|
Post – Modern Epistemolojiler
Mdern çağın Aydınlama ideallerini içkin dünya
perspektifi, mo-Modern bilimin politik ve epistemik
meşruiyetini temellendiren bir söylem (Modernizm)
üzerine kuruludur. Modernizm; bilimsel/düşünsel
etkinliği, Aydınlanmanın varlık, bilgi ve tarih
anlayışını kristalize eden insan-merkezci
matrislerine oturtarak, modern bilime meşrulaş-tırıcı
ve belirleyici bir arka plan sağladı. Modernizmin,
gerçekliğin on-tolojik tasarımında "soyut ve
evrensel insan-öznesi" ne tanıdığı merkezi statü, "akl"
a yüklediği temel ve nesnel bilgi üretici olma
işleviyle birlikte, modemist/pozitivizst
bilimciliğin karakteristik çizgilerine rengini
verdi: Bilim, akıl/deney yoluyla nesnel/evrensel
doğrulara ulaşmanın biricik yöntemidir ve bilimsel
bilgi dikey zaman boyutu içinde gerçekliğin giderek
daha tam, daha mükemmel bir resmini vermektedir.
Diğer bir deyişle, nesnel-evrensel doğrulara ulaşma
süreci "ilerleme" tazammun eden bir süreçtir.
Bilimin "ilerlediği" tezi, bir bütün olarak tarihsel
süreçte ilerleme öngören retoriğin doğal bir
uzantısı kuşkusuz. Tarihsel sürecin "ilerleme"
hipotezinde tebarüz eden tele-olojik kavranışi;
Modernizmin karakteristik bir özelliği. Gelenek ve
yenilik arasında kurulan modernist denklem,
geleneği küçümseyip, geleceği/yeniliği vurgulayan
bir asimetriye dayanıyor.
İlerleme
hipotezini içkin bu asimetriyle Modernizm,
Portoghesi' nin deyişiyle "önceki kültüre karşı
oluşan bir Oidipus kompleksi" bir bakıma.
Modernist-pozitivist
söylem; bilimsel, politik ve toplumsal pratikleri
içine alan geniş bir etkinlik alanına sahip. Örneğin
Türkiye' de Mo-dernizm; "bilim yapma" pratikleri
kadar, son yarım yüzyıllık radikal toplumsal
dönüşüme de damgasını vuran söylemdi. Düşünce
düzeyinde Pozitivizmin, bilgilenme süreçlerini
kendi epistemik matrisleriy-le sınırlayıp, düşünce
üretimini diğer seçenekleri dışlayan bir
tek-boyutluluğa mahkum eden egemenliği, düşün/bilim
dünyasında kalıcı izler bıraktı. Bugün bilim
çevrelerinde hâlâ, 19. Yüzyıl pozitivizminin çoktan
aşılmış matrislerine yaslanarak bilim yapma
anakronizminin yaşanıyor olması, bu "iz" lerin
derinliği ve kalıcılığı konusunda bir fikir
verebilir. Politik/toplumsal düzeyde ise modernizm,
'modern idealleri' hayata geçirme eyleminin
değişmez ı.ıeşrulaştırıcısıydı. Dünyada Modernizmin
serüveni, Jakoben yöntemlerle hayata geçirilmek
istenen 'modern ideallerin', despotik bir pratiği
meşrulaştıran metamorfozunun zengin örnekleriyle
doludur.
Modernist
pratiğin farklı kesimlerin toplumsal
bilinçaltlarında bıraktığı birbiriyle çelişen izler,
bugün bile, kimi ideolojik kutuplaşmaların
yörüngesini çizmeye devam etmektedir. (İslâm odaklı
tartışmalar bunun biraz örneğidir) Modernizm,
özetle, farklı kesimlerin ilkesel tavırları ve
konjonktürel tepkileri üzerindeki etkisiyle sağ ve
sol söylemlerin gündemindeki merkezi konumunu
sürdürmektedir. Sağ ve sol söylemlerin ilkesel
düzeyde birleşip, stratejik düzeyde farklılaşan
modernist çizgileri, mevcut siyasal dengelerin
oluşumuyla da yakından ilişkili, ancak sözkonusu
ilişkinin incelenmesi bu makalenin amacı dışına
düşüyor. Konuyla ilişkisi açısından şu
belirtilebilir: Örneğin, Türkiye' de sol, sağdan çok
daha tavizsiz biçimde modernist çizgiye sahip
çıktı. Bu, solun gerek evrensellik, ilerleme ve
benzeri Aydınlama ideallerini içkin retoriğinde
gerekse bu idealleri pratiğe aktaran tek parti
dönemi mirasının savunusunda açıkça göze çarpıyor.
