Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Post – Modern Epistemolojiler 

Mdern çağın Aydınlama ideallerini içkin dünya perspektifi, mo-Modern bilimin politik ve epistemik meşruiyetini temellendiren bir söylem (Modernizm) üzerine kuruludur. Modernizm; bilimsel/düşün­sel etkinliği, Aydınlanmanın varlık, bilgi ve tarih anlayışını kristalize eden insan-merkezci matrislerine oturtarak, modern bilime meşrulaş-tırıcı ve belirleyici bir arka plan sağladı. Modernizmin, gerçekliğin on-tolojik tasarımında "soyut ve evrensel insan-öznesi" ne tanıdığı merke­zi statü, "akl" a yüklediği temel ve nesnel bilgi üretici olma işleviyle birlikte, modemist/pozitivizst bilimciliğin karakteristik çizgilerine ren­gini verdi: Bilim, akıl/deney yoluyla nesnel/evrensel doğrulara ulaş­manın biricik yöntemidir ve bilimsel bilgi dikey zaman boyutu içinde gerçekliğin giderek daha tam, daha mükemmel bir resmini vermekte­dir. Diğer bir deyişle, nesnel-evrensel doğrulara ulaşma süreci "iler­leme" tazammun eden bir süreçtir. Bilimin "ilerlediği" tezi, bir bütün olarak tarihsel süreçte ilerleme öngören retoriğin doğal bir uzantısı kuşkusuz. Tarihsel sürecin "ilerleme" hipotezinde tebarüz eden tele-olojik kavranışi; Modernizmin karakteristik bir özelliği. Gelenek ve ye­nilik arasında kurulan modernist denklem, geleneği küçümseyip, ge­leceği/yeniliği vurgulayan bir asimetriye dayanıyor.  

İlerleme hipotezi­ni içkin bu asimetriyle Modernizm, Portoghesi' nin deyişiyle "önceki kültüre karşı oluşan bir Oidipus kompleksi" bir bakıma. 

Modernist-pozitivist söylem; bilimsel, politik ve toplumsal pratikle­ri içine alan geniş bir etkinlik alanına sahip. Örneğin Türkiye' de Mo-dernizm; "bilim yapma" pratikleri kadar, son yarım yüzyıllık radikal toplumsal dönüşüme de damgasını vuran söylemdi. Düşünce düze­yinde Pozitivizmin, bilgilenme süreçlerini kendi epistemik matrisleriy-le sınırlayıp, düşünce üretimini diğer seçenekleri dışlayan bir tek-boyutluluğa mahkum eden egemenliği, düşün/bilim dünyasında kalıcı izler bıraktı. Bugün bilim çevrelerinde hâlâ, 19. Yüzyıl pozitivizminin çoktan aşılmış matrislerine yaslanarak bilim yapma anakronizminin yaşanıyor olması, bu "iz" lerin derinliği ve kalıcılığı konusunda bir fi­kir verebilir. Politik/toplumsal düzeyde ise modernizm, 'modern ideal­leri' hayata geçirme eyleminin değişmez ı.ıeşrulaştırıcısıydı. Dünyada Modernizmin serüveni, Jakoben yöntemlerle hayata geçirilmek iste­nen 'modern ideallerin', despotik bir pratiği meşrulaştıran metamor­fozunun zengin örnekleriyle doludur.  

Modernist pratiğin farklı kesim­lerin toplumsal bilinçaltlarında bıraktığı birbiriyle çelişen izler, bugün bile, kimi ideolojik kutuplaşmaların yörüngesini çizmeye devam et­mektedir. (İslâm odaklı tartışmalar bunun biraz örneğidir) Moder­nizm, özetle, farklı kesimlerin ilkesel tavırları ve konjonktürel tepkileri üzerindeki etkisiyle sağ ve sol söylemlerin gündemindeki merkezi ko­numunu sürdürmektedir. Sağ ve sol söylemlerin ilkesel düzeyde bir­leşip, stratejik düzeyde farklılaşan modernist çizgileri, mevcut siyasal dengelerin oluşumuyla da yakından ilişkili, ancak sözkonusu ilişkinin incelenmesi bu makalenin amacı dışına düşüyor. Konuyla ilişkisi açı­sından şu belirtilebilir: Örneğin, Türkiye' de sol, sağdan çok daha ta­vizsiz biçimde modernist çizgiye sahip çıktı. Bu, solun gerek evrensel­lik, ilerleme ve benzeri Aydınlama ideallerini içkin retoriğinde gerek­se bu idealleri pratiğe aktaran tek parti dönemi mirasının savunusun­da açıkça göze çarpıyor. Marksist solun, ekonomik-determinist top­lumsal analizlerindeki pozitivizmini de eklemek mümkün buna. Kuşkuşuz Türkiye de bugün, modernist olmayan bir sol perspektifin de nüvelerine tesadüf edilebiliyor. Geleneksel sol söylemle arasındaki ba­riz 'retorik farkı' ve geleneksel kültür ve İslam' la kurmayı denediği öz­gül ilişki ile yeni bir sol söylemin belirlemeye başladığı söylenebilir; ancak dünyadaki diğer örneklerine benzer türden, felsefesi öncüleri­ni belirlemiş, epistemik çerçevesini çizmiş somut bir teorik plana sa­hip bir söylemden söz etmek için henüz erken. İlerleyen sayfalarda modernist olmayan sol perspektifi, son yıllarda ABD' de geliştirilen post-modern marksist toplumsal teori özelinde örneklemeye çalışaca­ğız. Bu makalenin amacı da zaten, yerleşik modernist tezleri ters yüz ederek, modernizmin kaderini derinden etkileme istidadını gösteren Post-modern düşünceyi, epistemik çerçevesiyle tanıtmak ve tartış­mak. 

