Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Rus Meselesi 

Prof. Dr. Şaban Karataş

Afgan mücahitlerinden sonra şimdi de Çeçen mücahitleri... Başkent Grozni'de her gün saatlerce süren topçu ateşi ve bombar­dıman yakıyor ve yıkıyor. İnsancıklar şehit­lerinin cenazelerini kaldırmaya fırsat ve imkân bulamıyor. Yollara ve etrafa serilmiş hayvan cesetleri, üstü başı yanık şaşkın, zavallı hay­vanlar. Şehir moloz yığını haline getirilmiş. Et­rafa mevzilenmiş topçu bataryaları ve yukar-daki pilotlar hasta, sağ, yaşlı, genç, kadın, ço­cuk dinlemiyor. Sivil halkı bombadan geçiri­yor. Ölenler kadınlar ve çocuklar.

Bunları nevzuhur Rus kasabı Yeltsin'in doğum gününde, 1 Şubatta geçilen haber bül­tenlerinden alıyorum. Adıgeçen "gelecek yıl doğum günümü barış içinde kutlayacağım" demişti. Şimdi beyanat veriyor: "Askerlerimiz onurlu savaşıyorlar". Düşkünler evini, hastaha-neyi, şehrin civarındaki köylerin tamamını bombalamak suretiyle onurlarını sergiliyorlar. Rus vahşetiyle Bolşevik mantığı birleşince or­taya çıkan ve yetmiş seneden beri sergilenen çelişki bu. Bunların dilinde savaşın adı barış, esaretin adı özgürlük, alçaklığın adı onur ve zulmün, gaspın, yağmanın, zorbalığın adı er­demdir. 

Moskofun vahşi saldırısı ilk defa ve Çeçenistanda olmuyor. 

Haçlı emperyalizmin dehşeti onsekizin-ci asrın başından itibaren Çeçenlere musallat olmuştur. Çeçenler, bugün olduğu gibi, tarihte de Moskofa kahramanca direnmiştir. Baybu-lat'ın, Şeyh Mansur'un, Gazi Muhammed'in, Hamza Bey'in ve bilhassa Şeyh Şamil'in kahra­manlık destanlarında Çeçenlerin seciyesi, imanı ve ahlakı okunur. 

Nemrut'u da Fir'avn'ı da gölgede bıra­kacak ölçüde kâfir, gaddar ve canı Stalin Kaf­kaslardaki Türkleri temizleme hareketine bu kahraman insanları da katmıştır. 1943 yılında Karaçaylar ve Kalmuklar, 1944 yılında da Çe­çenler, İnguşlar, Malkarlar, Ahıskalılar ve Kırım Tatarları yurtlanndan anaları, babaları, çolukları, çocuklarıyla sökülerek yük vagon­larına istif edilmiş, Asyanın ücra köşelerin ve Sibiryaya sevkedilmiştir. Milyonun bir hayli üstünde bir sayıyı bulan bu masum insanların büyük kısmı yollarda açlıktan ve soğuktan kırılmışlardır. Stalinin ve hempalarının koydu­ğu gerekçe, bizim yerli komünistlerin pek tek­rarladıkları kelime, işbirlikçilik. Aslında o za­manın baş işbirlikçisi Ukrain'ler değil miydi? Bir de o sıralarda Avusturya kamplarındaki Sovyet mültecilerinin %90'ı Büyük Rus ve ha­kikî Rus (velikorus) idi. Bu gerçek dünya harb literatürüne geçmiştir. 

Stalin ve kendisi gibi Gürcü olan hem­pası Beria boşaltılan Kırımı Ukraih'lere ve Ve-likoms'lara; Elbrus dağlarının kuzey eteklerini ve Ahıska'yı da Gürcülere ikram ettiler. 

