|
Sancılı Bir Yüksek Öğretim
Ülkemizin eğitim ve öğretim alanında, en yüksek
derecede ve hemen hemen en üst noktasında faaliyet
gösteren eğitim ve öğretim kurumlarının tümüne
yükseköğretim kurumları ya da kısa adıyla YÖK adı
verilmektedir. Ülkemizdeki tüm yükseköğretim
kurumları, 12 Eylül 1980 Harekatı'na kadar, kendi
arasında birer özerk kurum olarak faaliyetlerine
devam ettirmekteyken, Harekattan sonra yeni
düzenlemelere gidilerek, YÖK adı altında toplanmış
ve 1982 Anayasası'nın 130. ve 131. maddeleri ile
görev ve yetkileri belirlenmiştir.
130. Maddenin ilk cümleleri ise şöyledir; "Çağdaş
eğitim ve öğretim esaslarına dayanan bir düzen
içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun
insan gücü yetiştirmek amacı ile; ortaöğretime
dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel
araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve
insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden
oluşan kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe
sahip üniversiteler Devlet tarafından kanunla
kurulur..."
Evet, burada altının çizilmesi gereken cümleler ise
şunlardır; "Çağdaş eğitim ve öğretim esaslarına
dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin
ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı
ile; ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde
eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve
danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet
etmek..."
Bugün ülkemizin yükseköğretim kurumları, yukarda
belirtilen çizgide, acaba ne derecede görevlerini
sürdürebilmektedirler? Bilimsel araştırmalar hangi
boyutlardadır? Yayınlar yeterli
midir? İşin en önemlisi; Yükseköğretim elemanları,
mevcut yerli ve yabancı yayınları takip edebilme
gücüne sahip midirler? Her ay ellerine geçen maaş
ile kitap veya dergi alma imkanını bulabilmişler
midir? Yoksa...
İşte bu sorulara cevap bulabilmek için,
yükseköğretimi; 1980 öncesinden bugüne kadar
incelemek gerekir. Görünürde, üniversite sayısı
hızla artmış ve ülke gereksinimlerine cevap verecek
düzeye getirilmiştir. Bu doğrudur. Ancak, artırılan
üniversitelerde görev yapacak olan öğretim üyesi
sayısı ne yazık ki arzu edilen gelişmeyi
gösterememiştir. İşin önemlisi, Üniversite Öğretim
elemanlarının bilimsel araştırma yapma, yayınları
takip etme ve yayın hazırlama imkanları, ne yazık
ki hemen hemen ortadan kaldırılmıştır.
Bugün Üniversite öğretim elemanı, değil bir yabancı
yayın, Türkçe yayınları bile, satınalma gücüne
sahip değildir. Daha da gerçeği söylemek gerekirse,
maalesef bugün Üniversite öğretim elemanları,
ailesinin geçim derdiyle uğraşmaktadırlar. Bu durum,
nereden kaynaklanmıştır? Geçmişte Üniversite
öğretim elemanlarının durumları aynı mı idi? Hayır.
Çok basit bir örnekle konuyu dilerseniz daha da
aydınlatalım. Bu yazının sahibi, YÖK kurulmadan
önce Üniversiteye intisab etmiş bir öğretim
üyesidir. Üniversiteye, asistan olarak atanmadan
önce, hem de ücretleri oldukça yüksek, Kamu
İktisadi Devlet Teşekkülü (KİT) olan bir kurumda,
şef olarak görev yapmakta ve o günün parasıyla
12.000 lira maaş almaktaydı. Üniversite'ye asistan
olarak göreve başladığı ay, eline 28.000 lira maaş
geçmişti. İşte bu belirgin farklılıktan dolayı, bir
asistan kadrosu için, çok sayıda aday arasmda
oldukça zor bir sınava tabi tutularak seçilmişti.
Ancak YÖK kuruldu, 1983 yıllarında, Üniversite
öğretim elemanlarının maaşlarında yeni düzenlemeler
yapıldı. Ve önceden göreve başlayan elemanların
yenilerle eşitleninceye kadar, tüm maaş artırmaları
durduruldu. O yılların hızlı enflasyonu ve maaş
artırımına rağmen, YÖK öncesi Asistanların maaşı
yaklaşık 2-3 yıl yerinde saydı. Ancak 3 yıl sonra,
güya tüm Öğretim elemanlarının maaşları eşitlendi.
Eşitlendi amma, YÖK sonrası bir Üniversite
Rektörü'nün geliri, YÖK öncesi bir asistanın geliri
seviyesine düşürülüverdi. Bu durum daha sonraki
yıllardaki artışlara büyük oranlarda etkiledi ve
bugünkü arzu edilmeyen ve beklenmeyen sonuca
ulaşıldı. Bu değişimden, devlet ve Üniversiteler ne
derecede etkilendi? Kazançlı mı, yoksa zararlı mı
çıkıldı?