Post-Modern Epistemolojiler 

Post-modern düşünce ve estetiğin filizlendiği İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem, modern ideallerin sarsılışına da sahne oldu. Akıl, bilim, ilerleme nosyonlarında ifadesini bulan Aydınlanma mirası idealler ve düşünce dizgeleri, amansız bir "ontolojik şüphe kültürü" nün sorgu­lama gündemindeydiler artık: Aydınlanmanın total açıklamalar sunma iddiasındaki "tekil aklı", "akıl yok, akıllar var" tezinde simgelenen bir çoğulcu söylemin eleştiri hedefleri arasındaydı. "Tekil akıl" kategorisi­nin reddi, tekil aklın ürettiği 'tekil doğrular'ın inkârını da beraberinde getirmişti. Doğrular planında çoğulculuğu savunan post-modern söylem, modern bilimin epistemik dayanağı söylemler arası geçerli evrensel/nesnel doğruların varlığını anlamsızlaştırman. Doğrular da söylem bağımlıydı ve söylemler arasında mukayeseyi mümkün kılacak bir ortak alan söz konusu değildi. Mukayese edilemeyen söylemler kuramlar arasında ontolojik bir "gelişme" ya da "ilerleme" den söz etmek de anlamını yitiriyordu böylece. 

Post-modern epistemolojiler, modern bilgi türünü temellendiren modern epistemolojileri sorgulama sürecinin ürünleri. Modern episte­molojilerin temel çizgileriyle tasviri, post-modern alternatiflerin anla­şılmasına yardımcı olabilir: Modern epistemolojiler (Empirisizm, Ras­yonalizm); varlık ve düşünce, özne ve nesne arasında ontolojik bir ayı­rım ve ikilemin varolduğu varsayımına dayanır. İnsan öznesi' dışında ve ondan bağımsız gerçek bir dünya (nesneler dünyası) vardır ve in­san, sürekli olarak düşüncelerini, kendi dışındaki objektif gerçekliğe tekabül etme uğraşısı içindedir. Düşünce, gerçekliğin zihindeki gö­rüntüsü dışavurumu, izdüşümü ya da temsilidir. İnsan-öznesi önünde­ki temel epistemolojik sorun; gerçeklikle düşünsel izdüşümü arasın­da birebir bir denklik kurmaktır, ve sözkonusu denklik kurulduğu öl­çüde gerçekliğin "doğru" bilgisine ulaşılmış olmaktadır. 

Modern epistemolojiler, bu temel özellikleri paylaşmakla birlikte, 'doğru' yu belirleme; 'doğru' yu 'yanlış' tan ayırmada önerdikler pro­tokoller açısından farklılaşıyorlar. Emprisist epistemolojide, doğrula­rın özü, kaynağı, nihai belirleyici ampirik olgusallıktır. Doğrular kü­mesi, duyular yoluyla elde edilen tecrübi verilerce doğrulanan fikirler­den oluşur. Rasyonalist epistemolojiyse; gerçeklikte içkin, insan tara­fından bilinebilir, keşfedilebilir mantıksal yasaların varolduğu hipote­zine dayanarak, doğruların belirleyici kaynağını ampirik olgusallıkta değil, olgusal gerçeklikte içkin 'bilinebilir' mantıksal düzende arar. 

Nihai tahlilde her iki yaklaşım da doğrular için özler (essences) ya da temeller (foundations) arama çabası içindedirler. Emprisizm de bu öz ya da temel, olgusal gerçekliktir; Rasyonalizmde ise olgusal gerçek-likte içkin bilinebilir mantıksal yasalardır. Post-modern terminolojide, bilgi ve doğrular için evrensel özler, temeller arayan; olgu, entite ve süreçleri bir takım özlere, temellere indirgeyen yaklaşımlar, "essenti-alism" ya da "foundationalism" terimleri ile adlandırılır. Emprisizim ve Rasyonalizm; olgusal gerçekliğe ya da olgusal gerçeklikte içkin man­tıksal düzene/yasalara tanıdıkları öz ya da temel olma statüsüyle, epis­temoloji de alternatif essentializm/foundatinalism örnekleridir.