Cengiz Dağcı Kırım faciasını anlatan gü­zel romanına "O topraklar bizimdi" adını ver­miş. Daha niceleri bizimdi: Kırım'ın kuzeyin­deki Bozkır şeridi, Deşt-i Kıpçak. Doğu Slav­ları yukardaki ormanların kenarından başlarını bozkıra uzattıklarında Asyadan akıp gelen Türk atlılarını gördüler. Bu ikibin yıldan beri böyle devam ediyordu. Hunlar, Avarlar, Ha­zarlar, Peçenekler, Bulgarlar ve nihayet Tatar­lar... İşte bu Tatarlar Doğu Slavların! 16. asrın ortalarına kadar ormanlarda haraca bağlayarak tutmuştur. Cihan Padişahı Kanunî Sultan Sü-leymanın dayılarından Kazan Hanı Safa Giray Nijni Novgorad (bugünkü Gorky) şehrini iki defa ele geçirmiştir. Safa Giray ardında üç ya­şındaki oğlu Ötemiş Giray'ı ve boynu bükük Süyün Bike'yi bırakarak, 49 yaşında, ahirete göçtükten üç yıl sonra Korkunç İvan Kazan'a saldırdı, şehri aldı, taş üstünde taş bırakmadı, yaktı ve yıktı. Türk çocuklarını vaftiz ettirdi, Türk analarını Ruslarla evlendirdi ve eli silah tutan herkesi öldürttü. Böylece Türkleri Rus-laştırarak ortadan kaldırma hareketi başlamış­tır. Bu noktada Ruslarla davamız vardır ve bu dava Türklük üzerindedir. Bugün de bütün boyutlarıyla devam edeceğe benzemektedir. 

Korkunç İvan'dan başlayarak, Çarlar Türkleri Ortodoks kilisesine sokarak, Bolşe­vikler de (homo sovieticus) dedikleri tasarlan­mış tipe dönüştürerek slavlaştırmaya çalışmış­lardır. Çünkü her iki rejimin de gerçek sahibi Slavlardır, Ruslardır, hattâ Velikoruslardır. Öteki Slavlar, Ukrainler ve Beloruslar tarihî se­yir içinde ikinci mevkide seyahate mahkum edilmiştir. 

Dörtbuçuk milyon kilometrekarelik Türk toprakları üzerinde yaşayan Türkler ko-lonizasyona tabi tutularak, içlerine Slavlar yer­leştirilerek, kaynakları gaspedilerek, birçok hallerde kendi vatanlarında azınlığa düşürüle­rek, dilleriyle, dinleriyle ve soylarıyla oynan­mak suretiyle yabancılaştırılarak yok edilmek istenmiştir. Bu istek teşkilatlı ve plânlı bir şekilde yürütülmüştür. 

Bakir toprakları ziraate açıyoruz diye anadan doğma hayvancılık uzmanı Kazakları telef etmişler, Kazakistanın kuzeyine ve büyük şehirlerine Slav, Alman ve Ukrain yerleştirmiş­lerdir. Böylece Kazakları azınlığa düşürmüşler. Kazaklarla yerleştirdikleri ahali arasında evli­likleri teşvik etmişler ve Rusça'yı hakim kıl­manın bütün tedbirlerini almışlardır. İşte Kaza­kistanın cevabı.- Endogami (kendi içinde evli­lik, yani Kazakların Kazaklarla evlenmesi) %93,6. Rusça konuşma: %43. Nüfus tahmini: 1970 = 100 olduğuna göre asrın sonunda 225.

Batı Türkistanı n öteki bölümlerinde rakamlar daha da ümit verici: Meselâ Özbekistan'da  endogami  %86,2;   Rusça  %13,  Nüfus

290. Kırgızistanda bu rakamlar sırayla 95,4; 19 ve 325'tir.

Demek ki Türkler soylarını, dillerini ve kültürlerini korumakta hayranlık uyandıracak derecede bir hayatiyetin sahibidirler. Bazı çev­relerin seyyah gibi gezerek tesbit ettikleri ters görüntüler ve nasıl yapıldığı da pek belli ol­mayan sözümona anketler bu berrak gerçeği elbette değiştiremez. 

Hiç mi mesele yok? Çok var.

Birincisi Rus meselesi. 

Bugün Azerbaycanı ve Türkistanı idare eden kadrolar ve onların başına geçmiş otok­ratlar veya diktatörler Rus ile ülfet etmiş, ondan az veya çok huy kapmış insanlardır. Bu huylarından vaz geçeceklerini düşünmek, an­cak onların müesses menfaatlerini kaybede­ceklerini anlamaları halinde mümkündür. Bu da şimdilik ufukta görünmüyor. 

