lamda "ahlâksız" toplum yoktur. 

Öte yandan piyasa, kısaca bir malın alım-satımının yapıldığı, alıcı ve satıcıla­rın biraraya gelerek mal ve hizmet mübadelesini gerçekleştirdikleri, bu suretle  fiyatların belirlendiği ortam olarak tanımlanabilir (Demir ve Acar 1997:182). Özel­ likle telefon, faks ve elektronik posta gibi hızlı iletişim imkânlarının yaygınlaştığı,  e-ticaret gibi kavramların günlük hayatımıza girdiği günümüzde piyasa denince  bundan sadece arz edicilerle talep edicilerin bizzat biraraya gelip mübadeleyi yüz-    yüze gerçekleştirdikleri pazar yerinin anlaşılmaması gerektiği açıktır. Bu anlamda mal ve hizmet mübadelesini mümkün kılan fiziksel, elektronik veya sanal her türlü ortam piyasa olarak değerlendirilmelidir. 

Piyasa ekonomisi denince, verilen bu piyasa tanımıyla yakın ilişki içinde bir  olgudan sözediliyor demektir. Piyasa ekonomisinde merkezden planlama yoktur,  fiyatlar belirli bir otorite tarafından değil, alıcıların satın almak, satıcıların da sat­mak istedikleri miktarın—iktisadın temel kavramları olarak arz ve talebin—karşı­laşmasıyla belirlenir. Böyle bir şeyin olabilmesi yani "piyasa fiyatı'nın belirlene­bilmesi için alış-veriş imkânlarının kısıtlanmamış olması, yani mübadelenin ser­bestçe yapılabilmesi gerekir. Dahası, alıcılar ve satıcıların mübadele amacıyla pa­zar yerine gelmeleri veya sanal pazarda buluşmaları için kendilerine ait alacak veya satacak şeylerinin bulunması gerekir. Bunun ima ettiği şey, piyasa ekonomi­sinin olmazsa olmaz koşullarından birinin de özel mülkiyet olmasıdır. Kimi sos­yalist eğilimli iktisatçılar kamu otoritesince yönetilen fiyatlarla da piyasanın oluş­turulabileceğini iddia etmişlerse de bunun gerçek anlamda bir piyasa olmayacağı açıktır. Nihayet piyasa ekonomisinin olmazsa olmaz şartlarından biri de rekabet­tir. Rekabet belirli, herkese açık, kimseyi kayımıayan kurallar dahilinde üreticiler ve dağıtımcılar arasındaki açık yarışmadır. Piyasa ekonomisinde daha iyiyi daha ucuza üretmenin anahtarı rekabettir. Yeni ürünlerin üretilmesi veya mevcut ürün­lerin çeşidinin artırılması, kalitesinin iyileştirilmesi veya maliyetinin düşürülmesi ancak rekabetin itici gücü sayesinde mümkün olabilmektedir. Rekabetin engel­lenmesi piyasayı öldürür, ya da rekabetin olmadığı yerde piyasa ekonomisinden sözedilemez. Bütün bu unsurları biraraya getiren bir piyasa sistemi şu şekilde ta­nımlanabilir: Özel mülkiyet, girişim özgürlüğü, serbest ticaret ve rekabete dayalı; tüketicilerin fayda temin etmek, üreticilerin de kâr etmek amacıyla iktisadî faali­yetlerde bulunup ellerindekini serbestçe mübadele edebilmelerine imkân tanıyan sistem, piyasa sistemidir. 

Birer kurum olarak ahlâk ve piyasadan bu şekilde sözettikten sonra, şimdi ahlâk ve piyasa ilişkilerine göz atabiliriz. Kanımca piyasa ve ahlâk ilişkileri konusunda altı çizilmesi gereken beş önemli önerme şu şekilde sıralanabilir: 1. Ahlâkın kaynağı piyasa değildir; 2. Piyasanın ahlâk ile bir uyum sorunu yoktur; 3. Piyasa ahlâkı teşvik eder; 4. Piyasa ahlâkın olumlu dışsallığından yararlanır; 5. İşadamlarının para kazanma güdüsü ile zenginliğin yaratılması ahlâksızlık değildir. Aşağıda sırasıyla bu önermeler açımlanmaktadır. 