Marksist solun, ekonomik-determinist toplumsal
analizlerindeki pozitivizmini de eklemek mümkün
buna. Kuşkuşuz Türkiye de bugün, modernist olmayan
bir sol perspektifin de nüvelerine tesadüf
edilebiliyor. Geleneksel sol söylemle arasındaki
bariz 'retorik farkı' ve geleneksel kültür ve
İslam' la kurmayı denediği özgül ilişki ile yeni
bir sol söylemin belirlemeye başladığı söylenebilir;
ancak dünyadaki diğer örneklerine benzer türden,
felsefesi öncülerini belirlemiş, epistemik
çerçevesini çizmiş somut bir teorik plana sahip bir
söylemden söz etmek için henüz erken. İlerleyen
sayfalarda modernist olmayan sol perspektifi, son
yıllarda ABD' de geliştirilen post-modern marksist
toplumsal teori özelinde örneklemeye çalışacağız.
Bu makalenin amacı da zaten, yerleşik modernist
tezleri ters yüz ederek, modernizmin kaderini
derinden etkileme istidadını gösteren Post-modern
düşünceyi, epistemik çerçevesiyle tanıtmak ve
tartışmak.
Post-Modern Epistemolojiler
Post-modern düşünce ve estetiğin
filizlendiği İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem,
modern ideallerin sarsılışına da sahne oldu. Akıl,
bilim, ilerleme nosyonlarında ifadesini bulan
Aydınlanma mirası idealler ve düşünce dizgeleri,
amansız bir "ontolojik şüphe kültürü" nün sorgulama
gündemindeydiler artık: Aydınlanmanın total
açıklamalar sunma iddiasındaki "tekil aklı", "akıl
yok, akıllar var" tezinde simgelenen bir çoğulcu
söylemin eleştiri hedefleri arasındaydı. "Tekil
akıl" kategorisinin reddi, tekil aklın ürettiği
'tekil doğrular'ın inkârını da beraberinde
getirmişti. Doğrular planında çoğulculuğu savunan
post-modern söylem, modern bilimin epistemik
dayanağı söylemler arası geçerli evrensel/nesnel
doğruların varlığını anlamsızlaştırman. Doğrular da
söylem bağımlıydı ve söylemler arasında mukayeseyi
mümkün kılacak bir ortak alan söz konusu değildi.
Mukayese edilemeyen söylemler kuramlar arasında
ontolojik bir "gelişme" ya da "ilerleme" den söz
etmek de anlamını yitiriyordu böylece.
Post-modern epistemolojiler, modern bilgi türünü
temellendiren modern epistemolojileri sorgulama
sürecinin ürünleri. Modern epistemolojilerin temel
çizgileriyle tasviri, post-modern alternatiflerin
anlaşılmasına yardımcı olabilir: Modern
epistemolojiler (Empirisizm, Rasyonalizm); varlık
ve düşünce, özne ve nesne arasında ontolojik bir
ayırım ve ikilemin varolduğu varsayımına dayanır.
İnsan öznesi' dışında ve ondan bağımsız gerçek bir
dünya (nesneler dünyası) vardır ve insan, sürekli
olarak düşüncelerini, kendi dışındaki objektif
gerçekliğe tekabül etme uğraşısı içindedir. Düşünce,
gerçekliğin zihindeki görüntüsü dışavurumu,
izdüşümü ya da temsilidir. İnsan-öznesi önündeki
temel epistemolojik sorun; gerçeklikle düşünsel
izdüşümü arasında birebir bir denklik kurmaktır, ve
sözkonusu denklik kurulduğu ölçüde gerçekliğin
"doğru" bilgisine ulaşılmış olmaktadır.
Modern epistemolojiler, bu temel özellikleri
paylaşmakla birlikte, 'doğru' yu belirleme; 'doğru'
yu 'yanlış' tan ayırmada önerdikler protokoller
açısından farklılaşıyorlar. Emprisist
epistemolojide, doğruların özü, kaynağı, nihai
belirleyici ampirik olgusallıktır. Doğrular kümesi,
duyular yoluyla elde edilen tecrübi verilerce
doğrulanan fikirlerden oluşur. Rasyonalist
epistemolojiyse; gerçeklikte içkin, insan
tarafından bilinebilir, keşfedilebilir mantıksal
yasaların varolduğu hipotezine dayanarak,
doğruların belirleyici kaynağını ampirik
olgusallıkta değil, olgusal gerçeklikte içkin
'bilinebilir' mantıksal düzende arar.
Nihai tahlilde her iki yaklaşım da
doğrular için özler (essences) ya da temeller (foundations)
arama çabası içindedirler. Emprisizm de bu öz ya da
temel, olgusal gerçekliktir; Rasyonalizmde ise
olgusal gerçek-likte içkin bilinebilir mantıksal
yasalardır. Post-modern terminolojide, bilgi ve
doğrular için evrensel özler, temeller arayan; olgu,
entite ve süreçleri bir takım özlere, temellere
indirgeyen yaklaşımlar, "essenti-alism" ya da "foundationalism"
terimleri ile adlandırılır. Emprisizim ve
Rasyonalizm; olgusal gerçekliğe ya da olgusal
gerçeklikte içkin mantıksal düzene/yasalara
tanıdıkları öz ya da temel olma statüsüyle,
epistemoloji de alternatif essentializm/foundatinalism
örnekleridir.