Post-modernizm, temelde, bir "essentialism" ya da "foundationa­lism" eleştirisidir. Post-modern söylem, 'essentialism'/foundationa-lism' in mümkün tüm formlarını anlamsızlaştıran bir bilgi ve gerçeklik anlayışına dayanır. Post-modern epistemoloji, modern epistemolojile­rin dayandığı varlık/düşünce, özne/nesne dualitelerini redderek bu tür ikilemlerin bulunmadığı bir gerçeklik anlayışı önerir: Varlık ve dü­şünce, özne ve nesne arasında bir ikilik ya da doldurulması gereken bir boşluk yoktur.

Varlık/düşünce, özne/nesne, bu tür ikilemlerin bu­lunmadığı bir gerçeklik bütünün parçalarıdır. Düşün/gerçek ikilemi­nin geçersizleştiği post-modern bir tabloda, düşünceden bağımsız bir objektif gerçekliğe doğal olarak yer yoktur: Gözlem kuram yüklü-dür ve gerçeklik teoriye bağımlıdır. Objektif bir dış dünya varsayımı­nın terkiyle, modern epistemolojilerin insan düşüncesine yüklediği işlevde somutlaşan epistemolojik sorunsal da anlamını yitirmektedir. Objektif bir dış dünya söz konusu değilse eğer, düşünceyi objektif bir dış gerçekliğe tekabül ettirme ya da gerçeklikle, düşünsel izdüşü­mü arasında birebir bir denklik kurmak bir sorunsal olarak ortadan kalkmaktadır. Böylece bu sorunsalın varlığıyla kaim 'doğru' anlayışı da geçerliliğini yitirmektedir. "Düşünceyle gerçeklik arasında birebir denklik kurma" bir sorunsal olmaktan çıkınca; teorileri, düşünce ile dış gerçeklik arasında birebir denklik kurdukları ölçüde geçerli sayma, yada teorik bilgiyi söz konusu 'denklik' sağladığı ölçüde doğru kabul etme yaklaşımı da anlamsızlaşmaktadır. 

Tekil bir objektif dış gerçeklik varsayımına dayalı ontolojinin reddi, tekil gerçekliğe tekabül eden doğruların tekilliğini öngören episte­molojik monizmin reddini de zorunlu kılıyor. Ontolojik/Epistemolojik monizm' lerin reddiyle post-modern eleştirel söylem, tam bir 'episte­molojik çoğulculuk' savunusuna dönüşüyor: Doğru (1ar), 'tekil' de­ğil, 'çoğul' dur. Gerçeklik teori-bağımlıdır. Teoriler, gerçekliğe farklı algılamakta, farklı doğruluk kriterleri (standartları) önermekte, farklı doğrular üretmektedirler. Teoriler/söylemler arasında interteorik bir mukayeseyi mümkün ve anlamlı kılacak zorunlu bir ortak alan yoktur ve teoriler/söylemler arası geçerli (interteorik) doğruluk ölçütlerin­den söz edilemez. Her teori/söylem, kendi özgül doğruluk kriterlerini içkindir ve bir bilginin doğruluk içeriği, o bilginin üretildiği teorik matrisler içinde anlamlıdır. Özgün ifadesiyle "Doğrular da doğruluk standartları da intra-teoriktir (teori içi geçerlidir), inter-teorik (teoriler arası geçerli) değil." 

İnterteorik doğruların reddiyle post-modern retorik, akıl/deney yoluyla teoriler/söylemler arası geçerli doğruları yakalandığı iddiasın­daki "meta-söylem" lerin tekil doğrular üzerindeki tekelini ortadan kaldırarak, evrensel-nesnel doğrularıyla bir "meta-söylem" içeriği ka­zanmış olan modern bilimin bilgi üzerindeki egemenliğe karşı çıkma imkanı sağlıyor. İnsan-öznesi tarafından üretilebilir/elde edilebilir söy­lemler arası geçerli değer-yüksüz evrensel-nesnel doğrular, bir 'im­kansızlık/anlamsızlık' da mündemiç modernist bir yanılsamadan ibaret­tir. 

Tekrarlarsak bu; (i) evrensel-nesnel doğruları mümkün ve anlamlı kılan "düşün/gerçek" denkliğine dayalı doğru anlayışının reddi.(ii) söylemler arası mukayeseye imkan sağlayan interteorik alan ve ölçüt­lerin inkârı ve (iii) gözlem ve bilgisiyle teori-bağımlı bir gerçeklik anla­yışının doğal bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Bu çizgileriyle mo­dern bilimin post-modern eleştirisinin Kuhn'u çağrıştırdığı açık: Bir dünya görüşünü içkin her paradigma, gerçekliği algılama biçimini be­lirler. Paradigmadan bağımsız bir düşün/gerçek, teori/olgu ilişkisin­den söz edilemez. Olguların paradigma-bağımlı içeriği, paradigmalar arası mukayeseyi mümkün kılacak paradigma-bağımsız ölçütlerin var­lığını anlamsızlaştırır. Mukayese edilemeyen paradigmalar arasında ise Lakatosgil nesnel/rasyonel seçim' den ya da yanlışlama sürecinde iç­kin Popergil 'ilerleme' den söz etmek imkanı ortadan kalkar.

