Türkiye Ekonomisi
Dünya Ekonomisi
Osmanlı Ekonomisi
Finansal Ekonomi
İşletme Ekonomisi
Hizmet Ekonomisi
Kalkınma Ekonomisi
Tarım Ekonomisi
Borsa ve Yatırım
Ekonomi Sözlüğü
Ekonomi Ders Notları
Ekonomi Düşünürleri
Genel Ekonomi Soruları
Özel İstatistik Arşivi
Özel İktisat Konuları
Açık Öğretim İktisat
Ekonomi Kurumları
Kamu Yönetimi
Kamu (Devlet) Maliyesi
Sigortacılık Konuları
Türkiye İktisat Tarihi
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Savaş ve Ekonomik Evrim 

Tüm olaylar sürecinin sonucunda ortaya çıkan savaş, dünya ekonomik yaşamı üzerinde büyük bir etki yapma konusunda başa­rısızlığa uğramadı. Her ülkede ve ülkeler arasındaki ilişkilerde, "ulusal ekonomiler" ve dünya ekonomisinde topyekün bir değişik­liğe neden oldu. Maddi üretim araçlarının ve canlı emek gücünün yok edilmesiyle beraber üretim güçlerinin barbarca israfı ve büyük ölçüde sosyal olarak yararlı olmayan harcamalar yoluyla ekonomi­nin cansızlaştırılmasıyla, savaş büyük bir kriz gibi kapitalist geliş­menin temel eğilimlerini şiddetlendirdi. Finans kapitalist ilişkileri ve dünya ölçeğinde sermayenin merkezileşmesini büyük ölçüde hızlandırdı. Bugünkü savaşın merkezileşme karakterini taşıdığı (emperyalist merkezileşme) şüphe götürmez. Birincisi, ister yük­sek düzeyde sanayileşme yoluyla gelişmiş olsun (yatay merkezi­leşme ve yoğunlaşma), isterse tarımsal gelişmeye sahip olsun (di­key merkezileşme) bağımsız küçük devletler çökmüştür. Tarımsal gelişme tipine sahip ülkeler aynı zamanda daha zayıf bazı formas­yonları (ve benzer şekilde geri kalmışları) yutmuşlardır. Ancak bu durum nispi olarak önemsizdir. Kendine özgü koloni politikası olan oldukça gelişmiş bir ülke olan Belçika'nın bağımsız bir şekil­de varlığını sürdürmesi şüphelidir. Balkanlarda merkezileştirici ye­niden paylaşım sürecinin olacağı açıkça ortadadır. Afrika'da, kolo-nilerdeki karışıklığın çözümleneceği beklenebilir. Diğer taraftan, Almanya ve Avusturya-Macaristan'ın arasında çok güçlü bir ya­kınlaşmaya (konsorsiyumlar arasındaki anlaşmalar şeklinde) tanık oluyoruz.

Savaşın fiili sonucu ne olursa olsun, siyasi haritanın büyük bir devlet homojenliği yönünde değişeceği açıkça ortadadır (ve a pri-ori düşünülebilir). Bu husus tam olarak emperyalist özelliğe sahip "ulusal devletlerin" geliştiği durumdur (Nationalitatenstaaten).

Savaşla şiddetlendirdiğinde, gelişmenin genel eğilimi daha i-leri bir merkezileşme sürecinin içinde yer alıyorsa, aynı zamanda savaş da, oldukça güçlü iç örgütlenmeye sahip büyük kapitalist devlet tröstlerinin birinin dünya sahnesine çıkmasını hızlandıra­caktır. Amerika Birleşik Devletleri'nden söz ediyoruz. 

Savaş Birleşik Devletleri benzeri görülmemiş bir duruma sok­tu. Rusya'nın Avrupa'ya tahıl ihracatını durdurmasıyla birlikte, Amerikan tarım ürünlerine olan talep arttı. Diğer taraftan, savaş halindeki ülkelerin Birleşik Devletlerin savaş sanayi ürünlerine olan talebi büyük bir ölçüde arttı." Birleşik Devletler de kredi ser­mayesi aramaya yöneldi (dış borçlar v.s.). O zamana kadar Avru­pa'ya borçlu olan Amerika'nın durumu savaş sonunda hızla değiş­ti. Amerika'nın borçları ödendi ve Amerika cari işlemler ve kısa vadeli krediler alanında Avrupa'ya kredi verir hale geldi. Birleşik Devletler'in bu artan finansal öneminin bir yönü daha var. Ameri­kan eyaletleri başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupa'dan sermaye ithal etmekteydi. Avrupa sermayesini ithal eden Birleşik Devletlerden ithal edilen sermayenin önemi çok azdı. Savaş sıra­sında Kanada, Arjantin, Panama, Bolivya ve Kostarika ödünçlerini Avrupa'ya değil ama Birleşik Devletlere yatırdı. Amerikan ülkele­ri önemsiz fonlar elde ettiler, fakat bu işlemlerin karakteristiği sa­yılan ülkelerin gerçekte Londra pazarının her zamanki müşterileri olmalarıydı. Böylece savaş sonrasında New York, Londra'nın ye­rini aldı ve Pan-Amerikan programının fınansal bölümünü geliştirdi. Savaşın devam etmesi, askeri harcamaların ve borç ödemele­rinin düzenlenmesi, savaş sonrası dönemde büyük ölçüdeki serma­ye talebi (sabit sermayenin yeniden inşası ele alındığında v.s.) Bir­leşik Devletler'in mali önemini daha da arttıracaktır. Amerikan sermaye birikimini hızlandıracaktır. Amerika'nın diğer bölgeler üzerindeki etkisini arttıracak ve Birleşik Devletleri dünya pazarın­daki mücadelede hızlı bir şekilde ön plâna çıkaracaktır. 

