Rus Meselesi
Prof. Dr. Şaban Karataş
Afgan mücahitlerinden sonra şimdi de Çeçen
mücahitleri... Başkent Grozni'de her gün saatlerce
süren topçu ateşi ve bombardıman yakıyor ve
yıkıyor. İnsancıklar şehitlerinin cenazelerini
kaldırmaya fırsat ve imkân bulamıyor. Yollara ve
etrafa serilmiş hayvan cesetleri, üstü başı yanık
şaşkın, zavallı hayvanlar. Şehir moloz yığını
haline getirilmiş. Etrafa mevzilenmiş topçu
bataryaları ve yukar-daki pilotlar hasta, sağ,
yaşlı, genç, kadın, çocuk dinlemiyor. Sivil halkı
bombadan geçiriyor. Ölenler kadınlar ve çocuklar.
Bunları nevzuhur Rus kasabı Yeltsin'in doğum
gününde, 1 Şubatta geçilen haber bültenlerinden
alıyorum. Adıgeçen "gelecek yıl doğum günümü barış
içinde kutlayacağım" demişti. Şimdi beyanat veriyor:
"Askerlerimiz onurlu savaşıyorlar". Düşkünler evini,
hastaha-neyi, şehrin civarındaki köylerin tamamını
bombalamak suretiyle onurlarını sergiliyorlar. Rus
vahşetiyle Bolşevik mantığı birleşince ortaya çıkan
ve yetmiş seneden beri sergilenen çelişki bu.
Bunların dilinde savaşın adı barış, esaretin adı
özgürlük, alçaklığın adı onur ve zulmün, gaspın,
yağmanın, zorbalığın adı erdemdir.
Moskofun vahşi saldırısı ilk defa ve Çeçenistanda
olmuyor.
Haçlı emperyalizmin dehşeti onsekizin-ci asrın
başından itibaren Çeçenlere musallat olmuştur.
Çeçenler, bugün olduğu gibi, tarihte de Moskofa
kahramanca direnmiştir. Baybu-lat'ın, Şeyh
Mansur'un, Gazi Muhammed'in, Hamza Bey'in ve
bilhassa Şeyh Şamil'in kahramanlık destanlarında
Çeçenlerin seciyesi, imanı ve ahlakı okunur.
Nemrut'u da Fir'avn'ı da gölgede bırakacak ölçüde
kâfir, gaddar ve canı Stalin Kafkaslardaki Türkleri
temizleme hareketine bu kahraman insanları da
katmıştır. 1943 yılında Karaçaylar ve Kalmuklar,
1944 yılında da Çeçenler, İnguşlar, Malkarlar,
Ahıskalılar ve Kırım Tatarları yurtlanndan anaları,
babaları, çolukları, çocuklarıyla sökülerek yük
vagonlarına istif edilmiş, Asyanın ücra köşelerin
ve Sibiryaya sevkedilmiştir. Milyonun bir hayli
üstünde bir sayıyı bulan bu masum insanların büyük
kısmı yollarda açlıktan ve soğuktan kırılmışlardır.
Stalinin ve hempalarının koyduğu gerekçe, bizim
yerli komünistlerin pek tekrarladıkları kelime,
işbirlikçilik. Aslında o zamanın baş işbirlikçisi
Ukrain'ler değil miydi? Bir de o sıralarda Avusturya
kamplarındaki Sovyet mültecilerinin %90'ı Büyük Rus
ve hakikî Rus (velikorus) idi. Bu gerçek dünya harb
literatürüne geçmiştir.
Stalin ve kendisi gibi Gürcü olan hempası Beria
boşaltılan Kırımı Ukraih'lere ve Ve-likoms'lara;
Elbrus dağlarının kuzey eteklerini ve Ahıska'yı da
Gürcülere ikram ettiler.