Evrensellik, nesnellik, ilerleme gibi bilimin özgüllüğünü temellen-diren nitelikler anlamsızlaştırılınca, 'bilim'i, 'bilim-olmayan'dan ayıran çizgiler de bulanıklaşmaktadır. Bilim de diğer bilişsel yapılardan farksız bir göreli kategori durumuna düşerek, alternatif bilgi türleri içinde­ki imtiyazlı konumunu kaybetmektedir. Artık bilimle ideoloji arasında­ki çizgi sanıldığı kadar berrak değildir. Feyerabend' in belirttiği gibi, bilimi ötekilerden ayırmakta kullanılabilecek bir bilimsel yöntem bilim yoktur.

Post-modern epistemoloji, bilimi 'bağlam-söylem' bağımsız evren-sel-nesnel doğrulara, ideolojiyi 'bağlam-söylem' bağımlı öznel dü­şüncelere tekabül ettiren bir ayırımı tümüyle geçersiz kılmaktadır. Mo­dern bilim, tüm diğer insanal kategoriler gibi görelidir, bağlam-söy­lem bağımlıdır ve bu yönüyle de hiç bir ayrıcalığa sahip değildir. 

Post-modern söylemin bilimi, alternatif bilgilenme yöntemlerinden biri (ama sadece biri) olarak gören bilgi anlayışı, modernist bilimciğin bilime biçtiği statü ve işlevi de anlamsızlaştırmaktadır: Bilime tekil evrensel-nesnel doğrulara ulaşmanın yegane geçerli yöntemi statüsü ta­nınamaz. Doğrular tekil değil, çoğuldur. Kendi özgül doğruluk krite­rini içkin her söylem, özgül bir bilgi edinme/doğru üretme yöntemini de beraberinde getirir. Doğrular kadar, bilgi edinme/doğru üretme yöntemleri de çoğul bir karakter taşır. (Doğrular, teori-dışında, teori­den bağımsız 'ulaşılan' kategoriler değil, teori içinde 'üretilen' katego­rilerdir) Feyerabend' in de vurgulandığı gibi her yöntemle bilgi edin­mek mümkündür8 ve bilgi edinmenin/üretmenin tekil, yegane geçerli yönteminden söz edilemez bilimin yegane geçerli yöntem alma statü­sü reddedilince, bir tür modern mitolojiye dönüşen modern bilimci söylemin bilime yüklendiği işlev de anlamını yitirmektedir. Bilim, ar­tık, kendisinden medet umulan, en doğruyu söylediğine inanılan, kurtarıcı potansiyeli haiz yegane yol gösterici bir kategori olmaktan çıkmaktadır, "Bilimin doğasında, onu özünde kurtarıcı yapan bir şey yoktur." Bilim, yararlı/zararlı işlev ve sonuçlarıyla çok sayıda ideoloji­den yalnızca biridir ve böyle ele alınmalıdır. 

Post-modern Toplumsal Teori 

Post-modern çıkışın modern bilimin 'epistemik' matrislerinde ger­çekleştirdiği 'devrim', toplumbilimlerin 'teorik' matrislerine nasıl yan­sıdı? Getirdiği alternatif epistemolojik çerçeveyle post-modern söylem ne tür bir 'toplumsal teori' öngörüyor? Bu soruları, Lyotard, Derrida et­kilerini Rorty dolayımdan geçerek Post-Althusser'ci bir çerçevede so­mutlaştıran post-modern Marksist toplumsal teori özelinde cevaplan­dırmaya çalışacağız10. Amacımız, post-modern çıkışın marksist teori­de gerçekleştirdiği "deconstruction" in boyutlarına ışık tutmak. 

Epistemolojide olduğu kadar toplumsal teoride de post-modern çıkış kendi özgün çerçevesini geliştirme girişimini kapsamlı bir 'essentialism/foundationalism' eleştirisi ile başlatır. Toplumsal teoride es-sentialism/foundationalism, toplumsal gerçekliği belirli özlere ya da temellere indirgeme yaklaşımını ifade eder. Toplumsal gerçekliğe iliş­kin tüm determinist tezler birer essentialism/foundationalism örneği­dir. Örneğin, geleneksel marksizmin, ekonomiye, ekonomik-olmayan üst-yapısal kurumların kendisine indirgenebileceği bir alt yapı statüsü tanıyan ekonomik determinizmi bir 'essentialism' dir. 

