|
Piyasa Ekonomisi ve Ahlâk
Giriş
Adam Smith'den beri serbest piyasa modeli, kendi çıkarını gözeten
bireylerin, onu amaçlamasalar bile görünmez el
vasıtasıyla toplumsal çıkarı da maksimize
ettiklerini ileri sürer. Bu modele göre, bireyin
istekleri veridir. O isteklerin meşruluğu
sorgulanamaz, bunu sorgulamak için mâkul bir gerekçe
yoktur, buna ihtiyaç da yoktur. Çünkü, serbest
mübadele ortamında başkalarının yararına bir şey
üretmeyen hiç kimse onlarla hiçbir şey mübadele
edemeyeceği için, kendi çıkarını gözetmek amacıyla
da olsa başkalarının yararına olan işler yapacak,
sonuçta toplumun yararına çalışacaktır. Eğer tam
bir serbestlik varsa her anlamda "kötü" olanı hiç
kimse satın almak istemeyeceği için başkalarına
vereceği "iyi" bir şeyi olmayanlar serbest mübadele
dışında kalacaklardır. Bu da herkesi, eğer tek
başına yaşamayı göze almıyorsa, başkalarının değer
verdiği bir şeyler yapmaya sevkede-cektir. İşte
görünmez el budur. Bu muhakeme tarzının mantık
kurgusunun çok güçlü olduğunu kabul etmeliyiz. Ancak
burada açıklanmaya muhtaç hiçbir noktanın olmadığı
sonucuna varmak yanlış olur. İnsan isteklerine birer
çerçeve oluşturan, normları, idealleri, kültürü
veri kabul etmek, açıklanması gereken şeyin çoğunu
veri kabul etmekle neredeyse eşdeğerdir. Bu nedenle
bireylerin isteklerinin nasıl oluştuğu, ekonomi
dışındaki diğer kurumların bunu nasıl etkilediği de
ele alınmalıdır. Ahlâk, piyasa faaliyetlerinin
çerçevelendirilmesinde belirleyici kurumlardan
biridir. Ancak piyasa ile ahlâk arasında tek yönlü
bir ilişki yoktur. İlişki karşılıklıdır. Bu ilişkiyi
üç soru bağlamında tartışacağız.
1. Serbest piyasa sistemi bir ahlâk kurumuna ihtiyaç duyar mı?
2. Serbest piyasa sistemi ahlâk ile çatışır mı, eğer çatışırsa bu
ne gibi sonuçlar doğurur?
3. Serbest piyasa sistemi iyi bir ahlâkî ortamın
oluşmasına katkıda bulunabilir mi? Simdi bu soruları
tek tek ele alalım.
I. Piyasa Ahlâka İhtiyaç Duyar mı?
En az iki kişinin taraf olduğu, karşılıklılık niteliği taşıyan
ilişki türlerinin gerçekleştiği bir ortam olarak
piyasa, başka hiçbir kuruma ihtiyaç göstermeyen, tek
başına varlığını sürdürebilecek bir kurum değildir.
İnsan davranışlarına bir çerçeve çizen kurumlardan
biri olarak ahlâk birçok yönden serbest piyasanın
işlemesi için uygun ortam oluşturur. Piyasanın
ahlâka ihtiyaç duyduğu alanları 5 başlık altında ele
almak mümkündür.
1. Ahlâk işlem maliyetini düşürür.
Piyasa sistemi, bireylerin aralarında karşılıklı rızaya dayalı
binlerce işlemle oluşan bir ortamın adıdır. Bu
ilişkilerin sağlıklı yürümesini temin etmek için
karşılıklı güven, doğruluk gibi temel ahlâkî
davranış biçimlerine ihtiyaç vardır. Güzel ahlâklı
karar birimlerinden oluşan bir piyasa, asimetrik
bilgi ve uzmanlaşma nedeniyle ortaya çıkabilecek
ters seçim (adverse selection) ve ahlâkî tehlike
(moral hazard) risklerini büyük oranda ortadan
kaldırır. Ahlâk işlem maliyetlerini düşürerek etkin
bir piyasa sisteminin oluşmasına katkı sağlar. Peki
ahlâk kurumu olmazsa ne olur? İnsanlar arasındaki
tüm ilişkiler karşılıklı aldatılma riski ve korkusu
altında oluşacağı için, günlük pazar
alışverişlerinde bile her işlem, kayıtlı, şahitli ve
ispatlı hale getirilecek, en sade ve basit ekonomik
işlemler bile hukukun kapsamı içine alınacaktır. Bu
da hukukî düzenlemenin alanını hızla genişletecek,
bir ekonomik etkinliğin hukukî işlem maliyetine
göre yapılıp yapılmayacağına karar verilmesine yol
açacaktır. Bu durumda güçlü ahlâkî normların düşük
işlem maliyeti ile mümkün kıldığı bir çok ekonomik
faaliyet, ortaya çıkan yeni hukukî işlem maliyeti
nedeniyle yapılamaz hale gelecektir. Daha az mal ve
hizmet, daha yüksek toplam maliyetle üretilmiş
olacaktır. Ahlâkî kurumların olmaması, yüksek işlem
maliyetiyle ekonomik faaliyette bulunulmasına ve
dolayısıyla toplumun ekonomik kaynaklarının daha az
etkin kullanmasına yol açacaktır. Yani ahlâklı
olmayan bir toplum, düzenini sürdürmek için daha çok
kaynağı daha az mal ve hizmet için harcamış
olacaktır. Bu bedelin büyüklüğü, zamanla toplumu,
iktisadî faaliyetlerin işlem maliyetini düşürecek
bir ahlâkî kurallar bütünü geliştirmeye
zorlayacaktır.