Amerika Birleşik Devletleri örneği, bir kapitalist devlet tröstü­nün nasıl büyüdüğünü ve geliştiğini, önceden Avrupa'ya bağlı olan ülkeleri ve bölgeleri nasıl yuttuğunu göstermektedir. Ameri­ka'nın dünya ile olan bağlarının gelişmesiyle eşanlı olarak, "ulusal birliğin" oldukça yoğun bir şekilde gelişmesine tanık oluyoruz. "Ulusallaştırma" eğilimleri savaşan gruplar arasında hâlâ güçlü­dür: Uluslararası meta mübadelesi bozulmuş, savaş halindeki ülke­ler arasındaki sermaye ve emek gücü hareketi durmuş ve hemen hemen tüm ilişkiler kesintiye uğramıştır. "Ulusal" ekonomilerin sı­nırları içinde (Almanya en iyi örnektir. Zira Almanya tüm dünyay­la ilişkiyi kesmiştir) üretken güçlerin hızlı bir şekilde yeniden da­ğılımı sürmektedir. Bu sadece savaş sanayi ile değil (Almanya'da-ki piyano üreten işletmelerin yeni işlerle uğraşmaya başladığı, kı­saca mermi kovanı üretmeye başladığı bilinen bir gerçektir) fakat aynı zamanda genelde yiyecek ve tarım ürünleriyle ilgilidir. Böylece savaş, ekonomik otokrasi eğilimini ve "ulusal" ekonominin bir bütün olarak kendi kendine yeterli hale gelmesi eğilimini alışıl­madık bir biçimde şiddetlendirmiş, dünyayla olan bağları aşağı yu­karı koparmıştır. Bununla beraber, bu eğilimlerin hüküm süreceği, dünya ekonomisinin tümüyle birbirinden ayrı çok sayıda bağımsız parçalar haline geleceği düşünülebilir mi? Ütopik emperyalizm bu­na inanıyor veya inanmak istiyor. Emperyalizmin ideologları, bir ülkenin her şeyi kendisinin "ürettiği", "yabancılara bağlı olmadı­ğı" bir durumu vs. istiyorlar. Bir ülkenin gerekli "ekonomik ta­mamlayıcılara" sahip olduğunu, kendisi için gerekli hammadde kaynaklarını temin ettiğini düşünelim. Onlara göre amaca ulaşıl­mıştır. Bununla birlikte, bu tartışmalar eleştirilere dayanamayacak­tır. Emperyalist beyler izledikleri ilhak politikalarının dünyanın ekonomik bağlarını geliştirdiğini, sermaye ve meta ithalatını ge­nişlettiğini, hammadde ithalatındaki artışı v.s ifade ettiğini tümüy­le unutuyorlar. Böylece, belli bir bakış açısından, emperyalizmin politikası bir çelişkiyi içermektedir: emperyalist burjuvazi, bir yandan dünya ekonomik ilişkilerini en üst düzeye çıkarır (kartelle­rin damping politikalarını hatırlayın), diğer taraftan kendisi ve dünya arasındaki gümrük duvarlarını yükseltir. Bir yandan serma­ye ihraç eder, diğer taraftan dış baskılardan yakınır. Tek kelimey­le, bir yandan ekonomik yaşamı uluslararasılaştırır, diğer taraftan tüm gücüyle onu "ulusal sınırlar" içine sokmaya çalışır. Tüm en­gellere rağmen, uluslararası bağlar gelişmeye devam eder. Böylece Felix Pinner şunları söylediğinde tamamıyla haklıdır: 

Dış ticaretin alışılmamış bir biçimde gelişmesinin söz konu­su olduğu ulusal iktisat politikalarının uygulandığı dönem­de, savaşın ve bunun büyük devletlerde yol açtığı politik dü­şüncelerin uluslararası ilişkileri (sınırları kapatma eğilimi­nin (Ausperrungstedenzenj şimdiye dek yapmadığı kadar) tahrip edeceğini düşünmemiz gerekir. 