Cengiz Dağcı Kırım faciasını anlatan güzel romanına
"O topraklar bizimdi" adını vermiş. Daha niceleri
bizimdi: Kırım'ın kuzeyindeki Bozkır şeridi, Deşt-i
Kıpçak. Doğu Slavları yukardaki ormanların
kenarından başlarını bozkıra uzattıklarında Asyadan
akıp gelen Türk atlılarını gördüler. Bu ikibin
yıldan beri böyle devam ediyordu. Hunlar, Avarlar,
Hazarlar, Peçenekler, Bulgarlar ve nihayet
Tatarlar... İşte bu Tatarlar Doğu Slavların! 16.
asrın ortalarına kadar ormanlarda haraca bağlayarak
tutmuştur. Cihan Padişahı Kanunî Sultan Sü-leymanın
dayılarından Kazan Hanı Safa Giray Nijni Novgorad
(bugünkü Gorky) şehrini iki defa ele geçirmiştir.
Safa Giray ardında üç yaşındaki oğlu Ötemiş Giray'ı
ve boynu bükük
Süyün Bike'yi bırakarak, 49 yaşında, ahirete
göçtükten üç yıl sonra Korkunç İvan Kazan'a
saldırdı, şehri aldı, taş üstünde taş bırakmadı,
yaktı ve yıktı. Türk çocuklarını vaftiz ettirdi,
Türk analarını Ruslarla evlendirdi ve eli silah
tutan herkesi öldürttü. Böylece Türkleri Rus-laştırarak
ortadan kaldırma hareketi başlamıştır. Bu noktada
Ruslarla davamız vardır ve bu dava Türklük
üzerindedir. Bugün de bütün boyutlarıyla devam
edeceğe benzemektedir.
Korkunç İvan'dan başlayarak, Çarlar Türkleri
Ortodoks kilisesine sokarak, Bolşevikler de (homo
sovieticus) dedikleri tasarlanmış tipe dönüştürerek
slavlaştırmaya çalışmışlardır. Çünkü her iki
rejimin de gerçek sahibi Slavlardır, Ruslardır,
hattâ Velikoruslardır. Öteki Slavlar, Ukrainler ve
Beloruslar tarihî seyir içinde ikinci mevkide
seyahate mahkum edilmiştir.
Dörtbuçuk milyon kilometrekarelik Türk toprakları
üzerinde yaşayan Türkler ko-lonizasyona tabi
tutularak, içlerine Slavlar yerleştirilerek,
kaynakları gaspedilerek, birçok hallerde kendi
vatanlarında azınlığa düşürülerek, dilleriyle,
dinleriyle ve soylarıyla oynanmak suretiyle
yabancılaştırılarak yok edilmek istenmiştir. Bu
istek teşkilatlı ve plânlı bir şekilde
yürütülmüştür.
Bakir toprakları ziraate açıyoruz diye anadan doğma
hayvancılık uzmanı Kazakları telef etmişler,
Kazakistanın kuzeyine ve büyük şehirlerine Slav,
Alman ve Ukrain yerleştirmişlerdir. Böylece
Kazakları azınlığa düşürmüşler. Kazaklarla
yerleştirdikleri ahali arasında evlilikleri teşvik
etmişler ve Rusça'yı hakim kılmanın bütün
tedbirlerini almışlardır. İşte Kazakistanın
cevabı.- Endogami (kendi içinde evlilik, yani
Kazakların Kazaklarla evlenmesi) %93,6. Rusça
konuşma: %43. Nüfus tahmini: 1970 = 100 olduğuna
göre asrın sonunda 225.
Batı Türkistanı n öteki bölümlerinde rakamlar daha
da ümit verici: Meselâ Özbekistan'da endogami
%86,2; Rusça %13, Nüfus
290. Kırgızistanda bu rakamlar sırayla 95,4; 19 ve
325'tir.
Demek ki Türkler soylarını, dillerini ve
kültürlerini korumakta hayranlık uyandıracak
derecede bir hayatiyetin sahibidirler. Bazı
çevrelerin seyyah gibi gezerek tesbit ettikleri
ters görüntüler ve nasıl yapıldığı da pek belli
olmayan sözümona anketler bu berrak gerçeği elbette
değiştiremez.
Hiç mi mesele yok? Çok var.
Birincisi Rus meselesi.
Bugün Azerbaycanı ve Türkistanı idare eden kadrolar
ve onların başına geçmiş otokratlar veya
diktatörler Rus ile ülfet etmiş, ondan az veya çok
huy kapmış insanlardır. Bu huylarından vaz
geçeceklerini düşünmek, ancak onların müesses
menfaatlerini kaybedeceklerini anlamaları halinde
mümkündür. Bu da şimdilik ufukta görünmüyor.