Eğer işlem ve bilgi maliyeti sıfır olsaydı, (ki
gerçek hayatta bunun sıfır olması mümkün değildir)
etkin bir piyasa için bugün çok ihtiyaç duyulan
birçok ahlâkî kurala gerek kalmayacaktı. Bütün
insanların her tür ekonomik faaliyetin bilgisine,
gelecekteki muhtemel sonuçları da dahil olmak üzere,
sahip olduğunu düşünelim. Önünüzdeki vitrindeki
malın kaç liraya alındığım, hammadde ve işçiliğinin
nasıl olduğunu, aynı veya benzer ürünlerin başka
satış birimlerinde kaç liraya, ne tür vade
koşullarıyla satıldığını, satıcının size vereceği
her türlü bilginin ne kadarının doğru ne*kadarının
yanlış olduğunu en az onun kadar bildiğinizi
düşünün. Böyle (bilginin tam ve simetrik dağıldığı)
mükemmel bir bilgilenme ortamında ne sizin satıcıyı
ne de satıcının sizi aldatması, yanıltması,
kandırması mümkündür. Bu durumda sözünde durmak
veya durmamak (durulup durulmayacağı önceden
bilindiği için), anlamlı bir ayırım olmayacaktır.
Yani ahlâkî düzenlemelerin önemli bir
kısmına, bilginin eksik ya da yüksek maliyetli olması nedeniyle
ihtiyaç duyulmaktadır. Teorik olarak bilgi ve işlem
maliyeti düştükçe, ahlâkın işlevini bizzat piyasa
yerine getirmeye başlayacak, böylece toplumun
ekonomik faaliyetlerini görece düşük bir işlem
maliyeti ile gerçekleştirmek için ideal tip erdemli
insan oluşturma gereği azalacaktır.
2. Ahlâk karar birimlerinin amaç belirlemesine yardımcı olur.
Acaba ahlâk ekonomide işlem maliyetini düşürmekten öte bir işlev
görmemekte midir? Şimdiye kadar piyasa sisteminin
ekonomik karar birimlerinin karşılıklı özgür irade
sonucu karar oluşturdukları varsayıldı. Ama bir
kararın oluşmasında o karara taraf bireylerin
yaptırım gücünün farklı olabileceğine dikkat çekmek
gerekir. Yani bireyler piyasa sistemine eşit güçle
katılmamaktadırlar. Çalışma imkânı olmayan birisi,
çok düşük ücretle çalışmaya "gönüllü olarak" razı
olabilir. Bu ilişkinin iki eşit konumdaki birim
arasındaki ilişki ile aynı görülmesi yanıltıcıdır.
Dolayısıyla eşit yaptırım gücü bulunmayan karar
birimlerinin karşılaşmasıyla oluşan bir piyasa
dengesi, zayıf bireylerin kendileri açısından
mecburiyet, çaresizlik olarak nitelendirilebilecek
gerekçelerle oluşmuş olabilir. Aç bir insan bir tas
çorba için üç gün çalışmaya razı olabilir. Burada
şöyle bir yorum yapılabilir. Çorba o kadar
kıymetlidir ki, onu elde etmek için üç günlük bir
çalışma zorunludur. Eğer durum böyleyse denecek bir
şey yoktur. Çaresiz, çorba içmek isteyen üç gün
çalışacaktır. Ancak bunun tespitinin yapılması ve en
azından tarafların bunu mâkul bulmaları gerekir.
Mâkul bulmadığı halde mecburiyetten piyasada uzlaşan
insanların piyasa kurumlarına saygı duymaları, uzun
süre onların işleyişini kolaylaştıracak biçimde
davranmaları beklenemez. İşte ahlâk kuralları "mâkul
olmayan" ekonomik ilişkiler listesi çıkararak
piyasanın bu ilişkileri zorlamasının önüne
geçmektedir. Bir yoksul ailenin hayatını sürdürmek
için günde 15 saat başkalarının hizmetinde çalışmaya
razı olması ahlâkî bir sorun olarak
algılanmayabilir. Ancak aynı işi organlarını ya da
çocuklarını satarak yapması, meşru bir ekonomik
faaliyet olarak görülmemektedir. Bu ilişkide ailenin
buna razı olması piyasa meşruiyeti bakımından
yeterli olsa da ahlâkî olarak meşru görülmemektedir.
Çünkü bu, yoksulluğun dayattığı bir mecburiyetin
sonucudur.
Çalınan bir malın başka birisine çok düşük fiyattan
satılması ahlâkî meşruiyet sınırlarının nasıl
çizildiğine değişik bir örnek olarak verilebilir.
Burada alıcı ve satıcının karşılıklı memnun olmasına
karşın, işlem ahlâk dışıdır ve meşru görülemez.
Buradaki meşruiyet, mülkiyet hakkının elde edilmesi
ve başkalarına devre-dilebilmesi konusundaki hukukî
ve ahlâkî anlayış tarafından belirlenmektedir.
Dolayısıyla ahlâk sadece işlem maliyetlerini
düşürmekle kalmayıp, piyasası olabilecek bir
ekonomik faaliyetin meşruiyetine karar vermede,
bireylerin piyasada oluşan iradeleri üzerinde
oluşabilecek baskıların giderilmesinde de temel
kriterlerden biri olarak yer almaktadır.