Savaş devam ederken, bir yerde ekonomik bağların kalkması veya zayıflaması bunların bir başka yerde gelişmesini beraberinde getiriyordu. Almanların Rusya'daki hâkimiyeti sona erdi ve yerini Müttefik güçlerin hakimiyetine bıraktı. İş bununla bitmedi. Kapita­list faaliyetin düzenleyici ilkesinin kâr birikimi olduğunu hatırla­malıyız. Savaş, modern burjuvazinin "işlerinden" birisidir. Savaş bir kez sona erdi mi aynen geçmişteki gibi eski bağlar kurulur (sa­vaş sırasındaki kaçak faaliyetlerden bahsetmiyoruz). Kapitalist çı­kar bu adımların atılmasını zorunlu kılar. Uluslararası işbölümü, doğal ve sosyal koşullardaki fark, dünya savaşıyla bile yok edile­meyecek ekonomik ön şarttır. Bu nedenle, uluslararası ilişkilerde maksimum kârı gerçekleştirecek belli değer ilişkileri ve bunun bir sonucu olarak, belli koşulları mevcuttur. Ekonomik olarak kendi kendine yeterlilik değil ama eşanlı "ulusal" birleşme ve dünya re­kabeti bâzında yeni çelişkilerin ortaya çıkmasıyla birlikte uluslara­rası ilişkilerin güçlendirilmesi gelecekte önü açılacak bir yoldur. 

Böylece savaş dünya sermayesinin genel gelişimini durduramazsa, aksine büyük ölçüde merkezileşme sürecinin gelişimini ifa­de ederse, tekil "ulusal" ekonomilerin yapısını her "ulusal" yapının sınırları içinde merkezileşmeyi şiddetlenerek etkiler ve üretken güçlerin önemli ölçüde ziyan edilmesine neden olarak, "ulusal ekonomiyi" giderek artan bir biçimde finans kapital ve devletin or­tak kurallarının altına sokarak örgütler. 

Ekonomik yaşama olan etkisiyle, savaş birçok bakımdan sanayi krizlerine neden olur. Savaşın sanayi krizlerinden farkı, sosyal za­rarların ve yıkımların daha büyük oluşudur. Bu zararlar öncelikle ekonomik olarak kendini burjuvazinin orta tabakası üzerinde his­settirir -bu sanayi krizleri boyunca da devam eden bir süreçtir. Pi­yasalar kaybedildiğinde, tüm üretim kollan çalışamaz hale gelir. Sağlam bir talebin olmaması nedeniyle o zamana kadar ki bağlar kopar, tüm kredi sistemi vs. altüst olur. Bununla beraber, işçilerin dışında en çok etkilenenler burjuvazinin orta tabakalarıdır: önce­likle iflas ederler. Bunun aksine büyük ölçekli karteller hiçbir şe­kilde etkilenmemişlerdir. Çok sayıda işletmenin, özellikle savaş malzemesi üreten işletmeler, yani öncelikle ağır sanayi alanındaki işletmeler (güya "askeri kârlar") kârlardaki artışı göstermek için bol miktarda istatistiki bilgi toplamak kolaydır. Üretilen artı değe­rin artmaması gerçeğine rağmen (aksine, çok sayıda emekçinin or­duya alınması nedeniyle artı değer azalmıştır) büyük ölçekli burju­vazinin küçük ve kartelleşmemiş gruplarının kârlarını kaybetmesi pahasına elde edilmektedir. (Diğer taraftan, kârlardaki artış gelece­ğin ihtiyaçlarına tekabül edecek kıymetli evraklardaki artışla açık­lanmıştır). Üretken güçlerin korkunç derecede yağmalanması ve toplumun sabit sermayesinin "tüketilmesi"15 söz konusu olduğun­da, grupların yer değiştirmesi ve burjuvazinin çeşitli kısımlarının nispî olarak büyümesi söz konusudur. Bu eğilimler savaşla birlikte sona ermeyecektir. Büyük burjuvazi savaş boyunca durumunu ko­rur ve güçlendirirse, savaş sonrası ortaya çıkacak büyük ölçüdeki sermaye talebi büyük ölçekli bankaların gelişmesini, sonuç olarak da sermayenin merkezileşmesinin ve yoğunlaşmasının hızlı bir şe­kilde gelişimini kolaylaştıracaktır. Savaşın açtığı yaraların sarılma­sına girişilecektir: yıkılan ve kullanılamaz hale gelen demiryolları­nın, dükkanların ve fabrikaların makinelerinin, ulaşımdaki loko­motif ve vagonların vs. yeniden yapılması ve onarılması. Tüm bu harcamalar askerî devlet aygıtını genişletecek ve onaracaktır. Bu durum sermaye talebini büyük ölçüde artıracaktır ve bankacılık tröstlerinin durumunu güçlendirecektir. 