Ancak Türkistandaki ve Kafkaslardaki Türkler de, Rus
Federasyonu bünyesinde istiklal için çırpınan
Türkler de hür tercihlerin korkusuzca işlediği,
mülkiyetin, mirasın, serbest ticaretin teminat
altına alındığı bir siyaset ve iktisat sistemine
sahip olmaya layıktırlar. Bunun için
teşkilatlanmaya ve teçhizatlanmaya muhtaçtırlar,
tşbaşındakilerin böyle bir geçişi komünistlikten
kalma bürokratlarla yürüttüğü görülmüştür. Böyle bir
otokrasi ile zaman kaybedilmekte olduğu kesindir
ama bunu anlatmak da zor görünmektedir.
Menfaat çekişmelerinin ülkeleri nerelere
götürdüğünü Azerbaycan misali çok iyi anlatır:
Azerbaycan Halk Cephesinin yiğit ve aydın insanları
Bolşeviklerle ve onların Azer-baycandaki
vekilharçlarıyla yiğitçe mücadele etmiş, sonunda Can
Azerbaycanı Mehmet Emin Resulzade merhumun bıraktığı
noktadan alarak harekete geçirmişlerdir. İlk plânda
Bağımsız Devletler Topluluğu reddedilmiş, millî
ordu ve millî para işi ele alınmış, stratejik
maddeler ve özellikle petrol üzerinde durulmuş;
demokrat, şeffaf bir devlet yapısı ortaya
çıkmıştır. Daha doğrusu çıkmak üzere iken Ru-sun
eli tekrar, aynen Resulzadeye uzandığı gibi,
Elçibeye uzanmıştır. Sahnede yeni Nerima-nov'lar
görünmüştür. Söylendiğine göre her türlü menfaat
grupları, mafyalar bu oyunun
içindedir. KGB'den her türlü oyuna talimli bir eski
Politbüro üyesi darbeyle ve uydurma bir seçimle
işbaşına getirilmiştir. Kısa zamanda marifetlerini
birer birer sergileyen bu zatın adamları Bişkek'te
bir protokola imza koyarak işi öyle bir
bağlamışlardır ki, Azerbaycan da, Azerbaycanın
kardeşleri de bu düğümü çözmekte zorluk çekecekler,
belki de çözemeyeceklerdir. Yapılan iş Azerbaycanı
Rusa teslim etmektir. Güya Ermeniler işgal ettikleri
yerlerden tedricen çekilecekler ve Rus ordusu bu
işe nezaret edecek. Taksit taksit çekilme,
stratejik noktayı, Laçin koridorunu ve Şuşayı geri
bırakma ve bütün vesikalarda Azerbaycan toprağı
olduğu kabul edilen Karabağı da taraf diye masaya
oturtma... Tabiî Karabağ Ermeni-lerini...
Bunun adı Ruslarla beraber çözme görüntüsü altında
işi Rusa teslim etmektir.
İşin garibi bizimkiler de bu hain siyasetin
paraleline düşmüşlerdir: Çok tecrübeli bir büyük
devlet adamımız, çok okumuş müşavirlerini
dinleyerek bu işin Moskova'dan geçirilmesini münasip
görmüştür. Bu sebeple Azerbaycan'ın meşru
Cumhurbaşkanlığına sahip çıkmamıştır. Gümrü
anlaşması (1920), Moskova anlaşması (1921) ve Kars
anlaşması (1921) gibi hukuk vesikalarındaki
haklarını kullanmaktan kaçınmıştır.
Rus meselesinin Türk dünyasının değişik
unsurlarınca değişik ölçülerle ele alındığı
görülmektedir. Bunun en önemli sebebi, herhalde,
Azerbaycanda ve Türkistanda hüküm süren idarecilerin
hem birbirlerini hem de Rusları iyi tanımalarıdır.
Yani korkuyorlar.
Bu noktada dünyanın Rus meselesi üzerinde bazı
düşünceleri sıralamakta fayda var.
Rusun Bolşevik ihtilali ile yüklendiği rol sistemle
birlikte bitmiştir. Şimdi gidiş nereye?