Post-modernizm,
temelde, bir "essentialism" ya da "foundationalism"
eleştirisidir. Post-modern söylem, 'essentialism'/foundationa-lism'
in mümkün tüm formlarını anlamsızlaştıran bir bilgi
ve gerçeklik anlayışına dayanır. Post-modern
epistemoloji, modern epistemolojilerin dayandığı
varlık/düşünce, özne/nesne dualitelerini redderek bu
tür ikilemlerin bulunmadığı bir gerçeklik anlayışı
önerir: Varlık ve düşünce, özne ve nesne arasında
bir ikilik ya da doldurulması gereken bir boşluk
yoktur.
Varlık/düşünce, özne/nesne, bu tür ikilemlerin
bulunmadığı bir gerçeklik bütünün parçalarıdır.
Düşün/gerçek ikileminin geçersizleştiği post-modern
bir tabloda, düşünceden bağımsız bir objektif
gerçekliğe doğal olarak yer yoktur: Gözlem kuram
yüklü-dür ve gerçeklik teoriye bağımlıdır. Objektif
bir dış dünya varsayımının terkiyle, modern
epistemolojilerin insan düşüncesine yüklediği
işlevde somutlaşan epistemolojik sorunsal da
anlamını yitirmektedir. Objektif bir dış dünya söz
konusu değilse eğer, düşünceyi objektif bir dış
gerçekliğe tekabül ettirme ya da gerçeklikle,
düşünsel izdüşümü arasında birebir bir denklik
kurmak bir sorunsal olarak ortadan kalkmaktadır.
Böylece bu sorunsalın varlığıyla kaim 'doğru'
anlayışı da geçerliliğini yitirmektedir. "Düşünceyle
gerçeklik arasında birebir denklik kurma" bir
sorunsal olmaktan çıkınca; teorileri, düşünce ile
dış gerçeklik arasında birebir denklik kurdukları
ölçüde geçerli sayma, yada teorik bilgiyi söz konusu
'denklik' sağladığı ölçüde doğru kabul etme
yaklaşımı da anlamsızlaşmaktadır.
Tekil bir objektif dış gerçeklik
varsayımına dayalı ontolojinin reddi, tekil
gerçekliğe tekabül eden doğruların tekilliğini
öngören epistemolojik monizmin reddini de zorunlu
kılıyor. Ontolojik/Epistemolojik monizm' lerin
reddiyle post-modern eleştirel söylem, tam bir
'epistemolojik çoğulculuk' savunusuna dönüşüyor:
Doğru (1ar), 'tekil' değil, 'çoğul' dur. Gerçeklik
teori-bağımlıdır. Teoriler, gerçekliğe farklı
algılamakta, farklı doğruluk kriterleri
(standartları) önermekte, farklı doğrular
üretmektedirler. Teoriler/söylemler arasında
interteorik bir mukayeseyi mümkün ve anlamlı kılacak
zorunlu bir ortak alan yoktur ve teoriler/söylemler
arası geçerli (interteorik) doğruluk ölçütlerinden
söz edilemez. Her teori/söylem, kendi özgül doğruluk
kriterlerini içkindir ve bir bilginin doğruluk
içeriği, o bilginin üretildiği teorik matrisler
içinde anlamlıdır. Özgün ifadesiyle "Doğrular da
doğruluk standartları da intra-teoriktir (teori içi
geçerlidir), inter-teorik (teoriler arası geçerli)
değil."
İnterteorik doğruların reddiyle post-modern retorik,
akıl/deney yoluyla teoriler/söylemler arası geçerli
doğruları yakalandığı iddiasındaki "meta-söylem"
lerin tekil doğrular üzerindeki tekelini ortadan
kaldırarak, evrensel-nesnel doğrularıyla bir
"meta-söylem" içeriği kazanmış olan modern bilimin
bilgi üzerindeki egemenliğe karşı çıkma imkanı
sağlıyor. İnsan-öznesi tarafından üretilebilir/elde
edilebilir söylemler arası geçerli değer-yüksüz
evrensel-nesnel doğrular, bir
'imkansızlık/anlamsızlık' da mündemiç modernist bir
yanılsamadan ibarettir.
Tekrarlarsak bu; (i) evrensel-nesnel doğruları
mümkün ve anlamlı kılan "düşün/gerçek" denkliğine
dayalı doğru anlayışının reddi.(ii) söylemler arası
mukayeseye imkan sağlayan interteorik alan ve
ölçütlerin inkârı ve (iii) gözlem ve bilgisiyle
teori-bağımlı bir gerçeklik anlayışının doğal bir
sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Bu çizgileriyle
modern bilimin post-modern eleştirisinin Kuhn'u
çağrıştırdığı açık: Bir dünya görüşünü içkin her
paradigma, gerçekliği algılama biçimini belirler.
Paradigmadan bağımsız bir düşün/gerçek, teori/olgu
ilişkisinden söz edilemez. Olguların
paradigma-bağımlı içeriği, paradigmalar arası
mukayeseyi mümkün kılacak paradigma-bağımsız
ölçütlerin varlığını anlamsızlaştırır. Mukayese
edilemeyen paradigmalar arasında ise Lakatosgil
nesnel/rasyonel seçim' den ya da yanlışlama
sürecinde içkin Popergil 'ilerleme' den söz etmek
imkanı ortadan kalkar.