İş Ahlakı İle İlgili Bilgiler 

1.  Ahlâkın kaynağı piyasa değildir; ahlâk piyasadan önce ve piyasa dışında da vardır 

Yazının başında ahlâkın insanlık tarihinin en eski kurumlarından biri olduğuna değinmiştik. Henüz piyasa, devlet, uluslararası ticaret gibi kurumlar ortaya çık­madan bile muhtemelen insan-insan ilişkilerini düzenleyen, hangi davranışların iyi, hangilerinin kötü olduğunu belirleyen sözlü kurallar vardı. Bu arada belirtilmesi     gereken bir şey de bütün zamanlar ve bütün toplumlar için geçerli tek bir genel       geçer ahlâkın bulunmadığı, birçok ortak unsurlar taşısalar da, farklı dinî, kültürel ve toplumsal koşullara özgü farklı ahlâkî sistemler veya yapıların olabileceğidir. 

Bu bağlamda örneğin İslam ahlâkı olabilir, Hristiyan ahlâkı olabilir, hatta Hristiyanlık mezhepleri içinde her birinin kendine özgü bir ahlâkı olabilir. Nitekim gelmiş geçmiş en büyük sosyal bilimcilerden biri olarak kabul edilen, iktisatla da uğraşmış olmasına rağmen daha çok sosyolog kimliğiyle tanınan Max Weber Batı'da kapitalizmin ortaya çıkışını izah ederken anahtar bir kavram olarak Protestan ahlâkından sözeder. 

Ahlâkın kaynağı din olabilir, kültür olabilir, geçmişten devralınan uygarlık mirası olabilir, gelenek veya görenekler olabilir. Kanımca bütün öteki unsurları derinden etkileme potansiyeli nedeniyle din ahlâkın en önemli kaynağıdır. Ancak din-dışı, laik veya seküler başka toplumsal kurumların da her toplumun ahlâk kodlarına şu veya bu şekilde etkide bulunmuş olması muhtemeldir. Kısaca burada vurgulamak istediğim şey, ahlâkın, ortaya çıkması bağlamında piyasadan bağımsız bir kurum olduğudur. Ahlâkın ortaya çıkması için piyasa kurumunun varolması gerekmez. Muhtemelen insanlar henüz ihtiyaç fazlası ürün biriktirip onları mübadeleye girişmeden, yani piyasa bir kurum olarak ortaya çıkmadan önce de neyin iyi neyin kötü davranış olduğuna ilişkin belirli kodlar, yani ahlâk vardı. Ayrıca ahlâkın varo-labilmesi için ille de piyasa gibi bir kuruma ihtiyaç yoktur; çünkü ahlâk kuralları iktisadî olsun olmasın bütün insan davranışlarını kapsar; serbest mübadelenin, özel mülkiyetin, rekabetin olmadığı toplumsal ortamlarda da belirli ahlâk kuralları var­dır. O halde ahlâkın kaynağı olarak piyasa kurumuna ihtiyaç olup olmadığı başka bir şey, piyasa ile ahlâkın uyumlu kurumlar olup olmadığı başka bir şeydir; ikisini birbi­rine karıştırmamak gerekir. Bu ikincisine aşağıda değinilmiştir. 

2.  Piyasa ile ahlâk arasında bir uyum sorunu yoktur; ahlâk piyasayla uyum içindedir 

Temel ahlâkî değerlerle piyasa arasında bir uyumsuzluk yoktur. Ahlâkın er­demli birey olmanın gereği saydığı hemen hemen tüm ilkeler piyasanın varlığını sürdürmesi, gelişip serpilmesi ve işlevini yerine getirmesiyle uyum içindedir. 