3. Ahlâk ekonomik faaliyetlerde bir motivasyon unsurudur.
Kıskançlık, çekememezlik, kendisini büyük görme gibi birey istek
veya arzularının bir kısmı bireyler arasında
çatışma ortamı yaratır. Ahlâk, temelde bu tür
çatışma merkezli duygu veya arzuların denetim altına
alınmasını öngörür. Bireyler ahlâkın çizdiği
sınırlar içinde kalabilmek için bu tür duygu ve
arzularını meşru davranışlara kanalize ederler.
Örneğin başkalarının sahip olduğu değerleri
kıskanan birisi, kendisi o değerleri hatta daha
fazlalarını elde etmek için daha fazla çaba
sarfetmeye yönelebilir. Başkalarına kendi
üstünlüğünü kabul ettirmek isteyen bir öğrenci,
bunu kendisini överek yapabileceği gibi (ki bu
ahlâkî olarak hoş görülmez) en yüksek notu alarak da
gösterebilir. En yüksek notu almak için daha çok
çalışır. Böylece kendisini başkalarından üstün görme
duygusu, çok çalışma ve başarı elde etmeye
dönüşebilir. Bu bağlamda ahlâkî kuralları,
bireylerin enerjilerini meşru alanlarda
yoğunlaştırmalarını sağlayarak kişiler arası çatışma
ve gerilim yaratan duygu ve arzuların denetim
altında tutulmasını sağlar. Bu da üretim ve paylaşım
süreçlerini olumlu yönde etkiler. Üretim artar,
paylaşım daha uzlaşmacı yollarla, dolayısıyla daha
düşük işlem maliyetiyle gerçekleşir.
4. Ahlâk piyasa yoluyla oluşan anonim ilişkileri düzene sokar.
Gelişen piyasalar, insanların aynı soydan gelme, aynı aileye mensup
olma, aynı bölgede yaşamalarından kaynaklanan
ortaklıklar çerçevesinde sürdürülen ilişkilerin
yerine, mallar dolayımıyla kurulan ilişkileri ikame
eder. Böylece piyasa, insan-insan ilişkilerini
insan-mal-insan ilişkisine dönüştürür, insanlar
birbirleriyle yüzyüze ilişkiler yerine mal
dolayımıyla ilişkiler kurmaya başladıklarında,
yüz-yüze ilişkinin sağladığı karşılıklı güven ve
sosyal denetim zayıflamaya başlar. Piyasa aracılığı
ile hiç görmediğiniz kişiler tarafından, ömrünüzde
hiç görmediğiniz ve görmeyeceğiniz ülkelerde ve
mekânlarda üretilerek size ulaştırılan mallar
dolayımıyla ilişki kurmaya başlarsınız. Buna
piyasanın insan ilişkilerini anonim-leştirmesi
diyebiliriz. İlişkilerin anonimleşmesi, yüzyüze ve
birebir ilişkinin sağladığı denetimin yok olmasına
ve böylece söz ve taahhütlere olan sadâkat
duygusunun zayıflamasına yol açar. İşlemlere taraf
olanların, yüzyüze veya aileler yoluyla denetimin
olmadığını sezdikleri anlarda istismar ve kandırma
eğilimleri davranışlarına yön vermeye başlayabilir.
Bu da karşılıklı güvene dayalı ilişkilerin
azalmasına yol açar.
Aynı mahallede, aynı sokakta, ailece tanıştığınız
birisinin yanında yapmayı uygun görmediğiniz birçok
davranışı bir yabancı yanında yapabilirsiniz. Çünkü
yabancının sizin üzerinizde denetim hak ve imkânı
zayıftır. Buradaki denetimin, sizinle ilgili
bilgilerin, sizin duymasını istemediğiniz
yakınlarınıza ulaştırılmasıyla başlayıp, sizin
üzerinizde baskı kurabilecek eylemler yapmaya kadar
uzanan çok geniş bir uygulama alanı vardır. Bu
nedenle mal dolayımıyla birbiriyle ilişkisi olan
insanların davranışlarının denetimi için ortak bir
ahlâk normu daha yoğun ve ileri ilişkiler için bir
zorunluluk haline gelir.
Piyasanın genişlemesi ve gelişmesi için, daha önce ahlâk
normlarının uygulama alanı dışında kalan bazı
alanlar ahlâkın düzenleme alanı içine girmeye
başlar. Böylece ahlâkın uygulama alanının
genişletilmesi gereği ortaya çıkar. Alışveriş âdabı,
iş ahlâkı, müşteriye saygı vb.
5. Ahlâk insan davranışlarının önceden tahmin edilebilir olmasına
ve nesiller arası ilişkilerde istikrarın
sağlanmasına katkıda bulunur.
Bir insan topluluğunun ortak deneyimi sonucu elde ettiği yararlı
davranış biçimleri, ahlâk kodu biçiminde bir
sonraki nesle geçer. Böylece insanlar arası
ilişkilerin birikimsel ve nesiller arası olması
temin edilir. Kuşkusuz bu sadece ahlâk kurumu ile
sağlanmaz, ahlâk kurumunun yanısıra aile, hukuk,
gelenek ve din gibi kurumlar da benzer işlevleri
yerine getirir. Serbest piyasa ekonomisi, bütün
iktisadî karar birimlerinin kendilerine özgü
gerekçelerle yeniden kurulduğu bir ortamda
gelişemez. Ekonomi ancak uzun dönemin
görülebileceği, uzun dönem davranışlarının tahmin
edilebileceği istikrarlı bir ortamda gelişir.