Evrensellik, nesnellik, ilerleme gibi
bilimin özgüllüğünü temellen-diren nitelikler
anlamsızlaştırılınca, 'bilim'i, 'bilim-olmayan'dan
ayıran çizgiler de bulanıklaşmaktadır. Bilim de
diğer bilişsel yapılardan farksız bir göreli
kategori durumuna düşerek, alternatif bilgi türleri
içindeki imtiyazlı konumunu kaybetmektedir. Artık
bilimle ideoloji arasındaki çizgi sanıldığı kadar
berrak değildir. Feyerabend' in belirttiği gibi,
bilimi ötekilerden ayırmakta kullanılabilecek bir
bilimsel yöntem bilim yoktur.
Post-modern epistemoloji, bilimi 'bağlam-söylem'
bağımsız evren-sel-nesnel doğrulara, ideolojiyi
'bağlam-söylem' bağımlı öznel düşüncelere tekabül
ettiren bir ayırımı tümüyle geçersiz kılmaktadır.
Modern bilim, tüm diğer insanal kategoriler gibi
görelidir, bağlam-söylem bağımlıdır ve bu yönüyle
de hiç bir ayrıcalığa sahip değildir.
Post-modern söylemin bilimi,
alternatif bilgilenme yöntemlerinden biri (ama
sadece biri) olarak gören bilgi anlayışı, modernist
bilimciğin bilime biçtiği statü ve işlevi de
anlamsızlaştırmaktadır: Bilime tekil evrensel-nesnel
doğrulara ulaşmanın yegane geçerli yöntemi statüsü
tanınamaz. Doğrular tekil değil, çoğuldur. Kendi
özgül doğruluk kriterini içkin her söylem, özgül
bir bilgi edinme/doğru üretme yöntemini de
beraberinde getirir. Doğrular kadar, bilgi
edinme/doğru üretme yöntemleri de çoğul bir karakter
taşır. (Doğrular, teori-dışında, teoriden bağımsız
'ulaşılan' kategoriler değil, teori içinde
'üretilen' kategorilerdir) Feyerabend' in de
vurgulandığı gibi her yöntemle bilgi edinmek
mümkündür8 ve bilgi edinmenin/üretmenin
tekil, yegane geçerli yönteminden söz edilemez
bilimin yegane geçerli yöntem alma statüsü
reddedilince, bir tür modern mitolojiye dönüşen
modern bilimci söylemin bilime yüklendiği işlev de
anlamını yitirmektedir. Bilim, artık, kendisinden
medet umulan, en doğruyu söylediğine inanılan,
kurtarıcı potansiyeli haiz yegane yol gösterici bir
kategori olmaktan çıkmaktadır, "Bilimin doğasında,
onu özünde kurtarıcı yapan bir şey yoktur." Bilim,
yararlı/zararlı işlev ve sonuçlarıyla çok sayıda
ideolojiden yalnızca biridir ve böyle ele
alınmalıdır.
Post-modern Toplumsal Teori
Post-modern çıkışın modern bilimin 'epistemik'
matrislerinde gerçekleştirdiği 'devrim',
toplumbilimlerin 'teorik' matrislerine nasıl
yansıdı? Getirdiği alternatif epistemolojik
çerçeveyle post-modern söylem ne tür bir 'toplumsal
teori' öngörüyor? Bu soruları, Lyotard, Derrida
etkilerini Rorty dolayımdan geçerek Post-Althusser'ci
bir çerçevede somutlaştıran post-modern Marksist
toplumsal teori özelinde cevaplandırmaya
çalışacağız10. Amacımız, post-modern
çıkışın marksist teoride gerçekleştirdiği "deconstruction"
in boyutlarına ışık tutmak.
Epistemolojide olduğu kadar toplumsal teoride de
post-modern çıkış kendi özgün çerçevesini geliştirme
girişimini kapsamlı bir 'essentialism/foundationalism'
eleştirisi ile başlatır. Toplumsal teoride es-sentialism/foundationalism,
toplumsal gerçekliği belirli özlere ya da temellere
indirgeme yaklaşımını ifade eder. Toplumsal
gerçekliğe ilişkin tüm determinist tezler birer
essentialism/foundationalism örneğidir. Örneğin,
geleneksel marksizmin, ekonomiye, ekonomik-olmayan
üst-yapısal kurumların kendisine indirgenebileceği
bir alt yapı statüsü tanıyan ekonomik determinizmi
bir 'essentialism' dir.
