|
Ahlâk Piyasanın Neresinde? Sorumluluk ve İş Ahlakı
Piyasa-ahlâk ilişkileri ötedenberi ilgi çekmiş konulardan biridir.
Her ne kadar neoklâsik iktisatçıların değerden
bağımsız bilim yapma çabalan sonucu zaman zaman
ahlâk-piyasa ilişkileri ikinci plana atılmış olsa
da, bir sosyal bilim dalı olarak insanın iktisadî
davranışını çözümlemeyi konu edinen iktisadın
büsbütün ahlâkın alanı dışında kalması düşünülemez.
Bu bağlamda para kazanma dürtüsünün ve kendi
menfaati peşinde koşmanın gayri ahlâkî olup
olmadığı, piyasanın ahlâktan bağımsız olup
olmadığı, ahlâkın piyasayı, piyasanın da ahlâkı
dışlayıp dışlamadığı gibi konular sosyal bilimciler
ve toplumsal sorunlar üzerine kafa yoran aydınların
ilgisini çekmeye devam edecektir. Son yıllarda
iktisat ve ahlâk konusuna olan ilgi yeniden
canlandı. Özellikle küreselleşme eksenli
tartışmalarda "İslamcı" ve Marksist eğilimli
çevrelerden gelen piyasa sisteminin eşitsizlik ve
yoksulluk ürettiği, bunun da gayri ahlâkî olduğu
yönündeki eleştirilere cevap verme gayretleri ahlâk
ve piyasa ilişkilerine olan ilgiyi son zamanlarda
daha da artırmış görünmektedir. Bu çerçevede bu
yazıda piyasa-ahlâk ilişkileri bağlamında bir kaç
önemli noktanın altı çizilmekte, ahlâkın piyasa ile
uyum içinde olup olmadığı konusu irdelenmektedir.
Ahlâk, aynen din gibi, insanlığın en eski
kurumlardan biri olup, bireylerin davranış kodları
üzerine kimi kısıtlar getirir. Davranışların
hangisinin iyi, hangisinin kötü olduğu, dolayısıyla
hangi davranışın yerine getirilmesi, hangi
davranıştan ise uzak durulması gerektiğini bir
topluma egemen olan ahlâk kuralları belirler.
Ahlâktan bağımsız, ahlâkî davranışa ilişkin kodların
hiç gelişmemiş olduğu bir toplum düşünmek çok
zordur. Her toplumda, birbirinin tıpatıp aynısı
olmasa da, zaman içinde gelişmiş, bireylerin,
davranışlarını kendilerine uydurmak zorunda
hissettikleri, bunu yapmadıkları zaman ayıplanma,
kınanma, hatta toplumdan dışlanma gibi yazılı
olmayan yaptırımlarla karşılaştıkları kurallar
manzumesi mutlaka vardır. Bu anlamda "ahlâksız"
toplum yoktur.
Öte yandan piyasa, kısaca bir malın alım-satımının yapıldığı, alıcı
ve satıcıların biraraya gelerek mal ve hizmet
mübadelesini gerçekleştirdikleri, bu suretle
fiyatların belirlendiği ortam olarak tanımlanabilir
(Demir ve Acar 1997:182). Özel likle telefon, faks
ve elektronik posta gibi hızlı iletişim imkânlarının
yaygınlaştığı, e-ticaret gibi kavramların günlük
hayatımıza girdiği günümüzde piyasa denince bundan
sadece arz edicilerle talep edicilerin bizzat
biraraya gelip mübadeleyi yüz- yüze
gerçekleştirdikleri pazar yerinin anlaşılmaması
gerektiği açıktır. Bu anlamda
mal ve hizmet mübadelesini mümkün kılan fiziksel, elektronik veya
sanal her türlü ortam piyasa olarak
değerlendirilmelidir.
Piyasa ekonomisi denince, verilen bu piyasa tanımıyla yakın ilişki
içinde bir olgudan sözediliyor demektir. Piyasa
ekonomisinde merkezden planlama yoktur, fiyatlar
belirli bir otorite tarafından değil, alıcıların
satın almak, satıcıların da satmak istedikleri
miktarın—iktisadın temel kavramları olarak arz ve
talebin—karşılaşmasıyla belirlenir. Böyle bir şeyin
olabilmesi yani "piyasa fiyatı'nın belirlenebilmesi
için alış-veriş imkânlarının kısıtlanmamış olması,
yani mübadelenin serbestçe yapılabilmesi gerekir.