Ortalama toplum bireylerinin olağan davranışları
biçiminde tezahür eden ahlâk da insan
davranışlarının uzun dönem tahminlerini mümkün
kılacak biçimde bir istikrar kazanmasına katkıda
bulunur. Bireylerin birbirlerine hangi durumda nasıl
davranacaklarını tahmin etmelerine yarayan ahlâkî
normların benimsenme düzeyi, toplum bireylerini ve
nesilleri birbirine bağlayan en önemli
göstergelerden biridir.
II. Piyasa Sistemi Ahlâk ile Çatışır mı?
Piyasa sistemi, ahlâkı bir ön şart olarak görmez. Yani ahlâk dışı
kabul edilecek birçok ilişkinin de bir piyasasından
bahsedilebilir. Piyasa sisteminin meşruiyet
şartları, karşılıklı rızaya dayanan arz ve taleptir.
Arz ve talep varsa piyasa için meşruiyet oluşmuştur.
Yani rüşvetin de bir piyasası vardır, eroinin de,
insan organlarının da. Dolayısıyla piyasanın
işlemlerinin tümünün ahlâkî değerler ve ideallere
uygun olma zorunluluğu yoktur. Burada iki ayrı
meşruiyet sınırı ile karşılaşılmaktadır. Ahlâk
kurumu, şu veya bu gerekçe ile insan isteklerine bir
meşruluk çerçevesi çizer. Bu çerçeve ahlâkın
evrimine bağlı olarak zamanla değişebilir. Ancak
birer kurum olarak piyasanın meşruluk çerçevesi ile
ahlâkın meşruluk çerçevesi her durumda
örtüşmeyebilir. Eğer tümüyle örtüşüyor olsaydı,
onları ayrı birer düzenleyici kurum olarak
tanımlama gereği olmazdı.
Eğer en temel meşruluk kriterinin piyasa meşruiyeti
olduğunu kabul edersek, ahlâk ile piyasanın
çatışması durumunda ahlâktan vazgeçmemiz gerekir. Bu
durumda ahlâkî normların olumlamadığı bir mübadele
arzusu varsa bunu yasaklamak, karşılıklı rıza ile
oluşan bir ilişkiyi yasaklamak anlamına gelecektir.
Bunu yapmamız için mâkul bir sebep var mıdır? Bu
sorunun cevabı, ancak piyasa ilişkilerinin
dışsallığına bakılarak verilebilir. Bir ekonomik
ilişkinin sonuçları, sadece o ilişkiye taraf
olanlarla sınırlıysa, buna başkalarının karışmasının
mâkul bir nedeni olmayacaktır. Ancak eğer bu ilişki
üçüncü kişileri, şimdi veya gelecekte bir
şekilde etkileyecekse, o zaman durum farklılık
arzeder. Bu durumda ahlâk kuralları, ağırlıklı
olarak sonuçları karşılıklı rıza ile bir araya gelen
kişilerin dışındaki üçüncü kişi veya tarafları
etkiliyorsa devreye girmektedir.
Örneğin, rüşvet alan ve veren hiçbir baskı altında kalmadan tamamen
kendi rızaları ile bir ilişki içinde olabilirler.
Ancak rüşvetin sonucunda üçüncü kişiler bundan nasıl
etkilenmektedirler? Eğer bir rüşvet olayı üçüncü
kişilere hiçbir maliyet yüklemiyorsa, o zaman buna
"rüşvet" demek yanlış olur. Rüşvet alan birisi bu
davranışıyla, ayrımcılık yapıyorsa, birilerinin
hakkını başkalarına kullandırıyorsa, yapması gereken
bir işi yapmadığı halde yapmış gibi gösteriyorsa,
açıktır ki bundan başkaları olumsuz yönde
etkilenecektir. Buradan şu sonuca varabiliriz: Eğer
bütün faaliyetlerin pozitif ve negatif dışsallığı
piyasa sistemi ile içselleştirilebili-yorsa, ahlâk
kurumu büyük oranda işlevsiz kalacaktır, piyasa
saikleri istenen optimum yararı sağlayacak, her
davranış, her işlemin yarar ve maliyetine göre
oluşacak, yarar sağlamayan veya maliyeti yararından
çok olan işlemler hiç ortaya çıkmayacak, böylece
bireysel ve toplumsal yarar ayırımı da anlamını
kaybedecektir.
III. Piyasa Sisteminin Ahlâk Kurumu Üzerindeki Etkisi
Bir kurum olarak ahlâk nasıl piyasayı etkiliyorsa, bir kurumlar
bileşkesi olan piyasa da ahlâkı etkilemektedir.
Ahlâk kuralları piyasaların gelişmediği, bireylerin
yüzyüze ilişkilerle işlemlerini yürüttüğü
topluluklar ile karmaşık üretim ilişikleriyle
birbirine bağlı piyasaların egemen olduğu
toplumlarda, doğal olarak, birbirinden
farklılaşmaktadır.