Ancak Türkistandaki ve Kafkaslardaki Türkler de, Rus Federasyonu bünyesinde istik­lal için çırpınan Türkler de hür tercihlerin kor­kusuzca işlediği, mülkiyetin, mirasın, serbest ticaretin teminat altına alındığı bir siyaset ve iktisat sistemine sahip olmaya layıktırlar. Bu­nun için teşkilatlanmaya ve teçhizatlanmaya muhtaçtırlar, tşbaşındakilerin böyle bir geçişi komünistlikten kalma bürokratlarla yürüttüğü görülmüştür. Böyle bir otokrasi ile zaman kay­bedilmekte olduğu kesindir ama bunu anlat­mak da zor görünmektedir. 

Menfaat çekişmelerinin ülkeleri nerele­re götürdüğünü Azerbaycan misali çok iyi anlatır: Azerbaycan Halk Cephesinin yiğit ve aydın insanları Bolşeviklerle ve onların Azer-baycandaki vekilharçlarıyla yiğitçe mücadele etmiş, sonunda Can Azerbaycanı Mehmet Emin Resulzade merhumun bıraktığı noktadan alarak harekete geçirmişlerdir. İlk plânda Ba­ğımsız Devletler Topluluğu reddedilmiş, millî ordu ve millî para işi ele alınmış, stratejik mad­deler ve özellikle petrol üzerinde durulmuş; demokrat, şeffaf bir devlet yapısı ortaya çık­mıştır. Daha doğrusu çıkmak üzere iken Ru-sun eli tekrar, aynen Resulzadeye uzandığı gi­bi, Elçibeye uzanmıştır. Sahnede yeni Nerima-nov'lar görünmüştür. Söylendiğine göre her türlü menfaat grupları, mafyalar bu oyunun içindedir. KGB'den her türlü oyuna talimli bir eski Politbüro üyesi darbeyle ve uydurma bir seçimle işbaşına getirilmiştir. Kısa zamanda marifetlerini birer birer sergileyen bu zatın adamları Bişkek'te bir protokola imza koyarak işi öyle bir bağlamışlardır ki, Azerbaycan da, Azerbaycanın kardeşleri de bu düğümü çöz­mekte zorluk çekecekler, belki de çözemeye­ceklerdir. Yapılan iş Azerbaycanı Rusa teslim etmektir. Güya Ermeniler işgal ettikleri yerler­den tedricen çekilecekler ve Rus ordusu bu işe nezaret edecek. Taksit taksit çekilme, stra­tejik noktayı, Laçin koridorunu ve Şuşayı geri bırakma ve bütün vesikalarda Azerbaycan toprağı olduğu kabul edilen Karabağı da taraf diye masaya oturtma... Tabiî Karabağ Ermeni-lerini... 

Bunun adı Ruslarla beraber çözme görüntüsü altında işi Rusa teslim etmektir. 

İşin garibi bizimkiler de bu hain siyase­tin paraleline düşmüşlerdir: Çok tecrübeli bir büyük devlet adamımız, çok okumuş müşa­virlerini dinleyerek bu işin Moskova'dan geçirilmesini münasip görmüştür. Bu sebeple Azerbaycan'ın meşru Cumhurbaşkanlığına sa­hip çıkmamıştır. Gümrü anlaşması (1920), Moskova anlaşması (1921) ve Kars anlaşması (1921) gibi hukuk vesikalarındaki haklarını kullanmaktan kaçınmıştır. 

Rus meselesinin Türk dünyasının deği­şik unsurlarınca değişik ölçülerle ele alındığı görülmektedir. Bunun en önemli sebebi, her­halde, Azerbaycanda ve Türkistanda hüküm süren idarecilerin hem birbirlerini hem de Rusları iyi tanımalarıdır. Yani korkuyorlar.

Bu noktada dünyanın Rus meselesi üzerinde bazı düşünceleri sıralamakta fayda var. 

Rusun Bolşevik ihtilali ile yüklendiği rol sistemle birlikte bitmiştir. Şimdi gidiş nereye?

