Siber Savaş
Sosyolog Emre Aköz
"Siz savaşla ilgilenmiyor olabilirsiniz", demişti
1917 Sovyet Devrimi'nin liderlerinden Leon Troçki,
"ama savaş sizinle ilgilenmektedir".
Aşağıdaki deneme bu sarsıcı sözün ışığında
yazıldı.
Ben, Emre Aköz, savaşla doğrudan ilişkisi olmayan
bir gazeteciyim. Bütün gün masamın başında oturup
Milliyet gazetesinin Ek Yayınlar Bölümü'nü
yönetmeye çalışıyorum. Günler birbirini takip
ediyor: Evden işe, işten eve...
Bu yazıyı kaleme alırken ABD, Irak'ı vurmaya
hazırlanıyordu. Ben olup biteni medya aracılığıyla
öğreniyorum. Yeni bir Körfez Savaşı olasılığı beni
doğrudan ilgilendirmeyen bir durum. Orada, ötede,
benim dışımda birileri başka birilerini öldürecek.
Tabii en azından ekonomik olarak ben de
etkileneceğim. Örneğin enflasyon biraz daha
artacaktı. O kadar...
Peki "o kadar" mı? Hayır!
Troçki'nin (Leo Tolstoy'a da atfedilen) sözü
Demokles'in kılıcı gibi durmakta: Ben ilgi-lenmesem
bile savaş benimle ilgilenmekte.
Peki bu nasıl bir savaş? Askerlikle ilgisi "vatani
görevini" yapmanın ötesine geçmeyen sıradan Türk
vatandaşı Emre Aköz bir gün gelip kendisini ya da
çocuğunu bulacak olan savaş hakkında neler biliyor?
Bilebiliyor? Mesela masasının üstünde duran
internet bağlantılı bilgisayarın muhtemel savaşla
bir ilgisi var mı?
Ocak (1998) ayının ilk haftasında Türk Silahlı
Kuvvetleri gazetecilere subay yetiştiren okullarını
gezdirdi. Bu gezi sırasında brifingler verildi ve
1995'ten beri uygulanmakta olan ve "öğrenmeyi
öğrenmek" adı verilen eğitim sistemi tanıtıldı.
Kara Kuvvetleri Eğitim ve Okullar Daire Başkanı
Tuğgeneral Volkan Kaplama'mn imzasını taşıyan belge
neden böyle bir eğitim sistemine geçildiğini şöyle
anlatıyordu:
"İletişim becerisi gelişmiş, yaratıcı düşünce
yapısında ilgi ve yeteneklerini tanıyan, eleştirel
düşünceye sahip ve bunu yaşamında uygulayabilen,
sorunlara çözüm oluşturabilecek kişilik
özelliklerinde 'kendini gerçekleştirmiş' bireyler
yetiştirilmesi amaçlanmıştır. Çünkü 'kendini
gerçekleştirmiş' insan bilginin ürünlerini değil,
kendisini kullanan, kullandıkça da yeni bilgiler
üreten insandır."
6 Ocak günü Kara Harp Okulu'nda gazetecilere
verilen brifingte işte böyle tuhaf cümleler
geçiyordu. "Tuhaf diyorum çünkü askerliğe ilişkin
"mutlak itaat", "cesaret", "ölmeye hazır olmak"
gibi kanıksadığımız terimler, 30 küsur sayfalık
metinde arka plana atılmıştı. Onların yerine
"iletişim becerisi", "yaratıcı düşünce", "eleştirel
düşünce" gibi terimler önplana çıkarılmıştı. Metinde
bir iki rötuş yapsanız sözü edilen eğitim kurumunun
Kara Harp Okulu değil, uluslararası şirketlere
eleman yetiştiren bir işletme fakültesi olduğunu
sanırdınız
Peki bu vurgu kaymasının sebebi neydi? Brifing metni
neden sürekli olarak "bilgi toplu-mu"ndan söz etme
gereğini duyuyordu?
Belli ki yarın öbür gün benimle ilgilenecek olan
savaş, eski savaşlardan farklı olacaktı...
Eski savaşlar nasıldı?
Eğer asker değilseniz ya da savaş tarihini
incelemek gibi bir hobiniz yoksa savaşın ne olduğunu
bilemezsiniz.