Piyasa sisteminin ahlâk normları üzerindeki etkisini iki bağlamda
ele almak mümkündür. Bunlardan birincisi, gruplar
arası, ırklar arası, dinler arası, ülkeler arası
nitelik taşıyan piyasa ilişkileri, bu tür genellik
taşıyan din, dil, etnik grup veya ulus üstü
sayılabilecek ahlâk normlarının gelişmesine katkıda
bulunur. Buna piyasanın ahlâkı evrenselleştirmesi
diyelim. İkincisi, serbest piyasa ortamı farklı
ahlâkî amaç ve ilkeler arasında seçim imkânı sunar,
dolayısıyla daha işlevsel ve daha kalıcı ilkelerin
oluşmasına da zemin hazırlar. Buna da piyasanın
ahlâkı etkinleştirmesi diyelim. Bunları sırasıyla
inceleyelim.
1. Piyasanın ahlâkı evrenselleştirme etkisi
a) Geleneksel toplum değerleri ve ahlâkı
Geleneksel toplumlarda, piyasa sistemine benzer,
bütün insanları ait olduğu topluluğun
özelliklerinden ayrı olarak alıcı (tüketici) veya
satıcı (üretici) kimliği ile karşılaştıran bir
piyasa ortamı sözkonusu değildi. İnsanlar küçük
gruplar halinde ve içlerine kapalı olarak
yaşıyorlardı. Ekonomik ilişkiler ile dinsel veya
siyasal ilişkileri görece özerk kılan bir yapılanma
yoktu. Üretim, mübadele ve tüketim küçük etnik veya
dinsel grupların kendi içlerinde oluşturdukları
kurallara göre gerçekleştiriliyordu. O toplumlarda
piyasa, grup içi piyasa konumundaydı. Bireyler, o
gruba özgü ahlâkî ve sosyal değerler tarafından
kuşatılmıştı. Böyle bir toplumda bireylerin
birbirlerine karşı sorumluluk duygularının yüksek
olmasına karşın, grup dışındakilere karşı
sorumluluk duygularının oldukça zayıf olması
beklenir. Çünkü egemen normlar sadece grup içi
beklenti ve amaçlara göre oluşturulmuştur.
Piyasa toplumunda ise iktisadî ilişkiler çoğu zaman anonim alıcı ve
satıcılar arasında gerçekleştirilir. Böylece piyasa
birbirini akraba, komşu veya soy gibi bağlar yoluyla
tanımayan bireylerin aralarında mübadele ilişkisi
kurmalarını sağlar. Bu bireyler arasındaki ilişki,
mübadelede bulundukları mal ve hizmetlerle
gerçekleştirilir. Mübadelede, karşı tarafın inancı,
sosyal ve siyasal kimliği değil, mübadele edilen mal
veya hizmetin niteliği önemlidir. Yani piyasa
sisteminde insanları birbirine bağlayan temel bağ,
onların sosyal, siyasal, etnik veya dinsel
kimlikleri değil, mübadele ettikleri mal ve
hizmetlerin fiyat ve kalitesidir. Her iki tarafın
ilişkide bulunabilmek için ihtiyaç duydukları bilgi,
mübadeleye konu malın özellikleri, fiyatı ve
ödemenin hangi para birimi ile ne zaman ve nasıl
yapılacağıdır. Bunun dışında bir bilgiye çok fazla
ihtiyaç duyulmamaktadır.
Piyasa mekanizmasının işleyişinin, piyasada işlem yapan bireylerin
sosyal, siyasal, kültürel veya dinsel özelliklere
değil de, mübadele edilen mal veya hizmetin fiyat
ve özelliklerine bağlı olması, yerel özellik ve
niteliklerin üstünde genel geçer bir ahlâk
anlayışının geliştirilmesini gerektirir. Bu yüzden
piyasa sistemimin işlemesi için tarafların özel
inanç ve değerlerinden kaynaklanan anlayışlarını iki
tarafın yararına olacak biçimde dönüştürmeleri
icabeder. Bunun bir sonucu olarak piyasa sistemi,
anonim bireyler arasındaki işlemlerin yürütülmesi
için gerekli soyut ilkelerden oluşan bir ahlâk
anlayışının geliştirilmesini öngörür.
Piyasa sisteminin birçok toplumu içine alacak biçimde genişlemesi,
etnik, sosyal, kültürel ve dinsel kimlikler yerine,
alınıp satılan mal ve hizmetleri önemli kılan bir
ilişki biçiminin gelişmesi, grup içindekilere karşı
aşırı duyarlı, buna karşılık grup dışındakilere
karşı ise sorumsuz ahlâk anlayışını tümüyle dönüşüme
uğratmıştır. Grup içi geçerliliği olan ahlâkî
değerler ve kurallar yerlerini, piyasanın
işlemesini mümkün kılacak gruplarüstü değerlere ve
kurallara bırakmaya başlamıştır. Önceleri grup
dışında bulunanlara karşı sorumluluk duymayan
bireyler, özellikle de iş adamları, işlerini
sürdürebilmek için diğer tarafa karşı dürüst
davranmayı ve söz ve taahhütlerini harfiyen yerine
getirmede duyarlı ve titiz olmayı, erdemlilik adına
değil, kendi menfaatlerini koruyabilmek için yapmak
zorundaydılar. Aksi takdirde, serbest ticaretin
gelişmesi ve birbirinin değer yargılarına ve ahlâk
anlayışlarına yabancı insanların ortak iş yapmaları,
karşılıklı menfaat sağlayacak gönüllü işbirliği
içine girmeleri mümkün olamazdı. Bu "maddî"
zorunluluk, "evrensel" bir piyasa ahlâkının ortaya
çıkmasını sağlamıştır.