Finans kapitalist gruplar güçlenirken, devletin ekonomik yaşa­ma olan müdahalesi büyük ölçüde artmıştır. 

Bu başlık altında şunlar söylenebilir. Devlet tekellerin (üretim ve ticaret) formasyonu. Devlet ve belediyelerin, özel sendika ve tröstlerle birlikte işletmelerin ortağı olduğu sözüm ona "karma iş­letmeler" (gemischte Betriebe) denen işletmelerin örgütlenmesi. Devletin özel işletmelerin üretim süreçlerini kontrolü (zorunlu üre­tim metotlarının düzenlenesi vs.): dağılımın düzenlenmesi (zorun­lu olarak malların alımı ve teslimi; merkezi devlet dağıtım bürola­rının örgütlenmesi; devletin hammadde, yakacak, yiyecek mağaza­ları; fiyatların dondurulması; ekmek, et karneleri, vs., mal ihracatı­nın ve ithalatının yasaklanması). Devlet kredi mekanizmasının ör­gütlenmesi ve son olarak devlet tüketim örgütleri (komünal mut­faklar).

Bunun ötesinde İngiltere dolaysız yük sigortasını kurdu. Tüc­carların senetleri için devlet garantisi verdi, ülke dışındaki İngiliz tüccarlara ait ödemelerin yerine getirilmesinde gecikme olduğunda bunun ödenmesi taahhüdünü getirdi. Savaş halindeki tüm devletler de benzer şekilde aşağı yukarı aynı tedbirleri almışlardır.

"Sanayinin mobilizasyonu" yani militarizasyonu, müteşebbis örgütleri, karteller, konsorsiyumlar ve tröstler güçlü oldukları za­manda daha kolay gerçekleştirildi. Savaş nedeniyle menfaat sağla­yacak işveren örgütleri sahip oldukları düzenleyici aygıtı çok ya­kın ilişki içinde oldukları emperyalist devletin emrine verdiler: Böylece, bu işveren örgütler direkt üretim sürecinden kredi dolaşı­mındaki inceliklere kadar ekonomik yaşamın militarize edilmesi­nin teknik-ekonomik imkânını sağladılar. Sanayinin karteller olarak örgütlendiği yerlerde, "mobilizasyonu" devasa boyutlara ulaştı. 

Mr. Pinner Almanya hakkında şöyle demektedir: "Ekonomik yaşamın geniş kesimleri on yıllardır birbirleriyle çok yakın bir bi­çimde birleşmiştir, faaliyetlerinin karakteri hemen hemen kolektif bir niteliktedir. Ulusal üretimin büyük bir kısmını yutup, bunları tek bir idarenin yönetimine sokmuşlardır. Bunlar "karteller ve tröstlerdir".   Sanayi mobilizasyonun önemi kadar, amacını İngiliz bakan Mr. Lloyd George 3 Haziran günü Manchester'de ülkenin savunulmasına ilişkin yasanın hükümete tüm fabrikalar üzerinde tam bir güç sahibi olmasını sağlayacağını, hükümete çok sıkı çalış­ma konusuna öncelik vermeyi mümkün kılacağını, hükümete her fabrikayı kullanma yetkisini vereceğini ve engellerle karşılaşıldı­ğında bakanlığın emirlerinin etkin bir şekilde yerine getirilmesini sağlamak için her yetkiye sahip olacağını vurgulamıştır. Benzer tedbirler Fransa ve Rusya'da da alınmıştır. Devlet gücünün özel teşebbüsün üretimi üzerindeki direkt kontrolünden başka, savaş çok sayıda devlet tekelinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. İn­giltere'de demiryolları devletin mülkiyetine geçmiştir. Almanya ekmek, patates, nitrat vs.'yi devlet tekeli altına almıştır ve daha bir çok madde için bu husus düşünülmektedir (daha sonra ele alaca­ğız). Kömür sanayii bile, sendikalarının hükümetle işbirliği içine girdiği "karma kartel" haline dönüşmüştür. Tüm bu durumda hü­kümet üretimin tüm safhalarına direkt olarak müdahale etmektedir. Bununla birlikte, hükümetin kredi ilişkileri yoluyla daha etkin bir müdahale aracı vardır. Bunun en tipik örneği Almanya'da uygula­nan "finansal mobilizasyon" ve ilgili işlemlerdir. Savaşın başlangı­cında bile Reichsbank bir çok büyük banka yoluyla işlevini yerine getiriyordu. Daha sonra bu bankanın faaliyetleri bu bağlamda bü­yük ölçüde gelişti. Sözüm ona "ödünç veren bankalar" {Darlehens hassen) denen bankalar, devlet kuruluşlarının Reichsbank'a ba­ğımlı hale gelmesinde olduğu gibi, çok kısa sürede kredi işlemle­rinde önemli bir unsur haline geldiler. Halkın üstüne direkt ola­rak Reichsbank yoluyla yüklenen iç askeri borçlanmalar büyük bir öneme sahiptir. Böylelikle, savaştan önce bile Almanya'nın eko­nomik yaşamında çok büyük öneme sahip olan Reichsbank'in önemi, henüz yatırılmamış sermayeler için güçlü bir çekim mer­kezi haline gelerek daha da artmıştır. Diğer taraftan, giderek bü­yüyen devlet işletmelerini ve devlete ait diğer ekonomik örgütleri finanse eden bir kurum olarak da gelişme göstermiştir. Böylelik­le devletin merkez bankası tüm kapitalist devlet tröstlerinin "göz­desi" olmuştur. 