Ekonomi, toplumsal gerçekliğin özü/temeli olma işlevi yüklen­mektedir, bu tür bir çerçeve içinde. Ekonomik determinizmin üst ya­pısal kurumlara göreli özerklik tanıyan ve çift yönlü etkileşime imkan veren varyantları da var kuşkusuz, ancak nihai tahlilde ekonomi belir­leyici olma özelliğini koruduğu sürece, ekonomik determinist retorik bir 'essentialism' türü olmaktan kurtulamamaktadır. Toplumsal teori­de, ekonomik determinizmin yanı sıra, politik ve kültürel determinizm türlerine de tesadüf etmek mümkün: 1960' 1ar sonrası ABD' de gele­neksel marksizme tepki olarak gelişen ve toplumsal gerçekliğin açık­lanmasında ekonomik boyuttan çok politik boyuta ağırlık veren radi­kal teori, bir tür politik determinizm savunusu yapmaktadır. 

Marksist ekonomik determinizmin ekonomik öğeye tanıdığı belir­leyicilik vasfı, radikal teoride politik öğeye tanınmaktadır. Benzer şekil­de, toplumsal olayların temelinde ekonomik ya da politik olmaktan çok, bir bilinç ya da bilinçlenme sorununun yattığını savunan bir yak­laşım, açık ya da örtük bir kültürel determinizm içerir. Örneğin E.P.Thompson'ın; bir "sınıfı tanımlayan tercih öğeyi, artık emek, mül­kiyet, güç gibi faktörlerden çok "sınıf bilincfnde bulan analizi, bir kül­türel öğeye -bilince- tanıdığı belirleyicilik vasfıyla bir kültürel determi­nizm örneği sergilemektedir. 

Ekonomik, politik ve kültürel determinizm' 1er, toplumsal gerçekli­ğin ekonomik, politik ya da kültürel boyutuna tanıdıkları öncelik ve belirleyicilik vasfı ya da öz/temel olma statüsüyle, toplumsal teoride, al­ternatif 'essentialism/foundationalism' örnekleridir. Post-modern Marksist teori, toplumsal gerçekliği kuramlaştırma işlemine 'essenti­alism/ foundationalism'in mümkün tüm biçimlerini epistemolojide ve toplumsal teoride reddederek başlıyor. Epistemolojik düzeyde, bilgi ve doğrular için belirleyici özler arayan çerçeveler, toplumsal teoride, toplumsal gerçekliği belirleyici özlere, temellere indirgeyen yaklaşım­lar tümüyle reddediliyor. Bilginin ve gerçekliğin kendisine indirgene­bileceği cevher (töz) ya da 'öz' 1er yoktur. Tüm oluş, kompleks bir sü­reçtir. Bu süreçte, her şey herşeyi etkiler ve belirler. Her' belirleyen', aynı zamanda 'belirlenen'dir. Etkilenmeden etkileyen, belirlemeden belirleyen hiçbir 'entite'den sözedilemez. Etkilenmeden etkileme, belirlenmeden belirleme özelliğine sahip "töz" ya da "öz" lerin inkârıyla, indirgemeciliğin (determinizmin), belirli entitelere töz ya da öz statü­sü tanıyan tüm biçimleri ,'töz' ün 'görüngü' yü belirlediği türden ne­densellik ilişkileriyle birlikte reddedilmiş oluyor. 

Post-Althusserci post-modern çerçeve, alternatif bir nedensellik an­layışı, alternatif bir oluş mantığı öneriyor. İlkin içinde Kartezyen ikilik­lerin bulunmadığı, ekonomik, politik, kültürel, tabii tüm entite ve sü­reçleri içeren bir "toplumsal totalite" (social totality) nin varlığı öngö­rülüyor. Her entite, toplumsal totalite içindeki diğer tüm entitelerin etkileriyle belirleniyor ve aynı zamanda diğer entitelerin belirlenmesi­ne katkıda bulunuyor. Toplumsal totalite' yi oluşturan entiteler arasın­daki ilişki, tek yönlü-doğrusal bir nedenselliğe değil, karmaşık ek-lemleşmelerin oluşturduğu bir belirlenmeye dayanıyor. Açık ki bu tür bir nedensellik anlayışı, bağımsız nedenlerin bağımlı sonuçları do­ğurduğu geleneksel nedensellikten oldukça farklı, Zira bağımsız ne­denler yok. Her neden aynı zamanda bir sonuç, her sonuç bir neden. Her entite, toplumsal totalite içindeki diğer entiteleri etkileyen bir ne­den, aynı zamanda onların etkilerinin bir sonucu. Bu uelirlenme biçi­mine Althusser' in Freud'den ödünç aldığı bir terim kullanılarak "üst-belirlenme" (overdetermination) adı veriliyor. 

Bir entitenin üstbelirlenimine katkıda bulunan tüm faktörlerin etki­lerinin aynı doğrultuda olması beklenemez. Bir entiteyi belirleyen fak­törler, onu birbiriyle çelişen doğrultularda etkilerler. Her entite ken­disini belirleyen faktörlerin çelişen etkilerini bünyesinde barındırır. Entitelerin bu temel özelliği, Post-Althusserci çerçevenin ikinci temel kavramında ifadesini bulur: Çelişki. Her entite çelişkilidir. Her entite­nin üstbelirlenimine çok sayıda faktör çelişen etkileriyle katılır. Bu an­lamda üstbelirlenme, her entitenin çelişkili olmasını zorunlu kılar. Bu, Post-Althusserci çerçevenin iki temel kavramı arasındaki özgül ilişkiyi da açığa çıkarır: Üstbelirlenme, çelişkiyi tazammun eder. 