Dahası, alıcılar ve satıcıların mübadele amacıyla
pazar yerine gelmeleri veya sanal pazarda
buluşmaları için kendilerine ait alacak veya satacak
şeylerinin bulunması gerekir. Bunun ima ettiği şey,
piyasa ekonomisinin olmazsa olmaz koşullarından
birinin de özel mülkiyet olmasıdır. Kimi sosyalist
eğilimli iktisatçılar kamu otoritesince yönetilen
fiyatlarla da piyasanın oluşturulabileceğini iddia
etmişlerse de bunun gerçek anlamda bir piyasa
olmayacağı açıktır. Nihayet piyasa ekonomisinin
olmazsa olmaz şartlarından biri de rekabettir.
Rekabet belirli, herkese açık, kimseyi kayımıayan
kurallar dahilinde üreticiler ve dağıtımcılar
arasındaki açık yarışmadır. Piyasa ekonomisinde daha
iyiyi daha ucuza üretmenin anahtarı rekabettir. Yeni
ürünlerin üretilmesi veya mevcut ürünlerin
çeşidinin artırılması, kalitesinin iyileştirilmesi
veya maliyetinin düşürülmesi ancak rekabetin itici
gücü sayesinde mümkün olabilmektedir. Rekabetin
engellenmesi piyasayı öldürür, ya da rekabetin
olmadığı yerde piyasa ekonomisinden sözedilemez.
Bütün bu unsurları biraraya getiren bir piyasa
sistemi şu şekilde tanımlanabilir: Özel mülkiyet,
girişim özgürlüğü, serbest ticaret ve rekabete
dayalı; tüketicilerin fayda temin etmek,
üreticilerin de kâr etmek amacıyla iktisadî
faaliyetlerde bulunup ellerindekini serbestçe
mübadele edebilmelerine imkân tanıyan sistem, piyasa
sistemidir.
Birer kurum olarak ahlâk ve piyasadan bu şekilde
sözettikten sonra, şimdi ahlâk ve piyasa
ilişkilerine göz atabiliriz. Kanımca piyasa ve ahlâk
ilişkileri konusunda altı çizilmesi gereken beş
önemli önerme şu şekilde sıralanabilir: 1. Ahlâkın
kaynağı piyasa değildir; 2. Piyasanın ahlâk ile bir
uyum sorunu yoktur; 3. Piyasa ahlâkı teşvik eder; 4.
Piyasa ahlâkın olumlu dışsallığından yararlanır; 5.
İşadamlarının para kazanma güdüsü ile zenginliğin
yaratılması ahlâksızlık değildir. Aşağıda sırasıyla
bu önermeler açımlanmaktadır.
İş Ahlakı İle İlgili Bilgiler
1. Ahlâkın kaynağı piyasa değildir; ahlâk piyasadan önce ve piyasa
dışında da vardır
Yazının başında ahlâkın insanlık tarihinin en eski kurumlarından
biri olduğuna değinmiştik. Henüz piyasa, devlet,
uluslararası ticaret gibi kurumlar ortaya çıkmadan
bile muhtemelen insan-insan ilişkilerini düzenleyen,
hangi davranışların iyi, hangilerinin kötü olduğunu
belirleyen sözlü kurallar vardı. Bu arada
belirtilmesi gereken bir şey de bütün zamanlar
ve bütün toplumlar için geçerli tek bir genel
geçer ahlâkın bulunmadığı, birçok ortak unsurlar
taşısalar da, farklı dinî, kültürel ve toplumsal
koşullara özgü farklı ahlâkî sistemler veya
yapıların olabileceğidir.
Bu bağlamda örneğin İslam ahlâkı olabilir, Hristiyan ahlâkı
olabilir, hatta Hristiyanlık mezhepleri içinde her
birinin kendine özgü bir ahlâkı olabilir. Nitekim
gelmiş geçmiş en büyük sosyal bilimcilerden biri
olarak kabul edilen, iktisatla da uğraşmış olmasına
rağmen daha çok sosyolog kimliğiyle tanınan Max
Weber Batı'da kapitalizmin ortaya çıkışını izah
ederken anahtar bir kavram olarak Protestan
ahlâkından sözeder.