b) Ulus devlet ve ahlâk
Gelişmiş ekonomilerin iktisadî kalkınma sürecinde
ulus devletlerin önemli bir yer tuttuğu
bilinmektedir. Bireyler iktisadî faaliyetlerini
örgütlerken, bir ulusun mensubu olarak kendilerine
ayrı bir misyon yüklemektedirler Bu nedenle ihracat,
ithalât, korumacılık gibi durumlar ancak ulus
devletin sınırları göz önüne alındığında anlam
kazanmaktadır. Bir ülkenin vatandaşlarının kendi
aralarında birbirlerine karşı duydukları ahlâkî
sorumluluğun aynısını diğer ülke vatandaşlarına
karşı da duymaları ulusal kalkınma mantığına pek
uymamaktadır. Çünkü ulusal kalkınma, diğer
ülkelerin vatandaşlarının refahı için kaygılanmadan,
kendi ülkesinin refahını artırmaya yönelik
faaliyetleri öncelemektedir. Ülke menfaatini öne
çıkararak, ülke vatandaşlarının çalışma ve üretme
motivasyonu harekete geçirilmeye çalışılmaktadır.
Dolayısıyla ulus devletin kendi vatandaşı ile başka
ülkelerin vatandaşlarını aynı biçimde görmesi
mümkün olmamaktadır. Piyasa faaliyetlerini
sınırlayıcı devlet uygulamaları, bu ahlâkî çifte
standardı pekiştirmektedir.
c) Globalleşme ve piyasa ahlâkı
Bugün dünyayı etkisi altına alan küreselleşme süreci ulus-devlet
kökenli ahlâk anlayışlarını aşındırmaktadır.
Ulus-üstü amaçlar ve değer yargıları daha evrensel
bir ahlâk anlayışının oluşmasına zemin oluşturur.
Ulus merkezli değer yargılarının ve ahlâk
değerlerinin aşınması, bu yönde geliştirilecek
politikalara yeni bir motive edici güç ihtiyacım
ortaya çıkarmaktadır.
Geleneksel dar topluluklardan, ulus devletlerine, oradan küresel
dünya ekonomisine giden süreçte, ahlâk normları,
sadece kendi grubunu veya sadece kendi ülkesini
düşünerek oluşturulan ahlâk normları yerine, tüm
insanları içine alacak bir evrenselliğe
ulaşmaktadır. Bir insan veya bir grup insan, diğer
insanlarla ne kadar ilişki kurmak zorunda kalırsa,
onlara o kadar değer verme gereği duyar. Dar bir
topluluk hayatım sürdürmek için başkalarına ihtiyaç
duymadığı için, onlarla uzlaşma gereği de görmez.
Klavyesinde yazı yazdığınız bir bilgisayarı üreten
Japon'a, yemeğinize tat veren baharatı üreten
Hintli köylüye verilen bir zarar, dolaylı yoldan
sizi de etkileyecektir. Bu nedenle, onlar için kaygı
etmenizin mâkul bir nedeni vardır.
Birbirini hiç tanımayan, gelecekte de tanımayacak olan, birbirinden
kilometrelerce uzaklarda yaşayan, birbirinin dilini
bilmeyen, birbirlerinin inançlarından haberdar
olmayan ancak ürettiklerini karşılıklı mübadele
ederek birbiriyle ilişki kuran insanlar arasında bir
ortak norm geliştirme ihtiyacı olacaktır. Evrensel
düzeyde bir piyasa din, dil, renk ve etnik köken
farklılıklarını gözardı ederek, insanları üretilen
mal ve hizmetlerin karşılıklılık niteliğini
koruyarak devamını sağlamak için ortak bir ahlâk
paydasında birleştirir.
Dünyanın öteki yarısındaki bir mal için internetten verdiğiniz bir
siparişin bedelini, malı üreten kişinin milliyet,
dil, din veya ırkını gerekçe göstererek ödememeniz,
sonraki ilişkilerinizin de yönünü belirleyecektir.
Kısa sürede başka insanlar çok rahat mal ve hizmet
satın almaya devam ederken, siz bu ticaret
halkasının dışına itildiğinizi göreceksiniz.
Dolayısıyla dünya çapında gelişen piyasalar
evrensel bir ahlâk anlayışının oluşmasına uygun
ortam hazırlayacaktır.
Ancak burada bir noktaya işaret etmek gerekir.
Gelişen toplumun kaynak tahsisinin en önemli aracı
haline gelen piyasa, bireylerin piyasa denetiminin
ulaşmadığı alanlarda ahlâkî normlarına uyma
eğilimlerinin zayıflamasına da yol açabilir. Bu
piyasa disiplininin olmadığı alanlarda ahlâksızlığın
yayılması olarak tezahür
eder. Ama bu süreç aynı zamanda piyasa etkinliği
geliştikçe, daha önceki değerlerin yerine
yenilerini ikame ederek ahlâk normlarının
değişiminin bir görüntüsüdür. Bir ahlâk kuralından
başka bir ahlâk kuralına geçiş, geçiş sürecinde
yaşayanlar için "ahlâkın kaybolması" biçiminde
algılanabilir. Nitekim bugünün ahlâkî değerlerin
aşınması yönündeki kaygılara benzer kaygıların
asırlar önceki topluluklarda yaşandığı
gözlenmektedir.