Lisede okuduğunuz kitaplar savaşlaıın sonucunu
yazar... Kore'de ya da Kıbrıs'ta savaşmış bir
tanıdığınız varsa size kendisinin başından geçen
olayları anlatacaktır. TV'de ve sinemada bol bol
savaş filmi izlemiş olabilirsiniz.
Ancak bütün bunlar savaşın hikayesini anlatır,
mantığını değil. Bireylerin bir savaşı nasıl
yaşadığı, nasıl deneyimlediği ile ölüm makinesinin
işleyişi arasında ciddi bir fark vardır.
Örneğin 18. yüzyılda ordular bir ovada karşı karşıya
gelirlerdi. Onlara tepeden baktığınızda iki paralel
çizgi görürdünüz. Yaptığı manevralarla en çok gücü,
en kısa zamanda, belli bir bölgeye (sağ kanada, sol
kanada ya da merkeze) toplayıp, rakibe yüklenen
taraf galip çıkardı.
Bu bakımdan 18. yüzyılın savaşı tam anlamıyla bir
satranç maçına benziyordu. Gizli bir şey yoktu
ortada. İki taraf da birbirini görüyordu. Hızlı
olup yüksek ateş gücü sağlayan kazanıyordu.
Eskiden iki boyutlu olan savaş alanı daha sonra
hava kuvvetlerinin eklenmesiyle üç boyuta çıktı.
Birinci Dünya Savaşı sırasında yıpratma esasına
dayanan savaşın anlamsızlığı ortaya çıkınca Almanlar
yeni bir doktrin geliştirdiler: Yıldırım Savaşı.
Düşman ordusu büyük bir makine gibiydi. O halde
düşmanın merkezini bulup yok etmek onu işlemez hale
getirecekti. Bu doktrine uygun olarak uçaklarla
desteklenmiş tanklarla hücum ettiler. Cephe
kavramı ortadan kalkmıştı.
Ancak bizim satranç benzetmemiz hala geçerliydi:
Düşman belliydi. Orada duruyordu. Önemli olan ondan
daha hızlı hareket etmek, kollanyla mücadele etmek
yerine darbeyi beynine indirmek ve şahı teslim
almaktı.
Şimdi gelin başka türlü bir satranç oynayalım.
Siz kendi taşlarınızı tahtaya yerleştirin. Hatta
klasik kurallara göre değil, arzu ettiğiniz biçimde
dizin. Daha da ileri gidelim; iki fil, iki at ve iki
kale daha ekleyin onlara. Benim taşlarım ise
sizinkinin yarısı kadar olsun. Sizin dört kalenize
karşı benim iki kalem... Ayrıca size açılışta üç
hamlelik avans da veriyorum.
Yalnız çok küçük bir şartım olacak: Ben sizin
taşlarınızı göreceğim, ancak siz benimkileri
göremeyeceksiniz!
Ne o, vaz mı geçtiniz? Bu küçük, küçücük talebimi
red mi ediyorsunuz?
Haklısınız! Böyle saçma bir mücadele mümkün mü?
Ancak bilgi toplumunda savaş tam da böyle bir şey
olacak.
Savaş kuramcıları 21. yüzyıl savaşına çeşitli adlar
veriyor: Kimi "siber savaş" (cyber-war) terimini
tercih ediyor. Kimi "enformasyon savaşı" (infowar)
diyor. "Postmodern savaş" diyenler de var.
Ancak bu farklı kavramların işaret ettikleri temel
nokta aynı. Çok özetle söylersek: Bilişim
teknolojisinin imkanlarını kullanarak enformasyonu,
taraflardan birinin kör olduğu satranç örneğinde
olduğu gibi işlemek...
Klasik savaş iki kelime ile özetleniyordu:
"Kumanda" ve "kontrol".
Daha sonra bu formül "kumanda", "kontrol",
"iletişim" ve "istihbarat" şeklinde gelişti.
Günümüzde beşinci bir terim daha gündeme gelmiş
bulunuyor: Bilgisayarlar.
Tabii bu sadece bilgisayarların silahlı kuvvetlerde
kullanılması anlamına gelmiyor. Siber savaşı, siber
savaş yapan özellik başka bir şey: Bilgisayarların
diğer bilgisayarlarla ve
insanlarla karar verme süreçlerini etkileyecek
biçimde iletişim kurması...