'Üstbelirlenme' ve 'çelişki', Post-Althusserci değişme teorisinin de nirengi noktalarını oluşturuyor: Entitelerin üstbelirlenimine katılan çok sayıda faktörün çelişen etkileri sürekli gerilim ve çelişki üreterek, entiteleri sürekli değişime uğratırlar. Her entite, değişim içinde var­lığını sürdürür. Post-Althusserci çerçeve, değişme kavramının altını çizmek için 'entite' kelimesini, 'süreç' kelimesiyle ikame eder. Deği­şim içinde varlığını sürdüren her entite, gerçekte bir süreçtir. Üstbe­lirlenme ve çelişki, tüm entiteleri birer sürece dönüştürür. 

'Üstbelirlenme' ve 'çelişki', bu söylemin teori anlayışıyla da yakın­dan ilişkili. Her teori, inceleme nesnesi olarak aldığı entite/sürecin üstbelirlenimine katkıda bulunan sonsuz sayıdaki faktör arasında bir seçim yapma sorunuyla karşı karşıyadır. Her teorisyen, sonsuz sayıda faktör içeren değişkenler evreninin sınırlı bir alt kümesini eksen ala­rak teorisini kurar. Teorilerin sınırlı sayıda faktörü dikkate alarak üret­tikleri açıklamalar zorunlu olarak kısmi bir karakter taşır. Total açık­lamalar sunabilen bir teoriden söz edilemez. Teorilerin ürettiği kısmi açıklamaların doğruluk içeriğiyse doğal olarak teori bağımlıdır. Di­ğer bir deyişle, kismi açıklamaların doğruluk içeriği, bu açıklamaların üretildiği teoriler içinde anlamlıdır. Yinelersek, tüm doğrular intrate-oriktir, interteorik değil. Intrateorik görecelik, doğrular kadar doğru­luk standartları için de geçerlidir, interteorik doğrular kadar, interte­orik doğruluk standartlarından da sözedilemez. 

interteorik standartlardan yoksunluk, nihilizme/rölativizme kapı aralayarak, teoriler arası seçim sorununu tam bir açmaza dönüştürmez mi? Post-Althusserci post-modern çizginin savunucularına göre, inter­teorik standartların reddinden, rölativizme hatta nihilizme varılabilir, ancak rölativizm/nihilizm zorunlu bir uğrak noktası değildir, interte­orik bir doğruluk standardı olmadan da teoriler arasında seçim yap­mak mümkündür. Örneğin, teoriler arasında, teorilerin ürettikleri (üretimine katkıda bulundukları) toplumsal sonuçlar ekseninde seçim yapılabilir. Bir örnek verelim: Elimizde iki teori -sözgelimi iki iktisat teorisi- varolsun: Neoklasik teori ve Marksist teori. Bu teoriler arasında post-modern retoriğe uygun bir seçim yapmak istiyoruz. Ortak bir in­terteorik standart kullanarak biri için 'doğru' diğeri için 'yanlış' hük­münü veremeyiz. Her teorinin kendi içinde anlamlı doğrular ürettiği­ni kabullenmek durumundayız. Önerilen seçim yöntemi, teoriler ara­sında, teorilerin toplumsal sonuçlarını değerlendirerek seçim yapma­mızı öngörüyor, ancak teorilerin toplumsal sonuçlarının neler olduğu­nu hangi teoriyi kullanarak belirleyeceğiz? Bir neoklasik iktisatçı, ne­oklasik kurama dayanarak, neoklasizmin bireysel ve toplumsal refah nmimizasyonunu kuramlaştırma gibi bir işleve sahip olduğunu savu­nacaktır. Bir Marksist iktisatçı ise, Marksist kuram içinde, neoklasik te­oriye eşitsizlikleri meşrulaştırmak, sömürüyü maskelemek gibi bir iş­lev/sonuç yükleyecektir. Post-modern çerçevede her iki cevap da, ce­vabın üretildiği teori içinde 'doğru' ve 'anlamlı' dır. Cevaplar arasında yapılacak seçim, zorunlu olarak sübjektif bir nitelik taşıyacaktır. Süb­jektif bir seçimle teorilerden biri kullanılarak, teorilerin toplumsal so­nuçlarının neler olduğuna karar verilecektir. 

Teoriler arasında objektif seçim imkanını yadsıyan bu tür bir seçim yöntemi, doğal olarak, döngüsel bir mantık içermektedir. Bir teoriyi kullanarak, aynı teorinin toplumsal sonuçlarının neler olacağını belir­leme, döngüselliğin kendisi kuşkusuz. Ancak döngüsellik ve totoloji, post-modern çerçeveler kadar modern çerçevelerin de sorunu. Örne­ğin, bir rasyonalistin, rasyonalist epistemoloji içinde kalarak, 'Akıl' la üretilen/elde edilen bilginin doğruluğu hangi yolla test edilebilir? so­rusuna vereceği cevap, yine "Akıl yoluyla" şeklinde olacaktır. Akıl' la, aklın ürettiği bilginin doğruluğunu test etme çabası ise açık bir dön­güsellik içermektedir. 