Ekonomi, toplumsal gerçekliğin
özü/temeli olma işlevi yüklenmektedir, bu tür bir
çerçeve içinde. Ekonomik determinizmin üst yapısal
kurumlara göreli özerklik tanıyan ve çift yönlü
etkileşime imkan veren varyantları da var kuşkusuz,
ancak nihai tahlilde ekonomi belirleyici olma
özelliğini koruduğu sürece, ekonomik determinist
retorik bir 'essentialism' türü olmaktan
kurtulamamaktadır. Toplumsal teoride, ekonomik
determinizmin yanı sıra, politik ve kültürel
determinizm türlerine de tesadüf etmek mümkün: 1960'
1ar sonrası ABD' de geleneksel marksizme tepki
olarak gelişen ve toplumsal gerçekliğin
açıklanmasında ekonomik boyuttan çok politik boyuta
ağırlık veren radikal teori, bir tür politik
determinizm savunusu yapmaktadır.
Marksist ekonomik determinizmin ekonomik öğeye
tanıdığı belirleyicilik vasfı, radikal teoride
politik öğeye tanınmaktadır. Benzer şekilde,
toplumsal olayların temelinde ekonomik ya da politik
olmaktan çok, bir bilinç ya da bilinçlenme sorununun
yattığını savunan bir yaklaşım, açık ya da örtük
bir kültürel determinizm içerir. Örneğin E.P.Thompson'ın;
bir "sınıfı tanımlayan tercih öğeyi, artık emek,
mülkiyet, güç gibi faktörlerden çok "sınıf
bilincfnde bulan analizi, bir kültürel öğeye
-bilince- tanıdığı belirleyicilik vasfıyla bir
kültürel determinizm örneği sergilemektedir.
Ekonomik, politik ve kültürel
determinizm' 1er, toplumsal gerçekliğin ekonomik,
politik ya da kültürel boyutuna tanıdıkları öncelik
ve belirleyicilik vasfı ya da öz/temel olma
statüsüyle, toplumsal teoride, alternatif 'essentialism/foundationalism'
örnekleridir. Post-modern Marksist teori, toplumsal
gerçekliği kuramlaştırma işlemine 'essentialism/
foundationalism'in mümkün tüm biçimlerini
epistemolojide ve toplumsal teoride reddederek
başlıyor. Epistemolojik düzeyde, bilgi ve doğrular
için belirleyici özler arayan çerçeveler, toplumsal
teoride, toplumsal gerçekliği belirleyici özlere,
temellere indirgeyen yaklaşımlar tümüyle
reddediliyor. Bilginin ve gerçekliğin kendisine
indirgenebileceği cevher (töz) ya da 'öz' 1er
yoktur. Tüm oluş, kompleks bir süreçtir. Bu
süreçte, her şey herşeyi etkiler ve belirler. Her'
belirleyen', aynı zamanda 'belirlenen'dir.
Etkilenmeden etkileyen, belirlemeden belirleyen
hiçbir 'entite'den sözedilemez. Etkilenmeden
etkileme, belirlenmeden belirleme özelliğine sahip
"töz" ya da "öz" lerin inkârıyla, indirgemeciliğin
(determinizmin), belirli entitelere töz ya da öz
statüsü tanıyan tüm biçimleri ,'töz' ün 'görüngü'
yü belirlediği türden nedensellik ilişkileriyle
birlikte reddedilmiş oluyor.
Post-Althusserci post-modern çerçeve, alternatif bir
nedensellik anlayışı, alternatif bir oluş mantığı
öneriyor. İlkin içinde Kartezyen ikiliklerin
bulunmadığı, ekonomik, politik, kültürel, tabii tüm
entite ve süreçleri içeren bir "toplumsal totalite"
(social totality) nin varlığı öngörülüyor. Her
entite, toplumsal totalite içindeki diğer tüm
entitelerin etkileriyle belirleniyor ve aynı zamanda
diğer entitelerin belirlenmesine katkıda bulunuyor.
Toplumsal totalite' yi oluşturan entiteler
arasındaki ilişki, tek yönlü-doğrusal bir
nedenselliğe değil, karmaşık ek-lemleşmelerin
oluşturduğu bir belirlenmeye dayanıyor. Açık ki bu
tür bir nedensellik anlayışı, bağımsız nedenlerin
bağımlı sonuçları doğurduğu geleneksel
nedensellikten oldukça farklı, Zira bağımsız
nedenler yok. Her neden aynı zamanda bir sonuç, her
sonuç bir neden. Her entite, toplumsal totalite
içindeki diğer entiteleri etkileyen bir neden, aynı
zamanda onların etkilerinin bir sonucu. Bu uelirlenme
biçimine Althusser' in Freud'den ödünç aldığı bir
terim kullanılarak "üst-belirlenme" (overdetermination)
adı veriliyor.
Bir entitenin üstbelirlenimine
katkıda bulunan tüm faktörlerin etkilerinin aynı
doğrultuda olması beklenemez. Bir entiteyi
belirleyen faktörler, onu birbiriyle çelişen
doğrultularda etkilerler. Her entite kendisini
belirleyen faktörlerin çelişen etkilerini bünyesinde
barındırır. Entitelerin bu temel özelliği, Post-Althusserci
çerçevenin ikinci temel kavramında ifadesini bulur:
Çelişki. Her entite çelişkilidir. Her entitenin
üstbelirlenimine çok sayıda faktör çelişen
etkileriyle katılır. Bu anlamda üstbelirlenme, her
entitenin çelişkili olmasını zorunlu kılar. Bu,
Post-Althusserci çerçevenin iki temel kavramı
arasındaki özgül ilişkiyi da açığa çıkarır:
Üstbelirlenme, çelişkiyi tazammun eder.