Birinci ihtimal ve Rus Federasyonunda-ki
çekişmelerin taraflarına göre görüntü şudur: Büyük
Ruslar tarih boyunca üstlendikleri görevi Rusça ve
emperial ölçüler içinde yeniden ele alacak ve
götürmeye kalkışacaktır. Bunun için de Sovyetlerin
dağılmasıyla ortaya çıkan
Cumhuriyetleri ve bünyesinde kıpırdayan istidatları
kontrol altına almalıdır. Bunu açık yapmak
isteyenler olduğu gibi, Abazaları kışkırtarak
Gürcistana, Ermenileri kışkırtarak Azer-baycana,
bünyede varsa onları kışkırtarak Ta-cikistana
yaptıklarını camiaya model olarak yaymak isteyenler
de var. Bunlar Rus-Slav mil liyetçiliğınin,
kızılıyla, karasıyla bütün unsurlarını içine alacak
yaklaşımın taraftarları.
Öteki unsur liberal - demokrat denebilecek
takımdır. Bunların modeli İngiltere: Büyük olmak
için geniş topraklara ve insan kalabalığına lüzum
yoktur, zengin ve demokrat olmak esastır diyorlar.
Sovyetlerden ayrılan ve federasyondan da
ayrılabileceklerle bir camia (commonwealth)
oluşturmayı düşünüyorlar.
Bu düşünceler ve tavırlar yol alırken mevcut Rus
idaresinin değişik olaylardaki tutumuna bakalım:
Bosna-Hersek'te haksızlığı apaçık Sırplardan yana,
açık ve mutlak taraf. Doğu Avrupa'daki eski
uydularının NATO'ya alınışından rahatsız. Halbuki
Avrupa Birliği daha da ileri gidiyor ve onlarla
bütünleşme peşinde. Türkistanda askerler duruyor ve
askerî anlaşmalar yapılıyor. Kafkasları
karıştırıyor ve kontrolü elden bırakmak istemiyor.
Kuzey Türklerini, bilhassa Kazan'ı göz altında
tutuyor.
Bütün bunlar, Sovyetler Birliği devrine göre mevziî
kalmakla beraber, Rusun Ameri-kasıyla, Avrupasıyla,
Batıya aykırı bir güç haline gelmek istediğinin
belirtisi midir? Veya işin tabiî seyri oraya mı
gider?
Bizce işin tabiî seyri oraya gider.
Ama işin bir başka tabiî seyri daha var ki, Bolşevik
saltanatının çözülme vetiresi daha işin başındadır.
Ayrılan cumhuriyetler gerçek kimliğine kavuşacak ve
insanlık camiası içinde şu anda yerleştikleri
mevkileri sağlamlaştıracaktır. Kazakistan,
Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Azerbaycan
Türkleri ile Tacikistan halkları bu yoldadır.
Rus Federasyonundaki özerk yapılar da aynı yolda bir
sürece tabi olacaktır. Bu dahi önlenemez. Bir
Tataristan, bir Çuvaşistan, bir
Başkurdistan, bir Saka İli, bir Hakas İli, bir Tuva
Cumhuriyeti mutlaka oluşacaktır.
Bu tabiî seyir Rus meselesini çok ısıtabilir.
Türklerin bu tabiî seyri kolaylaştırmak görevidir ve
bu görevden kaçmak Türklükten kaçmaktır Türklükten
kaçmanın budalalığı bu defa herkese çok pahalıya mal
olacaktır.
Bir tarafta yeniden süper güç olmanın telaşı içinde
huysuz bir Rus, öte tarafta son on yılda ortalama
%9,5 kalkınma hızı gerçekleştirmiş, bir milyar
ikiyüz milyonluk Çin ve ikisinin ortasında insan ve
tabiat kaynakların-ca zengin, yeterince sömürülmüş,
tecrübe kazanmış bir Türk dünyası.
Burada bir Rus meselesi var.
Bu meselenin çözümü barışık düzen içinde olmalıdır.
İnsanların da milletlerin de akıllısı böyle yapar.
Ancak, "ben Sovyetler Birliği adı altında esir
aldığım Türkleri yeni şekiller altında güdeceğim"
manasına gelen davranışları aklın da, barışık
düzenin de içine yerleştirmek mümkün değildir.
