Restorasyon Mu, Yoksa Yeni Siyaset Mi?
İsmail Çavuş
1989 kışının heyecanlı günleri çoktan arkada kaldı.
Yarım yüzyıl boyunca kanlı kızıl çizme altında inim
inim inleyen halk, o derece hürriyete susamış,
özlemini çekmişti ki, demokrasinin bir kaç ay,
bilemedin bir iki yıl içinde herşeyleri yoluna
koyacağını zannet-mişti. Çünkü yarım yüzyıl boyunca
böyle aldatılmışlar, "öteki halkların" yüz yılda
aştıkları yolu 15-20 yılda aşacaklarına
inandırılmalardı. Oysa yarım'yüzyıl süren bir
tahribatı beş yılda kapatmak ne mümkündü!
Doğu Avrupa ve Balkanlarda esen değişim rüzgarları
belki de en önce buralarda iktidar olan komünist
parti liderleri tarafında hissedilmişti. Daha
doğrusu onların hazırladıkları bir senaryoydu bu. Bu
itibarla onlar gereken önlemleri zamanından önce
almayı ve "Yeraltı Hayatı" için hazırlık yapmayı
başarmışlardı. Örneğin, 80'li yılların ortalarında
BKP MK ve Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilen
56. Kararname uyarınca gelişmiş sanayili ülkelerde
bir şıra karma veya Bulgar firmaları açılmış,
Komünist Partisi ve devletin elindeki döviz
yedekleri buralara aktarılmıştı. Dışarı çıkarılan
bu para orada yıkanacak, paklanacak, gerisin geriye
getirilmek için müsait zamanını bekle-yecekti.
Bundan başka BKP MK Politbü rosunca kabul edilen bir
başka gizli kararname gereğince devlet, parti ve
milis kodamanlarının kızları ve oğullan da dışarıya
aşırılarak bu firmaların başına getirilecek;
oralarda "kader toplayıp" deneyim sahibi olacaklar;
gerektiği zaman, yani parti yeniden toplan borusunu
çaldığı an, tekrar memlekete döneceklerdi. Fakat bu
defa hem para babaları, hem de deneyim sahibi genç
ve güçlü kapitalistler olarak geleceklerdi! Bu
şekilde "Kapitalizmin mezar kazıcılığını yapmaya
çağrılı bir parti" olarak iktidardaki komünist
parti bu sefer büsbütün bir kapitalistler partisi
olarak hem politik ve hem de iktisadi iktidarı ele
alıp idare edecekti.
Bu yüzden bugün Doğu Avrupa ülkelerinde ve
bunlardan Bulgaristanda herşeyin önceden
hazırlanmış bir senaryo olduğuna kanaat getirmemiş
bir kimse bulmak olanaksız değilse bile zordur.
Öyle ki, dış dünyada Sovyet İmparatorluğunun
çöktüğüne dair nutuklar atan sayın siyaset
adamlarının biraz ölçülü olmaları gerekir
kanaatindeyim. O kadar sevinmeye, bayram etmeye
acele etmesinler! Zira arzularını gerçek olarak
görmeleri kimseye hiç bir şey kazandırmayacaktır.
Sovyet İmparatorluğunu ve Doğu Blokunu yıkılmış
kabul etsek dahi kafalardaki kalıntıları kürüyüp
temizleyebilmek için bize en az çeyrek yüzyıl
gerekecektir. Bir kere komünist ideolojisinin
doğrudan doğruya etkisini duymamış yeni, genç
kuşakların yetişmesi, betonlaşmış kafalı iktidar
no-menklatürünün tarih sahnesinden çekilip gitmesi
gerekecektir.
Pek doğaldır ki, bu yıllar içinde komünist parti ve
onun tüyünü değiştirip huyunu değiştirmemiş
devamcısı olan Bulgar Sosyalist Partisi (BSP) tekrar
ve hem de bu sefer demokrasi kurallarından
faydalanarak iktidarı elde etme deneyimlerinde
bulunacaktı. Nasıl ki, bulundu da!