Ahlâkın öne çıkardığı en temel değerler arasında doğruluk, sadakat, çalışkanlık ve dürüstlük yer alır. Dürüstlük özü sözü bir olmak, ikiyüzlülükten ve üçkağıtçılık­tan kaçınmak ve sözüne sadık olmak demektir. Dürüst insamn "sözü senettir." Dü­rüst insan karşısındakini aldatmayı düşünmez, borcunu inkâr etmez, senedini zamanında ödemeye gayret eder. Bu anlamda dürüstlük piyasanın iyi işleyebilmesini ko laylaştıran muazzam bir pozitif dışsallık sağlar ki, buna aşağıda ayrıca değinilecektir. Ahlâkın öne çıkardığı çalışkanlık piyasanın üretimin artırılmasını ve ürünlerin pazarda başkalarının hizmetine sunulmasını mümkün kılan en önemli nitelikler-den biridir. Çok üretmek ve çok kazanmak için her şeyden önce çok çalışmak gerekir. Tembel, miskin, çalışmayı sevmeyen, başkalarının sırtından geçinmeyi marifet bilen bireylerin çoğunluğu oluşturduğu ortamlarda verimli bir piyasa da yeşeremez. 

Piyasanın karşılıklılık, "iyilik et iyilik bul" gibi ahlâkî ilkelerle uyum içinde bulunan güçlü bir mantığı vardır. Karşılıklılık ilkesi gereğince piyasanın bireye söylediği şey "birilerinden bir şey alabilmek istiyorsan, sen de onlara bir şey ver­mek zorundasın"dır. Ekonomi biliminin, bir sosyal bilim olması dolayısıyla, fark­lı ideolojilere, farklı bakış açılarına ve farklı ortamlara göre değişen bazı teorik bulguları ve çıkarsamaları olabilir. Ancak, sosyal bilim dalları arasında, evrensel geçerliği olan ilkelere ve yasalara ulaşma anlamında "bilim" olma rüştünü en çok kazanmış bir disiplin olarak iktisadın bazı genel geçer yasaları vardır. Bunlardan biri, arz-talep yasası olarak bilinen, öteki faktörler aynı kalmak koşuluyla arzı artan bir malın fiyatının düşmesi, talebi artan bir malın ise fiyatının yükselmesi kuralıdır. Kısaca, istisnalar dışında, mal ve hizmetlerin fiyatları ile arz arasında doğru, talep arasında ters bir ilişki sözkonusudur (Demir ve Acar 1997:24). 

İktisadın genel geçer bir başka kuralı "bedava ekmek yoktur," "her şeyin bir bedeli vardır," ya da, halk arasındaki söyleyişle, "üç kuruşa beş köfte yoktur" kuralıdır. Güneş ve hava gibi herkese yetecek kadar doğada hazır'bulunan "ser­best mallar" dışında kalan her mal ve hizmet, ancak belirli miktarlarda insan eme­ği ve öteki üretim faktörleri kullanılarak, bunlara belirli miktarlarda harcama ya­pılarak üretilebilir. Kısaca, üretimin bir bedeli vardır. Üretilen şey ancak başkala­rının gözünde bir değer ifade ediyorsa pazarda alıcı bulabilir. O halde, malının pazarda alıcı bulabilmesini, elindeki mal veya hizmeti satarak kendi ihtiyacını karşılamayı isteyen her kişi, başkaları için değer ifade eden, onların belirli bir bedel ödemeye razı olacakları şeyleri üretmek zorundadır. Yani kendi ihtiyacını karşılamak isteyen, bedel (fiyat) ödeyerek mal ve hizmet satınalmak durumunda­dır.  