Bu evrimin sadece Almanya'yla sınırlı olduğu düşünülmemelidir. Gerekli değişiklikler yapılarak aynı süreç savaşan tüm ülkelerde tek­rarlanmaktadır (savaşmayan ülkelerde de tekrarlanmıştır, ama daha küçük ölçüde). Burada oldukça önemli görünen bir soruya, yani devlet tekelleri ve gelecekleri ile ilgili soruna değinmek istiyoruz. Bu yılın Ağustos ayında Reichstag'da Dr. Helffereich şöyle diyor­du: "Hesaplamalara göre bu dünya savaşının tüm katılan ülkelere olan maliyeti aşağı yukarı günde 300 milyon mark civarındadır ya­ni 100 milyar marka mal olmuştur", (Bravo!). "Bu, dünya tarihinin bu zamana kadar görmediği devasa bir değer yıkımı ve yer değiş­tirmesidir".24 Dr. Helffereich'in "Marshal of Finance"den alıp ver­diği rakamların "savaşın genel maliyeti" hakkında hiç bir fikir vermediğini söylemeye bile gerek yok. Çünkü, sadece devletlerin acil savaş harcamalarıyla ilgilidir. Bununla beraber, bu bağlamda özellikle bu tür harcamalarla ilgilenip, askeri borçlanmaları içeren ayrıntılı rakamları belirtmemiz yararlı olacaktır.

Vestnik Finansov, No. 44, 1915'teki hesaplamaları kullandık. Bununla beraber, tablodaki verilerin, savaşa katılan ülke sayısı 12 olmasına rağmen bunların sadece en büyük altısının savaş borç­lanmalarını gösterdiğini vurgulamamız gerekiyor. Böylesi alışıl­mamış ölçüde ve diğerlerinin yıkımından başka bir işe yarama­yan harcamalar yapıldığında, devlet borcu büyük ölçüde artar ve devletin finansal örgütleri tümüyle zıvanadan çıkar. Denge öyle­sine ciddi bir biçimde bozulur ki savaştan sonra bile devam ede­cek olan büyük ölçüdeki harcamalar (devlet borç faizi ödemeleri, sakat ailelere yapılacak yardımlar vs.) söz konusu olduğunda devlet hazinesini yeniden dolduracak ek kaynaklar aranır hale gelir. Tek bir ülkeyi ele alırsak, Almanya'da devlet gelirlerinin iki katından fazla artırılması gerekecektir. Harcamaları devletin mutad gelirlerinden (devletin sahip olduğu işletmeler, dolaysız ve dolaylı vergileme) karşılamak imkânsız hale gelecek ve dev­let, tekellerini genişletmeye zorlanacaktır. Burjuvazinin yönetici halkaları bu düşünceyi zamanla kabul eder, çünkü son analizde devletin güçlü olması kendilerinin güçlü olması demektir. Bu neden­ledir ki Alman bankalarının "bilimsel" organı Dr. Felix Pinner'in ağzın­dan şöyle denmektedir: 

Genelde tekeller ve özelde bir veya bir başka tekel konusun­da ortaya çıkan keskin fikir ayrılığı bir gecede ortadan kalkmıştır (Über Nacht verschvvundenj, ve hemen hemen herkes alkol, petrol, elektrik (ve özellikle elektrik akımı) kib­rit, belki de kömür, tuz, potasyum, tütün ve sigorta işlemle­rinin tekelleşmesi tehlikenin neredeyse gerçekleşeceği konu­sunda hem fikirdir. 

Bu koşullardaki tekel eğilimlerinin ileride daha da artması ola­sıdır. Bildiğimiz gibi, gaz üretimi elektrik üretimiyle rekabet için­dedir, dolayısıyla bir gaz tekeli olasıdır. Daha olası bir durum, devlet gücünün, tekeller üzerinde yoğunlaşmasıdır. Kömür sanayii, devletçe tekelleştirildiğinde, pik demir üretimi etkilenecektir. Bu türde çok sayıda örnek verilebilir. Bundan sonra tüm bu tekliflerin kağıt üzerinde kalıp kalmayacağı ve burjuvazinin direnciyle karşı­laşıp karşılaşmayacağı sorusu ortaya çıkar. 