Yalnız burada bir soruna işaret etmeliyiz. Ahlâk normlarını
evrenselleşmesi, onlara uyma konusundaki
motivasyonu olumsuz etkileyebilir. Yüz yüze, küçük
ölçekli ilişkilerin yaptırım gücü genel ve anonim
ilişkilere göre daha yüksektir. Bütün insanları
kapsayan, genellikteki ilkeler, bireyleri harekete
geçirmede daha az etkili olabilir. Örneğin, tüm
insanların sevilmeye layık olduğunu düşünen
birisinin ifade ettiği sevgi ile diğerlerinden çok
farklı olduğu düşünülen bir insana olan ayrımcı
nitelikteki sevgiyi karşılaştıralım. Genellik
taşıyan ilke ve normlar, onları koruma konusunda
bireyleri yeterince harekete geçirmeyebilir. Çünkü
bu kurallar o kadar genel ve evrenseldir ki,
bireyler için birer kamusal mal niteliğine
dönüşüverirler. Bu durumda, herkesi içine alacak
kadar genel bir ahlâkî ilkenin korunmasının ve ona
uyulmasının sağlanması ek özendiricilere ihtiyaç
hissettirebilir. Yani ahlâk evrenselleştikçe somut
bireylerden uzaklaşır ve bu da bedelini başkalarının
ödediği bir bedava mal olarak kullanılma eğilimde
bir artışa yol açabilir.
2. Piyasanın ahlâkı etkinleştirme etkisi
Piyasa sistemi daha etkin bir ahlâkın ortaya çıkmasına yol
açabilir. Burada birebir ve zorunlu bir ilişkiden
ziyade bir ihtimaller kümesinden ve eğilimlerden
bahsetmek daha doğrudur. Piyasa sisteminin ahlâkı
etkinleştirmesi iki yönde ortaya çıkabilir. îlki,
birey özgürlüğünü artırarak, özgür bireylerin özgür
seçimlerine imkân sağlaması ikincisi de, buna bağlı
olarak, tercih çarpıtmasını" azaltarak daha içten ve
daha samimi ilişkilere ortam hazırlamasıdır.
a) Özgürlük
Özgürlük, çok genel ifadesiyle, kişinin istediğini yapabilme
düzeyini ifade eder. Kişinin neyi, niçin istediğinin
belirlenmesi oldukça zordur. Bu nedenle sistem
karşılaştırması yapılırken insan istekleri veri
kabul edilmektedir. Bir ekonomik sistemin bireyleri
özgürleştirici olup olmadığı, sistem içinde yaşayan
insanların veri isteklerini ne düzeyde
gerçekleştirdiğine bakılarak kararlaştırılabilir.
Bireylere daha çok imkân sunan bir ekonomik sistem
daha özgürleştirici olarak tanımlanabilir.
Serbest piyasa sisteminde, bireyler, sahip oldukları
bir veya birkaç üretim faktörünü piyasaya sürerek
elde ettikleri gelir karşılığında mal ve hizmet
tüketme hakkı kazanırlar. Bireyler bu haklarını,
elde ettikleri anda kullanabilir, kullanmak üzere
başkalarına devredebilir veya başka bir zaman
kullanmak üzere erteleyebilirler. Bu üç ihtimal de
bireyin isteğinin bir sonucudur. Bir kişi ne kadar
üretime
katkıda bulunursa, faktör fiyatlarının hakemliğinde o kadar gelir
elde eder, dolayısıyla o kadar da tüketim hakkı
kazanır. Kişinin toplumsal üretime katkı düzeyi de,
doğal olarak sahip olduğu emek, sermaye, girişim ve
toprak faktörlerinin bileşimine bağlıdır. Bu
durumda herkes üretime katkısının parasal değeri
kadar tüketme hakkı elde eder, toplam üretim toplam
gelire eşit olur, bireylerin gelir ve harcamalarını
farklı zamanlara aktarmaları dışında üretimi
dalgalandıracak ciddî bir durum ortaya çıkmaz. Daha
çok tüketmek isteyen birey, üretime daha çok katkıda
bulunur, daha çok katkıda bulunduğu için daha çok
gelir elde eder. Sağlam özel mülkiyet hakları da
elde edilen kazancın korunmasını ve nesilden nesile
aktarılmasını garantiler.
Serbest piyasa ortamında üreten ve tüketen bireyler, başkalarıyla
işbölümü ve mübadele bağlamında zorunlu ve
karşılıklı ilişki kurmak durumunda olmalarına
rağmen, üretim ve tüketimlerini büyük oranda kendi
yeteneklerine borçlu oldukları için, ilişkilerinde
kendilerini özgür hissederler. Hayatını rekabetçi
piyasa koşullarında kazanan bireylerin özgüvenleri
yüksek, otoriteye itaat ile hayatını devam ettirme
eğilimleri de görece düşük olur. Hayatını devam
ettirmenin kuralının, kişinin üretime olan katkı
oranına bağlanması, bu konuda yetenekli olduğunu
düşünenlerin özgüvenini artırır, ayrımcılığı ve
keyfiliği de'minimize eder. Kendine güvenen bireyler
de kendilerini güçlü ve özgür hissederler.
Özgürleşmek, sahip olduğu imkân ve seçeneklerin
artmasıyla yakından ilişkili olduğu için daha çok
imkânı ve alternatifi olan kişi, daha özgür
olacaktır. Bu bağlamda serbest piyasa sisteminin
insanları görece daha özgürleştirdiğini söylemek
mümkündür.