BSP'nin Taktiği
Demokrasi rüzgarlariyle silkinip uykudan uyanan
halk yığınlarının görülmedik galeyanı karşısında
BSP çok ilginç ve sinsi oyunlar tezgahlauıayı
başarmıştır. Bir kere kendisini
en demokratik örgütlerden biri olarak göstermeye
muvaffak olmuştur. Bu amaçla uzun süre önce
birtakım "Disident Grupları" (Güya »Başka türlü
düşünen aydınlar") hazırlamıştır. Bu gruplar
sayesinde memlekette sözüm ona bir "Loyal Muhalefet"
yaratılmış, toplumsal hayatta sezilen büyük
gerginliğin biraz olsun yumuşatılması görevi bu
gruplara yükletilmişti.
Bu "Loyal Muhalefet Gruplarının "Temsilcileri belli
bir süre halk yığınlarını oyalayıp aldatmaya
muvaffak olmuşlardır. Büyük beklentiler içinde aç,
soğuk ve karanlık bir kış geçiren Bulgar halkına
aynı zamanda sinsi sinsi su telkinlerde
bulunuluyordu: Demokrasi istiyordunuz, öyle mi?
İşte, alın şimdi size demokrasiyi! Hani iş
güvenceniz? Hani mal ve can güvenliğiniz? Hani
parasız tıp yardımları? Hani mağazalardaki bolluk?
Bakın, durmaksızın artan fiyatlara! Başkaldıran
azınlıklara bakın! O azınlıklar ki, yıllardır bunca
özel haklara sahiptiler! Şimdi devletimizi
parçalamak istiyorlar! Bulgaristanı Bosna'ya
çevirmek istiyorlar! Bütün bu tehditler, yalanlar
çok geçmeden meyvasını vermeye başlayacaktı ve
nitekim verdi de!
Demokrasi gelince Komünist Partinin bir numaralı
represif baskı aracı olan DS (Devlet Emniyeti)
organları ve özellikle azınlıklara ve aydınlara
karşı yürüttüğü Hitlercileri aratan yöntemleriyle
"6. Şube" güya ortadan kaldırıldılar. Fakat hemen
arkasından sokakta çocukların dahi diline düşen "6.
Şube yok? Fakat 5. 'A' var!" ifadesi dolaşmaya
başladı! Devrin Cumhurbaşkanı yardımcılığını yapan
General Atanas Semerciev "6. Şube" dosyalarının
açılması veya yokedilmesi sorunu tartışılırken hiç
bir dosyaya dokunulmamasını emretmişti.
DS ve 6. Şubenin kapatılmasıyle sokağa atılan sabık
kadroların bir kısmı - ki, Komünist partinin en
sağlam ve güvenilir kadrolarıdır! -Bu defa yığınsal
bir şekilde koruma firmaları tesis ve tescil etmeye
başladılar! Böylece yeni yeni iş çevirmeyi öğrenen
ufak işadamları ve tüccarların ister istemez ve
zorla "korumaları altına" alarak onlardan önemli
miktarda para sızdırmaya ve böylece kanlanmaya
başladılar. Bugün memlekette sayıları 4.200'ü aşan
bu firmaların adeta insanları yıldıran bir terör
örgütü, bir mafya ordusu haline geldiği
söylenebilir!
Yine o soğuk, karanlık ve aç kış geceleri ve
günlerinde devrin bakanlar kurulu başkanlığını
yapan Andrey Lukanov bütün et stoklarının mağaralara
gizlenilmesini ve el altından dışarıya satılmasını
emretmiş, bu şekilde yapay bir açlık ve zoraki
zamlara neden olmuştur. Bu deneyim zaman zaman
öteki tüketim mallarını da kapsamına almış;
ayçiçeği yağı, şeker, un, pirinç vs, birer birer
pazardan el ayak çekerek karaborsaya düşmüşlerdir.