Ev kiralarının astronomik rakamlarda seyrettiği
büyük şehirlerimizde, öğretim elemanlarının nasıl
geçindiği, ne şartlarda eğitim ve öğretim
faaliyetlerini sürdürdüğü, geçim sıkıntısı içinde
olan Üniversite hocalarının ruhsal ve psikilojik
durumlarının ne durumda olduğunu, sadece içinde
bulunan insanlar bilmektedir. Zamanında öğretim
üyeliği yapmış, ancak bugün yönetici kadrosunda
bulunanlar, sanki bu durumdan habersiz-miş gibi
davranmaktadırlar. Onlara bir çift sözümüz var;
"Ellerine vicdanlarına koysunlar. Üniversite
hocalarına verilen maaşla, sadece bir ay ailelerini
geçindirmeye çalışsınlar. Bakalım becerebilecekler
mi?"
Devlet, Üniversite sayılarını artırırken, öğretim
elemanlarının aylık maaşlarını düşürmekle, görece
karlı gibi göründü. Oysa madalyonun öbür yüzü böyle
değildi. Çünkü, Üniversiteler kanunda belirtilen
amacından oldukça çok uzaklaştırıldı. Burada,
yetkililer ne yazıkki, şunu söyleyebilmektedirler.
"Canım, her şey parayla ölçülmez. Eğitim ve öğretim
bir gönül işidir, havır işidir. Üniversite hocası
kendini ülkesine adam alıdır." Bu söz, ilk anda
doğru gibi görünmektedir amma şu yazının sahibi,
bugüne dek herhangi bir yayınevinden, hayır için
parasız bir bilimsel kitap alamamıştır. Yayınevine
gittiğinde^ önce kendisinden kitabın ücreti
istenmiştir. Çoğu kez kitabın fiyatı. maaşının
yüksek bir bölümünü oluşturduğundan, yayınevinden
kitabı alamadan boynu bükük ayrılmak zorunda
kalmıştır. Sanıyorum, bu acıklı ve hüzün verici
olay, bugün ülkemizde tüm öğretim elemanlarının
başına defalarca gelmiştir. Yetkililere Şöyle bir
soru yöneltmekte fayda var; "Kendini yenileyemeyen ,
(işin doğrusu yenilettirilmeyen) bir üniversite
hocası, üniversitelerde çağdaş bir eğitimi nasıl
verebilsin?" Gerçekten bugün üniversite
hocalarımızda engin bir vatan sevgisi ve öğretme
aşkı olmasaydı, ülkemizde yükseköğretim
faaliyetleri çoktan dururdu. Ancak şunu da
belirtmekte fayda var. Üniversite hocalarımızın, bu
hasleti lütfen kötüye kullanılmasın!
Bugün, artık Üniversite öğretim elemanları; değil
araştırma yapmak, araştırmanın en büyük
gereksinimleri olan araç ve gereçleri alabilme
gücüne sahip değildirler. Üniversitelerimiz
sancılıdır. Üniversitelerin çoğu isteği, denek yok
diye geri çevrilmektedir. Tüm demirbaş alımları
durdurulmuştur. Üniversite hocalarının çoğu
kırık-dökük masalarda oturmakta, sağlıksız
ortamlarda ders işlemektedirler. Ders araç ve
gereçleri adeta yoklara karışmıştır. Yayınlar ve
araştırmalar, ödenek kesintisinden dolayı, durma
noktasına gelmiştir.
Sonuçta, Üniversitelerin sayıları arttırılmaktadır
amma onu ayakta tutan öğretim elemanları maddi ve
manevi sıkıntılarla eritilmeye ve yokedilmeye
çalışılmaktadır. Bunun aksini savunanlara şu soruyu
sormaktan kendimizi alamıyoruz;"Yoksa bizim
bilemediğimiz, Öğretim elemanı olmadan
Yükseköğretim yapma tekniği mi geliştiriliyor?"
Geçmişe göre bugün, bugüne göre yarının daha iyi ve
daha gelişmiş bir Türkiye olmasını arzu eden
yöneticiler, Üniversitelerimizin içinde bulunduğu
bu sancılı durumu görmeleleri ve acilen müdahale
etmeleri gerekmektedir. Yapılacak iş, Üniversite
öğretim elemanlarının alım gücünü, öncelikle YÖK
öncesi seviyeye getirilmeli, sonra yaklaşık 15
yıllık ülke kalkınma hızı da gözönünde tutularak,
tüm gelişmeler Üniversite Öğretim elemanlarına
yansıtılmalıdır.
Herşeyden önce Yükseköğretim'de görev yapan
hocaların saygınlığı yeniden sağlanmalı ve öğretim
üyeleri maddi ve manevi yönden hak ettikleri
seviyeye çıkarılmalıdır.
Doç. Dr. Ramazan OZEY
|