Devlet tekelleriyle ilgili olarak ortaya çıkan tavrın ne olduğunu belirttik. Tabii ki, şu anda bile çıkarları şu ya da bu şekilde birbi­riyle çelişen burjuvazinin alt grupları vardır. Bununla beraber, bu noktada savaşın güçlendirdiği ekonomik evrim, bir bütün olarak burjuvazinin devlet gücünün tekelci müdahalesine daha toleranslı davranmasını sağlayacak bir ortamı yaratması gerekir ve yarataca­ğı da bir gerçektir. Bu değişikliğin temel nedeni, devlet gücünün ve finans kapitalin öncüleri arasında giderek artan yakınlıktır. Devlet ve özel tekel işletmeleri, kapitalist devlet tröstleri çatısı al­tında birleşmektedir. Devlet ve finans kapitalin çıkarları giderek daha da uyumlu hale gelir. Diğer taraftan, dünya pazarında rekabet gücünün şiddetlenmesi, maksimum bir merkezileşme ve devlet gü­cünü gerekli kılmaktadır. Bir yandan bu son iki neden ve diğer yandan finansal nedenler kapitalist toplum içinde üretimin devlet­leştirilmesinin temel unsurlarını oluşturmaktadır. 

Burjuvazinin, üretimi bir elinden diğerine geçirmesinde kaybe­deceği bir şey yoktur, çünkü günümüzdeki devlet gücü, bankaların ve sendikaların başında aynı kişilerin bulunduğu büyük bir güce sahip müteşebbisler birliğidir. Bu koşullarda fark, burjuvazinin ge­lirini sendikadan değil devlet bankasından elde etmesidir. Diğer ta­raftan burjuvazi böyle bir işlemden karlı çıkacaktır, zira ancak üre­tim merkezileştiğinde ve militarize olduğunda, yani devletçe ör­gütlendiğinde, burjuvazinin bu lanet olası rekabetten muzaffer ola­rak çıkması umut edilir. Günümüzdeki savaş finansal "dayanak­tan" daha öte bir şeye gerek duyar. Savaşı başarıyla sürdürebilmek için fabrikaların ve atölyelerin, madenlerin ve tarımın, bankaların ve borsaların-kısaca her şeyin savaş hesabına "çalışması" gerekli­dir. "Her şey savaş için", burjuvazinin sloganıdır. Savaşın gerektir­diği ihtiyaçlar ve emperyalist bir biçimde savaşa hazırlanma gereği burjuvaziyi, kapitalizmin yeni bir biçimini aramayı, üretim ve bö­lüşümü devlet gücüne bırakılmasına ve eski burjuva bireyselliğinin tümüyle yok edilmesine yöneltmektedir.

Tabii ki savaş sırasında alınan tedbirler savaştan sonra da de­vam etmeyecektir. Et ve ekmeğin tayına bağlanması, çok sayıda meta üretiminin ve ihracatın yasaklanması gibi tedbirler barıştan sonra yürürlükten kaldırılacaktır. Bununla beraber, devletin üreti­mi ele geçirme eğiliminin daha da artacağı konusunda şüphe yok­tur. Devletle özel kapitalist işletmeler arasında bir çok sanayi da­lında "karma işletmeler" şeklinde bir ortaklık olasıdır. Savaş sana­yii dallarında pür devlet üretim tipi mümkündür. Cunow ulusal ekonomilerin geleceğini "banka sermayedarlarının hakimiyeti, uluslararası yoğunlaşmanın genişlemesi, devlet kontrollerinin ve devlet işletmelerinin artması" olarak çok doğru bir şekilde tanımlamaktadır. 

Endüstriyel örgütlenme süreçleri ve devletin ekonomik faali­yetlerindeki artış bu değişikliğin -Profesör Jaffe'nin ifadesiyle-ekonomik yapı ilkesinin sosyal anlamı olduğu sorusunu ortaya çı­karır. Yandaşları Alman üniversite profesörlerinden oluşan ve sö­züm ona devlet sosyalistleri denenler, ilk karşı çıkanlar olmuştur. Kari Ballod devlet tekelleri vs. konusunda yaptığı gibi, bunların daha şimdiden yeni bir üretim yapısı oluşturduklarını düşünerek ütopyaların yeniden doğduğundan söz etmektedir. Jaffe ekono­mik yapının militarizasyonunu sosyalizmden farklı kılan şeyin, "sosyalizm" kelimesinin "mutluluk dolu bir düşünce trendini" ifa­de etmesi, savaşta ise bireyin tamamıyla bir "bütünün" hizmetinde olmasından bahsetmektedir. Profesör Krahmann'ın yazılarında ilginç tartışmalara rastlıyoruz. Maden sanayinin geleceğini profe­sör şu şekilde görmektedir. 