Ahlâkın kaynağı din olabilir, kültür olabilir, geçmişten devralınan
uygarlık mirası olabilir, gelenek veya görenekler
olabilir. Kanımca bütün öteki unsurları derinden
etkileme potansiyeli nedeniyle din ahlâkın en önemli
kaynağıdır. Ancak din-dışı, laik veya seküler başka
toplumsal kurumların da her toplumun ahlâk kodlarına
şu veya bu şekilde etkide bulunmuş olması
muhtemeldir. Kısaca burada vurgulamak istediğim şey,
ahlâkın, ortaya çıkması bağlamında piyasadan
bağımsız bir kurum olduğudur. Ahlâkın ortaya çıkması
için piyasa kurumunun varolması gerekmez. Muhtemelen
insanlar henüz ihtiyaç fazlası ürün biriktirip
onları mübadeleye girişmeden, yani piyasa bir kurum
olarak ortaya çıkmadan önce de neyin iyi neyin kötü
davranış olduğuna ilişkin belirli kodlar, yani ahlâk
vardı. Ayrıca ahlâkın varo-labilmesi için ille de
piyasa gibi bir kuruma ihtiyaç yoktur; çünkü ahlâk
kuralları iktisadî olsun olmasın bütün insan
davranışlarını kapsar; serbest mübadelenin, özel
mülkiyetin, rekabetin olmadığı toplumsal ortamlarda
da belirli ahlâk kuralları vardır. O halde ahlâkın
kaynağı olarak piyasa kurumuna ihtiyaç olup olmadığı
başka bir şey, piyasa ile ahlâkın uyumlu kurumlar
olup olmadığı başka bir şeydir; ikisini birbirine
karıştırmamak gerekir. Bu ikincisine aşağıda
değinilmiştir.
2. Piyasa ile ahlâk arasında bir uyum sorunu yoktur; ahlâk
piyasayla uyum içindedir
Temel ahlâkî değerlerle piyasa arasında bir
uyumsuzluk yoktur. Ahlâkın erdemli birey olmanın
gereği saydığı hemen hemen tüm ilkeler piyasanın
varlığını sürdürmesi, gelişip serpilmesi ve işlevini
yerine getirmesiyle uyum içindedir.
Ahlâkın öne çıkardığı en temel değerler arasında doğruluk, sadakat,
çalışkanlık ve dürüstlük yer alır. Dürüstlük özü
sözü bir olmak, ikiyüzlülükten ve üçkağıtçılıktan
kaçınmak ve sözüne sadık olmak demektir. Dürüst
insamn "sözü senettir." Dürüst insan karşısındakini
aldatmayı düşünmez, borcunu inkâr etmez, senedini
zamanında
ödemeye gayret eder. Bu anlamda dürüstlük piyasanın
iyi işleyebilmesini ko laylaştıran muazzam bir
pozitif dışsallık sağlar ki, buna aşağıda ayrıca
değinilecektir. Ahlâkın öne çıkardığı çalışkanlık
piyasanın üretimin artırılmasını ve ürünlerin
pazarda başkalarının hizmetine sunulmasını mümkün
kılan en önemli nitelikler-den biridir. Çok üretmek
ve çok kazanmak için her şeyden önce çok çalışmak
gerekir. Tembel, miskin, çalışmayı sevmeyen,
başkalarının sırtından geçinmeyi marifet bilen
bireylerin çoğunluğu oluşturduğu ortamlarda verimli
bir piyasa da yeşeremez.
Piyasanın karşılıklılık, "iyilik et iyilik bul" gibi ahlâkî
ilkelerle uyum içinde bulunan güçlü bir mantığı
vardır. Karşılıklılık ilkesi gereğince piyasanın
bireye söylediği şey "birilerinden bir şey alabilmek
istiyorsan, sen de onlara bir şey vermek
zorundasın"dır. Ekonomi biliminin, bir sosyal bilim
olması dolayısıyla, farklı ideolojilere, farklı
bakış açılarına ve farklı ortamlara göre değişen
bazı teorik bulguları ve çıkarsamaları olabilir.
Ancak, sosyal bilim dalları arasında, evrensel
geçerliği olan ilkelere ve yasalara ulaşma anlamında
"bilim" olma rüştünü en çok kazanmış bir disiplin
olarak iktisadın bazı genel geçer yasaları vardır.