Ödeyeceği para gökten yağmayacağına göre onu bir yerlerden kazanması ge­rekir. Bunu kazanmanın, yani gelir elde etmenin yolu, onları edinmek için başka­larının size bedel ödemeye hazır oldukları bir değer yaratmak, beğeni kazanan mal ve hizmet üretmektir. Başka bir değişle, değer elde etmek isteyen değer yarat­mak zorudadır. Bu da, "başkalarından saygı bekleyen onlara saygı göstermeli­dir," "başkalarının kendisini dinlemesini isteyen, onları dinlemelidir," "iyilik bul­mak isteyen iyilik yapmalıdır,"... gibi sayısız versiyonuyla, erdemli davranışta karşılıklılığın önemini vurgulayan ahlâk ilkesiyle tamamen uyum içindedir. 

3. Piyasa ahlâkı, ahlâk piyasayı teşvik eder 

Piyasada tutunmak, müşteri edinmek, itibar kazanmak ahlâklı olmayı, ahlâkın öne çıkardığı erdemli tutum ve davranışlara sahip olmayı gerektirir. Bu konuda popüler kültürün öne çıkardığı, piyasada ancak üçkağıtçıların tutunabildiği, dü­rüst girişimcilerin iflasa mahkûm olduğu yolundaki görüşün doğruluğundan kuş­kulanmamız için bir çok neden vardır. Daha ileri giderek şu bile söylenebilir:   Birileri üçkağıtçı olduğu halde, müşteriyi kalitesiz mal ve yüksek fiyatla  kandırabildiği halde hâlâ piyasada tutunabiliyorsa, orada piyasanın varlığından kuşkulanmak, piyasa adı altında bir avanta ekonomisinin varlığından kuşkulanmak  gerekir. Piyasanın aradığı insan ahlâklı insandır. 

Her şeyden önce insanlar rasyonel, akıllı, menfaatini bilen ve çoğu kez kendi menfaatini gözeterek iş yapan yaratıklardır. Önce olaya tüketici açısından bakalım. Bir müşteri olarak hiç bir aklı başında insan aynı firmadan iki defa kazıklanmak istemez. Tüketicinin bir kez aldatılması sözkonusu olabilir. Ancak, alternatif mallar ve firmalar olduğu sürece gerçeği derhal farkedecek, kendisine yeni bir arzedici arayacaktır. Üretici açısından da durum aynıdır. Bir üretici firma mal verdiği başka bir firmanın, tedarikçinin veya dağıtımcının bir kez üçkağıdına şahit olduktan sonra, tekrar gidip aynı firma tarafından aldatılmak istemesinin hiç bir mantığı yoktur. Borcuna sadık olmayan, müşterileri nezdindeki güvenilirliğine halel getirecek hareketlerini gördüğü firmalara karşı derhal tavrını koyacak, onlarla çalışmaktan vazgeçip başka firmalar arayacaktır. Başka bir deyişle piyasada ahlâklı davran­mak prim yapar, itibar kazandırır. Güvenilir olanın, daha kaliteliyi daha ucuza satmaya çalışan, müşterinin ihtiyaçlarını göz önünde tutarak faaliyet gösteren fir­manın daha çok müşterisi, daha fazla hasılatı ve kârı olacaktır. Bu mekanizma ancak piyasanın olmadığı, yani ya özel mülkiyet rejiminde, ya serbest ticarette, ya rekabette ya da bunların hepsinde birden ciddî sorunların yaşandığı ortamlarda çökebilir. Ancak, piyasaya giriş-çıkışın engellendiği, rekabet yerine tekellerin kollandığı, serbest ticaret yerine korumacılığın yapıldığı, yüksek gümrük duvarla­rı arkasında belirli firmaların dış rekabet baskısı hissetmeden kalitesiz malı pahalı­ya satmalarına imkân verilen ortamlarda bu sistemin çöküşü sözkonusu olabilir. Nor­mal şartlarda, rekabetin teşvik edildiği ve hukuk devleti çerçevesinde herkese açık soyut kuralların hükmettiği piyasada birilerinin kalkıp uzun süre müşterilerini kazık­laması ve borçlarına sadık kalmadığı, kaliteli mal üretmediği, kaynaklarını etkin kul­lanmadığı halde piyasada kalması, büyüyüp serpilmesi mümkün değildir. 