Askeri düşünceler nedeniyle devlet gücünün uyguladığı, devlet ve ülke savunmasını destekleyen tüm tedbirlerin gü­nümüzdeki güçlü etkisi bizi başka dallarda olduğu kadar maden alanında da devlet sosyalizmine yaklaştırır. Bununla beraber, böyle bir örgütlenmeye, savaştan önce bazılarının korkusuyla bazılarının da umutla baktıkları yoldan gidil­mez- Bu durum, uluslararası sulandırılmış bir sosyalizm ol­mayıp, ulusal olarak birleşmiş bir sosyalizmdir. Bu, ne de­mokratik bir komünizm ve ne de aristokratik bir sınıf haki­miyetidir. Sınıfları uzlaştıran bir ulusalcılıktır. 1 Ağustos 1914'ten bu yana, bu sürece önceden imkânsız olduğu dü­şünülen bir hızla yaklaşıyoruz. 

"İlke olarak değişmiş" olan günümüz "devlet sosyalizminin" görüntüsü nedir? Yaptığımız analizden kalkarak bu soruyu karşı konulmaz bir mantıkla şu şekilde cevaplayabiliriz: Devlet sosya­lizminin değil ama devlet kapitalizminin en üst düzeye çıktığı ka­pitalist devlet tröstlerinin çatışı içinde hızlandırılmış bir merkezi­leşme süreciyle karşı karşıyayız. Ancak söz ettiğimiz şey, yeni bir üretim yapısı yani sınıfların karşılıklı ilişkilerinde meydana gelen bir değişme değildir. Aksine, karşı karşıya olduğumuz husus bu zamana kadar duyulmamış miktarlarda üretim araçlarına sahip bir sınıfın göçündeki artıştır. Böylesi bir durum için kapitalizm sonra­sı ilişkilere tekabül edecek bir terminolojiyi kullanmak sadece riskli olmayıp aynı zamanda da abestir. "Savaş sosyalizmi" ve "devlet sosyalizmi" kavramları insanları hata yapmaya yöneltmek ve çok sevimsiz bir içeriği "güzel" bir kelimenin etkisiyle sarmalama amacıyla kullanılan kelimelerdir. Kapitalist üretim tarzı, meta mübadelesinin genel çerçevesi içinde kapitalist sınıfın elinde tuttu­ğu üretim araçlarının tekelleşmesine dayanır. Prensipte, tekelleş­menin direkt olarak devlet ya da "özel teşebbüs" tarafından örgüt­lenip örgütlenmemesinin çok fazla bir önemi yoktur. Her iki du­rumda da söz konusu olan meta ekonomisi ve daha önemlisi, pro­letarya ve burjuvazi arasındaki sınıf ilişkileridir. 

Bundan (kapitalizm devam ettiği ölçüde) geleceğin devlet kapi­talizmine yakın ekonomik formlardan oluşacağını söyleyebiliriz. Kapitalist devlet tröstlerinin oluşacağını söyleyebiliriz. Kapitalist devlet tröstlerinin savaşla birlikte hızlanan bu evrimleri, bu tröstler arasında dünya çapındaki mücadelesine yansıyacaktır. Kapitalist devletleri, kapitalist devlet tröstlerine dönüştüren eğilimin bu dev­letlerin karşılıklı ilişkilerine nasıl yansıdığını gördük, "ulusal" bünye içindeki tekelci eğilimleri ülke dışındaki alanları istila yo­luyla tekelleştirme eğilimlerini kışkırttı. Bu da rekabet ve rekabet şeklini korkunç bir hale getirdi. İçeride merkezileşmenin daha öte bir gelişme göstermesiyle birlikte, bu hassas durum büyük bir hız­la daha hassas hale geldi. Buna ilâveten, bu husus serbest olan ser­maye faaliyet alanın hızla daralmasıdır. Böylelikle, yakın gelece­ğin şiddetli çelişkilerle dolu olacağı ve sosyal atmosferin savaşla tehdit edileceği konusunda en küçük bir tereddüt yoktur. Bu duru­mun gösterdiği gelişimin bir ifadesi militarizm ve emperyalist dü­şüncelerin gösterdiği olağanüstü gelişimdir. "Özgürlük" ve birey­cilik" ülkesi olan İngiltere tarife uygulamasına başlamış ve sürekli bir ordu kurmuştur. Bütçesi askeri ihtiyaçlar yönündedir. Amerika gerçekten çok büyük savaş hazırlıklarına girişmektedir. O "barış­çıl" sevimli günler sona ermiştir. Kapitalist toplum dünya savaşla­rının oluşturduğu bir fırtına içine düşmüştür. 