Bunlardan biri, arz-talep yasası olarak bilinen,
öteki faktörler aynı kalmak koşuluyla arzı artan bir
malın fiyatının düşmesi, talebi artan bir malın ise
fiyatının yükselmesi kuralıdır. Kısaca, istisnalar
dışında, mal ve hizmetlerin fiyatları ile arz
arasında doğru, talep arasında ters bir ilişki
sözkonusudur (Demir ve Acar 1997:24).
İktisadın genel geçer bir başka kuralı "bedava ekmek
yoktur," "her şeyin bir bedeli vardır," ya da, halk
arasındaki söyleyişle, "üç kuruşa beş köfte yoktur"
kuralıdır. Güneş ve hava gibi herkese yetecek kadar
doğada hazır'bulunan "serbest mallar" dışında kalan
her mal ve hizmet, ancak belirli miktarlarda insan
emeği ve öteki üretim faktörleri kullanılarak,
bunlara belirli miktarlarda harcama yapılarak
üretilebilir. Kısaca, üretimin bir bedeli vardır.
Üretilen şey ancak başkalarının gözünde bir değer
ifade ediyorsa pazarda alıcı bulabilir. O halde,
malının pazarda alıcı bulabilmesini, elindeki mal
veya hizmeti satarak kendi ihtiyacını karşılamayı
isteyen her kişi, başkaları için değer ifade eden,
onların belirli bir bedel ödemeye razı olacakları
şeyleri üretmek zorundadır. Yani kendi ihtiyacını
karşılamak isteyen, bedel (fiyat) ödeyerek mal ve
hizmet satınalmak durumundadır.
Ödeyeceği para gökten yağmayacağına göre onu bir
yerlerden kazanması gerekir. Bunu kazanmanın, yani
gelir elde etmenin yolu, onları edinmek için
başkalarının size bedel ödemeye hazır oldukları bir
değer yaratmak, beğeni kazanan mal ve hizmet
üretmektir. Başka bir değişle, değer elde etmek
isteyen değer yaratmak zorudadır. Bu da,
"başkalarından saygı bekleyen onlara saygı
göstermelidir," "başkalarının kendisini dinlemesini
isteyen, onları dinlemelidir," "iyilik bulmak
isteyen iyilik yapmalıdır,"... gibi sayısız
versiyonuyla, erdemli davranışta karşılıklılığın
önemini vurgulayan ahlâk ilkesiyle tamamen uyum
içindedir.
3. Piyasa ahlâkı, ahlâk piyasayı teşvik eder
Piyasada tutunmak, müşteri edinmek, itibar kazanmak ahlâklı olmayı,
ahlâkın öne çıkardığı erdemli tutum ve davranışlara
sahip olmayı gerektirir. Bu konuda popüler kültürün
öne çıkardığı, piyasada ancak üçkağıtçıların
tutunabildiği, dürüst girişimcilerin iflasa mahkûm
olduğu yolundaki görüşün doğruluğundan
kuşkulanmamız için bir çok neden vardır. Daha ileri
giderek şu bile söylenebilir: Birileri üçkağıtçı
olduğu halde, müşteriyi kalitesiz mal ve yüksek
fiyatla kandırabildiği halde hâlâ piyasada
tutunabiliyorsa, orada piyasanın varlığından
kuşkulanmak, piyasa adı altında bir avanta
ekonomisinin varlığından kuşkulanmak gerekir.
Piyasanın aradığı insan ahlâklı insandır.
Her şeyden önce insanlar rasyonel, akıllı, menfaatini bilen ve çoğu
kez kendi menfaatini gözeterek iş yapan
yaratıklardır. Önce olaya tüketici açısından
bakalım. Bir müşteri olarak hiç bir aklı başında
insan aynı firmadan iki defa kazıklanmak istemez.
Tüketicinin bir kez aldatılması sözkonusu olabilir.