Bu şekilde başlatılan yapay zamların tırmanmasıy-le
yeni türeyen, zenginler, yani kendi adamları, büyük
paralar yığmışlardır. Bu siyaset insanların içme
suyunu dahi etkilemiş, Sofya'ya su veren "İskır"
barajı gizli gizli boşaltılarak suni su krizi
yaratılmış, su gibi bir tabiat nimeti dahi siyasete
alet edilmiştir ki, bugün hala üç günde bir su
verilmektedir.
Buraya kadar sıraladıklarımızla -ki, da-ha neler
neler var!- hep 'halk' yığınlarının nez-dinde
demokrasi ilkelerini kötü göstermeyi hedef bilmişler
ve eni sonu istenilen sonucu elde etmişlerdir. Halk,
safdil köylüler "eskiden, düzenin çok daha iyi
olduğuna" inandırılmış-tır. Böylece 1994 Aralığında
yapılan meclis seçimlerinde sabık BKP -Bugünkü BSP
- en fazla oy toplayarak mecliste başlıbaşına bir
çoğunluk grubu oluşturmaya muvaffak olmuştur.
Ya Muhalefet?
Yukarıda BKP'nin "Loyal bir muhalefet yaratma"
gayretinden bahsetmiştik. Bu amaçla işe girişenlerin
yanısıra antikomünist güçler demokratik güçler
birliği anlamına gelen SDS koalisyonunu
kurmuşlardır. Fakat Komünistler onu istediği
biçimde yönlendirebilmek için koalisyona çeşitli
yollarla ve her türden ajanlarını sokmaya muvaffak
olmuşlardır. Bu suretle , bu ajanlar bir yandan
koalisyonun çalışmaları- nı baltalıyor, bir yandan
da halkın gözünde SDS'yi demokrasinin getirdiği
bütün kötülük- lerin biricik suçlusu olarak
göstermeye çalışı yordu. Fakat şeytan şişeden
çıkmıştı bir kere
ve artık tekrar yeniden geriye tıkılması mümkün
olmayacaktı. SDS içindeki aklıselim sahibi aydınlar,
tezgahlanan bütün oyunları anlayarak aralarından
ajanları birer birer atmaya, saflarını temizlemeye
başladılar. Fakat bu hem zaman gerektirdi, hem de
büyük ve ağır kayıplara yol açtı! Zira Komünist
parti sistemi yaratmaya muvaffak olmuştu.
Güçlü Bir Dördüncü Kuvvet
Eskiden BKP MK'nin basın organı olan "Rabotniçesko
Delo" gazetesi dahi adını değiştirerek "Duma"
("SÖZ") gibi silik bir ad almış; dolayında bir sıra
güya bağımsız gazeteler belirmiştir. Sofyada
yayınlanan "24 saat", "168 saat" ve bütün
renkleriyle "TRUD" ("EMEK"), "Kontinent", "Novinar"
vs. gazeteleriyle vilayet merkezlerinde basılan
onlarca ve yüzlerce gazete radyo ve televizyon
harıl harıl beyinleri yıkamaya giriştiler.
Bu gazete sayfalarında muhalefet liderlerinin en
küçük bir hatası dev boyutlara kadar şişiriliyor;
50 yıl boyunca komünist partisinin memlekete ve
millete verdiği zararlara göz yumuluyor,
unutturulmaya çalışılıyor, adeta o "şanlı günlerin!"
özlemi yaşatılıyordu!
Komünist Parti Değişti mi?
Bu sorunun kesin cevabı bugün sadece ve yalnız
"Hayır!" olabilir. Arkada kalan beş yıl içinde tek
bir defa olsun adını -pardon! tüyünü! - değiştiren
bu partinin liderleri halkın huzuruna çıkarak
yaptıkları yarım asırlık tahribattan, binlerle
masum insanın canlarına kıymış olmalarından dolayı
af dilemediler!
Oysa yapılanlar gerçekten de canlar acı-tıcı!
