|
Sermayenin Gücü ve Emekçiler
Otomotiv sektörüne şöyle bir bakalım. Son dönemde
satışlar düştü (o da evvelki yılla yaklaşık aynı
olan satışlar, şişirilmiş olan geçen yıla göre
düştü). Bu durum karşısında sermaye ne yaptı? İşçi
çıkardı, hükümetle pazarlığa oturdu, fiyat indirimi
görüntüsünde bir davranışa girerek satışlarını
artırdı, çalışanların ikramiyelerine göz koydu. Yeni
fiyat artışlarını bir tarafa bıraksak da, fiyat
indirimi jestinin kimlere yedirildiği ortada Bu
durum karşısında emekçi ve hükümetin tavrı ne oldu?
Sonuçta kim kârlı çıktı? Cevap açık: Krizi kim
yönetti ise, doğal olarak, o kârlı çıktı. Krizi kim
yönetti, üretimi yapan emekçi mi, siyasal güce sahip
olan hükümet mi? Hiçbiri! Peki nasıl oluyor da,
üretimi yapan emekçiler ya da siyasal güce sahip
olan hükümet bir tarafa itiliyor da, sermaye bundan
sıyrılarak çıkıyor? Denebilir ki, emekçinin
verimliliği düşüktür, hatta bu nedenle fazla yüksek
ücreti de hak etmemektedir. Diyelim ki bu sav doğru.
Peki, sermayenin verimli çalıştığını kim iddia
edebilir? İç piyasa bir anda durdu diye, dağ-taş
araba ile doldu ise, bunun sorumlusu kimdir?
Şu halde, sermayenin bu gücü nereden gelmektedir?
Piyasa papağanlarının dillerinden düşürmediği
'"örgüt" ilişkisinden mi gelmektedir? Hayır. Bu güç.
biriktirilmiş emek artık değerlerinden geliyor.
Biriktirilmiş bu güç, sahiplerine, çok uzun süre
yaşama ve mücadele olanağı; hayatını sürdürebilmek
için emeğini derhal satma durumunda olan emekçiye iş
olanağı; siyasi erk ve programını uygulayabilmek
için de siyasal örgüte malî ve maddî destek veriyor.
İşte bu nedenle siyasiler halka meydanlarda hitap
eder, sermaye sahibine ise konuk olur.
Sermayenin başka neyi vardır, sermaye şapkasından
oyuncak arabalar dışında başka hangi kuşları
çıkartır? Medya! İnsanları eğlendirmek kimine göre
hoş bir iş, kimine göre de sevaptır. Ama bu iki
hedef de aynı yoldan geçmektedir: Düşünmeden uyum
sağlayan ve öylece yaşayan bir "insan-maymun" tipi
(ya da tersi) yaratmak.
Bu ortamda, solun (!) hezimeti günlerce
tartışılıyor, üstelik sonuçta da liderlerin inatçı
olduğu, partilerin birleşemediği gibi dahiyane
cevaplar üretiliyor, bu arada, seçmenin sağduyusu da
herkesin yüreğine su serpiyor. Eğer ortam bu ise, ne
maaş dondurmasını, ne işçi çıkartılmasını, ne
medyanın davranışını, ne üniversite-sanayi (fazla
kaba kaçmasın diye "holding" denmemekte, galiba)
işbirliğini, ne şunu, ne de bun tartışalım.
Fakat, lütfen şu noktayı bir düşünelim. Bugün dünya
sermayesi ve üretim teknolojisi öyle bir boyuta
ulaştı ki, artık üretim için bir anlamda nerede ise
insana hiç gereksinim yoktur. Bu konuda bizim geri
kalmış olmamız şanstır. Çünkü, hala üretimde
oldukça yoğun emek kullanıldıktadır. Diğer bir ifade
ile, emeğin hala üretimde bir ağırlığı vardır.
Emeğin, eğer varsa, siyasi mücadele gücü de zaten
buradan gelmektedir. Arkada gerçek bir üretim gücü
olmaz ise, tek başına örgüt bir işe yaramaz. Yarasa
idi, tonlarca işsiz biraraya gelip, "İşsizler
Sendikası" oluştururdu ve üye adedi itibariyle
mevcut sendikalarımızın toplamından da büyük
olurlardı. Ama olmuyor ve olamazlar da!
Sermaye tünelin ucunu görüyor. Biraz daha teknoloji
yoğun üretime geçtiğinde, ki muhtemelen bu sonuç
kaçınılmazdır, sermaye hem emekçileri, hem de küçük
esnafı ufalayacaktır. Bu durumda, acaba emekçiler
neyi görüyor da, hala "işveren" kavramını, hiç
sorgulamadan, kullanıyor; hala salt emek gücüne
dayanarak, mücadele edebileceğini düşünüyor? Bu
konuda emekçiler yalnızdır; onlara bu konuda ne
sermaye, ne siyasal iktidar hatta ne de akademik
elemanlar el verip, destek olur. Olmaz böyle bir
şey! Bu güçler tünelin ucunu emekçilere
göstermezler dahi Kimbilir, belki tünelin ucu
emekçilere gösterilse, bunu algılayamamış olan
emekçiler ürker ve korkarlar. Çünkü sermaye tarih
boyunca sadece ne mal ne de nasırlı el üretti! Onun
üretimi çok daha başka alanlarda da gerçekleşti...
Kaynak: İzzettin Önder – İstanbul Üniversitesi
Maliye Bölümü
|