O halde eskiden üç boyutlu olan savaş alanına
dördüncü bir boyut daha eklenmiş bulunuyor:
Siberuzay.
Karada, denizde ve havada süren mücadele artık
elektronik ortamda da sürecek. Bu durumda "düşmanın"
tanımı da değişiyor: Artık sanal düşmandan söz
etmek mümkün oluyor: Nereden geldiği belli olmayan
ama radar sistemimizi çökertecek bir bilgisayar
virüsünü "düşman" olarak tanımlayabiliriz.
Yeniden kör satranççı örneğine dönersek: Siber
savaşta önemli olan kimin kaç füzesi olduğu
değildir. Rakibin bizim füzelere ilişkin sahip
olduğu bilgilerdir. Eğer füzelerimize ilişkin
bilgisi (sayı, yer, tip, güç vs.) yanlışsa ne ala;
yok eğer doğruysa vay halimize! O halde siber
savaşta en önemli nokta rakibi bilgisiz bırakırken,
ona ilişkin bilgilerimizi maksimize etmektir.
Siber savaş televizyonların nefret ettiği bir savaş
tipidir. Çünkü asıl mücadele cephede değil,
bilgisayar ekranlarının başında sürecektir. Bizi
televizyonlarımızın önüne mıhlayan Körfez Savaşı'nı
hatırlayın: Vınlayan füzeler, gırıldayan tanklar,
takırdayan helikopterler gördük. Ama savaşı görmedik
(ama gördüğümüzü sandık)! Savaşa ilişkin kaç
görüntü kaldı ki geriye: Petrole bulanmış kuş,
Amerikan askerinin postalını öpen bir esir ve
çöl...
Halbuki 1991 Körfez Savaşı'nı ilk siber savaş olarak
tanımlamak yanlış olmaz. Bu savaşta biz o savaşın
asıl gerçeğine yani mantığına ilişkin belki de
hiçbir şey izlemedik. Örneğin füzeleri yönlendiren,
hava duaımunu saptayan, uydulardan gelen verileri
değerlendiren yazılımlan görmedik. Onları üretenleri
ve kullananları görmedik. Zaten görseydik de anında
zapping yapardık.
Şimdi bu söylediklerimizin yukarıda sözünü ettiğimiz
eğitim modeliyle ("öğrenmeyi öğrenmek") ilişkisini
kurmaya çalışalım.
Eski askeri yapılar piramit biçiminde organize
edilmişti. Üst kademe emir verir, alt kademe bunu
uygulardı. Dolayısıyla bilgi açısından
incelendiğinde en önemli, en değerli bilgi üst
kademede bulunurdu. Aşağıya doğru indikçe bilginin
değeri, kalitesi, etkisi azalırdı.
Bilgisayarların bilgisayarlarla ve insanla iletişim
kurduğu dönemde ise en değerli bilgi generalin
bilgisi olmaktan çıkıyor, alt kademeye yayılıyor.
Bir yüzbaşının değerlendirmesi ve kararı, bir
generalin emrinden çok daha önemli ve etkili hale
geliyor.
Vietnam Savaşı sırasında ABD Başkanı Johnson diğer
yetkililerle birlikte tartışmaktaydı: "Uçaklar
buraya napalm atarken, helikopterler şuraya
saldırsın."
Körfez Savaşı'nda ise Başkan Bush'un, değil bu tip
detayları belirlemek, olup bitenden haberi bile
yoktu. O politikayı belirliyor. General Schwarzkopf
statejiyi saptıyor taktik uygulamalar ise alt
kademede gerçekleşiyordu.
Bilgi toplumunun büyük hiyerarşileri yıkan, bunun
yerine yatay biçimde örgütlenmiş küçük birimleri
getiren mantığı, silahlı kuvvetlerde de etkisini
göstermeye başlamıştı.
Belirli bir kodu çalmak ya da bir hard diski yok
etmek üzere programlanmış bir "Cru-ise virüsü" ile
"çarpışan" bilişim yüzbaşısına albayı ne
diyecektir? "Sana emrediyorum, o virüsü hemen yok
et" mi?