Öte yandan, piyasa ahlâkı teşvik eder, bireyin kararlarının ahlâkî değerinden ancak bireysel sorumluluk ve özgürlüğün bulunduğu bir piyasa ortamında sözedilebilir. Gerçek ahlâk ancak özgürlükçü ortamlarda yeşerebilir. Bireylerin zorla "ahlâklı" davranmaya itildiği, eylemlerinin ve etkinliklerinin planlandığı, kendilerine ait kararlar almalarına fırsat verilmediği bir ortamda kimin erdemli kimin er­demsiz olduğunun ayırt edilmesi mümkün olmaz. Bu gerçeği Hayek Kölelik Yolu adlı önemli eserinde son derece çarpıcı biçimde dile getirmektedir: 

"...Ne var ki bu kuşak (1940'lı yıllardaki kendi kuşağından sözediyor. M.A.) aynı zamanda, ahlâk denilen kavramın aslında bireysel bir temele dayandığını ve bireyin ancak özgür bırakıldığında, kendi çıkarı kadar, gerektiğinde içinde yaşadığı toplumun çıkarı için de kişisel özverilere hazır olması gereğine dayanan bir ahlâk düsturunu unutma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Kişisel sorumluluk dünyasının dı­şında iyiliği ve kötülüğü ayırt etmek zordur. Bireyin erdemi ancak, ona uğruna kişi­sel arzularından vazgeçebilmeyi göze alabileceği doğrunun ne olduğunu şahsen değerlendirme fırsatı verildiğinde tartışılabilir. Başka bir anlatımla, insanlara an­cak, kendi şahsî çıkarlarına ilişkin sorumluluklar yüklenme ve gereğinde onları feda etme özgürlüğü tanındığı takdirde, kararlarının ahlâkî değerinden sözedilebilir. Görüldüğü gibi ahlâk kavramı temelde bireysel özgürlük ve sorumluluk sorunun­dan koparılamaz. İnsanlara özgürce tercih hakkı tanınmadığı zamanlarda, başkala­rının aleyhine, onları toplumcu diye niteleyemeyeceğimiz gibi, toplumculuğun er­demini de tartamayız. Her konuda iyilik yapmaya zorlanmış bir toplumun üyeleri­nin övülecek bir tarafı yoktur. Milton'un dediği gibi, yeterince gelişmiş bir insanın, iyi ve kötü yönleri dayatılan zorunlu reçetelerin baskısı altında gizlendiği sürece, neye erdemli, doğru ve haklı diyebiliriz ki? ... Üstlerine değil, kendi vicdanına karşı sorumluluk, zoraki olmayan görev bilinci, bireyin değer verdiği şeylerden hangile­rinin başkaları adına feda edileceğine karar verme zorunluluğu ve şahsen verilen kararın sonuçlarına katlanmak, ahlâk adını taşımaya lâyık bir kavramın temel nite­likleridir." (Hayek, 1999:266-67) 

4. Piyasa ahlâkın olumlu dışsallığından yararlanır 

Piyasanın etkin işleyebilmesi ve piyasa başarısızlığının önüne geçilebilmesi için son derece önemli koşullardan biri "işlem maliyetlerinin düşüklüğü"dür. İş­lem maliyetlerinin düşük olmasının piyasa başarısızlığını ortadan kaldırma konu­sundaki önemini vurgulayan makale iktisat literatüründe kendisine en fazla atıf yapılan makale unvanını taşımaktadır. İşlem maliyetleri konusu aynı zamanda piyasa ve ahlâk ilişkilerinde kilit rol oynayan hususlardan biridir. 