Bunları birkaç örnekle açıklayalım. 1944 güzünde
Moksova'dan alınan bir talim üzere "Meşum 'Halk
Mahkemesi' düzenlenmesine dair bir karar" kabul
ediliyor! Bu karara göre 1.1.1941 ile 9.9.1944
tarihleri arasındaki hükümetlerde bakanlık
yapanların hepsi; XXV. Halk Meclisi mebusları ve Çar
ailesinin üyeleri mahkemeye veriliyorlar. Bunun
neticesi olarak on binin üstünde insan hüküm
giyiyor,
2.730 mebus, bakan vs. ileri gelen aydınlar
kurşunlanıyor. Sadece 1 Şubat 1945 tarihinde yüksek
mahkemenin 1 terkibi 106 ölüm karan okuyor. Burada
mukayese için Nürnberg mahkemesi sonucu ancak 7
kişinin ölüme mahkum edildiğini söyleyebiliriz. Tek
bir mahkemede hükümsüz öldürülüp yok edilen 20.000
kişiyi hesaba koymayalım. Sözümona vatan harbine
katılan Bulgar ordusundan Almanlara karşı savaşta
ölenlerin ve yaralananların sayısı hâla kesinleşmiş
değildir. Fakat 30 binin üstünde gösteriliyor.
Geçen elli yıl içinde yüz bin dolayında insan
çeşitli kamplardan, hapislerden geçmiştir.
İkinci Dünya Savaşı arifesinde Balkanların
İsviçre'si diye anılan Bulgaristan'ın tarımı
sosyalizm yıllarında çökertilmiş, köylerde Bulgar
nüfusu hemen hemen yok denilecek sayıda düşmüş,
millî azınlıklara karşı çeşitli baskı yöntemleri
uygulanmış; "Tek Bulgar ulusu yaratmak" sevdasına
düşülmüştür. Hiç bir türlü ufukta görülmeyen "Parlak
Komünist Toplum" hayalini yaşatabilmek için yıllar
yılı "Olgun Sosyalizm", "Gelişmiş Sosyalizm" gibi
laflar üretilmiş, memleketin parası çar çur edilmiş,
12 milyar dolar dış borca girilmiştir.
Ve nihayet adeta bir vatandaş harbinden farksız
1989 yazına gelinmiştir. O yaz 350 bin Türk asıllı
Bulgar vatandaşı evlerinden, işlerinden,
yerlerinden edilerek Türkiye'ye koyulmuşlardı.
Ve ne iyi ki, Türkiye bu insanları gerçek bir
Anavatan olarak bağrına basmayı bildi. Oysa aynı
yıl Batı Almanya doğudan giden bin Almanı
barındıramadı. Geçen yıl sonunda Amerikaya sığınmak
isteyen Kübalılar ABD'ye problem oldular.
Bu yapılanlar Komünist ülkeler için yeni bir şey
değildi. Stalin Sovyetler Birliği'nde daha
korkuncunu yapmıştı. Onun Bulgaristan-daki çömezleri
991944 tarihinden soma toplama kamplarını astığım
astık, kestiğim kestik diyerek istediklerini geriye
koyanların mahkemesi hala sürüncemededir...
Türk azınlığrna karşı dünyada benzeri
olmayan soykırım politikasını uygulayan Jiv-kov ve
yakın çevresiyle iş ortaklarının bir gün bundan
dolayı hüküm giyecekleri şüphelidir.
Memleketin suları, toprağı kirletilmiş, öz
milletini-hırpalamışlar, genetik olanaklarını
zorlamışlar, azınlıkları kovmuşlardır.
Ve bütün bunlardan dolayı komünist parti bugüne
kadar kendi milletinden af dile-mem iştir!
Bütün bunlar neyi gösteriyor? Demek ki, yeni
sosyalistler de babalarının, dedelerinin bilinçli
olarak yaptıklarını onaylıyor, doğru buluyor ve af
dilemek lüzumunu hissetmiyorlar! Şu halde sosyalist
partinin "Yepyeni Bir Parti Olduğuna" inanmak ne
mümkün.
Gerçi, bugün eski Todor Jivkov devri yönetici
kadrosu işbaşından çekilmiş bulunuyor. Zaten çoktan
emekliye ayrılmaları gerekliydi. Bugün ise,
iktidarı oğullarına devretmiş bulunuyorlar.