Türkler bunu konuşmalıdır.
Batı da Rus meselesini, onları tekrar kendi
içlerinde çürümeye terketmek suretiyle halletmek
cihetine gidemez. Batı bu konuda yeteri kadar ciddî
tecrübelere ve teshillere sahiptir. Bir de Batının
geçerli materyalist felsefesini hesaba katarsak
şöyle bir tahmin yürütebiliriz:
Batı Rusların Sibiıyada, Ural-İdil'de, Kafkasyada ve
Türkistan'da kaybettiği ve kaybetmek üzere olduğu
imkânları önce kendisine bağışlama yoluna
gidecektir. Bu bağışlamayı yeni teknoloji
ihtiyaçlarını karşılama bahanesiyle ortalıklar
şeklinde yürütecektir ve kontrolü elde tutacaktır.
Bu aykırı gelişmeyi de kontrol etmek demektir.
Önümüzdeki asrın en önemli konusu, bu defa bilhassa,
hammadde kaynaklarına kolay ulaşma ve Batı dünyası
dışında tekellerin oluşmasını önlemek olacaktır.
Bilhassa petrolde yeniden tekelleşme son derece
hayatî mahiyet arzeden bir konu olacaktır.
Öyle görünüyor ki, Türkün aklına ihtiyaç vardır.
Vaktiyle Amerika'da ilim tahsil eden genç bir adama
bir davet esnasında ev sahibi profesör sordu:
- Söyle bakalım, siz Türkler Rusları mı daha çok
seviyorsunuz, bizi mi ?
- Nasıl yani ?
- Yani komşunuz Rusyada ilim öğrenmek varken
buralara kadar geliyorsunuz !?
- Dr. Türk (adamın soyadı buydu) bir Türke böyle
soru sorulmaz.
- Neden ?
- Biz Ruslarla halleşirken siz dünyada yoktunuz.
Rus ile halleşmek sadece karşılıklı menfaatleri
tartarak iyi geçinmekten ibaret değildir.
Rus dostluğu diye birşey, bilhassa Türklük ve onun
kaderini paylaşan Müslümanlık için, yoktur,
olmamıştır.
Bu gerçeği insanlığa teşmil etmek de mümkündür.
İkinci dünya harbinde aksini düşünen Roosevelt ve
kafadarları derslerini almışlar ve bu saflıklarının
bedelini ödemişlerdir. Rusların Polonya, Macaristan
ve Çekoslovakya ile münasebetlerinde yatan
gerçekler bu hükmümüzün karinesidir.
Bunlar Ruslar komünist oldukları için mi meydana
gelmiştir ?
Hayır, Rusun bu tabiatı Moskova Kinez-leri
devirlerinden itibaren tezahür etmiştir. Ruslara
Bizans medeniyetini taşıyan merkez Kiev'dir. Kiev-Litvanya-Moskova
iktidar transferinde Küçük Rus - Beyaz Rus - Büyük
Rus ayrımı oluşmuş ve öyle gitmiştir. Her türlü
emperyalist tutkunun kaynağı bu büyük Rusluk-tur.
Büyük Rusların da elinden birşey gelmez. Büyük
Rusluğu kilise beslemiştir, sonra komünizm
emzirmiştir, bugün tekrar kilisenin kucağına atılma
noktasındadır. İnsanlık bu noktada Büyük Ruslukla
münasebetlerini tanzim etmelidir.
Bize gelince: Komünist yayılmacılığı tevekküle
bekleyenlerden kalma bir ruh haliyle kendini "Kızılordu"
veya "KGB" hayaletlerine kaptıranlardan inisiyatifi
almalıyız.
Rustan gelen ciddiye alınır, ama Rusa gidilmez.
Stalinin toprak taleplerine kategorik olarak hayır
dediğimizde neyimiz vardı? Afganistanın,
Çeçenistanın neyi var? İçerden çürümüş Bolşevikliği
dünyanın korkusu yaşatmıştır. Afganistan bunların
ibiğini kanatınca göçmüşlerdir. Çeçen cephesinde de
çürümüşlüğün bütün izleri görülmüştür.
Ruslukla ülfet etmeye yürek ister. Kuvvet, siyaset
ve kiyaset yüreğin tamam layıcısıdır.
|