Birinci ihtimal ve Rus Federasyonunda-ki çekişmelerin taraflarına göre görüntü şudur: Büyük Ruslar tarih boyunca üstlendikleri gö­revi Rusça ve emperial ölçüler içinde yeniden ele alacak ve götürmeye kalkışacaktır. Bunun için de Sovyetlerin dağılmasıyla ortaya çıkan 

Cumhuriyetleri ve bünyesinde kıpırdayan isti­datları kontrol altına almalıdır. Bunu açık yap­mak isteyenler olduğu gibi, Abazaları kışkır­tarak Gürcistana, Ermenileri kışkırtarak Azer-baycana, bünyede varsa onları kışkırtarak Ta-cikistana yaptıklarını camiaya model olarak yaymak isteyenler de var. Bunlar Rus-Slav mil liyetçiliğınin, kızılıyla, karasıyla bütün unsur­larını içine alacak yaklaşımın taraftarları.

Öteki unsur liberal - demokrat denebi­lecek takımdır. Bunların modeli İngiltere: Bü­yük olmak için geniş topraklara ve insan kala­balığına lüzum yoktur, zengin ve demokrat ol­mak esastır diyorlar. Sovyetlerden ayrılan ve federasyondan da ayrılabileceklerle bir camia (commonwealth) oluşturmayı düşünüyorlar. 

Bu düşünceler ve tavırlar yol alırken mevcut Rus idaresinin değişik olaylardaki tu­tumuna bakalım: Bosna-Hersek'te haksızlığı apaçık Sırplardan yana, açık ve mutlak taraf. Doğu Avrupa'daki eski uydularının NATO'ya alınışından rahatsız. Halbuki Avrupa Birliği daha da ileri gidiyor ve onlarla bütünleşme peşinde. Türkistanda askerler duruyor ve askerî anlaşmalar yapılıyor. Kafkasları karıştırı­yor ve kontrolü elden bırakmak istemiyor. Ku­zey Türklerini, bilhassa Kazan'ı göz altında tu­tuyor. 

Bütün bunlar, Sovyetler Birliği devrine göre mevziî kalmakla beraber, Rusun Ameri-kasıyla, Avrupasıyla, Batıya aykırı bir güç hali­ne gelmek istediğinin belirtisi midir? Veya işin tabiî seyri oraya mı gider?

Bizce işin tabiî seyri oraya gider. 

Ama işin bir başka tabiî seyri daha var ki, Bolşevik saltanatının çözülme vetiresi daha işin başındadır. Ayrılan cumhuriyetler gerçek kimliğine kavuşacak ve insanlık camiası içinde şu anda yerleştikleri mevkileri sağlamlaştıra­caktır. Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Azerbaycan Türkleri ile Tacikis­tan halkları bu yoldadır. 

Rus Federasyonundaki özerk yapılar da aynı yolda bir sürece tabi olacaktır. Bu dahi önlenemez. Bir Tataristan, bir Çuvaşistan, bir

Başkurdistan, bir Saka İli, bir Hakas İli, bir Tuva Cumhuriyeti mutlaka oluşacaktır.

Bu tabiî seyir Rus meselesini çok ısıtabilir.

Türklerin bu tabiî seyri kolaylaştırmak görevidir ve bu görevden kaçmak Türklükten kaçmaktır Türklükten kaçmanın budalalığı bu defa herkese çok pahalıya mal olacaktır. 

Bir tarafta yeniden süper güç olmanın telaşı içinde huysuz bir Rus, öte tarafta son on yılda ortalama %9,5 kalkınma hızı gerçek­leştirmiş, bir milyar ikiyüz milyonluk Çin ve ikisinin ortasında insan ve tabiat kaynakların-ca zengin, yeterince sömürülmüş, tecrübe ka­zanmış bir Türk dünyası. 

Burada bir Rus meselesi var.

Bu meselenin çözümü barışık düzen içinde olmalıdır. İnsanların da milletlerin de akıllısı böyle yapar. Ancak, "ben Sovyetler Bir­liği adı altında esir aldığım Türkleri yeni şekil­ler altında güdeceğim" manasına gelen davra­nışları aklın da, barışık düzenin de içine yer­leştirmek mümkün değildir. 

Türkler bunu konuşmalıdır. 