Karakteristik çizgileriyle açımladığımız post-modern epistemoloji­ye dayalı post-modern Marksist teori, Marksismin geleneksel matrisle­rinde köklü değişikler önermektedir. İlkin Marksismi tarihi ve toplu­mu anlamanın hakiki yöntemi bir bilim; Marksizmin alternatiflerini ise gerçeği perdeleyen birer ideoloji, birer 'yanlış bilinç' dizgesi olarak kavramsallaştıran geleneksel ayırım geçerliliğini yitirmektedir. Post-modern çerçevede bilim/ideoloji, doğru bilinç/yanlış bilinç ikilemleri problematik ayırımlara dönüşerek, savunulabilir olmaktan çıkmakta­dırlar. Düşün/gerçek denkliğine dayalı bir 'doğru' anlayışının yadsı­nıp, evrensel/nesnel doğruların reddedildiği bir çerçevede; bilimin nesnel doğrulara, ideolojinin öznel düşüncelere tekabül ettirilmesi, ya da bilimin gerçekliğin doğru temsili, ideolojininse yanlış temsil olarak algılanması imkansızlaşmaktadır.  

Gerçekliğe ilişkin doğru bi­linç/yanlış bilinç, doğru temsil/yanlış temsil ayırımlarının geçerliği, doğru bilinç (ve temsilin) tekabül edeceği bir objektif gerçekliğin ve bilincin (ve temsilin) sahihliğini objektif olarak belirleyecek interte-orik standartların varlığı gerektirir ki post-modern çerçevede ne teori-bağımsız objektif gerçeklikten ne de teori-bağımsız interteorik stan­dartlardan söz edilebilir. 'Yanlış bilinç' yok, çünkü tekil bir 'doğru bi­linç' yok, 'doğru bilinçler' vardır, Her teorinin kendi içinde anlamlı doğru bilinç/doğru temsil kategorilerinden sözedilebilir. Post-mo­dern Marksism kendisini, kendi içinde anlamlı doğruları ve doğruluk standartları olan-ve fakat 'doğru bilinç' e ilişkin hiçbir 'meta' iddiası bulunmayan- "teoriler arasında bir teori" olarak görmektedir. 

İkincisi; post-modern Marksist teori, geleneksel Marksizmin eko­nomik determinist toplum ve tarih yorumunu reddetmektedir. Gele­neksel çerçevenin ekonomiye tanıdığı, toplumsal gerçekliğin ve tarih­sel sürecin kendisine indirgenebileceği bir 'öz ya da temel' olma sta­tüsü bir essentialism/foundationalism türüdür ve post-modern teori, epistemik öncülleri gereği, 'essentialism/foundationalism' in tüm bi­çimlerini reddeder. Ekonomiye, ekonomik olmayan üstyapısal kurum­ların kendisine indirgenebileceği bir alt yapı statüsü tanınamaz. Top­lumsal gerçekliğin ' ekonomik' ve 'ekonomik-olmayan' düzeyleri ara­sındaki ilişki bir öz-görüngü ilişkisi değil, karmaşık eklemleşmelerin oluşturduğu bir 'üstbelirlenme' dir. Post-modern Marksist teori, böylece, geleneksel Marksismin altyapı/üstyapı dualitesini geçersizleştirip bir sorunsal olmaktan çıkarmaktadır 

Üçüncüsü; ekonomik determinizmin reddine paralel olarak post-modern Marksist teori tarihsel maddeciliğin determinist tüm varyant­larını da reddetmektedir. Tarihsel süreci, 'sınıflar mücadelesine ya da' üretim güçleri/üretim ilişkileri' nin evrimine indirgeme çabaları da bi­rer essentialism/foundationalism örneğidir. Post-modern çerçeve, ta­rihsel sürecin kendisine indigenebileceği öz ya da temellerin varlığını doğal olarak yadsır. Tarihsel maddeciliğin alternatif varyantlarının ta­rihsel süreçte "sınıflar mücadelesi" ne ya da "üretim güçleri/üretim ilişkileri" nin evrimine yükledikleri "tarihin itici dinamiği" olma işlevi­ne post-modern çerçevede yer yoktur. Post-modern Marksistlere göre, Marksist kuramlaştırma 'sınıf olgusu' ve 'sınıflar mücadelesi' üzerinde yoğunlaşmahdır, ancak bu 'sınıf olgusu' na toplumsal gerçekliğin ve tarihsel sürecin kendisine indirgenebileceği bir öz, "temel" statüsü ta­nınmadan yapılmalıdır. 