Sınıf ilişkileri hakkında söylenmek üzere bize ancak birkaç ke­lime düşmektedir. Çünkü yeni kapitalist ilişkilerin çeşitli sosyal -grupların durumlarını yansıtacağı tamamıyla a priori bellidir. Temel ekonomik soru, "ulusal" gelirin çeşitli kısımlarının akıbetinin ne olacağıdır. Eşdeyişle soru, "ulusal" ürünün çeşitli sosyal sınıflar ara­sında nasıl dağılacağı ve öncelikle işçi sınıfının "payının" ne olacağı hususuna yöneliktir. Bu sürecin aşağı yukarı tüm gelişmiş ülkelerin-kine benzer gelişme göstereceğini ve "ulusal" ekonomiler için doğru olan şeyin dünya ekonomisi için de doğru olacağını düşünüyoruz. 

Öncelikle reel ücretlerin düşme yönündeki eğilimini belirtmek zorundayız. Kapitalist üretimdeki orantısızlığın sonucu olarak or­taya çıkan yüksek fiyatlar sadece ortadan kalkmakla kalmayacak fakat aynı zamanda artmaya devam edecektir (söz ettiğimiz fiyat­lar "savaş zamanındaki" fiyatlardan farklıdır). Dünya sanayi ve ta­rım arasındaki orantısızlık daha da artacaktır. Çünkü tarım ürünle­rinin hızlandırılmış sanayileşmenin içinden geçtiği bir çağa girmiş bulunuyoruz. Bir Rus gazetesi, artan militarizasyon ve savaşlar vergi baskısını dayanabilecek son sınıra kadar artıracak, "vergilen-dirilebilecek her şey" vergilendirilecek ve vergilenen her şey mümkün olan en yüksek vergi yükünü taşıyacaktır demektedir. Bu laf boşuna değildir. Üretken olmayan harcamalar çok büyük bo­yutlara ulaştığında ve devlet bütçesi yeniden düzenlendiğinde direkt ve endirekt vergilemenin artması kaçınılmazdır. Hayat pa­halılığına neden olan bir çok unsur vardır: birincisi, fiyatlar güm­rük tarifeleri nedeniyle yükselir, ikincisi, tröstleşmiş endüstrilerde tekel fiyatlarının bulunması devlet tekellerinin mali nedenlerle fi­yatlarının artmasına neden olur. Bunun sonucu ise, ulusal ürünün giderek artan bir kısmına burjuvazi ve onun devleti tarafından el konulmasıdır. 

Diğer taraftan işçi sınıfından gelen zıt bir eğilim de, örgütlen­miş ve devletle tek vücut olmuş burjuvazinin giderek güçlenen di­renciyle karşılaşacaktır. Geçmişte alışılmış bir olgu olan işçilerin başarıları hemen hemen imkânsız hale gelir. Bunun sonucunda işçi sınıfının durumu nispî değil ama mutlak olarak kötüleşecektir. Sı­nıflar arasındaki antagonizmalar kaçınılmaz olarak kesinleşecek­tir. Bu husus bir başka nedenle de ortaya çıkacaktır. İşçi sınıfının ekonomik koşullarındaki kötüleşmenin ötesinde, toplumun kapita­list devlet yapısı işçileri resmen emperyalist devletin köleliğine sü­rükleyecektir. Gerçekte, savaştan önce bile devlet işletmelerinde çalışanlar örgütlenme, grev gibi çok temel haklardan mahrum bıra­kılmışlardır. Demiryolu veya postahane grevleri hemen hemen bir hıyanet olarak addedilmiştir. Savaş proletaryayı daha da baskı altı­na almıştır. Üretimin hepsini hemen hemen önemli hale getiren ve hemen hemen tüm üretim dallarını savaş çıkarlarına yönlendiren devlet kapitalizmiyle ceza yasası tüm ekonomik faaliyet alanlarına yayılmıştır. İşçilerin hareket etme özgürlükleri, grev hakları sözüm ona "yıkıcı" denilen partilere üye olma, çalışmak istemedikleri iş­letmeyi seçme hakları yoktur. İşçiler toprağa değil ama fabrikaya bağlı hale getirilmişlerdir. Tüm üretken yaşamı bünyesinde toplayan soyguncu emperyalist devletin beyaz köleleri haline gelmişlerdir.

Böylece sınıflararası antagonizma bu zamana kadar görülme­yen boyutlara ulaşmıştır.  

Sınıflararası ilişkiler açık ve kolay anlaşı­lır hale gelmiştir. Devlet bir kez üretimin dolaysız işletmecisi ve örgütleyicisi konumunu alırsa "sınıflarüstü" devlet şeklindeki es­rarlı kavram "kişilerin" bilincinden silinir. Çok sayıda ara zincirin gizlediği mülkiyet ilişkileri eski çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Sa­vaş dışı zamanlarda işçi sınıfının durumu bu olduğunda, savaş sı­rasında şüphesiz daha kötü olacaktır. İngiliz mali çevrelerinin ya­yın organı Economist, savaşın başlangıcında dünyanın çok ağır sosyal çelişkiler çağına girdiğini yazdığında tümüyle haklıdır. 

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005