'Üstbelirlenme' ve 'çelişki', Post-Althusserci
değişme teorisinin de nirengi noktalarını
oluşturuyor: Entitelerin üstbelirlenimine katılan
çok sayıda faktörün çelişen etkileri sürekli gerilim
ve çelişki üreterek, entiteleri sürekli değişime
uğratırlar. Her entite, değişim içinde varlığını
sürdürür. Post-Althusserci çerçeve, değişme
kavramının altını çizmek için 'entite' kelimesini,
'süreç' kelimesiyle ikame eder. Değişim içinde
varlığını sürdüren her entite, gerçekte bir
süreçtir. Üstbelirlenme ve çelişki, tüm entiteleri
birer sürece dönüştürür.
'Üstbelirlenme' ve 'çelişki', bu söylemin teori
anlayışıyla da yakından ilişkili. Her teori,
inceleme nesnesi olarak aldığı entite/sürecin
üstbelirlenimine katkıda bulunan sonsuz sayıdaki
faktör arasında bir seçim yapma sorunuyla karşı
karşıyadır. Her teorisyen, sonsuz sayıda faktör
içeren değişkenler evreninin sınırlı bir alt
kümesini eksen alarak teorisini kurar. Teorilerin
sınırlı sayıda faktörü dikkate alarak
ürettikleri açıklamalar zorunlu olarak kısmi
bir karakter taşır. Total açıklamalar
sunabilen bir teoriden söz edilemez. Teorilerin
ürettiği kısmi açıklamaların doğruluk içeriğiyse
doğal olarak teori bağımlıdır. Diğer bir deyişle,
kismi açıklamaların doğruluk içeriği, bu
açıklamaların üretildiği teoriler içinde anlamlıdır.
Yinelersek, tüm doğrular intrate-oriktir,
interteorik değil. Intrateorik görecelik, doğrular
kadar doğruluk standartları için de geçerlidir,
interteorik doğrular kadar, interteorik doğruluk
standartlarından da sözedilemez.
interteorik standartlardan yoksunluk,
nihilizme/rölativizme kapı aralayarak, teoriler
arası seçim sorununu tam bir açmaza dönüştürmez mi?
Post-Althusserci post-modern çizginin savunucularına
göre, interteorik standartların reddinden,
rölativizme hatta nihilizme varılabilir, ancak
rölativizm/nihilizm zorunlu bir uğrak noktası
değildir, interteorik bir doğruluk standardı
olmadan da teoriler arasında seçim yapmak
mümkündür. Örneğin, teoriler arasında, teorilerin
ürettikleri (üretimine katkıda bulundukları)
toplumsal sonuçlar ekseninde seçim yapılabilir. Bir
örnek verelim: Elimizde iki teori -sözgelimi iki
iktisat teorisi- varolsun: Neoklasik teori ve
Marksist teori. Bu teoriler arasında post-modern
retoriğe uygun bir seçim yapmak istiyoruz. Ortak bir
interteorik standart kullanarak biri için 'doğru'
diğeri için 'yanlış' hükmünü veremeyiz. Her
teorinin kendi içinde anlamlı doğrular ürettiğini
kabullenmek durumundayız. Önerilen seçim yöntemi,
teoriler arasında, teorilerin toplumsal sonuçlarını
değerlendirerek seçim yapmamızı öngörüyor, ancak
teorilerin toplumsal sonuçlarının neler olduğunu
hangi teoriyi kullanarak belirleyeceğiz? Bir
neoklasik iktisatçı, neoklasik kurama dayanarak,
neoklasizmin bireysel ve toplumsal refah
nmimizasyonunu kuramlaştırma gibi bir işleve sahip
olduğunu savunacaktır. Bir Marksist iktisatçı ise,
Marksist kuram içinde, neoklasik teoriye
eşitsizlikleri meşrulaştırmak, sömürüyü maskelemek
gibi bir işlev/sonuç yükleyecektir. Post-modern
çerçevede her iki cevap da, cevabın üretildiği
teori içinde 'doğru' ve 'anlamlı' dır. Cevaplar
arasında yapılacak seçim, zorunlu olarak sübjektif
bir nitelik taşıyacaktır. Sübjektif bir seçimle
teorilerden biri kullanılarak, teorilerin toplumsal
sonuçlarının neler olduğuna karar verilecektir.
Teoriler arasında objektif seçim imkanını yadsıyan
bu tür bir seçim yöntemi, doğal olarak, döngüsel bir
mantık içermektedir. Bir teoriyi kullanarak, aynı
teorinin toplumsal sonuçlarının neler olacağını
belirleme, döngüselliğin kendisi kuşkusuz. Ancak
döngüsellik ve totoloji, post-modern çerçeveler
kadar modern çerçevelerin de sorunu. Örneğin, bir
rasyonalistin, rasyonalist epistemoloji içinde
kalarak, 'Akıl' la üretilen/elde edilen bilginin
doğruluğu hangi yolla test edilebilir? sorusuna
vereceği cevap, yine "Akıl yoluyla" şeklinde
olacaktır. Akıl' la, aklın ürettiği bilginin
doğruluğunu test etme çabası ise açık bir
döngüsellik içermektedir.