Dördüncüsü; Post-modern söylem, 'essentialism'i epistemoloji de olduğu kadar ontolojide de reddeder. Post-modern Marksist teori; bilinçe karşı maddenin önceliğini ve belirleyiciliğini savunan maddeci ontolojiyi ve anti-tezi idealist ontolojiyi alternatif 'essentialism' türleri olarak reddetmek durumundadır. Post-modern Marksist tezlerde he­nüz açık ve kesin ifadesini bulmuş olmasa da, tutarlı bir post-modern söylem niteliği kazanabilmek için post-modern Marksismin, maddeci ontoloji ile olan göbek bağlarını koparması gerekmektedir. Post-mo­dern Marksismin, tutarlı bir post-modern söylem oluşturma süre­cinde alacağı yeni form, ontolojik düzeyde, maddeci bir ard alana da­yanmadan geliştirilecek bir Marksist söylemin niteliğine ışık tutacak­tır. 

Nihai tahlilde, Rönesans-sonrası "cogito" ya rengini veren Rasyona­list ve emprisist epistemolojilerle, idealist ve maddeci ontolojileri red­deden alternatiflerin yine Batı içinde boy göstermeye başlaması; Batı düşüncesinin katastrofik değişimini yansıtması bakımından da öğre­tici kuşkusuz. 

Sonuç 

Post-modernizmi, 'modern bilimci söylem' karşısında avantaj sayı­labilecek çizgilerini öne çıkararak tartışmayı denedik; ancak aynı çizgi­ler, post modern söylemlerin açmazlarını mündemiç dezavantajların da kaynağını oluşturmaktadır. Örneğin interteorik doğrular ve doğruluk standartlarının reddi, çoğulcu bir retoriği içkin cazibesine kar­şın, post-modern çerçeveleri döngüselliğe/paradoksallığa mahkum eden zaafların da kaynağıdır. Post-modern Marksizmin, teoriler arası seçim sorununa önerdiği çözümün döngiiselliği özelinde bu zaafa işaret etmiştik. Daha genel bir örnek vermek gerekirse; "Inter-teorik doğrular yoktur" önermesini ele alalım. Post-modern epistemolojileri karakterize eden bu merkezi önermenin doğruluğu 'intra-teorik' mi­dir, yoksa 'inter-teorik' midir? "Inter-teorik doğrular yoktur" önerme­si 'intra-teorik' bir doğruyu ifade ediyorsa, doğruluk içeriğinin, ancak, üretildiği teorik matrisler içinde anlamlı olması gerekir ve öner­menin evrensel geçerliliğinden (tümelliğinden) sözedilemez. Eğer sökonusu önerme 'inter-teorik' bir doğruyu ifade ediyorsa, bu açık bir mantıksal çelişkidir. Eğer interteorik doğrulardan söz edilmezse, "in­terteorik doğrular yoktur" önermesinin de interteorik bir doğru ifade etmiyor olması gerekir. 

interteorik doğru ve standartların reddini, mümkün mantıksal so­nuçlarını taşıyan bir söylem, "doğrular" kadar, "değerler" alanında da sınırsız bir çoğulculuk savunusuna dönüşebilir. Sınırsız bir bilgi/değer politeizminin ise, herkesin her tür eylemi meşrulaştırabileceği sınırsız bir subjektivizme zemin hazırlanması ihtimal dışı değil, Modernizmin açmazlarına düşmeden, post-modern çizginin potansiyel risklerinden kaçınacak tutarlı çözümlere, Batı düşüncesi içinde henüz tesadüf ede­miyoruz.

Tüm açmazlarına karşın Post-modernizm, Türk düşünce dünyası­na kazandırılmaya değer bir söylem. "Intellect" in felç olup, önyargıla­rın zihinlerde fosilleştiği bir coğrafyada, değişik kültür/bilgi formla­rının yeşermesine imkan tanıyan bir tolerans zemininin tesisine, "bırak yüz çiçek açsın" in epistemik ifadesi bir söylemin potansiyel katkıları inkâr edilemez. Yanısıra, hakim bilim tasavvuruyla -alternatif açılımlara zemin hazırlayacak-köklü bir hesaplaşma sürecinde yükleneceği işlev tartışmalı olsa da Post-modern retorik, modernizmin 'düşünce' ve 'praxis' üzerindeki tekeline son vermenin "nasıl" ına ilişkin kimi ipuç­ları verebilir. 'Post-modernizm, bu nedenle, modernist retoriğin etkinlik alanını daraltan içeriğiyle, Modernizmin tasallutundan zarar gören kesimlerin entelektüel repertuarında bulundurulması yararlı bir söy­lem. Vurgulanması gereksiz: despotik açılımları olan bir modernist/po zitivist retorikle hesaplaşmak, demokrat-çoğulcu aydınlar için fantezi bir entelektüel çaba değil, fiili bir zorunluluktur. Ancak sözkonusu ay­dınların bilgi anlayışının, bilgiye sadece 'stratejik değeri' açısından ba­kan bir pragmatizmi aşan bir derinliğe sahip olması gerekiyor. 

Kaynak:Ahmet KARA

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005