Ancak, alternatif mallar ve firmalar olduğu sürece
gerçeği derhal farkedecek, kendisine yeni bir
arzedici arayacaktır. Üretici açısından da durum
aynıdır. Bir üretici firma mal verdiği başka bir
firmanın, tedarikçinin veya dağıtımcının bir kez
üçkağıdına şahit olduktan sonra, tekrar gidip aynı
firma tarafından aldatılmak istemesinin hiç bir
mantığı yoktur. Borcuna sadık olmayan, müşterileri
nezdindeki güvenilirliğine halel getirecek
hareketlerini gördüğü firmalara karşı derhal tavrını
koyacak, onlarla çalışmaktan vazgeçip başka firmalar
arayacaktır. Başka bir deyişle piyasada ahlâklı
davranmak prim yapar, itibar kazandırır. Güvenilir
olanın, daha kaliteliyi daha ucuza satmaya çalışan,
müşterinin ihtiyaçlarını göz önünde tutarak faaliyet
gösteren firmanın daha çok müşterisi, daha fazla
hasılatı ve kârı olacaktır. Bu mekanizma ancak
piyasanın olmadığı, yani ya özel mülkiyet rejiminde,
ya serbest ticarette, ya rekabette ya da bunların
hepsinde birden ciddî sorunların yaşandığı
ortamlarda çökebilir. Ancak, piyasaya giriş-çıkışın
engellendiği, rekabet yerine tekellerin kollandığı,
serbest ticaret yerine korumacılığın yapıldığı,
yüksek gümrük duvarları arkasında belirli
firmaların dış rekabet baskısı hissetmeden kalitesiz
malı pahalıya satmalarına imkân verilen ortamlarda
bu sistemin çöküşü sözkonusu olabilir. Normal
şartlarda, rekabetin teşvik edildiği ve hukuk
devleti çerçevesinde herkese açık soyut kuralların
hükmettiği piyasada birilerinin kalkıp uzun süre
müşterilerini kazıklaması ve borçlarına sadık
kalmadığı, kaliteli mal üretmediği, kaynaklarını
etkin kullanmadığı halde piyasada kalması, büyüyüp
serpilmesi mümkün değildir.
Öte yandan, piyasa ahlâkı teşvik eder, bireyin
kararlarının ahlâkî değerinden ancak bireysel
sorumluluk ve özgürlüğün bulunduğu bir piyasa
ortamında sözedilebilir. Gerçek ahlâk ancak
özgürlükçü ortamlarda yeşerebilir. Bireylerin zorla
"ahlâklı" davranmaya itildiği, eylemlerinin ve
etkinliklerinin planlandığı, kendilerine ait
kararlar almalarına fırsat verilmediği bir ortamda
kimin erdemli kimin erdemsiz olduğunun ayırt
edilmesi mümkün olmaz. Bu gerçeği Hayek Kölelik Yolu
adlı önemli eserinde son derece çarpıcı biçimde dile
getirmektedir:
"...Ne var ki bu kuşak (1940'lı yıllardaki kendi
kuşağından sözediyor. M.A.) aynı zamanda, ahlâk
denilen kavramın aslında bireysel bir temele
dayandığını ve bireyin ancak özgür bırakıldığında,
kendi çıkarı kadar, gerektiğinde içinde yaşadığı
toplumun çıkarı için de kişisel özverilere hazır
olması gereğine dayanan bir ahlâk düsturunu unutma
tehlikesiyle karşı karşıyadır. Kişisel sorumluluk
dünyasının dışında iyiliği ve kötülüğü ayırt etmek
zordur. Bireyin erdemi ancak, ona uğruna kişisel
arzularından vazgeçebilmeyi göze alabileceği
doğrunun ne olduğunu şahsen değerlendirme fırsatı
verildiğinde tartışılabilir. Başka bir anlatımla,
insanlara ancak, kendi şahsî çıkarlarına ilişkin
sorumluluklar yüklenme ve gereğinde onları feda etme
özgürlüğü tanındığı takdirde, kararlarının ahlâkî
değerinden sözedilebilir. Görüldüğü gibi ahlâk
kavramı temelde bireysel özgürlük ve sorumluluk
sorunundan koparılamaz. İnsanlara özgürce tercih
hakkı tanınmadığı zamanlarda, başkalarının
aleyhine, onları toplumcu diye niteleyemeyeceğimiz
gibi, toplumculuğun erdemini de tartamayız. Her
konuda iyilik yapmaya zorlanmış bir toplumun
üyelerinin övülecek bir tarafı yoktur. Milton'un
dediği gibi, yeterince gelişmiş bir insanın, iyi ve
kötü yönleri dayatılan zorunlu reçetelerin baskısı
altında gizlendiği sürece, neye erdemli, doğru ve
haklı diyebiliriz ki? ... Üstlerine değil, kendi
vicdanına karşı sorumluluk, zoraki olmayan görev
bilinci, bireyin değer verdiği şeylerden
hangilerinin başkaları adına feda edileceğine karar
verme zorunluluğu ve şahsen verilen kararın
sonuçlarına katlanmak, ahlâk adını taşımaya lâyık
bir kavramın temel nitelikleridir." (Hayek,
1999:266-67)
4. Piyasa ahlâkın olumlu dışsallığından yararlanır
Piyasanın etkin işleyebilmesi ve piyasa başarısızlığının önüne
geçilebilmesi için son derece önemli koşullardan
biri "işlem maliyetlerinin düşüklüğü"dür. İşlem
maliyetlerinin düşük olmasının piyasa
başarısızlığını ortadan kaldırma konusundaki
önemini vurgulayan makale iktisat literatüründe
kendisine en fazla atıf yapılan makale unvanını
taşımaktadır. İşlem maliyetleri konusu aynı zamanda
piyasa ve ahlâk ilişkilerinde kilit rol oynayan
hususlardan biridir.