Karakteristik çizgileriyle
açımladığımız post-modern epistemolojiye dayalı
post-modern Marksist teori, Marksismin geleneksel
matrislerinde köklü değişikler önermektedir. İlkin
Marksismi tarihi ve toplumu anlamanın hakiki
yöntemi bir bilim; Marksizmin alternatiflerini ise
gerçeği perdeleyen birer ideoloji, birer 'yanlış
bilinç' dizgesi olarak kavramsallaştıran geleneksel
ayırım geçerliliğini yitirmektedir. Post-modern
çerçevede bilim/ideoloji, doğru bilinç/yanlış bilinç
ikilemleri problematik ayırımlara dönüşerek,
savunulabilir olmaktan çıkmaktadırlar. Düşün/gerçek
denkliğine dayalı bir 'doğru' anlayışının yadsınıp,
evrensel/nesnel doğruların reddedildiği bir
çerçevede; bilimin nesnel doğrulara, ideolojinin
öznel düşüncelere tekabül ettirilmesi, ya da bilimin
gerçekliğin doğru temsili, ideolojininse yanlış
temsil olarak algılanması imkansızlaşmaktadır.
Gerçekliğe ilişkin doğru bilinç/yanlış bilinç,
doğru temsil/yanlış temsil ayırımlarının geçerliği,
doğru bilinç (ve temsilin) tekabül edeceği bir
objektif gerçekliğin ve bilincin (ve temsilin)
sahihliğini objektif olarak belirleyecek interte-orik
standartların varlığı gerektirir ki post-modern
çerçevede ne teori-bağımsız objektif gerçeklikten ne
de teori-bağımsız interteorik standartlardan söz
edilebilir. 'Yanlış bilinç' yok, çünkü tekil bir
'doğru bilinç' yok, 'doğru bilinçler' vardır, Her
teorinin kendi içinde anlamlı doğru bilinç/doğru
temsil kategorilerinden sözedilebilir. Post-modern
Marksism kendisini, kendi içinde anlamlı doğruları
ve doğruluk standartları olan-ve fakat 'doğru
bilinç' e ilişkin hiçbir 'meta' iddiası bulunmayan-
"teoriler arasında bir teori" olarak görmektedir.
İkincisi;
post-modern Marksist teori, geleneksel Marksizmin
ekonomik determinist toplum ve tarih yorumunu
reddetmektedir. Geleneksel çerçevenin ekonomiye
tanıdığı, toplumsal gerçekliğin ve tarihsel sürecin
kendisine indirgenebileceği bir 'öz ya da temel'
olma statüsü bir essentialism/foundationalism
türüdür ve post-modern teori, epistemik öncülleri
gereği, 'essentialism/foundationalism' in tüm
biçimlerini reddeder. Ekonomiye, ekonomik olmayan
üstyapısal kurumların kendisine indirgenebileceği
bir alt yapı statüsü tanınamaz. Toplumsal
gerçekliğin ' ekonomik' ve 'ekonomik-olmayan'
düzeyleri arasındaki ilişki bir öz-görüngü ilişkisi
değil, karmaşık eklemleşmelerin oluşturduğu bir 'üstbelirlenme'
dir. Post-modern Marksist teori, böylece, geleneksel
Marksismin altyapı/üstyapı dualitesini
geçersizleştirip bir sorunsal olmaktan çıkarmaktadır
Üçüncüsü;
ekonomik determinizmin reddine paralel olarak
post-modern Marksist teori tarihsel maddeciliğin
determinist tüm varyantlarını da reddetmektedir.
Tarihsel süreci, 'sınıflar mücadelesine ya da'
üretim güçleri/üretim ilişkileri' nin evrimine
indirgeme çabaları da birer essentialism/foundationalism
örneğidir. Post-modern çerçeve, tarihsel sürecin
kendisine indigenebileceği öz ya da temellerin
varlığını doğal olarak yadsır. Tarihsel maddeciliğin
alternatif varyantlarının tarihsel süreçte
"sınıflar mücadelesi" ne ya da "üretim
güçleri/üretim ilişkileri" nin evrimine yükledikleri
"tarihin itici dinamiği" olma işlevine post-modern
çerçevede yer yoktur. Post-modern Marksistlere göre,
Marksist kuramlaştırma 'sınıf olgusu' ve 'sınıflar
mücadelesi' üzerinde yoğunlaşmahdır, ancak bu 'sınıf
olgusu' na toplumsal gerçekliğin ve tarihsel sürecin
kendisine indirgenebileceği bir öz, "temel" statüsü
tanınmadan yapılmalıdır.
Dördüncüsü;
Post-modern söylem, 'essentialism'i
epistemoloji de olduğu kadar ontolojide de reddeder.