Ancak insanların yetenekleri ve sahip oldukları faktörlerin
dağılımındaki farklılık, ekonomik hayatta başlangıç
koşullarını farklılaştıracaktır. Yani yarışa herkes
aynı imkânlarla ve aynı noktadan başlamadığı için
göreli avantajları yüksek kişi veya kesimler öne
çıkacak ve bu durum çoğu zaman katlanarak devam
edecektir. Bu, serbest piyasa sisteminin herkesi
aynı oranda ve aynı yönde özgürleştirmeye-ceği
anlamına gelmektedir.
Sonuçta, piyasa sistemi, insanlara göreli özgür ve bağımsız karar
alma imkânı sunarak, ahlâkî değerlerine uygun
tercihlerde bulunma ortamı sağlar. Hayatını serbest
piyasada, sahip olduğu yeteneklerini kullanarak
kazanan insanların sahip oldukları ahlâkî
değerlerini yeniden üretmeleri ve bunun için gereken
fedakârlıkları yapmaları, hayatını merkezî
otoritelere bağlılıkla kazananlardan daha kolaydır.
Bu yönden serbest piyasa ahlâkı etkinleştirir.
b) İçtenlik ve tercih çarpıtması
Serbest piyasa sisteminin ahlâkı etkinleştirmesi,
özgürlüklerin artmasına paralel olarak tercih
çarpıtmasının azalması yoluyla da meydana gelebilir.
Ahlâk kuralları ve bunların işleyişi insanların bu
kuralların doğruluğuna olan inanç ve gü-venlerıyle
paralellik arzeder. Kişilerin bir kurala ne düzeyde
inandıkları ve ona bağlı kaldıkları kurala aykırı
davranma imkânlarının olmasına rağmen kurala uy-malarıyla
anlaşılabilir. Güdümlü bir ekonomide, bireylerin
bağımsız olarak davranma esneklikleri son derece
azdır. İnsanlar davranışlarının olumlu veya olumsuz
sonuçlarını görme imkânından yoksun olduklarında,
bir kurala ne düzeyde onu doğru buldukları için
inandıklarını bilmezler. Her ekonomik kararın bir
merkezden verildiği bir ekonomide, kişiler iktidara
yakın olduklarını, onu benimsediklerini ifade
ettikleri ölçüde ekonomik değer elde edebildikleri
için, kişisel görüş ve anlayış farklılıklarını
gizleyecek, sonuçta kamusal alanda tek tip bir
söylemin egemen olmasına yol açacaklardır. Egemen
olan, en çok beğenilen görüntüsü taşıyacaktır.
Egemen olan, moral olarak da iyi olabilir ama olmaya
da bilir. Böyle bir ortamda bireylerin sağlıklı bir
ahlâkî tutum geliştirmeleri görece zordur.
Bu nedenle ekonomik kararların tek merkezden denetlendiği
toplumlarda tercih çarpıtmasının daha yaygın
olacağını söylemek mümkündür. Ekonomik gücü elinde
tutan güç odakları, tercih çarpıtmasına zorlayarak
tek tip bir toplumsal söylemin ortaya çıkmasına yol
açacaklardır. Piyasa ekonomisi, farklılıkların ifade
edilmesinin riskini azaltarak tercih çarpıtmasının
azalmasına yol açar. Böylece insanlar kamusal baskı
altında kalmadıkları için birkaç yüz, birkaç söylem
taşımaktan kurtulurlar.
Hayatını kendi yeteneklerinin bir sonucu olarak piyasadan kazanan
insanlar, inanç ve değerlerini daha özgürce ifade
etme imkânı bulacak böylece alternatif ilke ve
inançların rekabet ortamında birbirini elemesi
mümkün olacaktır. Bu şekilde piyasa ekonomisi,
anlayış, kural ve ilkelerin eleştirel biçimde ve
etkinlik yönünden değerlendirilmesine uygun zemin
hazırlayacaktır. İnsanların daha az iltifat ettiği
değerler elenecek, daha çok iltifat ettikleri de
yerleşip yaygınlaşacaktır.
Kararların tek bir merkezden verildiği, değerlerin tek bir noktadan
belirlendiği ve takdir edildiği bir toplumda
farklılık, zamanla suçlulukla özdeşleşebilir. Bu
nedenle zorunlu benzeşme, yalanı ve ikiyüzlülüğü
yaygın biçimde toplumsal kimliğini saklama
stratejisi haline getirir. Aynı formlar içinde
farklılıklarını saklayarak diyaloga geçen bireyler,
birbirlerinin gerçek tercihlerini öğrenmek için daha
fazla çaba ve emek sarfetmek zorunda kalacaklardır.
Ortak normların eleştiri ve rekabete açılmadığı ve
bir merkezî gücün baskısıyla sürdürüldüğü bir
toplumda, farklı tercihleri olan bireyler de
kendilerini saklamak için daha fazla çaba sarfetmek
zorunda kalacaklardır. Bu ikisi birlikte tercih
çarpıtmasının toplumsal maliyetinin artmasına yol
açar.
Farklı düşünmelerine, farklı tercihlerde
bulunmalarına rağmen aynı şeyleri paylaşıyormuş gibi
davranarak birbirini kandıran bireyler yerine,
farklı düşüncelerini birbirine söyleyerek birbirini
etkileyen bireylerin daha ahlâklı oldukları
söylenebilir. Bu yönüyle piyasa, tercih
çarpıtmasını azaltarak kişilerin daha etkin bir
ahlâkî tutum kazanmalarına ortam sağlar.
Kaynak:
Doç. Dr. Ömer Demir, Kırıkkale Üniversitesi
|