Ahlâkın ve ahlâklı bireylerin varlığı işlem maliyetlerini azaltmak suretiyle pi­yasaya olumlu bir dışsallık sağlar. Dürüstlük yerine üçkağıtçılığın şiar edinildiği, sözün senet olmadığı, alıcı ve satıcıların birbirine güvenmediği bir toplumda işlem maliyetleri son derece yüksektir. Bireylerin borcuna sadık olmadığı böyle bir piyasada senetlerin tahsili bankalara ve hatta duruma göre çek-senet mafyasına havale edilmek durumundadır. Senedin tahsil için bankalara verilmesi tahsil ga­rantisi de sağlamaz. Bireyler ahlâkî ilkelere yan çizdikleri oranda borçlarına sadık olmayacaklar, sonuçta borçların tahsili aylar veya yıllar süren, mahkemelerin araya girdiği, mahekemelerin altından kalkamaması veya onlardan ümit kesilmesi halinde eli silahlı tetikçilerin devreye girdiği uzun, zahmetli ve çok maliyetli bir süreç olacaktır. Buna karşılık dürüst, ahlâklı, borcuna sadık, sözü senet olan bi­reylerin etkinlikte bulunduğu bir piyasada işler daha az sorunla, daha kısa sürede, dolayısıyla çok daha düşük maliyetle halledilebilecektir. Neresinden bakılırsa ba-kılsın ahlâkın piyasaya son derece olumlu bir dışsallık sağladığı açıktır. Ahlâkın sağladığı pozitif dışsallıklar piyasa sürecini etkinleştirir, hızlandırır ve daha işlev-sel hale getirir. Bu sayede tasarruf edilen zaman, para ve enerjinin üretime ve yatırımlara yönlendirilmesi, kaynakların daha etkin kullanılması mümkün olur. 

5. İşadamının para kazanma ve kâr etme güdüsüyle hareket etmesi ahlâksızlık değildir, İş Ahlakı ve Toplumsal Sorumluluk 

Gerek dünyada gerekse Türkiye'deki popüler kültürde, iş adamlarının kazanç peşinde koşmalarının meşru bir amaç olmadığı anlayışı egemendir. Çıkarı peşinde koşmak, para kazanmak için çalışmak, pozitif bir moral değer değildir. Bu yüzden iş adamları faaliyetlerindeki temel amaçlarının para kazanmak, servetlerini artırmak olduğunu söylemekten özenle kaçınmaktadır.5 Dolayısıyla, tüm işadamları ve gi­rişimciler, kâr peşinde koşmalarına toplum tarafından kabul gören meşru bir ne­den bulma ihtiyacındadır. Bunun için kazanç sağlama amacı yerine toplumsal ortak amaçlara göndermede bulunmak oldukça sık başvurulan bir yöntemdir. Kendi çıkarını gözeterek çalışan kişinin vatana-millete yarar sağlamasının pek mümkün olmadığı anlayışı egemen olduğu için işadamları her fırsatta "vatana-millete hizmet için" çalıştıklarını vurgulama ihtiyacı duymaktadır. Ayrıca, toplum yararına vakıf veya dernekler kurarak, ekonomik faaliyetlerini sosyal yararı yüksek bu tür kuruluşları desteklemek için bir araç olarak gördüklerini ifade etmek de diğer bir yaygın meşruiyet sağlama biçimidir. Böyle yapmak suretiyle bir işadamı hem toplumun ortak amaçlar için çalışan saygın bir üyesi olmakta, hem de para kazanmaktadır. Bu meşruiyet ihtiyacı dindar-muhafazakâr burjuvazi için, muhte­melen, daha çok geçerlidir. 

