Serbest Pazar Ekonomisinin Neresindeyiz?
Serbest piyasa veya pazar ekonomisinin bazı temel özellikleri
* Üretim araçları üzerinde özel mülkiyet hakkı,
* Teşebbüs hürriyeti ve miras hakkı
* Sözleşme veya mukavele hürriyeti, seyahat ve yerleşme
hürriyetleri sayesinde herkes istediği işte ve
istediği yerde çalışabilir.
* Üretim faktörlerinin ve kaynaklarının dağılımı genellikle fiyat
mekanizması ile sağlanmalıdır.
* Üretim yönlendirmede tüketici tercihleri ön planda olmalıdır.
* Haksız rekabetin önlenmesi için özel mülkiyet, teşebbüs ve
sözleşme hürriyetleri konularında yasal altyapı o
kadar iyi oluşturulmalıdır ki üreticisinden
tüketicisine, politikacısından sendikacısına herkes
sosyal sorumluluğa sahip çıkmak zorunda kalsın.
Demek ki, piyasa ekonomisi başıbozuk bir ekonomi
demek değildir.
Serbest pazar ekonomisinde veya daha bilimsel tabirle serbest
piyasa ekonomisinde veya tam rekabette bütün
fiyatlar arz ve talep kanunlarına göre belirlenir.
Talep kanununa göre bir malın fiyatı düşünce talep
edilen miktarı artacak (yaz aylarında domatesin
fiyatı düşünce 3-5 kg. almamız gibi) ve o malın
fiyatı artınca da talep edilen miktar azalacaktır.
Neticede, bütün fiyatlar o mal ve hizmetin arz ve
talebi tarafından ortaya çıkacaktır.
Burada, bütün fiyatlardan kasıt mal ve hizmetlerin
fiyatına ilaveten emeğin fiyatı olan ücret, ara malı
ve hammadde fiyatlarının, paranın fiyatı olan
faizin, dövizin fiyatı olan kurun belirlenmesinde de
hep arz ve talep kanunları yegane etkili araç
olacaktır.
Serbest piyasa ekonomisinin en ideal bir şekilde çalışabilmesi için
bütün piyasalarda alıcı ve satıcılar çok sayıda
olmalı ve ayrıca bunlardan hiçbiri tek başına
piyasayı (fiyatı) etkilememen, ilaveten her
piyasadaki mallar homojen (birbirinin benzeri
olmalıdır). Yukarıdaki ön şartlardan başka bu
piyasada devletin rolünün asgari düzeyde olması ve
fiyatlara müdahale etmemesi ve ayrıca, o piyasada
tekellerin (piyasaya tek firmanın hakim olması) ve
oligopollerin (birkaç büyük firmanın piyasaya
hakimiyeti) piyasadaki ağırlığının en düşük düzeyde
olması gerekir.
Bu ön şartlara göre Türkiye ekonomisine bir göz attığımızda, halen
Türkiye'de devletin payı, sabit sermaye
yatırımlarında % 45, hammadde üretiminde % 75-80,
mamul maddede % 40, ithalatta %30, ihracatta %7, iç
ticarette % 30, bankacılıkta ise mevduatta % 50,
kredilerde % 65, ulaştırmada % 70, sermaye
piyasasında % 85-90, haberleşmede % 90
civarındadır. İlaveten. 20 dolayındaki başlıca
tarım ürünlerinin fiyatlarını devlet tayin eder.
Ayrıca özel sektörün imalat sanayiinde genellikle
birkaç büyük şirket hakimdir.
Öyle ise bugün Türkiye'de uygulanan iktisadi politika nedir? 24
Ocak 1980'den bu yana takip edilen politikalar
içeride aşırı devlet müdahaleciliğine, dış ekonomik
ilişkilerde de aşırı içe dönük, himayeci iktisadi
kalkınma felsefesine son verip, hem içte ve hem de
dış ekonomik ilişkilerde daha serbest ve mümkün
olduğunca piyasa mekanizması araçlarını kullanma
yolu olarak ortaya çıkmıştır. Kısaca, bu politika
serbest piyasa ekonomisi (liberalizm) değil, fakat
daha çok serbesti getiren piyasaya dönük
(liberalleşme) bir iktisat politikasıdır.
Maalesef Türkiye'de çoğu kez "Liberalizm" ile "Liberalleşme"
kavramları karıştırılmaktadır. Liberalizm, modern
ekonominin kurucusu sayılan, Adam Smith'in 1776'da
ileri sürdüğü, ekonomik faaliyetlerde milli savunma
ve milli güvenlik haricinde, devleti yok sayan,
kısaca "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler"
şeklinde ifade edilen bir görüştür. Bu görüş, ABD
dahil hiçbir ülkede uygulanmamakta olup, Türkiye'de
uygulanması ise hiç mümkün değildir.