İşte böyle bir çağda okulda öğrenilen askeri
bilginin çok da önemi yoktur. Nasıl olsa kısa sürede
eskiyecek ve değil yaran, zararı bile olacaktır. O
halde bir subayın iletişim becerisine sahip,
tartışan, eleştiren, yaratıcı fikirler üretebilen
bir kişi olması gerekir.
Bunun tek nedeni bilişim teknolojisindeki akıl
almaz ilerleme de değil. Bir başka önemli nokta
daha var: Yeni çağın "düşman" kavramı eskisinden çok
farklı. Hatta kavramlann birbirine girdiği, muğlak
hale geldiği söylenebilir.
Siber savaş yerine postmodern savaş terimini
kullananlar, siber savaşı reddetmiyorlar. Onların
altını çizmeye çalıştıkları bir başka husus daha
var. Bir ordunun en temel gereksinimi olan "biz" ve
"onlar" kavrayışı kesin sınırlarını giderek
yitiriyor. Örneğin...
* Bilişim teknolojisi sivil kuruluşlarda gelişiyor.
Askerler artık sivillerle birlikte çalışmak
durumunda kalıyor.
* Ulusal ve uluslararası teröristlerle, devletin
organize ettiği tetöristler arasındaki aynmı
saptamak giderek muğlak hale geliyor.
* Eskiden tüm bir ülke "düşman" kate-gorisindeyken,
artık onun belli bir bölümü (örneğin diktatör)
hedef haline gelebiliyor.
* Denizaltı bile çalmaya kalkışan, uranyum
ticareti yapan, süper beyinleri uyuşturu-cu-uyarıcı
imalatında kullanan uluslararası mafya yeni bir güç
olarak ortaya çıkıyor.
Tüm bunların üstesinden gelebilmek, düşmanla dostu
ayırdedebilmek, moral değerlerini bu sistem içinde
oluşturmak (bir bilgisayar programcısını
öldürebilir misiniz?) için artık başka türlü bir
subay olmak gerekiyor.
Tam bu noktada şu gerçeği unutmamakta fayda var;
Askeri tarih uzmanlan yeni bir sistemin, eskisini
tamamen ortadan kaldırmadığını söyler. Siber savaş
bunun dışında değil. Kimi klavyeyi kullanarak
ekranda bir minik nokta olarak işaretlenen düşmanı
yok etmeye çalışırken, bazılan süngü hücumuna
hazırlanacak.
Peki siber savaşa hazırlanan ordulann sivillerle
ilişkisi hakkında neler söyleyebiliriz?
Ya da daha fazla özete inelim ve şöyle soralım:
Bilgi toplumu dönemindeki bir savaş olasılığına
göre kendini yeniden organize etmekte Türk Silahlı
Kuvvetleri'nin biz sivillerle ilişkisi nasıl
olacaktır?
Ocak ayındaki geziye katılan gazeteciler "orada
bambaşka bir dünyanın" olduğunu dile getirmişlerdir.
Her ne kadar ağırlıklı olarak memur ve işçi
ailelerinden gelseler de subay olarak yetişen
gençler bir tür devşirme sistemi içine alınmaktalar.
Türkiye'de ortalama bir sivil gence sunulan eğitimin
kalitesinin çok çok üzerinde bir kaliteye
ulaşmaktalar.
Bu eskiden de böyleydi. Ancak yeni olan TSK'nın
siber savaş mantığına uyum sağlamak üzere organize
olurken bir adım daha ileri gitmesidir. Sadece iyi
eğitim almayan, eğitimlerini sürekli olarak
yenileyen subaylar, kendilerini "üstün ve ileri"
olarak görecektir. Doğru ve yeni bilgiye sahip
olduğunu düşünen bir kişi de, buna uygun eylemi
başkalarından bekleyecektir.
28 Şubat 1997'den RP'nin kapatılmasına kadar geçen
sürede TSK sadece askeri konularla değil, sivil
konularla da yakından ilgilendiğini, hatta
ilgilenmekten öte siyaseti manipü-le ve mobilize
edebildiğini göstermiştir.
Ben postmodern savaşa hazırlanan TSK'nın kendi
arzusuyla geri çekileceğini sanmıyorum. Zaten
gelenekleri ve tarihi de bu yöndedir. Yüksek düzeyde
meşruiyete sahip bir sivil oluşuma kadar siyasete
müdahele devam edecektir.
|