Ahlâkın ve ahlâklı bireylerin varlığı işlem
maliyetlerini azaltmak suretiyle piyasaya olumlu
bir dışsallık sağlar. Dürüstlük yerine
üçkağıtçılığın şiar edinildiği, sözün senet
olmadığı, alıcı ve satıcıların birbirine güvenmediği
bir toplumda işlem maliyetleri son derece yüksektir.
Bireylerin borcuna sadık olmadığı böyle bir piyasada
senetlerin tahsili bankalara ve hatta duruma göre
çek-senet mafyasına havale edilmek durumundadır.
Senedin tahsil için bankalara verilmesi tahsil
garantisi de sağlamaz. Bireyler ahlâkî ilkelere yan
çizdikleri oranda borçlarına sadık olmayacaklar,
sonuçta borçların tahsili aylar veya yıllar süren,
mahkemelerin araya girdiği, mahekemelerin altından
kalkamaması veya onlardan ümit kesilmesi halinde eli
silahlı tetikçilerin devreye girdiği uzun, zahmetli
ve çok maliyetli bir süreç olacaktır. Buna karşılık
dürüst, ahlâklı, borcuna sadık, sözü senet olan
bireylerin etkinlikte bulunduğu bir piyasada işler
daha az sorunla, daha kısa sürede, dolayısıyla çok
daha düşük maliyetle halledilebilecektir. Neresinden
bakılırsa ba-kılsın ahlâkın piyasaya son derece
olumlu bir dışsallık sağladığı açıktır. Ahlâkın
sağladığı pozitif dışsallıklar piyasa sürecini
etkinleştirir, hızlandırır ve daha işlev-sel hale
getirir. Bu sayede tasarruf edilen zaman, para ve
enerjinin üretime ve yatırımlara yönlendirilmesi,
kaynakların daha etkin kullanılması mümkün olur.
5. İşadamının para kazanma ve kâr etme güdüsüyle hareket etmesi
ahlâksızlık değildir, İş Ahlakı ve Toplumsal
Sorumluluk
Gerek dünyada gerekse Türkiye'deki popüler kültürde, iş adamlarının
kazanç peşinde koşmalarının meşru bir amaç olmadığı
anlayışı egemendir. Çıkarı peşinde koşmak, para
kazanmak için çalışmak, pozitif bir moral değer
değildir. Bu yüzden iş adamları faaliyetlerindeki
temel amaçlarının para kazanmak, servetlerini
artırmak olduğunu söylemekten özenle kaçınmaktadır.5
Dolayısıyla, tüm işadamları ve girişimciler, kâr
peşinde koşmalarına toplum tarafından kabul gören
meşru bir neden bulma ihtiyacındadır. Bunun için
kazanç sağlama amacı yerine toplumsal ortak amaçlara
göndermede bulunmak oldukça sık başvurulan bir
yöntemdir. Kendi çıkarını gözeterek çalışan kişinin
vatana-millete yarar sağlamasının pek mümkün
olmadığı anlayışı egemen olduğu için işadamları her
fırsatta "vatana-millete hizmet için" çalıştıklarını
vurgulama ihtiyacı duymaktadır. Ayrıca, toplum
yararına vakıf veya dernekler kurarak, ekonomik
faaliyetlerini sosyal yararı yüksek bu tür
kuruluşları desteklemek için bir araç olarak
gördüklerini ifade etmek de diğer bir yaygın
meşruiyet sağlama biçimidir. Böyle yapmak suretiyle
bir işadamı hem toplumun ortak amaçlar için çalışan
saygın bir üyesi olmakta, hem de para kazanmaktadır.