Post-modern Marksist teori; bilinçe karşı maddenin
önceliğini ve belirleyiciliğini savunan maddeci
ontolojiyi ve anti-tezi idealist ontolojiyi
alternatif 'essentialism' türleri olarak reddetmek
durumundadır. Post-modern Marksist tezlerde henüz
açık ve kesin ifadesini bulmuş olmasa da, tutarlı
bir post-modern söylem niteliği kazanabilmek için
post-modern Marksismin, maddeci ontoloji ile olan
göbek bağlarını koparması gerekmektedir.
Post-modern Marksismin, tutarlı bir post-modern
söylem oluşturma sürecinde alacağı yeni form,
ontolojik düzeyde, maddeci bir ard alana dayanmadan
geliştirilecek bir Marksist söylemin niteliğine ışık
tutacaktır.
Nihai tahlilde, Rönesans-sonrası "cogito" ya rengini
veren Rasyonalist ve emprisist epistemolojilerle,
idealist ve maddeci ontolojileri reddeden
alternatiflerin yine Batı içinde boy göstermeye
başlaması; Batı düşüncesinin katastrofik değişimini
yansıtması bakımından da öğretici kuşkusuz.
Sonuç
Post-modernizmi, 'modern bilimci
söylem' karşısında avantaj sayılabilecek
çizgilerini öne çıkararak tartışmayı denedik; ancak
aynı çizgiler, post modern söylemlerin açmazlarını
mündemiç dezavantajların da kaynağını
oluşturmaktadır. Örneğin interteorik doğrular ve
doğruluk standartlarının reddi, çoğulcu bir retoriği
içkin cazibesine karşın, post-modern çerçeveleri
döngüselliğe/paradoksallığa mahkum eden zaafların da
kaynağıdır. Post-modern Marksizmin, teoriler arası
seçim sorununa önerdiği çözümün döngiiselliği
özelinde bu zaafa işaret etmiştik. Daha genel bir
örnek vermek gerekirse; "Inter-teorik doğrular
yoktur" önermesini ele alalım. Post-modern
epistemolojileri karakterize eden bu merkezi
önermenin doğruluğu 'intra-teorik' midir, yoksa 'inter-teorik'
midir? "Inter-teorik doğrular yoktur" önermesi 'intra-teorik'
bir doğruyu ifade ediyorsa, doğruluk içeriğinin,
ancak, üretildiği teorik matrisler içinde anlamlı
olması gerekir ve önermenin evrensel
geçerliliğinden (tümelliğinden) sözedilemez. Eğer
sökonusu önerme 'inter-teorik' bir doğruyu ifade
ediyorsa, bu açık bir mantıksal çelişkidir. Eğer
interteorik doğrulardan söz edilmezse, "interteorik
doğrular yoktur" önermesinin de interteorik bir
doğru ifade etmiyor olması gerekir.
interteorik doğru ve standartların reddini, mümkün
mantıksal sonuçlarını taşıyan bir söylem,
"doğrular" kadar, "değerler" alanında da sınırsız
bir çoğulculuk savunusuna dönüşebilir. Sınırsız bir
bilgi/değer politeizminin ise, herkesin her tür
eylemi meşrulaştırabileceği sınırsız bir
subjektivizme zemin hazırlanması ihtimal dışı değil,
Modernizmin açmazlarına düşmeden, post-modern
çizginin potansiyel risklerinden kaçınacak tutarlı
çözümlere, Batı düşüncesi içinde henüz tesadüf
edemiyoruz.
Tüm açmazlarına karşın Post-modernizm,
Türk düşünce dünyasına kazandırılmaya değer bir
söylem. "Intellect" in felç olup, önyargıların
zihinlerde fosilleştiği bir coğrafyada, değişik
kültür/bilgi formlarının yeşermesine imkan tanıyan
bir tolerans zemininin tesisine, "bırak yüz çiçek
açsın" in epistemik ifadesi bir söylemin potansiyel
katkıları inkâr edilemez. Yanısıra, hakim bilim
tasavvuruyla -alternatif açılımlara zemin
hazırlayacak-köklü bir hesaplaşma sürecinde
yükleneceği işlev tartışmalı olsa da Post-modern
retorik, modernizmin 'düşünce' ve 'praxis'
üzerindeki tekeline son vermenin "nasıl" ına ilişkin
kimi ipuçları verebilir. 'Post-modernizm, bu
nedenle, modernist retoriğin etkinlik alanını
daraltan içeriğiyle, Modernizmin tasallutundan zarar
gören kesimlerin entelektüel repertuarında
bulundurulması yararlı bir söylem. Vurgulanması
gereksiz: despotik açılımları olan bir modernist/po
zitivist retorikle hesaplaşmak, demokrat-çoğulcu
aydınlar için fantezi bir entelektüel çaba değil,
fiili bir zorunluluktur. Ancak sözkonusu aydınların
bilgi anlayışının, bilgiye sadece 'stratejik değeri'
açısından bakan bir pragmatizmi aşan bir derinliğe
sahip olması gerekiyor.
Kaynak:Ahmet KARA
|