Batı da Rus meselesini, onları tekrar kendi içlerinde çürümeye terketmek suretiyle halletmek cihetine gidemez. Batı bu konuda yeteri kadar ciddî tecrübelere ve teshillere sa­hiptir. Bir de Batının geçerli materyalist felse­fesini hesaba katarsak şöyle bir tahmin yü­rütebiliriz:

Batı Rusların Sibiıyada, Ural-İdil'de, Kafkasyada ve Türkistan'da kaybettiği ve kay­betmek üzere olduğu imkânları önce kendisi­ne bağışlama yoluna gidecektir. Bu bağışla­mayı yeni teknoloji ihtiyaçlarını karşılama ba­hanesiyle ortalıklar şeklinde yürütecektir ve kontrolü elde tutacaktır. Bu aykırı gelişmeyi de kontrol etmek demektir. 

Önümüzdeki asrın en önemli konusu, bu defa bilhassa, hammadde kaynaklarına ko­lay ulaşma ve Batı dünyası dışında tekellerin oluşmasını önlemek olacaktır. Bilhassa petrol­de yeniden tekelleşme son derece hayatî ma­hiyet arzeden bir konu olacaktır. 

Öyle görünüyor ki, Türkün aklına ihti­yaç vardır.

Vaktiyle Amerika'da ilim tahsil eden genç bir adama bir davet esnasında ev sahibi profesör sordu:

-  Söyle bakalım, siz Türkler Rusları mı daha çok seviyorsunuz, bizi mi ?

- Nasıl yani ?

- Yani komşunuz Rusyada ilim öğren­mek varken buralara kadar geliyorsunuz !?

-  Dr. Türk (adamın soyadı buydu) bir Türke böyle soru sorulmaz.

- Neden ?

- Biz Ruslarla halleşirken siz dünyada yoktunuz. 

Rus ile halleşmek sadece karşılıklı men­faatleri tartarak iyi geçinmekten ibaret değil­dir.

Rus dostluğu diye birşey, bilhassa Türklük ve onun kaderini paylaşan Müslü­manlık için, yoktur, olmamıştır.

Bu gerçeği insanlığa teşmil etmek de mümkündür. İkinci dünya harbinde aksini düşünen Roosevelt ve kafadarları derslerini almışlar ve bu saflıklarının bedelini ödemişler­dir. Rusların Polonya, Macaristan ve Çekoslo­vakya ile münasebetlerinde yatan gerçekler bu hükmümüzün karinesidir. 

Bunlar Ruslar komünist oldukları için mi meydana gelmiştir ? 

Hayır, Rusun bu tabiatı Moskova Kinez-leri devirlerinden itibaren tezahür etmiştir. Ruslara Bizans medeniyetini taşıyan merkez Kiev'dir. Kiev-Litvanya-Moskova iktidar trans­ferinde Küçük Rus - Beyaz Rus - Büyük Rus ayrımı oluşmuş ve öyle gitmiştir. Her türlü em­peryalist tutkunun kaynağı bu büyük Rusluk-tur. Büyük Rusların da elinden birşey gelmez. Büyük Rusluğu kilise beslemiştir, sonra komü­nizm emzirmiştir, bugün tekrar kilisenin kuca­ğına atılma noktasındadır. İnsanlık bu noktada Büyük Ruslukla münasebetlerini tanzim etme­lidir. 

Bize gelince: Komünist yayılmacılığı te­vekküle bekleyenlerden kalma bir ruh haliyle kendini "Kızılordu" veya "KGB" hayaletlerine kaptıranlardan inisiyatifi almalıyız. 

Rustan gelen ciddiye alınır, ama Rusa gidilmez.

Stalinin toprak taleplerine kategorik olarak hayır dediğimizde neyimiz vardı? Afganistanın, Çeçenistanın neyi var? İçerden çürü­müş Bolşevikliği dünyanın korkusu yaşatmış­tır. Afganistan bunların ibiğini kanatınca göç­müşlerdir. Çeçen cephesinde de çürümüşlü­ğün bütün izleri görülmüştür. 

Ruslukla ülfet etmeye yürek ister. Kuv­vet, siyaset ve kiyaset yüreğin tamam layıcısıdır.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005