Bu meşruiyet ihtiyacı dindar-muhafazakâr burjuvazi
için, muhtemelen, daha çok geçerlidir.
Oysa Roberts'ın (2001) da isabetle vurguladığı gibi,
iş hayatında başarı bir erdemdir. İş hayatında
başarılı olmak, yukarıda değindiğimiz
korumacı-kayırmacı-avanta sağlamacı yollardan
olmadığı sürece, alkışlanması gereken bir
davranıştır. Para kazanmak bizatihi ahlâkî veya
gayri ahlâkî sayılamaz. Ahlâkî veya gayri ahlâkî
olan paranın veya servetin kazanılma ve harcanma
biçimidir. Dürüst bir şekilde çalışarak,
başkalarının hakkına tecavüz etmeden, rakipleri yasa
dışı yollar kullanarak piyasa dışına itmeden,
devletin veya bir başka kamu otoritesinin sunacağı
avantalara tenezzül etmeden, daha kaliteli malı daha
ucuza üretmeye, bu suretle daha çok müşteri kazanıp
daha çok hasılat elde etmeye dayalı bir para
kazanma faaliyetine hiç bir ahlâk sisteminin
söyleyeceği bir şey olamaz. Kazanılan pa-ranın
yeniden yatırıma aktarılmasının, birtakım sanatsal,
kültürel veya hayır amaçlı faaliyetlerin finansmanı
için kullanılmasının erdemli davranışla hiç bir
uyumsuzluğu yoktur, tam tersine, böyle bir davranış
gayet erdemli bir davranış olarak övgüye değerdir.
Kaldı ki, hemen bütün ahlâk sistemlerinin övdüğü
cömertlik, paylaşma, toplum yararına harcama,
yoksulları görüp gözetme gibi erdemli davranış1ar
ancak zenginliğin yaratılmasıyla, çalışıp para
kazanılmasıyla mümkündür.7 Zenginliğin
dağıtılabilmesi için onun önce ortaya konması
gerekir. Parası ya da dağıtacak serveti olmayan
insanın cömert davranması da yoksulları görüp
gözetmesi de mümkün değildir.
Dolayısıyla, cömertliği ve paylaşmayı öven dini-ahlâkî düsturlarla
popüler kültürümüzdeki para kazanmaya kötü gözle
bakan, işadamlığını ve zenginliği üçkağıtçılıkla
özdeşleştiren anlayışı bağdaştırmak mümkün değildir.
Ülkemizdeki bu nlayış belki de en ikna edici
şekilde, "serbest piyasa" adı altında uzun yıllardır
sürdürülen planlamacı, korumacı, avanta dağıtmaya ve
rant kollamaya dayalı piyasa karşıtı iktisat
politikalarının hazıra konmuş, rekabetin olmadığı
ortamda devlet eliyle semirmiş bir zenginler grubunu
ortaya çıkarmış olmasıyla açıklanabilir.
Kaynak:
Yrd. Doç. Dr. Mustafa ACAR (Kırıkkale Üniversitesi)
KAYNAKLAR
Aktaş, Mehmet (2000), "Sosyal Maliyet Sorunu,"
Demir, Ö. (der.) Devlet Rekabet, Mülkiyet ve
İktisat, ss. 101-174, Adapazarı: Değişim Yayınları.
Buğra, Ayşe (1997) Devlet ve İşadamları (trans. by
Fikret Adaman) İstanbul: İletişim Yayınları. Coase,
Ronald H. (1960), "The Problem of Social Cost,"
Journal ofLaw andEconomics, Octo-
ber 1960: 1-44. Demir Ömer, Mustafa Acar ve Metin
Toprak (2002) "Anatolian Tigers or Islamic Capital:
Pros-
pects and Challenges," yayınlanmamış makale. Demir
Ömer ve Mustafa Acar (1997), Sosyal Bilimler
Sözlüğü, Ankara: Vadi Yayınları. Hayek, Friedrich A.
(1999), Kölelik Yolu, (Çev. Turhan Feyzioğlu ve
Yıldıray Arsan), Ankara:
Liberte Yayınları. Roberts, Russell (2001), The
Invisible Heart: An Economic Romance, Cambridge,
Massachu-
setts: The MİT Press. Rowley, Charles (2002),
Özgürlük ve Devlet, (Çev. İbrahim Dalmış), Ankara:
Liberte Yayınları.
|