Liberalleşme ise, her şeyin serbest piyasaya
bırakılması değildir. Mesela, döviz kurunun yılda
bir yerine aylık veya günlük belirlenmesi bir
liberalleşme hareketidir. KIT (Kamu İktisadi
Teşebbüsleri) ürünlerinin 1980 öncesi zararına,
1980'den beri de en az maliyetine satılması bir
liberalleşme hareketidir. Dış ticarette ve
özellikle ithalatta, ithal yasakları yerine kota
konması, kotalar yerine yüksek gümrük tarifeleri
(vergileri) konması ve nihayet 1989-90 yıllarında
gümrük vergilerinin ve fonların asgari düzeylere
indirilmesi iyi bir liberalleşme (ekonomiyi iç ve
dış rekabete açma) örnekleridir.
Bu liberalleşme hareketi son üç-dört yılda meyvelerini vermiştir.
Nitekim. 1980'den 1989'a Türkiye'nin İhracatına
konu olan mal sayısı 800'den 4500'e çıkmış, toplam
ihracatta sanayi mâllarının oranı % 34'ten %
80'le-re fırlamış, yıllık ihracat geliri ise 2.3
milyar dolardan 12 milyar dolar seviyesine
ulaşmıştır. Ancak, Eylül 1988'den beri TL.'nin
değerinin dolara göre yaklaşık aylık/yıllık
enflasyon hızının yarısı kadar düşmüş olması ve 1989
başından beri de vergi iadelerinin kaldırılması
sonucu ihracat artışı duraklama dönemine girmiş
bulunmaktadır. Demek ki döviz fiyatlarının düşük
tutulması ihracatta müspet netice vermemiştir.
Esasen, bugün değil Türkiye'de, ABD'de bile tam anlamıyla serbest
piyasa ekonomisi yoktur. Mesela, ABD bizim
tekstilimize kota uygulamaktadır. Orada da az çok
ekonomide devletin payı vardır. Fakat ABD'de piyasa
ekonomisine daha fazla yaklaşmak için bizde de
uygulanan vergi ve sübvansiyonlara ilaveten diğer
devlet düzenlemeleri de vardır. Mesela, bir kişi
devlete beyan ettiği gelirin çok üzerinde bir hayat
standardı sürüyorsa ABD'nin Federal Dahili Gelir
Servisi (Internal Revenue Service - İRS) hemen o
kişinin yakasına yapışıp vergi kaçırma konusunda
soruşturma açar. Çünkü, orada, her kişinin geliri,
ödediği vergi miktarı, yapmış olduğu büyük
harcamalar ( hisse senedi, arsa, ev, araba ve yat
satınalımı gibi) o ferdin sosyal sigorta numarasına
göre bilgisayara geçer. A.B.D.' de büyük gelir ve
harcama farkı olduğu zaman mali polis (İRS) hemen o
kişinin yakasına yapışır ve kaçırdığı vergiyi
birkaç misli cezalı olarak tahsil eder.
Aynı takip şirketler için de söz konusudur. Mesela
ABD'de Anti-kartel (kartelleşmeye karşı) kanunu
bundan yüz yıl önce 1890'da yürürlüğe girmiş ve
değişen şartlara göre 1914'de, 1936'da ve 1950'de
yeniden düzenlenmiştir. Burada amaç, aşın ve yalan
reklamların yasaklanması, büyük şirketlerin rekabeti
önleme yolunun tıkanmasıdır. Mesela, iki veya daha
fazla büyük firmanın üretim veya satış konularında
birlikte hareket etmeleri ile ortaya çıkacak üretim
kısmaları ve fiyatlan yükseltme politikaları sonucu
aşın kâr elde etmeleri bu kanunla engellenmektedir.
Anti-kartel kanunu tartışmaları Türkiye'nin gündemine 1980
başlarında girmiş ve hâlâ da gerek kamu ve gerekse
özel sektör üst kuruluşlarında devam etmektedir.
ABD'de ve Batı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi
An-ti-Kartel Kanunu bir an önce çıkartılmalı; ve
ayrıca, beyan ettiği gelirin en çok 2-3 mislinden
daha yüksek hayat standardı tutturan kimseleri vergi
kaçakçılığından takip edilebilmesi için gerekli
tedbirler en kısa zamanda uygulamaya konmalıdır.
Aksi halde, ne devlet bütçesinin iki yakasının bir
araya gelmesi ve ne de dar ve sabit gelirlilerin
aşırı fiyat artışları karşısında ezilmelerinin önüne
geçilmesi mümkün olmayacaktır.
Not (1996):
Türk Anti-kartel kanunu "Rekabetin korunması hakkında kanun"
adı ile 1994'ün son aylarında yürürlüğe girmiştir.
Ayrıca bu kanunla herkese bir vergi numarası
verilmesi hükme bağlanmıştır. Demek ki uyarılırımız
4 yıl sonra da olsa meyvelerini vermiş oldu.
Not (2001):
IMF'ye verilen niyet mektubuna göre herkese bir vergi
numarası verilmesi Eylül 2001 'e kadar tamamlanmak
zorundadır. Bu konuda IMF diretiyor demeye hakkımız
var mı acaba? IMF bizden 7 sene önce çıkarttığımız
bir kanunun uygulanmasını istemiyor mu?
Kaynak: Prof. Dr. Emin Çarıkcı
|