Oysa Roberts'ın (2001) da isabetle vurguladığı gibi, iş hayatında başarı bir erdemdir. İş hayatında başarılı olmak, yukarıda değindiğimiz korumacı-kayırmacı-avanta sağlamacı yollardan olmadığı sürece, alkışlanması gereken bir davranıştır. Para kazanmak bizatihi ahlâkî veya gayri ahlâkî sayılamaz. Ahlâkî veya gayri ahlâkî olan paranın veya servetin kazanılma ve harcanma biçimidir. Dürüst bir şekilde çalışarak, başkalarının hakkına tecavüz etmeden, rakipleri yasa dışı yollar kullanarak piyasa dışına itmeden, devletin veya bir başka kamu otoritesinin suna­cağı avantalara tenezzül etmeden, daha kaliteli malı daha ucuza üretmeye, bu su­retle daha çok müşteri kazanıp daha çok hasılat elde etmeye dayalı bir para kazan­ma faaliyetine hiç bir ahlâk sisteminin söyleyeceği bir şey olamaz. Kazanılan pa-ranın yeniden yatırıma aktarılmasının, birtakım sanatsal, kültürel veya hayır amaçlı faaliyetlerin finansmanı için kullanılmasının erdemli davranışla hiç bir uyumsuz­luğu yoktur, tam tersine, böyle bir davranış gayet erdemli bir davranış olarak öv­güye değerdir. Kaldı ki, hemen bütün ahlâk sistemlerinin övdüğü cömertlik, paylaşma, toplum yararına harcama, yoksulları görüp gözetme gibi erdemli davranış­1ar ancak zenginliğin yaratılmasıyla, çalışıp para kazanılmasıyla mümkündür.7 Zenginliğin dağıtılabilmesi için onun önce ortaya konması gerekir. Parası ya da dağıtacak serveti olmayan insanın cömert davranması da yoksulları görüp gözetmesi de mümkün değildir. 

Dolayısıyla, cömertliği ve paylaşmayı öven dini-ahlâkî düsturlarla popüler kültürümüzdeki para kazanmaya kötü gözle bakan, işadamlığını ve zenginliği üçkağıtçılıkla özdeşleştiren anlayışı bağdaştırmak mümkün değildir. Ülkemizdeki bu nlayış belki de en ikna edici şekilde, "serbest piyasa" adı altında uzun yıllardır sürdürülen planlamacı, korumacı, avanta dağıtmaya ve rant kollamaya dayalı piyasa karşıtı iktisat politikalarının hazıra konmuş, rekabetin olmadığı ortamda devlet eliyle semirmiş bir zenginler grubunu ortaya çıkarmış olmasıyla açıklanabilir.  

Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Mustafa ACAR (Kırıkkale Üniversitesi) 

KAYNAKLAR 

Aktaş, Mehmet (2000), "Sosyal Maliyet Sorunu," Demir, Ö. (der.) Devlet Rekabet, Mülkiyet ve

İktisat, ss. 101-174, Adapazarı: Değişim Yayınları. Buğra, Ayşe (1997) Devlet ve İşadamları (trans. by Fikret Adaman) İstanbul: İletişim Yayınları. Coase, Ronald H. (1960), "The Problem of Social Cost," Journal ofLaw andEconomics, Octo-

ber 1960: 1-44. Demir Ömer, Mustafa Acar ve Metin Toprak (2002) "Anatolian Tigers or Islamic Capital: Pros-

pects and Challenges," yayınlanmamış makale. Demir Ömer ve Mustafa Acar (1997), Sosyal Bilimler Sözlüğü, Ankara: Vadi Yayınları. Hayek, Friedrich A. (1999), Kölelik Yolu, (Çev. Turhan Feyzioğlu ve Yıldıray Arsan), Ankara:

Liberte Yayınları. Roberts, Russell (2001), The Invisible Heart: An Economic Romance, Cambridge, Massachu-

setts: The MİT Press. Rowley, Charles (2002), Özgürlük ve Devlet, (Çev. İbrahim Dalmış), Ankara: Liberte Yayınları.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005