Örneğin Sosyalist hükümetin Dışişleri Bakanı Georgi
Pirinski "Üç Nesil Komünist Olmakla"
övünenlerdendir. Daha önceki Sosyalist Başbakan
Andrey Lukanov hakeza bununla övünürdü. Şimdiki
kadroya girenlerin çoğu eski kodamanların adamları,
oğulları; Mosko-vada eğitilmiş, batı görmüş
kimselerdir. Ama bu onların kendi öğretilerine sadık
kalmalarını engellemez.
Şimdiki hükümette milli eğitim, öğretim ve teknoloji
bakanı Prof. İlço Dimitrov, değil sadece komünist
dönemde, hatta komünistlerin seslerini kıstıkları
demokratik değişimler döneminde dahi kanlı kalemini
elinden bırakmayarak komünist partiyi aklamaya
çalışmış, var kuvvetiyle şoven güçlere hizmet
etmekten geri durmamıştı. Mükâfat olarak da "Laik
Bir Bulgar Aydını" sıfatıyle Sosyalist Hükümete
alınmıştır! BKP'nin bu adımı sadece HÖH
Milletvekillerini çileden çıkarmakla kalmamış,
hatta Bulgar Bilimler Akademisi çevrelerinden
unvanlı bilim adamları sosyalistlerin bu hayasızca
hareketini kınamışlardır.
Bunlar, politik alanda yapılanların bir kısmı.
İktisadî alana gelince BSP bu yönde de bildiğini
okumaktan şaşmamış, şaşmayacaktır. Bund an önce de
toprağın sahiplerine çevrilmesine karşı
koyuyorlardı. Bundan böyle de eski Sovyet usûlü
Kooperatiflerin benzerlerini yaşatmaya gayret
göstereceklerdir.
Sanayi alanında herhangi bir özelleştirmeye
yanaşacaklarından şüphe edilmektedir. Şimdiye
kadarki hükümetlerin perde arkasından iplerini
çeken onlar, bütün çarelere başvurarak memleketin
en büyük kapitalisti olan devletin elinden tek bir
fabrikanın alınıp özelleştirilmesine yanaşmadılar.
Bereket 11 ay süren SDS iktidarı devrinde, insanlar
önceden sahip oldukları ufak dükkanlarını, evlerini,
işyerlerini geriye almaya muvaffak oldular da bu
sayede memleketin ticareti biraz canlandı.
Fakat daha dün iktidar olan Sosyalist Partisi
1946'da insanların ellerinden alınan dairelerinin,
dükkanlarının, mülklerinin restutis-yonu yani geri
verilmesi yasasının kaldırılması yasasını meclisten
geçirdiler. İyi ki, Cumhurbaşkanı yasayı yeniden
görüşülmek üzere meclise çevirdi.
Bilim alanına gelince daha önceleri meclisten
geçirilen "Panev Yasası"na göre Komünist rejimde
akademik çevrelerde, yüksek okullarda parti
görevlerinde bulunmuş kimselerin sadece sorumlu
vazifelere getirilmeyeceği öngörülüyordu.
Komünistler bunu "bilime indirilen büyük bir
silledir" diyerek daha ilk anda değiştirmeye
kalktılar. Oysa 1946 yılında onların babaları hiç
acımasız memleketin en parlak zekalarını bir çırpıda
üniversitelerden, enstitülerden kovmuşlardı.
Bütün buraya kadar söylenilenlerden sonra BSP'nin
değiştiğini iddia etmek büyük saflık olur.
Unutmamalı ki, Bulgarların ve Bulgar
komünistlerinin kalbinde yatan bir arslan vardır :
Ruslara sadece yazıyı ve kültürü değil, komünizmi de
biz verdik, biz öğrettik. Öyle ki, Komünizm
Mekkesi'nde çökmüş olabilir, fakat bizde dipdiri
yaşamaktadır, yaşayacaktır!
|